4 Şubat 2014 Salı

ÖN-TÜRKLER , ATLI ÇOBANLAR MIDIR?..

Saygın Doğu Perinçek Aydınlık gazetesinde 12 Aralık 2013 Perşembe tarihli köşesinde, bir İsveç lejand’ının Ön-Türklerden atlı çobanlar diye söz ettiklerini  nakletti. Sanırım atalarımızın bu şekilde İsveç Kültürü’nün kökeninde bulunan Ön-Türk Kültürü’nün İsveçliler tarafından bilinmediğini ortaya çıkardı.
Lejandlar  bir toplumun yaşayışını, her şeyin başında, mantık ve kültürünü ortaya koyduğundan çok önemlidirler. Fakat, öte yandan, bir lejand bir kişiyi büyük bir kahraman olarak tanıtmak , anlatmak gayesini de güder. Bu nedenle o kişinin daha da yücelmesi için bulunduğu ortamdaki değerleri önemsizleştirmeye dikkat ederler.
Ön-Atalarımızda atlı çobanlar fiilen mevcutturlar. Kışın kışlaklarda yazın otlaklarda hayvanları otlatırlar ve şehirlerde yaşayanların yiyecek ve giyeceklerini sağlarlar; otlattıkları her tür hayvanın etinden, boynuzundan, bağırsağından kürküne kadar her şeyinden istifade ederler.
Demek ki atlı çobanların hizmet verdiği kentler vardır.
Burada bilimsel gerçek bütün yönleriyle ortaya çıkar:

 Ön-Türkler tarihe

     yerleşik düzende çıkmış olan ilk kavimdir
 ve bu kavim kentlerde
ve inşa ettikleri evlerde
(çadırlarda değil)
yaşarlar (Saymalıtaş, Servet Somuncuoğlu, AC y.)
İşte kurdukları kentlerden birkaç örnek (K.Mirşan)  
·       İzginti Uquzın: QazanÏdiz: SaratovAt-Oğı Bolıq: SarayAntUruğ: KuybişefÜr-Apa: OrinburgYanga Qala: Nijni novgorodOq-Omığ: BuharaQapığ Qağan, Qapağan: SamarkantAta-Oğ: TurfanËm-Ïs Bolıq: MiranOmığı Qurgan: OmskAt-Om Ësig: Tomsk  vb.)
·       …ve Mezopotamya’da, At-Ub Uçuğ: Asur  kenti…
Nehirlerin, dağların, göllerin adlarını geçiyoruz.
Atlı Çobanlar diye adlandıran Ön-Türkler tarihte ilk egemenlikleri, (BÏL) devletleri kurmuşlardır... (K.Mirşan)
·      Bir-Oy Bïl... M.Ö… 8500’ler…
    Günümüzdeki   Zamostje şehrinde

büyük bir bataklık vardır. Rus kaynaklarına göre

8500/3300 arası Burada bir devlet vardır;
karakteristiği olarak geometrik şekilli seramiklerden

 söz ederler,            

 Archéologia 311/1995 v.lozovki – D.Ramsyer..p.34
bu seramiklerden birinde ÖC, UÇ ve ËS damgaları görülür.
Bu damga bize Ön-Türk Kültürü’nün ve bu kültüre sahip bir Ön-Türk devletinin varlığını açığa çıkarır
                                       (Archéologia 311 - 1995 V.L-D.R.  p.41)
Bu devletin limanları; At-Oğı Bolıq,  Ür-Apa, Ïdiz kentleridir.
M.Ö. 1517’de yönetim değişmiş fakat Bir- Oy BïL ana devlet olarak kalmıştır. Yeni yönetimde devletin adı,
·       At-Oy  BïL olmuştur (K.Mirşan).  “Tanrı’ya atılma, Tanrı’ya erişme inancı egemenliği” anlamını taşımaktadır.
Türük kavramı bu dönemde  doğmuştur. Bunun için 1517’yi esas alabiliriz. Kısacası Türk adı, 3500 yıldan beri mevcuttur.
Yönetim yerinde değişir
·       M.Ö. 879’da TÜRÜK BÏL doğar. Bu egemenlik, Adriyatik’ten Çin’e kadar tarihteki en geniş alana yayılmıştır. M.S. 580’e kadar süregelir.
Asya’da, M.S. bizim tarihçilerimizin Gök Türk olarak adlandırdığı adıyla devam eder. Asyalı kardeşlerimiz, “biz bu isimde bir devlet bilmiyoruz” demelerine rağmen…
Türük BïL’in son Hükümdarı Kül-Tïgin 575’te( 732’de değil) ölür, yerine geçen Ök-Özidu (naip) 580’de hükümranlığını kaybeder. Bir Oy Bïl’le başlayan Ön-Türkler’in kurdukları egemenlikler sona ererler. Atlı Çobanların Öyküsü burada sona erer fakat onlar,
·       M.Ö. 4binlere kadar Evresel Uygarlıklar’ın temelini oluşturan  İLK’leri söylemişledir: Yazının, tekerleğin icadı, tek Tanrı kavramının kuramsallaştırılması, Tanrı’dan geliş, ona varış, dolayısıyla, felsefeye ve Gökbilim’e ilk adım, at, geyik, köpek evcilleştirilmesi vb.
Sayın Doğu Perinçek AİHM kararları başarısıyla adı tarihe geçecek muazzam bir iş yapmıştır ve fakat bunun yanında, belki kendisi de farkında olmadan, İsveç ve Norveç’te Ön-Atalarımız , öz kültürümüzün varlığına bu kaynakların verdiği açıklamalara inanmış bir kişi olarak eğilmiş, yarım yüzyıldan beri  anlatmak için çaba harcadığımız Ön-Türkler kavramı Sayın Perinçek’ten de duyulmakla dikkatler bir kere daha bu konuya çekilmiştir. Atlı çobanlar lejandı sayesinde halkımıza Ön-Türkleri yukarıda görüldüğü gibi, başka açıdan anlatmak imkânı ortaya çıkmıştır.
Sayın Perinçek’in dikkat ettiği bir husus daha vardır.
·       Benzeyen kelimeler arasında, “niagara ne yaygara  usûlüyle bağ kurmak…” pek çok örneğini gördüğümüz bu cins meraklar nedeniyle Ön-Türk Kültürü’nün değeri şüpheye düşmüştür.
Bir kelimenin anlamını ve Ön-Türkçe olup olmadığını tespit etmek için  ancak Kâzım Mirşan gibi çalışmak gereklidir…
1-    O, bir kelimeyi üç ayrı Türkçede arar ve üç ayrı Türkçede bulduğu kelimeyi
2-    gene üç ayrı cümlede  ve üç ayrı Türkçede tespit eder, ancak bundan sonra kelimenin Ön-Türkçe olduğuna ve anlamının ne olduğuna karar verir
Bunun için Orta Asya’da konuşulan 39 Türkçe’den  gerekli olabilecekleri bilmek gerekir. Eğer günümüze kadar Türkologlarımız Ön-Türk Kültürü’nü bulamamışlarsa ilk neden, Orta Asya Türkçelerini bilmemiş olmalarıdır ki bu da Millî Eğitim işidir. Okullarımızda yabancı dillerin yanında hattâ onlardan önce Orta Asya Türkçeleri – Batı’da Grekçe ve Lâtince öğretildiği gibi – öğretilmelidir.
39 Türkçe’nin ne muazzam bir bilgi kaynağı olduğu düşünülürse, bunun önemi daha çok artar, kendi kültürümüzü, kendimizi tanımış oluruz.
Oğuz kelimesi daima çok kişinin ilgisini çekmiştir.
Çok kereler gördüğümüz gibi, oğuz ve oğur kelimeleri arasındaki ses benzerliği esas alınarak eş anlamlar aranmaya çalışılmıştır.
Bu iki “kelime” Ön-Türkçedir. Ön-Türkçe damgaların  anlamlarına bakılarak dizilmesinden oluşmuştur ve doğal olarak yazı da bu yapıdadır... Şöyle ki(k.Mirşan)
·       Oğuz, Oq ve Uz damgalarından oluşur
     , kişi demektir
·       Uz ise transforme olma, şekil değiştirme ama, bu değişme “Tanrı’ya geçmek için değişim” anlamındadır. Bu takdirde OĞUZ , “öbür dünyaya geçmek için gerekli şartları gerçekleştirmiş kişi” demektir
Görüldüğü gibi oğuz, bir kelime değil, iki damganın verdiği anlamlarla oluşmuş bir cümledir.
Oğur ise, ile Ur damgalarından oluşan bir cümledir.
, kişi demektir, ikinci anlamı ise, “kutsal”dır. 
Ur’un ise tam on üç anlamı vardır: Esas anlamı, vurma’dır.
Taşı, taşa vurma, Kent…Sümer’de, Ur. Ve Uruq(ur-uq) kent anlamına güzel bir örnektir…Fikri sonuca vurma, hüküm…Vb..
Çok ciddî bazı araştırmacılar Orta Asya Türkçelerini bilmemenin verdiği zafiyet ile oğuz’un kökeninde ÖKÜZ’ü bulmuşlardır.
Tarihçilerimiz, Aral denizine akan iki nehrin adını İnci ve Öküz olarak tespit etmişlerdir. Gerçek ise bambaşkadır:
Öküz’ün aslı, ÖG-İZ’dir; Ög ; İg, su, İz ise çoğulu gösterir
Ögiz, Sular, akarsu, su örtüsü anlamına  gelir.örneğin bizde “ig” damgası “ib” şekline dönüşmüş  “ig-rik“ib-rik” olmuştur.
Demek ki aral dökülene
Akarsu, nehir anlamın ÖG-İZ denmiştir.
İnci; aslına Transforme olma, şekil değiştirme ama , bu değişme “Tanrıya geçmek için değişim” anlamınadır. Bu takdirde OĞUZ , “öbür dünyaya geçmek için gerekli şartları gerçekleştirmiş kişi"
Bazı araştırmacılar Oğuz kelimesinin kökenine ÖKÜZ’ü yerleştirmişlerdir, Orta Asya Türkçelerini bilmemenin sonucu olarak ortaya çıkar.
Aral gölüne iki nehir akar Bizim tarihçilere ya da dilcilere göre bu nehirler İNCİ ve ÖKÜZ adını alırlar.
Aslı şöyledir: (K.Mirşan)
·       Öküz; ÖG-İZ’dir. Ög, İg su, İz ise çoğulu gösterir. ÖG-İz, sular, nehirler, su örtüsü anlamını alır. Örneğin, bizim İBRİK dediğimiz, İG-rik’tir; Sukabı..
·       İNCİ ise; ÏYİNÇÜ ÖG-İZ, “Ziraate elverişli hâle getiren nehir”dir
Atalarmız boğaz içine Ög-İz demişler, Yunanlar bunu Öküz sanarak boğaziçine Öküz geçidi adını da vermişlerdir.
Atalarımız Ege denizine Ög-İz demişler, Yunanlar onu AEGEUS şekline sokmuştur; hikâyeye göre, Aegeus  adlı önemli bir kişi bu denize düşmüş ve deniz adını bu kişiden almış..imiş!..
Bu tür yüzlerce örnek, Türk kültür araştırmaları hattâ Evrensel tarih ve kültür araştırmaları için Orta Asya Türkçelerini  ve Ön-Türkçeyi bilmenin ne kadar gerekli olduğunu kanıtlar. Örneğin, California’da bir Smitsonian Enstitüsü vardır, araştırmacıları Türkçe bilmedikleri için bizim “çadır”, Orta Asyalı kardeşlerimizin “Üv” dedikleri mekân’ı onlar, “Yurt” diye algılamışlardır ve değerli Profesör Sina Akşin, yurt’un Türkçeye girmesine neden olmuştur.  Oysa yurt, çadırın bulunduğu yer, toprak arazi anlamındadır.
Gene, Prof. S. Akşin’e, bu Enstitü’de, Atatürk’ün ileri sürdüğünün aksine, Orta Asya’da  bir iç denizin olmadığı öğretilmiştir. Araştırmacılar Türkçe bilmiş olsalar bu büyük hâtâları yapmayacaklardır . Orta Asya’da 1 değil, 5 içdeniz ve bir de kuzeyde bataklık bölgesi vardır. Denizler kurumuşlar, bataklık ise tundralara dönüşmüştür.
Batı’dan Doğu’ya doğruLK.Mirşan)

Taklamakan çölü haline dönüşmüş

Beş içdenizden  UÇUĞUY KÖL
(Aral’ın Sırları, Tahsin Parlak)
Oq-oz Ulıq Köl (Karadeniz)
1/Uçuğıltır Köl ( Hazar’ı içine alan, İran’dan Kuybişef’e kadar uzanan içdeniz)
2/Om-Oğ (Aral’ın kurumasından, Akkum, Kızılkum, Kara Kum Çölleri oluşmuştur)
3/ Obıl Uçu (kurumasından sonra Ak Kum, Sarışık Kum ve kuzeyde kalan derin kısmından, Baykal gölü  kalmıştır)
4/ Uçuğuy Köl ( Taklamakan çölü: Aslı, tek çıkış verdiği için,  “teklimekân”dır -Ahunbay,Uygur Türkü)
5/Uğ-Or ( Gobi çölünün batısıdır)
6/ Ob-Ol, tundralara dönüşmüştür
Tarih ve dilcilerimiz Orta  Asya Türkçelerini bilmediklerinden bazı yanlışlıklar yapmaktadırlar:
·       İlteris  Han’ın aslı “İl-Etiriş han”dır. Etiriş, burada, etmekte, ileri etmek, uygarlaştırmak anlamındadır, “Halkı kalkındıran Han” anlamı çıkar
·       Alpertunga değil, Alparungu Han’dır, vb...(K.Mirşan)
·       Tonyukuk değil ,Otung-Uquq’tur.
Sayın Doğu Perinçek’in 12 Aralık 2013 tarihli makalesi sayesinde Ön-Türk Kültürü’yle ilgili bazı önemli konulara değinmiş olduk. Teşekkürler.
Halûk Tarcan ( CNRS-Paris)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder