31 Mart 2010 Çarşamba

BİR ENDÜSTİRİYEL YAPI OLARAK İNSAN


Evet, günümüz insanı böyle. Big Bang'den bu yana geçen süre içinde evrimleşerek bugünlere geldik. dış görünüşümüz geçen zamanda hayli değişti.
Ama bu görünüşümüz altında doğanın ilginç bir mekanizması var. Evrimleşen insanın yaşam döngüsünün şematik görünüşünü bir mühendislik gözüyle görmeye ne dersiniz?

30 Mart 2010 Salı

KAZAN OTACI KÖYÜ-ÇUBUK KARAGÖL DOĞA YÜRÜYÜŞÜ


Geçen hafta sonu yapacağımız doğa yürüyüşünü, Fuat hocanın rahatsız olması nedeniyle ertelemiştik. Böyle mevsim dönüşümlerinde ister istemez doğal engeller çıkabiliyor.
Geçen haftanın duyurusu da oldukça çekiciydi; “2 ilçe, 3 göl ve 1 yayla” yürüyüşü havalarında güzel olması nedeniyle kaçırılmayacak boyuttaydı. Fuat hocam, Cuma günü yaptığı rezervasyonda katılımcı sayısının 20’nin üzerinde olduğunu belirtince yapacağımız yürüyüşün oldukça kalabalık olacağı anlaşılıyordu. Cumartesi akşamüzeri 40’ ulaşan katılımcı sayısı, Pazar sabahı hareketimiz sırasında 50’yi bulmuştu.
Bu durumda zorunlu olarak aynı rotada 2 farklı yürüyüş gündeme geldi. 1. ve diğerine göre daha sert olan parkur Otacı köyünün hemen girişinde başlayacak, diğer grup ise daha düz parkurdan daha yavaş gideceği için 2,5 kilometre kadar daha ileriden başlayacaktı.
Rehberimiz Ercan beyin, kategorilerin yürüyüş başlarken daha kolay ayrışabilmesi için göz korkutma operasyonu ile zorlu parkurda geride kalanın vurulacağı (!) ültimatomu etkisini gösterdi. Doğa yürüyüşüne yeni başlayacak pek çok katılımcı ve arkadaşlarının grubu, 2. ve daha yumuşak rotayı tercihi ile 1. grubumuz 23 katılımcı ve 2 rehber ile, Kazan ilçesi Otacı köyü çıkışında sert rotamıza girdiğimizde saatimiz yaklaşık 10.30 civarındaydı.
Havanın kuru ve günün ortalama ısısının 19-20 C civarında olması gezimizi çok keyifli başlattı. Yürüyüş güzergahı, bugüne kadar katıldığımız yürüyüşlerin neredeyse en iyisi olması baştaki kalabalık ve düzensiz olma endişelerimizi tamamen giderdi.


Kısa birkaç su molası dışında saat 13.00’e kadar yürümemize rağmen gruptan yemek molası talepleri gelmeyince daha ileride 2. grubun dere kenarında yemek molası verdiği yere kadar yarım saat daha yürüyüp saat 14.00’e doğru molamızı verdik.Rehberimiz Ercan beyin, ocak başında bizzat kızarttığı sucuklarla şenlenen yemek molasından sonra bir uzun dinlenme yapacağımız Yıldırımevci yaylasına doğru yürüyüşümüze devam ettik.
Doğanın uyanışının, eriyen kar sularının oluşturduğu derelerin, bin bir çiçeğin, Ankara çiğdeminin rengarenk görüntüsü eşliğinde yolculumuz sırasında üzücü olayla da karşılaştık. Bir ağacın altında, uzanmış yatar vaziyette ölmüş bir yaban kedisi, canlanan doğanın ortasında bir başına duruyordu. Görünürde herhangi bir yarası yoktu. Yatış biçiminden, aç veya hasta vaziyette yatarken donmuş olabileceğini yorumladık. Doğanın bir renginin böyle solup gitmesi çok üzücü idi. Tesellimiz görünürde bir insan saldırısı olmamasıydı.



Yıldırımevci yaylası çeşme başına ulaştığımızda saat 15.00’e geliyordu. Çimlere uzanıp yarım saat doğayla baş başa kalmak bu gezimizin neredeyse doruk noktasıydı. Yarım saatlik sohbet o derece koyulaştı ki, kalkıp, dönüş rotamıza girmemiz epeyce zor oldu.

Orman içinden Çubuk Karagöl’e doğru inen orman yolu o derece güzel bir iniş eğimindeydi ki son derece zevkli ortamda devam eden yürüyüşümüz, orman yolunda hala erimemiş karlar sebebiyle güzel bir kar yürüyüşüne dönüştü.

Saat 17.00’ye doğru sonlanan yürüyüşümüzün son noktası Çubuk Karagöl, ne yazık ki insanın hızla kirlettiği doğasıyla biraz hüzün vericiydi.
Saat 17.30’a kadar gelmesi gereken aracımızın gecikmesi üzerine gezinin güzelliği coşkusuyla kendiliğinden oluşan bir yola devam kararıyla 2. arabayı beklemeye kalan 21 katılımcı ile ek bir yürüyüş daha başlattık. Kah yoldan kah tarlalar arasından 2,5 kilometre kadar devam eden yürüyüşümüz aracımızın gelmesiyle son buldu. Gün içinde toplam 17 kilometre yaptığımız yolculuğumuz tatlı bir yorgunlukla tam istediğimiz gibi neşeli, bol kahkahalı olarak sonuçlandı.












29 Mart 2010 Pazartesi

ONLARI UNUTMAYIN - 14

GİRESUNLU KUVVACI GÜL PEMBE HANIM

Gazi Topal Osman Ağa’nın Giresun’dan topladığı askerler içersinde birisi vardır ki; çok ilginçtir ve onun yaptıkları, kahramanlıkları aklın dahi alması zor gibi görünür.
Fakat 1921’lerin Ankara’sında bu durum iyi bilinmektedir.

Kimdir bu asker? Ve ne yapmıştır?

Bu asker bir kadındır.

Özellikle Sakarya Meydan muharebesinde büyük kahramanlıklar yapmıştır. Bu Giresunlu kadının adı: Gül Pembe Hanım’dır. Osman Ağa’nın Giresun’dan gönüllü asker topladığı günlerde, o da her şeyini geride bırakarak cepheye koşmuştur. Cephede canını dişine takarak, büyük kahramanlıklar vermiştir.
O zamanlar Giresun
Günümüzde abartılı yaşamlarıyla ve eylemleriyle toplumun dikkatini çeken bazı kadınlara hiç benzemez. Çünkü rahat evini, döşeğini, sevdiklerini köyünde bırakıp, can verilip can alınan bir kanlı pazar yerine adeta koşarak gitmiştir. Belki arkasında gözü yaşlı insanlar kalmıştır, ama kendisi sanki bir düğüne gider gibi istekli coşkulu ve heyecanlıdır.

Gül Pembe Hanımın kahramanlıkları, o dönemde dillerdedir. Bu durumdan kumandanı Gazi Topal Osman Ağa’da büyük mutluluk duymuştur.

Gül Pembe hanım cephede ne yapmıştır? O Gazi Topal Osman Ağa’nın birlikleri içersinde düşmana karşı savaşmış, özellikle Polatlı yakınlarında, Beylik köprüde, Sakarya muharebeleri sırasında, büyük yararlılıklar göstermiştir. Bölgedeki Yunan askeriyle karşılaştığında onları teslim almak için cesurca mücadeleye girmiştir. Düşmanın yedi askerini göğüs göğüse muharebelerde beraberinde bulundurduğu kamasıyla öldürmüştür.

O işte böyle bir kahraman Türk’tü... O Giresun’un çıkarmış olduğu yiğit bir kadındı. Bir de ülkesini düşmana peşkeş çeken, İstanbul’un içki ve sigara dumanlarıyla göz gözü görmez barlarında gazinolarında şık ve fiyakalı emperyalist subayların peşinde zevk alemlerindeki kadınları düşündüğünüzde, Giresunlu Gül Pembe Hanımı aklınıza getiriniz.
(Milis Yarbay Gazi Topal Osman Ağa)
Özellikle Sakarya Meydan muharebesinden sonra, Ankara’da insanlar çok büyük mutluluğa ulaşmıştı. Gazi Topal Osman Ağa’da emrinde şehit olan Giresun uşaklarına nasıl üzülmüşse, kazanılan zaferden de o kadar büyük mutluluk duymuştur. Bir keresinde, birlikler Türkiye Büyük Millet Meclisinin önünden törenle geçerken, birlikler arasında Gazi Topal Osman Ağa’nın askerleri de yer aldığından onların arasında bulunan Gül Pembe Hanım’da gözlerindeki mutluluk ve gururla elinde taşıdığı kamasıyla, geçit töreninde yer almıştı.

Gül Pembe Hanım’ın kahramanlığını duyan milletvekilleri, önlerinden geçen Gül Pembe Hanım’a:
Yaşasın... yaşa Gül Pembe Hanım!” diye tezahürat yapmadılar mı?

Savaştan sonra köyüne döndü. Sonra, İstanbul’lara akrabalarına gidip geldi bu kahraman kadın, yıllar içersinde unutuldu. Onu ileri yaşında otobüslerde gören tek tük Kurtuluş Savaşı gazilerinden başka hatırlayan da kalmamıştı. O şekilde, vefasızlığın kahrını çekerek bu dünyadan göçüp gitti..

(Bu yiğit Türk kadını hakkında edinebildiğim tüm bilgiler bu kadar. Geride ne bir resmi var ne de başkaca bir anı… “Onları unutmayın” derken bize sadece ismi yadigar kalan bu insanımızı tanıtacak bilgisi olan herkesi elindeki belgesini bilgisini paylaşmaya davet ediyorum. Bir şeyler yapalım, üzerinde özgürce soluk aldığımız bu vatanı bizlere bırakan bu insanlarımızın unutulmamasını sağlayalım.)

25 Mart 2010 Perşembe

KORCULA STARİ GRAD

Daha önceki gezi yazılarımdan hatırlayacağınız gib, Hırvatistan çok sayıda adaya sahip. İkibinden fazla imiş. Bunlardan en büyüklerinden birisi de Korcula adası. Dubrovnik'ten Split karayoluna çıktığınızda, Bosna Hersek sınırına gelmeden hemen önce Mali Ston (Küçük Taş) isimli sevimli bir balıkçı kasabasından batıya dönülüyor. Yaklaşık 15-20 kilometre kadar, bağcılık yapan köylerin arasından yol devam ediyor. bu köylerde sayısız şarap imalathanesi var. Şehre göre çok ucuz fiatlarla şarap almak mümkün. İçimi çok güzel. Yolu düşecek tüm şarapseverlere öneririm.
Kıyıya ulaşıldığında iki noktadan Korcula'ya geçiş var. Bir iskele sadece insan taşıyan yolcu vapurlarının kalktığı iskele. Diğerinden ise sadece Pazar günleri arabalı vapur servisi var. (Sadece gittiğimiz mevsim itibariyle olabilir. Dubrovnik'te arabalı geçişin sadece Pazar günü olduğu söylendiğinden bu gezimizi pazar gününe rastlattık.)
Kasım sonu gittiğimiz için ada sakin ve sessiz. Neredeyse tüm mekanlar kapalı. Çok az ziyaretçi var. bu nedenle aracımızı arkada gözüken limana rahatça park edebildik. Yaz mevsimi yer bulmak sanırım imkansız.
Korcula adasının en büyük yerleşimi olan Korcula'nın da bir Stari Grad'ı var. (Eski Şehir) Burası da surlarla çevrili çok hoş ve iyi korunmuş bir yer. Giriş kapısı merdivenlerden çıkılarak ulaşılabilen bir burçta yer alıyor.
Şehir nerdeyse 1000 yıllık evler, yollar ve küçük meydanlarla sizi karşılıyor.
sokak aralarındaki kiliselerin kapı alınlıkları çağlar ötesinden size bakıyor.
Yine bir küçük kilise yıllara direnmiş öylece duruyor.
Avluların içlerinin süslemeleri, geçmişin ihtişamlı yaşayışlarının izlerin bugünlere taşıyor. Sorsak acaba bizlere ne hikayeler anlatabilirler?
Korcula'nın çok popüler bir turizm mekanı olması, muhteşem koyları, sessizliği ve dinginliği yanında, çok özel bir hemşehrisine de bağlı biraz. Görünen, ünlü seyyah Marco Polo'nun evi. Kapalı duran kapıdan avluya giriliyor. Merdivenin hemen altında ev kapısı var. Restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalı. Girme imkanımız olmadı.
Avlunun tam arkasında kıyıya inen bir sokak var. Marco Polo'nun evinin kapısı hemen yolun üzerinde köprüye açılıyor. (Yeşil kapı) Avlu ile evin arasından (ve de altından) yol geçiyor.
Korcula Stari Grad'ın pek çok sokağından kıyıya iniliyor. Ancak yolların neredeyse tamamı merdivenli. O çağda zaten araba söz konusu olmadığına göre oldukça da akılcı.
Sokaklar, yaşları gözönüne alındığında hala çok temiz ve bakımlı. Evlerin çoğunda insanlar yaşamaya devam ediyor.
Çok sakin ve huzurlu bir tatil için önerilecek mekanların başında Korcula. Avrupa tur operatörleri, ucuzluğu ve dokunulmamışlığı yanında, Avrupa Birliği'ne yakında katılacak olan Hırvatistan'ı yeni gözde mekan yapma yolundalar. Avrupa Birliği ve Shengen'e geçmeden gezi programınıza Hırvatistan'ı almanızı öneririm. Merak etmeyin hiç pişman olmayacaksınız.










24 Mart 2010 Çarşamba

MERKİ

Hayatım boyunca bana yöneltilen soruların neredeyse ezici bir çoğunluğu soyadım “Merki”nin ne anlama geldiği konusudur. Bu soruya zaman içinde alışmakla birlikte beni belli bir köken araştırmasına itti. Net sonuçlar alamamakla birlikte değişik ve ilginç noktalara ulaştım. Bunları paylaşmak istiyorum.

Merki’nin Türkçe’de anlamlı bir kelime olmasına pek çok kişi hayret ediyor. Çok kişi ilk defa duyduğunu ifade etmekle birlikte, "Merki", kelime anlamı itibariyle Batı Anadolu kırsalında yabani olarak yetişen ve çok lezzetli bulunan bir mantar cinsine verilen isimdir. Bahar aylarında yol kenarlarında bolca satılır.
(merki mantarı)
Merki’nin soyadı olarak alınması hikayesi ise maalesef karanlık. Dedemin vaktiyle Denizli’de “Merki oğlu Mehmet” olarak anıldığı ve soyadı kanunu çıktığında bu ismi kendisine soyadı olarak aldığı babam tarafından ifade ediliyor. Dedemin vefatında, babamın 18-19 yaşlarında olması kökeni karanlıkta bırakıyor. Her ne kadar köy kökenli olsa da mantarla bir ilişkimizin olup olmadığı meçhul. Babamın hatırladığı kadarı ile tabakhanede çalışırmış. (Bu dedemin ileride anlatmayı umut ettiğim çok güzel ve efsane nitelikli bir hikayesi var.) Dedemin kardeşinin bulunmaması sebebiyle “Merki” soyadımız sadece babam ve amcam sülalesi tarafından kullanılıyor. Halen her iki nesilden soyadımızı taşıyan, kız kardeşimin zaman zaman çift soyadı kullanmasını da hesap ederek ,12 yaşayan temsilcimiz olduğunu söyleyebilirim.

Ailem dışında Türkiye’de aynı soyadını taşıyan bir başka şahısla karşılaşma olanağım olmadı. Sadece internet ortamında, İstanbul çiçek pasajında soyadımızı taşıyan bir işletmecinin olduğunu duydum. Bir ortam yaratarak tanışmayı çok arzu ederim.

Hazır internete girmişken dünya çapında araştırma yapınca çok ilginç sonuçlara ulaştım. Paylaşmak isterim;

-İzlanda ve Norveç dilinde çok yaygın bir kelime ve bayrak, bayrak direği, alem, çok yüksek nokta gibi anlamlara geliyor.
-ABD’de yaşayan çok sayıda “Merki” var.
-Özellikle İsviçre’de çok yaygın bir soyadı. Hatta bir köyün neredeyse tamamının Merki soyadını taşıdığını öğrendim.

Bu kadar laftan sonra, yemek üstadı blogçu arkadaşlarımdan özür dileyerek, beni mazur görmeleri dileğiyle internetten edindiğim bir yemek tarifini vereyim:
SÜTLÜ MERKİ MANTAR YEMEĞİ

İÇİNDEKİLER MİKTAR

Merki mantarı 1 kg
Kuru soğan 1 adet
Süt 1 SB
Su 1 SB
Sıvı yağ 1 ÇB
Un 1 YK
Tuz gereği kadar
Salça 1 YK
Kırmızı biber 1 ÇK
Karabiber 1 ÇK

YAPILIŞI

· Soğan sıvı yağda kavrulur.
· Üzerine un, salça, kırmızı biber, karabiber ilave edilir. Birkaç dakika daha kavrulur.
· Merki mantarı haşlanır. Haşlanmış ve doğranmış olarak süt ve sıcak su ilave edilir.
· Kısık ateşte mantarlar pişirilerek servis yapılır.

23 Mart 2010 Salı

ONLARI UNUTMAYIN - 13

ŞEHİT KAMİL


Düşman, Antep'i işgal etmiş, halka çeşitli baskılar uygulamaktadır. Halkta düşmana karşı bir kin vardır, ancak bu kin henüz eyleme dönüşmemiştir.

İşte bu günlerde o zamanki adıyla İsmet Paşa Mektebi'nin önünde, 21 Ocak 1920 Cuma günü, 14 yaşındaki Mehmet Kâmil annesiyle dedesinin evinden geliyorlardı. İkisinin de sırtında hasır örmek için dedesinin evinden aldıkları parçalar vardı. Fransızlarla harp daha başlamamıştı. Vakit akşamüstüydü.

Fransızların fırın olarak kullandığı bir binanın önünden geçerken, Kozanlı tarafından gelen birkaç Fransız askeri birden Mehmet Kâmil'in annesinin önünü kesip peçesini açmak istediler. Mehmet Kâmil'in annesi bir yandan bağırıyor bir yandan da peçesini açmak isteyen Fransız askerlerine karşı kendisini müdafaa etmeye çalışıyordu.

Anasının saldırıya uğradığını gören henüz on iki yaşında olan Kamil çocuk sevgisiyle, çocuk sezgisiyle, çocuk öfkesiyle annesinin namusuna uzanan bu ellere müdahale eder. Kâmil yerden aldığı taşları Fransız askerlerine atıyordu. Tam o sırada ortalığı bir çığlık kaplar. Mehmet Kâmil, Fransız askerlerinin tüfeklerinin süngüsüyle şehit edilmişti. Mehmet Kâmil'in katledilmesiyle Antep müdafaasının ilk şehidi verilmişti.

Kurtuluş Savaşı sırasında Antep'in ilk şehidi olan Kamil ulusal onurun simgesi haline gelir. Kamil'in katledilmesi Antep'te bardağı taşıran son damla olur ve bu olayın ardından düşmanla çarpışmalar başlar.

Fransız Generali Kamil'in babasına "diyet" teklif eder . Kamil"in babası ona şu cevabı verir: "Efendi sen 200 altını askerlerine sarf eyle , benim evladımın intikamını milletim alsın!”

Şehitkamil adı Gaziantep"te merkez ilçelerden birine verilmiştir.


22 Mart 2010 Pazartesi

ÖDÜL VE TEŞEKKÜR


Hafta sonu değerli blog üstadlarımızdan Sayın “Haykırış” (http://harbiye.blogspot.com/) tarafından "kişisel blog ödül”lerinden birine layık görüldüğümü öğrendim.
Hafta başı benim için güzel bir sürpriz oldu. Değerli üstadımın kişisel değerlendirmeleri sonucu bana ve bloguma verdiği bu güzel ödül bu yönde bir ilk olması bakımından benim için çok önemli.
Her arkadaşımın yaptığı gibi, “blog”larımız, bizlerin kendi sesi, değerlendirmeleri ve yapmak istediklerinin aynasıdır.
Özellikle son birkaç aydır benimde dikkatle izlediğim, çok seçkin ve özel siteler var. Bunları da “blog”da izlediğim sütunlarda güncel olarak takip ediyor ve sitemi ziyaret eden misafirlerime de öneriyorum. Takibimde olan sitelerin tamamına yakını yazdıklarına değer verdiğim seçkin kişiler. Elbette “ödül” bu işin kıstası değildir, olamaz da.
Sitemi izleyen, yazılarımın herhangi birine olumlu ya da olumsuz görüş bildiren her arkadaşım gerçekte beni o an ödüllendirmekte. Zira okunmak, izlenmek, hatta benim o an oldukça heyecan duyarak kaleme aldığım ya da başka birine ait olmasına rağmen, daha çok kişi tarafından paylaşılmasını arzu ettiğin bir yazıya yorum gelmesi inanılmaz bir güzellik ve keyif. Başkalarıyla kısacık bir anda dahi olsun birlikte bir şeyleri paylaşabilmek ancak yaşanarak hissedilebilecek bir duygu.
Tüm bu içsel değerlendirmeleri yapma fırsatını bu vesile ile bana tanıyan değerli üstadıma tekrar içten teşekkürlerimi sunarım.

19 Mart 2010 Cuma

SHARM EL SHEİKH

Sharm El Sheikh, Mısır'ın son dönem en popüler tatil yörelerinden birisi haline geldi. Özellikle, Avrupa'nın soğuk kış koşullarını yaşadığı sırada 1 Ocak'ta dahi denize girilebilecek durumda olması kış tatilinde bir numara haline gelmesine yol açıyor.
Şimdi Sharm Ek Sheikh'de körfezde dolaşan bir gemide, deniz içini gösteren yapısıyla körfezin deniz canlılarını izliyoruz. (Resimleri tıklayarak büyütürseniz daha iyi anlaşılıyor)
Mısır'ın, önemli bir turizm altenatiflerinden olan Kızıldeniz, özellikle Sharm sahillerinde inanılmaz bir korumacılık ve temizlik hakim. Ne kıyıda ve ne de denizde hiçbir atık bulunmamakta. Denetim çok sıkı. Öyle ki körfezde amatör ya da profesyonel balıkçılık yasak. Bu nedenle olsa gerek körfezdeki balıklarda insan korkusu yok. Denize girdiğinizde hiç çekinmeden yanına yaklaşıyor ve siz çıkana kadar ayrılmıyorlar.
Körfezin balık açısından çok zengin olduğu, birbirinden renkli onlarca balıktan anlaşılıyor.
Denizin temiz olmasının en önemli göstergelerinden birisinin, denizde yaşayan süngerler olduğu söyleniyor. Süngerlerin en ufak bir kirlilikte hemen öldüğü söyleniyor.
Körfez sayılarla ifade eilemeyecek kadar çok süngerle dolu.
Balıkların bu körfezde hemen hiçbir düşmanı olmadığından, sanırım dünyanın en stressiz balıkları bu körfezde yaşıyor.
Sharm körfezinin, medarı iftiharı olan sünger. Rehberler tarafından ifade edildiğine göre, dünyanın yaşayan en büyük süngeri imiş.
Dev süngerin üzerinden geçişimiz neredeyse 1 dakikayı buldu.
İnsan şöyle soruları kendisine sormadan edemiyor. Turizm denen şey, doğayı yok etmeden hatta koruyarak, onu dünyaya olanca yalınlığıyla, doğallığıyla tanıtarak ülkemizde de yapılamaz mı? Mutlaka beton otel zincirleri gerekir mi?
Ya da daha dün gece tüm tv'lerde gösterildiği gibi, sırf yabancı turistlerin oturunca kıçları acımasın diye, Caretta Caretta'ların kumda yavrulamak için gereksindikleri taşları toplamak için sahile iş makinaları ve traktörlerin sokularak tüm plaj kumunun berhava edilmesi neden sadece bizde olur ve neden insanımız bu uygulamayı çok doğal karşılar ve isyan etmez? Neden?
Sahile beton atılarak doğal yapısı bozulmasın diyerek, plastik bidonlar biraraya getirilerek oluşturulan iskele. aynı zamanda içinde havuz boşlukları bırakılarak denize girme olanağı da sağlanmış.
Mısır'ın akıl ettiği bu korumacılığın vereceği ilhamla, tüm değerlerimiz yok olmadan, doymayan gözlerin, ellerin, beyinlerin bertaraf edilerek, çocuklarımıza güzel ve korunmuş ülkemiz doğası bırakılması dileğiyle...








18 Mart 2010 Perşembe

DANİEL DUMOULİN

"Turquie, tu dois Atatürk a dieu et le reste a Atatürk"

"Türkiye; Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geri kalan her şeyi de ATATÜRK'e... "

DANİEL DUMOULİN - BBL (Banque Bruxelles Lambert) Şube Müdürü-Türk Kültürünü ve Tarihini Yaşatma Derneği Başkanı
Daniel Dumoulin'in, 2008 başında dostlarına gönderdiği tebrik kartı.

"Ankara,29 Ekim 1933.O gün genç Türk Cumhuriyeti onuncu yıl dönümünü kutluyor.Kürsünün arkasında,devletin başkanı,Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Nutuğunu şu tarihi sözlerle bitiriyor: “ NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !

“Tabii,o dönemde yaşayan her Türk gururlu idi ve Türk Ulusuna ait olmaktan mutlu idi.Çünkü,pek çok ilerleme katedilmiştir.Cumhuriyetin ilanından sonra takip eden on yıl zor şartlar söz konusuydu.Türkiye artık batılı güçler tarafından 1.Dünya Savaşı öncesi ufalanmak istenen Avrupa’nın “Hasta adamı” değildi. Türk Ulusu üstesinden gelinemeyecek denilen zorlukları aşmıştır.1.Dünya Savaşı esnasında dönemin güçlü ordularına zor anlar yaşatmıştır. Daha sonra utanılacak sevr anlaşmasından sonra topraklarını kurtarabilmek için müthiş bir bağımsızlık savaşı yapmak zorunda kalmıştır.

Nihayet, savaş çözüm olmayacağı için Türk Ulusu azimle memleketini modernleştirmeyi ve tekrar inşa etmeye koyulmuştur. 1933’ün sonunda, Türk Ulusu bir mucize gerçekleştirmiştir. Genç Türk Cumhuriyeti modern bir millet olmuştur ve herkesin gıpta ile baktığı ve örnek gösterdiği halk devleti olmuştur. Bu istisnai başarının fikir sahibi ve sanatkarı idi, kürsünün arkasında kaderini çizdiği milleti tebrik ediyordu. Kendisini tamamıyla Türkiye’ye vermişti ve bugün Türkiye O’na her şeyi borçlu.

İnsanlık tarihi boyunca hiçbir deha ,hiç bir Sezar, halkı, reformları ve daha da önemli olan şeyleri O’nun gibi anlatamamıştır. Hepsini ele almıştır ve başarmıştır.Ama en önemlisi halkına kaybedilmiş olan güveni tekrar sağlamıştır.Türk Ulusunun tüm insanlığın karşısında saygın bir millet olduğunu ispatlamıştır.Türk Ulusuna milli ruhu aşılayabilmek,bu duyguyu canlandırmak,Atatürk’ün Türkiye için yaptığı en önemli şeydi.

Vefatından sonra 1938’de,Türkiye’ye hiçbir dogma ve tarihte saplanıp kalan hiç bir prensip bırakmamıştır. Ama yetim Türk Ulusuna ve çok sevdiği Türk gençliğine bir ideal bırakmıştır, kendisinin olanı en güzel olan: VATAN !

Bugün 60 yıldan fazla zaman geçti, kurucusunun bıraktığı idealle nesiller birbirini takip etti.Türk toplumu bu ideal sayesinde saygın ve güçlü bir millet olmuştur.Yeni nesillerin ve atalarından gelen bu vatanperver ideale sahip olan Türk gençliğinin vazifesi Türkiye’yi her gün gelişmenin yoluna ve ekonomik başarıya götürmeyi görev edinmeli.

Herkesin bir rolü olan ve de her gün inşa edilen yapıta bir taş koyması gereken bir toplumda yaşıyoruz. Bu yapıtın adı TÜRKİYE CUMHURİYETİ’dir.

Bu görevi ancak sorumlu vatandaş gibi davranarak yerine getirebiliriz. Atalarımızın büyüklüğüne layık olduğumuz ancak bir soru bize cevaplayabilir: “Bugün Türkiye’nin büyüklüğü ve memleketimin zaferi için ne yaptım ?”Bu soruya olumlu bir yanıt verebiliyorsak,o zaman Türk olma gururuna hak kazanmış oluruz ve Atatürk düşüncesinin layık takipçileri olduğumuzu sayabiliriz.

Daniel Dumoulin
Türk Kültürünü ve Tarihini Yaşatma Derneği Başkanı"

(Gerçek bir Atatürkçü addedebileceğimiz Daniel Dumoulin’in "Atatürkçü Düşünce" ve ''Çanakkale'' konularında kitapları ve Atatürk fotoğrafları koleksiyonu var; cd'lere kaydettiği bu koleksiyonu dileyenlere de dağıtıyor. Aynı zamanda Türkiye’de yetim çocukların eğitimlerine de katkılarda bulunuyor.''Türkiye bir idealdir ve Avrupa'nın geleceğidir'' düşüncesine sahip Dumoulin’in Türkiye'de yerleşik bir düzeni de varmış. Her yılbaşında kendince kartlar üretip sevdiklerine gönderiyormuş. Geçen yılbaşında dostlarına kendi çektiği bir Türk Bayrağı fotoğrafı göndermiş ve üzerine de "Bu bayrak bizimdir'' notunu iliştirmiş.)

Sayın Dumoulin hakkında detaylı Fransızca bilgi .. http://www.facebook.com/l.php?u=http%3A%2F%2Fwww.coach-gestalt.org%2Fxdumoulin.htm&h=

Hala geleceği, başka kapılarda arayan kulaklara küpe olması dileğiyle...

17 Mart 2010 Çarşamba

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4


KİTABIN ADI : İskenderiye Kütüphanesi
KİTABIN YAZARI : Roy MacLeod (Derleyen)
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Elif Böke
KİTABIN YAYINEVİ : Dost Kitabevi
KİTABIN BASKI YILI : 2006
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 214 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL DEĞERİ : 10/10

(Prof. Roy MacLeod)

ÖNERİ : Birisi İngiltere doğumlu, tamamı Avustralya Üniversitelerinde akademisyen olan 9 bilim insanının aynı konu etrafında ancak birbirlerinden tamamen farklı ve özgün 9 makalesinden meydana gelen bir kitap. Roy MacLeod’un da bir makale ile katıldığı kitap, birbirinden ilginç konularda tarihi, mitolojik ve arkeolojik bilgilerin adeta fışkırdığı yazılardan oluşuyor. Bir tarih meraklısı için mükemmel bir kitap. İngilizce aslından yapılan çeviri çok güzel ve uyumlu.
Tarih ve arkeoloji meraklılarının kütüphanelerinin vazgeçilmez kitaplarından birisi.
Son bir not: İskenderiye Kütüphanesi’nin Müslümanlarca yakılıp ortadan kaldırıldığına ilişkin batı efsanesinin açıkça çürütüldüğünü de ifade etmeliyim.

16 Mart 2010 Salı

KURTULUŞ SAVAŞI ŞEHİTLERİMİZ


Milli Savunma Bakanlığının 1998 Yılında Resmi Belgelere Dayanarak Açıkladığı belgeye izafeten Kurtuluş Savaşı Şehitlerimizin mevcut Kayıtlı Şehit listeleri ve sayısı illere göre rakamsal dizin olarak aşağıdadır.( Savaşa Gönüllü Katılanlar, Esir Kamplarına Düşenler, Kayıp Ve Hastalıktan Ölenler Bu Listeye Dahil edilmemiştir.)İllerin sıralaması şehitlerimizin çokluğuna göre dizilmiş olup, özellikle listenin alt sırasında kalan iller dikkatinizi çekecektir sanırım.

Kastamonu : 5160
Konya : 4787
Ankara : 4219
Balıkesir : 4043
Denizli : 3625
Afyon : 3273
Çorum : 3238
Bolu : 3206
İstanbul : 3177
Bursa : 3121
İzmir : 2805
Aydın : 2638
Kütahya : 2488
Sinop : 2438
İçel : 2272
Çanakkale : 2210
Manisa : 2200
Antalya : 2132
Kayseri : 2127
Zonguldak : 2091
Yozgat : 2053
Çankırı : 1930
Edirne : 1822
Adana : 1781
Gaziantep : 1626
Eskişehir : 1615
Bilecik : 1585
Sivas : 1575
Isparta : 1516
Sakarya : 1465
Kocaeli : 1377
Muğla : 1363
Samsun : 1243
Ordu : 1233
Trabzon : 1230
Tokat : 1224
Uşak : 1093
Giresun : 1076
Kırşehir : 1074
Niğde : 1072
Nevşehir : 1069
Burdur : 1023
Tekirdağ : 980
Erzurum : 910
Karaman : 895
Bartın : 798
Kahramanmaraş : 784
Amasya : 751
Elazığ : 718
Şanlıurfa : 710
Erzincan : 702
Kırklareli : 693
Malatya : 643
Aksaray : 604
Hatay : 585
Kırıkkale : 505
Diyarbakır : 497
Rize : 383
Van : 343
Gümüşhane : 329

Bitlis : 282
Bayburt : 249
Artvin : 211

Adıyaman : 193
Mardin : 182
Siirt : 153

Bingöl : 106
Muş : 105

Tunceli : 77
Kars : 41
Ağrı : 35
Ardahan : 31
Hakkari : 21
Şırnak : 8
Batman : 8

Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan yerlerde doğan şehitler: Bingazi (8), Mısır (1), Trablus (5), Azerbaycan (1), Batum (1), Karakilise (1), Tebriz (1), Bosna (1), Bulgaristan (3), Debre (2), Drama (6), Girit (5), Görüce (1), İşkodra (3), Kosova (12), Manastır (13), Romanya (1), Selanik (13), Serfice (4), Yanya (2), Bağdat (6), Halep (5), Hicaz (1), Kerkük (9), Kıbrıs (1), Musul (1), Süleymaniye (1), Suriye (6), Trablusşam (37), Yemen (24), ili belli olmayan (114).

15 Mart 2010 Pazartesi

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3


KİTABIN ADI : Musalla Taşındaki Türkiye
KİTABIN YAZARI : Hulki Cevizoğlu
KİTABIN ÇEVİRMENİ : -
KİTABIN YAYINEVİ : İnkilap Kitabevi
KİTABIN BASKI YILI : 2010
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 215 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL DEĞERİ : 8/10

ÖNERİ : Hepimizin yakından tanıdığı, ülkenin en üretken yazar-gazetecilerinden Hulki Cevizoğlu’nun 2009 yılı içerisinde, Yeniçağ Gazetesi’nde yazdığı makalelerinin bir araya getirildiği bir kitap.
Geçen senenin manşete çıkmış güncel olaylarını tekrar hatırlamak isteseniz, yazarın çok akıcı anlatımıyla kolay okunan bu kitabını alın derim.
Yazar, "ülkeme karşı sorumluluğumun bilinciyle ve tarihe not düşmek için yazıyorum" diyor.
Doğru insanların desteklenmesi, onurlandırılması ve hak ettikleri saygının gösterilmesi gerektiğine inanıyor ve kitabı tüm Atatürkçülere, yurtseverlere öneriyorum.

12 Mart 2010 Cuma

BARSELONA - LA RAMBLAS

La Ramblas, Barselona'nın en meşhur caddesi. Şehrin en büyük ve en önemli meydanlarından "La placa Katalunya"dan başlayıp sahile doğru yaklaşık 2 kilometre boyunca uzanıp, sahilde "Kolomb" anıtında sona erer. Pek çok yan sokağı ile neredeyse bir gününüzü geçirebileceğiniz kadar ilginç ve hoş bir mekan. "Barcelona FC" spor kulübünün şarkısının ilk cümlesi bu sokakla başlıyor.
Victor Hugo tarafından "dünyanın en güzel caddesi" olarak ifade edildiği söylenir. Sağlı sollu inanılmaz güzel ve keyifli mimari arasında ortada yaklaşık 30 metre genişliğinde bir yürüyüş yolu var. caddenin sağlı sollu trafiği bu yürüyüş yolu ile binaların arasından devam ediyor.
günün her saatinde kalabalık olan "La Ramblas" adı yerel dilde "kurumuş dere yatağı" anlamındaymış. Vaktiyle buradan denize akan bir dere olduğu söyleniyor.
Yürüyüş yolu üzerinde, çiçekçiler, kuş satıcıları, kafeler, canlı performans sergileyen animatörler ve tiyatrocular arasında vaktin nasıl geçtiği anlaşılmıyor.
La Ramblas'a açılan sokaklardan birinde de meyve sebze hali var. Nasıl sanki bir tablo gibi değil mi?
Özgün mimarisini koruyan Barselona, dış semtleri ile o kadar modern bir şehir ki. Gördüğüm kentler içinde insanın şehirde "insan" gibi yaşaması için her olasılığın düşünüldüğü birinci şehir.