30 Haziran 2010 Çarşamba

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4


KİTABIN ADI : Hint-Avrupalıların İzinde “Dil, Arkeoloji ve Mit”
KİTABIN YAZARI : J. P. Mallory
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Müfide Günay
KİTABIN YAYINEVİ : Dost Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI : 2002
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 315 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10
YORUM : Bugün dünya üzerinde, Çinçe, Türkçe, Fin-Ugor dilleri ile Afrika lehçeleri dışında hemen her yere yayılmış bulunan Hint-Avrupa dilinin kökenini araştıran yazar, aynı konu ile uğraşan birçok akademisyenle hemfikir olduğu ya da ayrı düşündüğü konularda bizleri büyük bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.
Yazar, Hint-Avrupa dil kökeninin çıkış noktası olarak Hindistan’dan İngiltere’ye kadar devam eden yolculuğunda, değişik dillerdeki kelimelerin kökenlerinden hareket ederek bu halkların hangi coğrafyaları dolaşmış olabilecekleri üzerinde bir çok detaylı inceleme sunuyor.
Değişik yazarların, dilin arkaik kökeninden hareketle ilk bu dili konuşanların nerede yaşamış olabileceklerini tartıştıktan sonra, kendi düşündüğü Transkafkasya seçeneğini, Neolitik dönemin başlarından itibaren çıkan Tümülüs ve mezar buluntularından hareketle değerlendiriyor.
Kanımca Tarih ve Arkeoloji meraklılarının mutlaka okuması ve kitaplığında bulunması gereken çok önemli ve değerli bir kaynak.
Bahsettiğim konulara meraklı olmayanlara öneremeyeceğim.
Ancak türünün, Türkçemizde fazla benzerinin bulunmadığı, eşsiz bir kitap olduğunu belirtmeliyim.
(Kitabın orijinal baskısı)

1945 doğumlu J. P. Mallory Tarih konusunda öğretim üyesi olarak Occidental College -Kaliforniya'da çalışmaya başladı

1967 üç yıl süren ve Askeri Çavuş olarak ögrev yaptığı Amerikan ordusunda çalıştı. Daha sonra üniversiteye dönerek Hint-Avrupa dil çalışmaları kapsamında UCLA Üniversitesi’nde 1975 yılında doktorasını tamamladı.. 1977 başında Profesörlüğünü aldıktan sonra 1998’den itibaren tamamen Tarih öncesi dönem Arkeolojisine odaklandı. Neolitik ve Tunç Çağı Avrupası , Proto-Hint-Avrupalıların vatanı sorunu ve erken dönem İrlanda arkeolojisi başlıca araştırma konuları oldu.
Karşılaştırmalı araştırmalarıyla, döneme edebi dilsel ve arkeolojik kanıtlarla tarihsel çözümler getirme yolunda çalışmalarını sürdürmektedir.
Halen İnsan Çalışmaları Enstitüsü’nün yayını olan ve editörlüğü yaptığı Hint-Avrupa Araştırmaları Dergisini yayınlamaktadır.

29 Haziran 2010 Salı

YILDIRIMHACILAR-AKSAK KÖYÜ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

Bu hafta sonu yapmayı planladığımız doğa yürüyüşü, katılımcısı olduğumuz “artıyaşam” topluluğu tarafından Kızılcahamam ve Işıkdağı çevresinde etap etap toplam 17 yürüyüşten oluşacak ve sonuçta tam bir daire çizecek şekilde planlanan geziler grubunun 2. durağı olacaktı. Her yürüyüşe katılanların çevredeki tüm yürüyüş yollarını tamamlayabileceği bu silsile grubuna devamlı gelememekle birlikte olabildiğince fazlasına katılarak çevreyi tanımayı hedefledik.
Hafta başından itibaren hava yağmurlu gösteriyordu. Cumartesi günüde Ankara’ya yağan şiddetli yağmur bizi yıldırmadığı gibi, doğa yürüyüşüne ilk defa katılacak olan eşimin de heyecanını engellemedi. Hafta sonu alışverişi ile ayakkabı sorununu gidererek, yürüyüşte kendisini üzmeyecek iyi bir yürüyüş ayakkabısı aldı.
Pazar sabahı, Fuat hocamla birlikte tam saatinde aracımızın kalkış yerine geldik. Bu kez araç şöförümüz trafikte gecikince kalkış saatimiz 15 dakika kadar sarktı.
Ankara çıkışına kadar yağmur çiseleyerek devam etti. Kazan’dan itibaren güneş olmamakla beraber kuru bir havada yol aldık. her zamanki ekmek ve çay-çorba molalarımızdan sonra Kızılcahamam ilçesinde hemen çıkışında “Kızılcahamam Maden suyu “ tesislerine sapan yola girerek rotamızın başlayacağı Yıldırımhacılar köyüne doğru stabilize köy yolundan devam ettik.Köy yakınlarında orman yolu girişinde araçlarımızdan indiğimizde saat 11.00’e yaklaşmıştı.

Rehberimiz İlker’e göre, Aksak köyüne kadar yaklaşık 12 kilometre rotamız vardı.Yürüyüşümüz sakin, durgun ve fazla sıcak olmayan bir ortamda başladı. Genellikle yürüyüşün tırmanış bölümlerini öğleden önce ve yemek öncesi yaptığımız için, yürüyüşümüz sık sık verilen su molaları arasında, gittikçe dikleşen bir eğimde tırmanışlarla devam etti.
Kızılcahamam ve çevresi Ankara’nın en önemli orman alanlarından. Ormanlar gözlemlediğim kadarı ile belli bir zararlının istilasında. Bir çok çam ve benzeri ağaç, dallarındaki yosun benzeri bir otla kaplı. Bu ot bulunduğu dalları hızla kurutuyor. Botanikçi olmadığımdan teşhislerim hatalı olabilir ama sanki ormanlarımız çürüyor gibi.


Rehberimiz İlker, "henüz daha erken" itirazlarımıza karşın saat 13.00’e doğru orman içinde öğle molamızı verdi. Artık geleneksel hale getirdiğimiz açık büfemiz bu kez daha çok ilgi çekti, pek çok yürüyüşçünün katılımlarıyla büyükçe bir grup olduk.
Neşeli sohbetimizi ve dinlenmemizi yaklaşık bir saat sürdürdükten sonra daha çok inişleri kapsayan yürüyüşümüz başladı. Kah orman içi ve kah orman yolunda ilerlerken 2 arkadaşımızın aramızda olmadığını fark ettik. Yemeğin hemen sonrası arkadaşlarımızın değişik mantar türlerini resimlerken gruptan koptuklarını fark ettik.

Telefon görüşmelerimizden sonra kendilerinin oldukça farklı bir noktada oldukları ve bize katılmalarının oldukça zor olduğunu görünce, orman içi yola inerek herhangi bir köye ulaşmalarını ve oradan olanak sağlayabilirlerse Aksak köyüne gelmeleri konusunda uyararak yolumuza devam ettik. Bu arkadaşlarla irtibat kurmak için molalarımızı uzatınca zaman ilerledi. Bunun üzerine rehberimiz hem zaman kazanmak ve hem de yolda yürümekten sıkılan bizleri tatmin etmek üzere oldukça dik bir yükseltiden orman içi bir iniş başlattı.

İki saatlik oldukça zorlu bu inişi bitirip orman yoluna indiğimizde saat 18.00 dolaylarındaydı. Bu kez köy yolunda dik bir tırmanışla saat 19 civarından bizi ödül olarak bekleyen karpuz ikramı ve aracımızın bulunduğu Aksak köyüne ulaştık. Kısa bir dinlenmenin ardından akşam çayı için Kızılcahamam’a ulaştık.
Rehberimiz İlker, kayıp iki arkadaşımızla buluştuğumuz Aksak köyüne kadar yaptığımız toplam yolun 15 kilometreyi aştığını söyleyince yorgunluğumuzun sebebi anlaşıldı.


Günü değerlendiren kritiklerle çay ve çorbalarımızı içtikten sonra yine bir hafta sonunu yorularak dinlenmiş olarak tamamladığımız günümüz saat 22.00 civarından Ankara’ya ulaşmakla sonlanmış oldu. Şimdiden bir sonraki yürüyüşün heyecanını yaşamaya başladık bile…











28 Haziran 2010 Pazartesi

SAİNT SİMEON MANASTIRI/KALESİ

St. Simeon Stilites (MS 390- 2 Eylül 459) Bir çobanı’ın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Daha küçük yaşlarda kendi isteği ile Manastır yaşamını ve münzevi yaşantıyı tercih etmiştir.
Ama, bir süre sonra manastır da onu tatmin etmez olmuş. Kendini dünyevi her türlü temastan uzaklaştırmak için Halep yakınlarında ıssız bir dağda (Sheikh Barakat Dağı), bir mağaraya inzivaya çekilmiş.
Onun bu aşırı dindarlığı bir süre sonra çevrede duyulmaya başlamış. Hazır ayaklarına kadar gelmiş böyle bir fırsatı kaçırmak istemeyen çevre sakinleri de, onun gibi bir hazret tarafından kutsanırız ümidiyle, mağarasını ziyaret eder olmuşlar.

İnsanların, onun münzevi hayatını bozmasından rahatsız olan Simeon da, kendisini onların dokunuşlarından kurtarabilmek için önce 4 m yüksekliğinde bir sütun yaptırıp, onun üzerinde yaşamaya başlamış. Fakat insanların içindeki bastırılamaz "St. Simeon Hazretleri tarafından kutsanmak" hırsına bu yükseklik bana mısın dememiş.
Simeon da, daha yüksek sütunlar (15 metre) yaptırarak bu işi çözmeye çalışmış.
. Her seferinde, hayranları daha yükseğe ulaşmanın yöntemlerini keşfettikçe, o daha da yükseğini yaptırıp onun üzerine sıçramış. Yaklaşık 37 yıl boyunca tünediği bu sütunlardan sonuncusunun 18 m yüksekliğinde olduğu söyleniyor.
Şimdiye ayakta kalamayan en önemli "yapı" o. Sebebi de, yüzyıllar boyunca, buraya hac için gelenler tarafından anı olarak koparılanlardan geriye sadece bir kaya parçası kalmış.
St. Simeon 459 yılında öldüğünde, belki de 5. yüzyılın en meşhur kişisiydi, diyor kitaplar. Naaşı, o zamanın en büyük Hristiyan merkezlerinden birisi olan Antiochea'ya (bugünkü Antakya) götürülmüş ve gömülmüş.

Daha sonra, tüneğinin etrafına görkemli bir kilise yapılmış. Çağının en büyük kilisesi olduğu söyleniyor. Günümüze kadar oldukça temiz olarak korunabilmiş.
(Vaftiz banyo çukurları)








25 Haziran 2010 Cuma

KIZILDERİLİ ATASÖZLERİ

İnsanoğlu yeryüzünde belirip düşünmeye başladığından beri bilmediklerini sürekli yorumlamış, araştırmış ve sorgulamıştır. Yıllarca ve yüzyıllarca dünyayı ve çevresini gözlemlemiş, çevresinde gelişen olaylardan sürekli dersler çıkarmıştır. Doğayla baş başa yaşayan insan doğandan çok şey öğrenmiştir. Öğrendiklerini, bildikleriyle karıştırdığı gibi bilmediklerine de sürekli çözüm aramış ve çözüm üretmeye çalışmıştır. Yaşamına sürekli doğruları almaya çalışan insan, yanlışlarından da doğadan aldığı derslerle sıyrılmaya çalışmıştır.
Modern toplum öncesi insan doğayla bugünden çok daha fazla haşırneşirdi. Doğa gözlemleriyle birleştirdiği yaşam felsefesi o denli ince noktalarda belirlemelere varmıştır ki bugün onların belirlediği fikirleri tekrar okuduğumuzda hayretten çok saygı duymamız gerektiğine inanıyorum.
Aşağıda, kapitalizm ve emperyalist Avrupalılar tarafından soykırıma uğratılan, bugünde torunları toplama kamplarında baskı altında tutulan, işsiz, amaçsız, ayyaş bir toplum haline gelen, turistlere bir meta gibi sergilenen Kuzey Amerika yerli kabilelerinden bugüne kalan özdeyişleri alıntıladım.
İnanıyorum ki bir gün dünyanın başbelası ABD dağılacak ama aşağıdaki sözler insanlıkla beraber sonsuza kadar yaşayacak!





-Aşkı tanıdığında, Yaratıcı'yı da tanırsın. (Fox Kabilesi)



-Bir başkasının kabahati hakkında konuşmadan önce daima kendi mokaseninin içine bak (Sauk Kabilesi)
-Bir düşman çok, yüz dost azdır. (Hopi Kabilesi)



-Bir kere "Al şunu" demek, iki kere "Ben vereceğim" demekten iyidir. (Kabilesi bilinmiyor)



-Doğum yapan herşey dişidir. Kadınların ezelden beri bildiği kainatin dengelerini erkekler de anlamaya başladıkları zaman, dünya daha iyi bir dünya olmak üzere degişmeye baslamış olacaktır. (Mohawk Kabilesi)



- Dur, dinle. Hep konuşursan hiç bir şey duyamazsın.
-Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır. Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür. Ve her insan bir görevle yaratılmıştır
-Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım. (Apache Kabilesi)



-Fakir olmak, şerefsiz olmaktan daha küçük bir meseledir.


-Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz.


-Gözün ile değil, yüreğin ile hüküm ver.


-Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Halbuki bilgi mazidir, hikmet ise istikbal (Lumbee Kabilesi)



-Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insanoğlu büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. Hayvanlara ne olduysa insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının da başına gelecektir.
-Her şey halkadır. Her birimiz kendi hareketlerimizden sorumluyuz. Hepsi döner dolaşır, bize geri gelir.
-Herbirimizin farklı bir rüya gördüğünü hatırlatmakta fayda var.
-İhanet arkadaşlık zincirini karartır, fakat vefa onu her zamankinden parlak yapar.
-İlkbaharda usul usul yürü; toprak ona hamiledir...
-İnsan iki ruhludur içinde bir iyi köpek birde kötü köpek kavga eder. Hangisini daha çok beslersen o kazanır
-İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.
-İnsanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki dil onları telaffuz edemez.
-Kartalı vuran kendi tüyünden yapılmış oktur.
-Kaybetmeyi ahlaksız bir teklife tercih et. İlkinin acısı bir an, diğerinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer.
-Kehanet, muhtemel bir olayı kesin bir bakış ile görmekten başka şey değildir. Hava ya bulutlu olacaktır, ya da güneş açacaktır. (Cherokee Kabilesi)



-Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz. (Ute Kabilesi)



-Komşun hakkında hüküm vermeden önce, iki ay onun mokasenleriyle yürü! (Cheyenne Kabilesi)



-Ölüler güç ve bilgilerini beraberinde götürmez, yaşayanlara ilave eder. (Hopi Kabilesi)



-Senin vicdanın senden başkasını temsil edemez.


-Sevgi ile yorulmadan ilerleriz. Sevgi ile, sadece onunla başkaları için fedakarlık yapabiliriz.-Şeytan hakkında konuşmayın. Gençlerin kalbinde merak uyandırır.
-Su gibi olmalıyız. Her şeyden aşağıda, ama kayadan bile kuvvetli. (Siyu Kabilesi)



-Unutmayın çocuklarınız sizin değildir. Onu Yaratıcı'dan ödünç aldınız. (Mohawk Kabilesi)



-Ulu Ruh'un kelimeleri meşe yaprağı gibi sararıp düşmez: çam yaprağı gibi ilelebet yeşil kalır.
-Üç barış vardır: Birinci barış, en önemli barıştır. İnsan ruhundadır o. İnsan, kainatla ve kainatın bütün güçleri ile olan ilişkisini, beraberliğini farkettiğinde, kainatın merkezinde Büyük Ruh'un durduğunu ve bu merkezin her yerde, her birimizin içinde olduğunu farkettiğinde birinci barış sağlanmıştır. Bu gerçek barıştır, diğerleri sadece bunun akisleridir. İkinci barış iki fert arasında olan barıştır. Üçüncü barış ise iki millet arasında yapılır. Fakat hepsinden önce, anlamalısınız ki 'gerçek barış' dediğim birinci barış, insanın ruhundaki barış yoksa ne fertler ne de milletler arasında barış olabilir.
-Yağmur iyilerin üzerine de yağar, kötülerin de..
-Yanlışı gören ve önlemek için eli uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur.
-Yapmamız gereken: her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır.
-Yaşlılık ölüm kadar şerefli değildir. Yine de çok kimse onu ister.
-Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı,çocuklarımızdan ödünç aldık.
-Yapmamız gereken: her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır. (Kabilesi bilinmiyor)



24 Haziran 2010 Perşembe

GÖLKÖY - BOLU

Geçen hafta Perşembe ve Cuma günlerinde kendimize özel tatil vererek Ankara’dan bir kaçamak yaptık. Fuat hocamın uzun süredir birlikte gitmeyi teklif ettiği Gölköy tatilini gerçekleştirdik.
Gölköy, Bolu şehir merkezine yaklaşık 10 dakika mesafede orta büyüklükte bir set gölü. Gölün çevresi, koruma parkı çerçevesinde mesire yeri haline getirilmiş. Gölün hemen yayında DSİ’ye ait bir dinlenme tesisi bulunuyor

Hafta içinde yer uygun olduğu takdirde konaklama mümkün. Hafta sonları rezervasyon Ankara merkezde yapılıyormuş. Tesis çok güzel ve temiz. Günde üç öğün yemek çıkarılıyor. Kafa dinlemek için ideal bir yer.


Bahçesinde, sanırım çevreden bulunmuş iki adet büyükçe sütun var. Üzerindeki yazılardan Bizans dönemine ait olduğunu tahmin ettim.


Gölet etrafındaki yürüyüş öncesi, yaklaşık 15-20 kilometre civarında mesafede, Mudurnu yolu üzerinde “Akmina” doğal kaynak sularının bulunduğu yöreye gittik.
Bir müteşebbis, kaynağın yanında bir yüzme havuzu ile iki tane çeşme ve yürüyüş yolları ile birlikte bir tesis yapmak istemiş. Ancak köy tüzel kişiliği, bu mahallin köy merası kapsamında bir arazi olduğu iddiası ile dava açmış, yapılam işler yarım kalmış. Halen perişan vaziyette.
. Havuz pis ve bakımsız. Köyün çocukları buna rağmen serinlemek için kullanıyorlar. Ancak hiçbirisi etraftaki pisliği temizlemek için bir girişim içinde değil. Bunu düşünmemeleri bana çok ilginç geldi.
Tesis’in yukarıdan baktığı gölet son yağışlardan sonra oldukça yükselmiş durumda. Kıyıdaki bir çok ağaç sular altında kalmış durumda.

Gölün çevresinde tamamen dolaşılabilecek şekilde yürüyüş yolu yapılmış. Yer yer bakımsız durumda olmakla birlikte sürekli yağış sebebiyle bakımın ertelendiği söyleniyor.
Gölün etrafındaki yürüyüş yolu yaklaşık 7 kilometre civarında. Gezerek ve dinlenerek yaklaşık 2-2,5 saatte dolaşılabiliyor. Oldukça keyifli

Ancak mesireye gelen insanlarımız artıklarını yanlarında götürmek ya da çevrede bulunan çöp kutularına atmaya zahmet etmedikleri için ne yazık ki her yer pis ve çirkin görüntülerle dolu.

Her şeye rağmen bulunduğumuz ortamın dışına çıkıp sessiz bir ortamda yürüyüş ve dinlenme çok iyi geldi. Aldığımız pozitif enerji ile Ankara’ya döndük.












23 Haziran 2010 Çarşamba

ARTIK YETER, ÇEKİLİN!..

(Sayın yazarın izniyle)

ARTIK YETER, ÇEKİLİN!..

Başsavcı Cihaner, başına gelenleri özetledikten sonra “Bu durumun siyaset bilimindeki adına faşizm denir” dedi. Başbakan, Haberal’ı hukuka aykırı bir şekilde özgürlüğünden yoksun bırakan 9 “Ergenekon” hakiminin tazminat ödemeye mahkum edilmesi üzerine, “Yargının güvenilirliği kalmamıştır” diyerek tahliyelere çok içerlediğini ifade etti. Kendi sorduğu bir soruya da “İktidar partisinin başkanı sünepe” mi diyerek, bir başka soru ile karşılık verdi!..
Hükümet, Raportör Osman Can’ın, Anayasa Mahkemesi kararının Resmi Gazete’de yayımlanmamasına ilişkin önerisini, kamuoyunda yeterli desteği bulamadığı için olacak “devlet teamülüne” aykırı ilan ederek, benimsemediğini ilan etti!.. Nedendir bilinmez, önerinin “Anayasa’daki ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesine ve ‘evrensel hukuk normlarına’ değil de, ‘devlet teamülüne’ aykırılığından söz edildi!? Devleti, temel hukuk kuralları yerine, kişisel kaprislerle yönetmenin sonunda gelinecek yer, hiç kuşku yok ki, teamüllere sığınmak olacaktı!..
Başbakan’ın “Kudüs’ün kaderi İstanbul’un kaderidir” şeklindeki ve bir devlet adamının asla ağzına almayacağı hezeyanlarına, Dışişleri Bakanı’nın “Yakında Kudüs başkent olacak ve hep birlikte Mescit-i Aksa’da namaz kılacağız” diyerek destek vermesi, dış politikada ne duruma düştüğümüzü göstermeye yetti. Bizimkilerin bu densiz sözlerine, İsrail yetkilileri, “Yakında Diyarbakır, Kürdistan’ın başkenti olacak” şeklinde bir karşılık vermesine kim ne diyebilir?!... Vizeyi bizim hükümet vermiş değil mi? Biri Başbakan, diğeri Dışişleri Bakanı!.. Buyurun, buradan yakın”!..

Başbakan’ın eski Basın Danışmanı Akif Beki, Dışişleri Bakanı Davutoğlu için “El attığı her işi , illa büyük bir başarı hikayesine çevirmek zorunda…Sonuç; gösteri odaklı bir dış politika” diyerek eleştirmesi, hükümetin gerçek durumunu çok güzel özetledi!..
Anlaşılan Akif Beki’nin söylemek isteyip de söylemediği daha çok şeyi var. Biraz daha bekleyelim. Bu arada dış politikada başlayan patinaja, iç politikada kullanılmak üzere bilinen iki hedef de biz koyalım. Mescit-i Aksa’da namaz kılmaya ilave olarak; ‘Ayasofya’nın ibadete açılması’ ile ‘Taksim’de bir cami yapılmasını’ da eklesek nasıl olur?.. Yıllardır mütedeyyin insanlarının oyunu bu saçmalıklarla devşirenlerin, bugün ele geçirdikleri devletin “coğrafi-siyasi hedefleri” arasına, Kudüs’ü de koymuş olmaları, iki devlet arasında bir savaş nedeni bile sayılabilir!.. Hükümete gelindiğinde söylenecek sözlerin, 20’li yaşlarda ‘Talebe Cemiyeti’ kantinindeki tartışmalardan bir farkı olmalıdır!..
9. Cumhurbaşkanı Demirel Başkent Üniversitesi’nin diploma töreninde, haklı olarak Haberal Hoca’yı yere göğe sığdıramadı. Hiç kuşku yok ki, Demirel’in amacı, sadece hocayı övmek değildi; onun asıl yaptığı, eski ve halen geçerli olan “Demirel üslubu” ile hükümeti yerden yere çalmaktı… Anlayan nerde?!.. İki yıldır hastanedeki odasında “terör örgütü kurmak ve yönetmek” suçlaması ile tutuklu bulunan Haberal’a, sorgusunda tam olarak 180 soru sorulmuş; sorular arasında ‘terör ve terör örgütü’ ile ilgili olan bir tek soru bile yokmuş!.. Öğrencileri, “Haberal Hocayı Tıpta Uzmanlık Sınavı’na aldılar” diyerek tören boyunca birbiriyle şakalaştılar…
“Kürt Açılımı”na destek olsunlar diye, Habur’dan giren PKK üyelerinin, birkaç gün önce tutuklanmalarına karar verilmesi ile, hükümetin ‘terör’ konusundaki politikasına da son nokta konmuş oldu. BDP Başkanı Demirtaş :”Türkiye Cumhuriyeti Devleti elini çabuk tutsun, yoksa Kürtleri kaybeder…Aidiyet bağı kopuyor” diyerek, tehditlerini sürdürmeye devam etmesi beyhude bir çaba.(1) Kürtlerin İmralı’da ikamet eden birinci adamı, tepkisini daha da ileri götürerek “AKP Kürtleri arkadan hançerledi” demiş.(2)Anlaşılan içeride ve dışarıdaki politikaları duvarı toslayan Başbakan, yaklaşan seçimlerde halkın önüne yeni bir ‘mağduriyet edebiyatı’ yapma olanağını elinde bulundurarak gitmek istiyor. Zaten başka da bir seçeneği kalmamış gibi. İki kez üst üste aynı tuzağa düşen bu necip millet, üçüncü kez aynı numarayı yutar mı, onu da yaşayıp birlikte göreceğiz!..
Şark Kurnazı olan AKP’liler arasında, CMK’nun 250 ve 251’nci maddelerine göre kurulan, ‘geniş yetkili’ cumhuriyet savcılıkları ile ağır ceza mahkemelerinin bir an önce kaldırılıp ‘tek yargı sistemine geçilmesi’ tartışılıyor. Kırsal alanda seslendirilen bu önerinin nedeni, pek yakında aynı mahkemelerin mağdurları arasına AKP’liler de girebilecek olması!.. O bakımdan ellerinde yetki varken, bu mahkemeleri kaldırılmaları, kendileri için çok iyi olur!..
Milletvekilliği süresi içinde bir defa yazılı ve sözlü soru önergesi bile vermeyen AKP’nin Kahramanmaraş milletvekili Veysi Kaynak, Yargıtay 11. Ceza Dairesinin Başsavcı Cihaner ile ilgili olarak verdiği kararı için -hukuk tarihine çok hakim bir adammış havası içinde- “Türk yargı tarihinin yüz karası” diyebilmiş. Ne de olsa onun da dokunulmazlığı var!Hakimler ve Savcılar Kanununun 98. Maddesinden(3) haberi olmayan bu hazretin, Hukuk Fakültesini ‘kopya çekerek’ bitirenlerden farkı olduğunu söylemez çok zor!…
“Haberal Davası” ile başlayıp, “Cihaner Davası” devam etmekte gelişmeler, umut verici ama, herkes Cihaner kadar şanslı değil. Diğer tutuklular hakkında Yargıtay’da görülmekte olan bir dava yok ki... Bugün “keşke Yargıtay’da görülen bu ikinci davayı açmasaydık” diyerek dizlerini döven tertipçilerin, yaptıkları hukuk dışı işler, ayaklarına dolaşmaya başladı, çok şükür!.. Bu son hukuki gelişmeler, arkalarındaki siyasi iradeye indirilmiş çok ağır bir şamar gibi…
Asıl önemlisi, Yargıtay’ın son iki kararı ile “Ergenekon Mahkemeleri”nin ‘keyfi’ olarak tutuklama kararları verdikleri de tescil edilmiş oldu.. Hükümet ve yandaşlarının bu kararlara karşı aşırı tepkileri, bu tertiplerin içinde olduklarının bir tür itirafı olarak kabul edilebilir… Tahliye kararları AKP’lilerin kafasına indirilmiş balyoz etkisi yaptı… “Ergenekon Davaları” ile ülkeyi ‘korku imparatorluğu’na çevirme niyetindeki AKP iktidarının, son tahliye kararları ile en önemli silahı da elinden alınmış oldu…
Şimdi görev halka düşüyor. Üzerindeki ölü toprağını silkinerek atmak artık zor değil. Geriye kalıyor sandıkta nelerin yapılacağı. Tokat mesafesi içine girmiş olan AKP’ye, okkalı bir şamar da burada atmak(!) boynumuzun borcu oldu…
***
Bir günde 11 şehit!.. Şehit haberlerine alışmış olan Türk halkı, bu saldırı nedeniyle oldukça öfkelenmiş. Öfkenin sebebi, saldırının operasyon yapılmakta olan “üs bölgesine” 250 kişi ile yapılmış olması. İnsanın ilk aklına gelen, “heron isimli insansız uçaklar, neden görevlerini yapamadı ve ABD ile daha önceden yapılan ‘sıcak istihbarat paylaşımı’ devre dışı mı bırakıldı” sorularıydı. Birkaç hafta önce Beyaz Saray sözcüsünün, “Güneydoğu’da bir terörist saldırı olduğunda, imdat için ilk aradığınız numara bizim 911 idi, unutmayın” şeklindeki sözleri aklıma geldi. Aynı şekilde İsrail’den gelen insansız uçakların, kullanımı ile ilgili eğitim verecek olan uzmanların, eğitime başlamadan geri çağrılmaları da bu kuşkulara eklendi…
Kılıçdaroğlu’nun, istihbaratın ‘vatandaşları dinlemeye ayrıldığını’ hatırlatıp, 250 kişi ile binlerce askerin teyakkuz halinde bulunduğu üs bölgesine, saldırı olması halinde ‘istihbarat zafiyeti’ olduğunu söylemesi, ateşi 11 evden çıkartarak; 72 milyonun evine sıçrattı...Ülke yanıyor!.. Meclis Başkanı Şahin “Genelkurmay’dan tatmin edici açıklama bekliyorum” diyerek ne anlatmak istedi?.. Birkaç gün önce şehit olan bir gencin, Çorum’da yapılan cenaze töreninde babasının:”Koca ordumuz var… Birkaç çapulcu üzerine neden etkili olarak gidemiyoruz” şeklindeki sorusu mu aklından geçti?..
Son birkaç yıl içinde, ordu mensuplarının başına gelen komplolardan kendilerine kahramanlık ve cesaret öyküleri üretenler, artık korkuyor mu ne!.. ABD ve İsrail’in AKP iktidarı üzerlerinden ellerini çekmesi, ayaklarının altından toprakları da kaçırttı. Terörle mücadele eden muvazzaf askerleri dağdan indirip, sudan sebeplerle tutukladıktan sonra “vesayet rejimini sona erdirmekle” övünüp, kendilerini “demokrasi kahramanı” gibi takdim edenlerin, sinirleri çok bozulmuş… ‘Suikast planları’, ‘darbe planları’, ‘kozmik odaları aramalar’ ve ardı arkası kesilmeyen palavralarla ordunun moralini bozanların, bu aralar morali çok bozulmuş!..
Uzmanların ABD ve İsrail’le yaşanan gerginlikler nedeniyle ‘ABD’nin sıcak istihbarat paylaşımında bulunmadığını’ söylemeleri yabana atılır bir fikir değil… Aynı şekilde Mavi Marmara adlı gemi ile İsrail önlerinde yapılan gösteriden sonra, söylenenlere de İsrail’in bir karşılık vereceği sürpriz değildi. Nitekim bu durum, insansız uçakları kullanma eğitimi için gönderdikleri uzmanları geri çekmelerinden tahmin edilebilir… Baba oğul gibi olan bu iki devletin, Türkiye’ye iyi bir ‘ders vermek istemesini de ‘tahmin edemedik’ diyemeyiz!.. Zira vaktiyle iki askerini kaçırdıkları için Lübnan’a savaş açan ve taş taş üzerinde koymayan İsrail’den her zaman bu tür eylemleri beklemek gerekirdi. Diğer taraftan, Beyaz Saray’ın sözcüsünün, Ahmedinejat ile çekilen fotoğraftan sonra, tavrını açık olarak belli etmesi de yakın gelecekte bir şeyler olacağının habercisi gibiydi. Sözcünün, “ABD bu mutlu fotoğrafı hiç unutmayacak” demesinden sonra, “Güneydoğu’da her eylem olduğunda, imdat için 911 numaralı telefonumuzu aramanızı unutmayın” şeklindeki hatırlatmasının da bir anlamı olmalıydı!..
Her şey bu kadar açık ve görülür durumda iken, son uyarıyı Filistin’in Ankara Büyükelçisi Maruf yaptı. Maruf AKP’ye :”Araplaşmayın” çağrısı yaptıktan sonra; “Türkiye’nin Batı ile iyi ilişkiler sürdürmesi hem Arap dünyası için hem de Filistinliler için daha yararlı olacaktır” diyerek, Arapların ve Filistinlilerin yararından önce Türkiye’nin yararının gözetilmesi gerektiğinin altını çizer gibiydi… Dışişleri mensuplarını “monşer” diyerek aşağılayan bir iktidarın, iç politikada olduğu gibi dış politikada da duvara toslayacağı belliydi…
Ey AKP’nin ileri gelenleri: Gelin bu ülkeye daha fazla zarar vermeyin.‘İzzet-i ikbal ile babı hükümetten’ çekilin!..

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:
(1) 19.06.2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi
(2) 18.06.2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, M. Faraç’ın yazısı
(3) HAKİMLER VE SAVCILAR KANUNU
MADDE 98 - (Değişik ibare: 5435 - 22.12.2005 / m.39) "Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarındaki" birinci sınıf hâkim ve savcılar, disiplin cezası, soruşturma ve kovuşturma bakımından Yargıtay üyeleri hakkındaki hükümlere tabidir. Ancak soruşturma yapılması Adalet Bakanının istemine bağlıdır.

22 Haziran 2010 Salı

ÇOK ACİL !

(Değerli hocam Burhan Bursalıoğlu'ndan, blogdan da duyurulmasını talep ettiği bir çağrı aldım. Yayınlıyorum. İlgilenenlere şimdiden teşekkürler)

ÇOK ACİL

Değerli arkadaşlarım, çok sevdiğimiz ve yakınımız olan hasmızla ilgili gelişmeleri üstlenen oğlum Kubilay'ın mesajı aşağıdadır.

Gereken ilgiyi göstereceğinizden emin olarak, şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum.

Burhan Bursalıoğlu
TEL; 0252 391 79 50 - 0534 899 62 62


Kas hastası (DUŞEN) olan çok yakınımız, şu anda Haydarpaşa numune hastanesinde yoğun bakımda yatmaktadır . Yaşı 19 olduğu için babasının sigortasından yararlanamamaktadır.Yararlanabilmesi için heyet raporu alınması gerektiğinden müracatı yapılmış olup Eylül ayına gün verilmiştir. Hastamız bundan sonraki yaşamını solunum cihazıyla sürdürecektir. Hastaneden çıkması ve evinde hazırlanacak steril hasta odası gereçleri (solunum cihazı elektrik kesintisine karşı güç kaynağı hastane karyolası havalı yatak) alımı için, yardıma ihtiyaç vardır.
Solunum cihazı uyum sağlama süreci olduğundan temin edilip hastamızın kullanımına sunulmuş olup henüz ücreti ödenmemiştir. Cihaz 6000 tl civarındadır. Eğer uyum sağlanmazsa ki, inşallah buna gerek kalmaz bir üst modeli denenecek olup ücreti 13000 tl imiş. Hastane ücetide bugün itibarıyle 6000 tl civarındadır.
Ailesinin, bu yüksek rakamları karşılayacak durumda olmadığını ifadeile, hastamızın evinde, sevdikleriyle birlikte olmasının sağlanmasını , imkanlarınız nispetinde rica ediyorum.

Hasta hakkında, edinmek istediğiniz bilgileri, aşağıdaki telefon, iş yeri, ve mail adreslerinden öğrenebilirsiniz.
Hesap no: İş bank 1008 Beşiktaş Şubesi.....255 22 11
Kubilay BURSALIOĞLU
Doru İletişim İdari İşler Amiri
Tel:: +90 212 326 92 00 /243
Fax:: +90 212 227 28 11
E-mail:: kubi@doruk.net.tr
Adres: Dikilitaş Mah. Eren Sok. No:26 Beşiktas 34349 İstanbul
www.doruk.net.tr

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3


KİTABIN ADI : Ay Hırsızı
KİTABIN YAZARI : Sunay Akın
KİTABIN ÇEVİRMENİ : -
KİTABIN YAYINEVİ : T. İş Bankası Kültür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI : 2010
KİTABIN BASKI SAYISI : 27. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 235 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 8/10
YORUM : Bu kitabı, blog arkadaşlarımın önerisi üzerine okudum.
Sunay Akın, daha önce zaman zaman programlarını izlediğim birikimli bir sanat adamı. Bu kitabında “Ay’a seyahatı” temel alarak, uzay, ay, güneş, uçak temaları çerçevesinde dolaşarak, bazısını yakından tanıdığımız, bazılarını ise ismen dahi duymadığımız pek çok insanın yaşamlarını bazen birbirleriyle de kesişen anlarını hoş ve oldukça bilgilendirici bir anlatımla bizlere ulaştırıyor.
Kolay okunur, bazı hikayeleriyle akılda kalıcı güzel bir seyahat ve gezi kitabı olabilir.
Her türlü ortamda rahatça okuyabileceğiniz, ağır ve temalı kitaplardan hoşlanmayanlar içinde ilginç bir kitap

Şükrü Sunay Akın (d. 12 Eylül 1962), şair, yazar, gazeteci, araştırmacı, tiyatro oyuncusu.
12 Eylül 1962 tarihinde Trabzonun Maçka ilçesinde doğdu. (Bu yüzden 18 yaşından beri doğum gününü kutlamamaktadır.) Ailesi, onun daha iyi eğitim görebilmesi için, 10 yaşındayken İstanbul'a taşındı. Lise öğrenimini İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Fizik Coğrafya Bölümü'nden mezun oldu.
İlk şiirini, Meteoroloji Müdürlüğü'nde çalışan bir memurun kızına yazar. Henüz 9 yaşındadır. Kızın isminin baş harflerinin dizelerini oluşturduğu şiiri, evlerinin terasında bulunan odunluk kapısının iç kısmına yazar. Kız, balkona geldiğinde odunluğun kapısını açar mahsusçuktan!.. Ama şiir kızın gözüne hiçbir zaman takılmaz. Sunay Akın yıllar sonra (ki bir şairdir artık) çocukluğunun geçtiği Trabzon'a gittiğinde, sert geçen bir kışta, içindeki odunlarla birlikte kapının da sökülüp yakıldığını öğrenir. Şairin ilk şiiri "hava muhalefeti" nedeniyle kayıptır!.. 1984 yılında yayınlanan ilk şiiri de bir sobanın içinde kütürdeyen odunu anlatır! İlk şiir kitabı 1989'da "Makiler" adıyla yayınlanır. Arkadaşlarıyla birlikte 1989'da Yeni Yaprak şiir dergisini ardından, 1990 yılında da Olmaz adlı şiir dergisini çıkardı. Adını Cemal Süreyya'nın koyduğu bu kitabı "Antik Acılar, Kaza Süsü, 62 Tavşanı" izler.
1987 yılında Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü Noktalı Virgül adlı dosyasıyla aldı. 1990 yılında ise Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü'nü Makiler şiiri ile kazandı.
Anlık ilhamlara dayanan ve genellikle kısa olan şiirleri, Orhan Veli'nin şiirindeki bazı özelikleri günümüzde sürdüren bir yapıya sahiptir. Ayrıca, bu tür şiirlerde genellikle rastlanmayan, yumuşak, lirik bir tonu vardır. Şiirlerinde özellikle ince yergi ögelerini kullanmadaki rahatlığı ile dikkat çeker. Cemal Süreyya'nın etkisinde sürdürdüğü şiirlerde, dil oyunlarına dayalı yoğun bir alaycılık ve şaşırtma; çocuklar ve hüzünle birlikte şairin ilgi ve duyarlılığını göstermektedir.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ders verdi, Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde 5 yıl boyunca hem ders verdi hem ders aldı. Bu deneyimin de yardımıyla, tek kişilik oyunlar hazırlayıp oynamaya başladı. Türkiye'nin çok sayıda merkezinde ve yurtdışında (Frankfurt, Nürnberg, Londra) sayısız kez tek kişilik oyunlarını sergiledi. Halen Sunay Bey Tarihi adlı gösterisini sunmaya devam etmektedir.
23 Nisan 2005 tarihinde 11 yıldır dünyanın dört bir yanından topladığı oyuncaklarla, yıllardır hayalini kurduğu İstanbul Oyuncak Müzesi'ni Göztepe, İstanbul'da ailesine ait dört katlı tarihi bir konakta açtı. Müze, Türkiye'de türünün ilk ve tek örneği olup, Avrupa Konseyi'ne bağlı Avrupa Müze Forumu (European Museum Forum) tarafından verilmekte olan Avrupa Yılın Müzesi Ödülü'ne 2010 yılı için aday olmuştur.
TRT 2 ve CNN Türk'de "Stüdyo İstanbul", "İzler", "Akşama Doğru", "5N 1K" gibi kültür sanat programları ve belgeseller hazırlayan, katkıda bulunan Sunay Akın, TV 8'de de "Gezgin Korkuluk" ve Ramazan Ayı boyunca Mahya Işıkları adlı programı hazırlayıp sundu.
Yaşam Radyo, Radyo Kent, Best FM'de radyo programları yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. Atv'de Hıncal Uluç, Haşmet Babaoğlu ve Nebil Özgentürk ile birlikte Yaşamdan Dakikalar adlı uzun soluklu bir televizyon programını yapmıştır.

Yayımlanmış Kitapları:
Ay Hırsızı (2009)
Tuncay Terzihanesi (2007)
Kule Canbazı (2004)
Kırdığımız Oyuncaklar (2003)
Onlar Hep Oradaydı (2002)
İstanbul'da Bir Zürafa (2001)
Önce Çocuklar ve Kadınlar (2000)
Ayçöreği ve Denizyıldızı (2000)
Kız Kulesi'ndeki Kızılderili (2000)
Antik Acılar (1999)
Makiler (1999)
62 Tavşanı (1998)
Kırılan Canlar (1997)
İstanbul'un Nazım Planı... (1996)
Kaza Süsü (1996)
Makiler (1996)
Antik Acılar (1995)
Küçük Asker...Küçük Asker... (1995)
Veşaire...Veşaire (1994)
Şairler Matinesi (1993)
Şiir Cumhuriyeti (1993) - Safa Fersal ile birlikte

21 Haziran 2010 Pazartesi

ACILAR VE SEVİNÇLER

Hafta sonuna doğru kısa bir kaçamak Gölköy tatilinden döndükten sonra güzel bir hafta sonu geçirmek dileğinde iken, bir anda acılar ve sevinçler birbirine karıştı.

11 ACI KOR

Yine ocaklarımıza ateş düştü. Hainler hainliklerine devam ediyor hala. Bu toprakları kendine vatan bilen ulusumuza yeni acılar gösteriyorlar. Vatan savunmasında emperyalizmin desteğindeki hain çetelerin yeni saldırıları peşpeşe geliyor. Kaybedilen evlatlar yine kara budundan, her zaman olduğu gibi. Çürük evlatların büyükleri her zamanki nutuklarını atıyorlar. Ceplerde yazılı duran klasik cümleler içeren artık okunmaktan buruşmuş kağıtlar yine cepten çıkıyor. Acılar düştüğü yeri yakmaya devam ediyor. Birilerinin kalkıp;
“Yetti gayrık”
demesi gerekiyor. Ama zaman geçiyor, geçmeye devam ediyor, evlatlar düşüyor, düşmeye devam ediyor. “Acıyı bal eylemeye” devam ediyoruz. Gün gelecek, devran dönecek yine geçmişteki otuz senede olduğu gibi bu acıları da unutacağız. Sadece acı düşen ocaklar acıyı yaşamaya devam edecekler. Nutuklar atılmaya devam edecek, şehit mezarları da çoğalmaya devam edecek.

JOSE SARAMAGO’YU YİTİRDİK.

Hafta sonuna sıkışan, kimilerince gözden kaçırılan bir başka acı haber de yine hafta sonunu içimizi acıttı.
87 yıllık çınar, topraksız köylünün, işçinin yiğit sesi, kilisenin başbelası yitti. “İncildeki ikinci İsa” ve “Kabil” ile din baronlarına, Vatikan din emperyallerine karşı acımazsız savaşını son nefesine kadar sürdüren bir yiğit savaşçı artık romanlarıyla içimizi ısıtmayı, heyecanlarımız beslemeyi sürdürecek…
KOMUTANLAR SERBEST
Çetin Doğan ve Engin Alan’ın aralarında olduğu 14 komutan “Balyoz” çökertme planı çerçevesinde yapılan sindirme operasyonuna yiğitçe direnerek verdikleri mücadeleden başarıyla çıkarak tahliye oldular. Çetin Doğan’ın “asıl mücadele şimdi başlıyor” sözüyle kararlılıklarını umutlarımızla birleştirdi.

İlhan Cihaner’de özgür. Cumhuriyet’e, devrimlere, laikliğe, çağdaş yaşama karşı başlatılan yoğun saldırı ile 4 ay kadar özgürlüğünden yoksun bırakılarak her türlü hukuksuzlukla yıpratılmaya çalışıldı. Ancak Türkiye’de hala hukukçuların var olduğu kanıtlandı, özgürlüğüne kavuştu.

60 saatin öyküsü… İnsanız ve yaşamaya, görmeye, dayanmaya devam ediyoruz.

16 Haziran 2010 Çarşamba

İKİ MİLYON ‘DUL’ KADIN!..

(SAYIN YAZARIN İZNİYLE)


İKİ MİLYON ‘DUL’ KADIN!..

Cumhurbaşkanı Gül, CICA (Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler) zirvesinin sonuç bildirgesini okuduktan sonra, bir gazetecinin sorusu üzerine:”Kimse bunları iç siyaset malzemesi yapmasın. Bir kez bu konu siyasi polemik haline gelirse, daha çok acısı hissedilir” diyerek, İsrail saldırısını konusunda dolaylı yoldan Başbakan’ı uyarma ihtiyacı hissetti. Ne fayda ki, Başbakan HAMAS için “terör örgütü değildir” söylemine devam etti. Washington Post’un “HAMAS terör örgütüdür” şeklindeki uyarısı da Erdoğan’ı susturmaya yetmedi. Putin’in Türkiye’nin bu resmi duruşuna destek vermesi ile, daha da cesaretlenen Erdoğan’a, bu kez yanıt ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Phillip Crowley’den geldi. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, HAMAS’ın hem sözlerle, hem de yaptıklarıyla terör örgütü olduğunu gösteren pek çok kanıt olduğunu söyledi. İsrail’in korsanlık sayılan haksız saldırısı, Başbakan’ın Türk diplomasisine kattığı “monşer” aşağılaması eşliğinde kısa sürede Türkiye’nin aleyhine gelişti… Yüzyılların deneyimi ile ortaya çıkan ‘diplomatik dil ve teamül’e sırtını dönerek, ‘dini figürleri’ referans olarak kullanan Başbakan, beklendiği gibi ‘Tevrat’ın önünde yığılıp kaldı!...

Hiç beklenmediği halde, Hükümetin tavrına ilk ciddi eleştiri, ‘koalisyon ortağı’ Fetullah Gülen ‘Hoca Efendi’den geldi… Kim ne derse desin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Hoca efendi en doğrusunu söyledi” şeklindeki beyanı, o cenahta ikinci büyük gediği açtı… Ardından ‘Hoca Efendi’ye yakınlığı ile bilinen ‘Kimse Yok mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin, İsrail Hükümetinden izin alarak Gazze’ye yardım götürmesi olup bitenin üzerine tuz biber ekti… Bu gelişmelerden daha da önemlisi, El Fetih ile HAMAS arasında ‘arabuluculuk’ rolünü üstlenme isteğimiz, HAMAS tarafından reddedilerek; “bu iş için güvenilir ülke Mısır’dır” dendi. “Güvenilir” sözcüğünün altı çizili miydi, değil miydi bu nokta çok önemli… Hiç kuşkusuz, bu son açıklama ‘kendi kendine gelin-güvey olma’ çabası içindeki hükümete, indirilmiş ağır bir tokat gibiydi…

Hükümeti oluşturan ‘koalisyon’ içinde ‘çatlak’ var; bu çok açık görülüyor. Bundan böyle, ABD ‘nin Orta Doğu politikalarında rol almakla Fetullah Gülen ve ekibi görevlendirilmiş, bu belli oluyor!.. ABD “Milli Görüşçüleri” bu kadar erken sırtından neden indirdi? Erdoğan’ın Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, İran’a yaptırım uygulanması ile ilgili karara ‘ret’ oyu vermesinden sonra, Irak’ta ‘dul’ kalan milyonlarca kadının başlarına gelenlerin nihayet bir sorumlusu olduğunun hatırlanması, bu durumun en önemli işareti kabul edilmelidir. Başbakan bu tartışmayı başlatarak, Irak’taki cinayetlerden ABD’yi sorumlu tutarken, sözün ‘1 Mart Tezkeresi’ne kadar geleceğini hesaplamamıştı herhalde. O tarihlerde tezkerenin geçmesini ve ABD askerlerinin İskenderun Limanı’na inerek, Güney Doğu Anadolu Bölgesi üzerinden ilerleyip, Irak’a kuzeyden saldırmaları için, meclis kararı çıkartmak isteyen kimdi?.. Bu kirli savaşın Büyük Orta Doğu Projesi’nin bir parçası olduğu apaçık belli iken, bu projenin eş başkanlığını kabul eden ben değildim herhalde!.. Şimdi kalkıp Irak’ta öldürülen 2 milyona yakın insanın geriye bıraktığı (bulmaca diliyle)‘eramilin’(1)derdi ile dertlenmek inandırıcılığını kaybetti; yemezler!..
Gerçekte ‘şaftı kayan’ hükümet, nedense bütün bu olup bitenlerin, dış politikada ‘eksen kayması’ olarak nitelendirilmesine de karşı çıkıyor. Bu da sarf ettiği sözlere sahip çıkamayacağının ilk işareti… Karşı taraftan bir yumuşama gördüğünde ise‘çark edeceği’ kesin gibi…

ABD’nin desteği ile aynı zamanda da ABD’nin dünya üzerindeki çıkarlarını koruma ‘taahhüdünde bulunarak’ iktidar olan AKP’nin, İsrail’den sonra, ABD ile köprüleri atacak noktaya gelmesi, ‘gidici’ olduklarına iyice inandıklarını da gösterir. Birinci sınıf ABD vatandaşı Egemen Bağış, vatandaşlığa kabul edilirken hiç kuşku yok ki, ABD’nin çıkarlarını korumaya da yemin etmişti. Şimdi hiç gereği olmadığı halde, “Orta Doğu’da iki devletli (İsrail ve Filistin) çözümün zamanı gelmedi mi?” diye sormasını anlayan beri gelsin… PKK ve BDP’ye konu başlığı verir gibi; durup dururken ortalığa bu soruyu neden atmış?.. İster misiniz PKK bu açıklamanın üzerine, Türkiye’de de ‘iki devletli’ çözümün vakti geldiğini gündeme taşısın?!.. Hatırlarsanız Başbakan’ın “Hamas’ı terör örgütü olarak kabul etmiyorum” demesinden sonra, BDP’nin İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel: “Biz de PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmiyoruz” demişti…

Bağış gibi, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de birinci sınıf İngiliz vatandaşı. O da vatandaşlığa geçerken, ömrünün kalan bölümünde İngiltere’nin çıkarlarını korumaya yemin etmişti... Başbakan bakanlarını neden düşman çıkarlarını korumakla ‘yeminli’ kişilerden seçti; bunu hiçbir zaman açıklamadı. Yabancı uyruklu bakanları, Osmanlı’nın dış borçlarını denetleyen, ‘Düyun-u Umumiye’(2) memurlarına benzetenler gün geçtikçe çoğalıyor. Kabinede bizim ve Irak’taki 2 milyon dul kadının çıkarlarını korumakla(!) görevli kala kala bir tek Erdoğan kaldı… Vaktiyle, ABD’nin çıkarlarını korumaya yeminli bir diğer has adamı Cüneyt Zapsu’nun, ABD yönetiminden rica ettiği gibi, Erdoğan’ı “süpürüp mazgaldan aşağıya atmayın, hala kullanılabilir” mi, onu bilemem… Fakat Erdoğan’ın iki hafta önceki “İsrail Orta Doğu’daki tek dostunu kaybediyor” feryadı, da hesaba katıldığında, yalnızlaştırılma sürecine itildiğini söylemekte bir yanlışlık kalmadı. Belki de ABD Erdoğan’a gözdağı veriyor, kim bilebilir? ABD Erdoğan’a büyük olasılıkla “çekerim desteğimi yüzükoyun yere kapaklanırsınız; arkasından da doğru ‘Ergenekon cadı kazanı’nın içine’ tehdidini savuruyor olabilir… Öte yandan, AKP Genel Başkan yardımcısı Ömer Çelik:”Türkiye-İsrail ilişkilerinde bundan sonraki yol haritasında, yakın vadede askeri anlaşmalar da dâhil her şey feshedilecektir” demiş(3). Bir gün sonra Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise, İsrail’e göz kırpar gibi: (Her şey) ”İsrail’in tutumuna bağlı” (4) diyerek, bu katı tutumdan geri dönüleceğinin işaretini verdi…
‘Aba altında sopa’ çok erken etkisini göstermedi mi?..

ABD’ye karşı alternatif bir ittifak arayışına ben şahsen, her zaman şapka çıkarmışımdır. Hükümet, gerçekten ABD karşıtı mı, yoksa yaklaşan seçimlerde Iraklı ‘dul’ kalan kadınların oylarına (!) talip olduğundan mı böyle konuşuyor, henüz belli değil!.. Bu duygusal ortamdan etkilenen Türk kadınlarının oyları bu sözlerle avlanabilir mi, onu da yaşayıp göreceğiz…

Ecevit Hükümeti henüz iktidarının başında iken, 07.03.2002’de MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç:”Başta Rusya ve İran olmak üzere Ankara, bölge ülkeleri ve Avrasya ile ilişkilerini geliştirmek zorundadır” dediğinde, adeta yer yerinden oynamıştı. AB ve ABD’ye olan bağımlılığımıza rağmen, alternatif arayışlar içine girmek, bağımsızlık yanlılarında ’emperyalizmin pazarı olmaktan çıkabiliriz’ inancını pekiştirerek, onları da pek heyecanlandırmıştı. Emperyalist ülkelerden 16 yılda sadece 136 milyon cep telefonlarını satın almışız. Bunların her yıl 8 milyonunu çöplüğe atıyoruz. 72 milyonluk nüfusa sahip ülkemizde, iş adamları parmakla sayılır ama 66 milyon cep telefonu kullanıcısı tetikte hazır. Hangi konuda haberleşirler hepsi kayıtlı, o da bir başka ilginç yanımız!.. Diğer ürünler için gerçek durumu bilseniz, kafayı yersiniz… Böyle bir pazarı kolay bir şekilde kimse elinden çıkarmak istemez, bilesiniz?!..

Öte yandan, ‘açılımlar’dan bu yana verdiğimiz şehit sayısı 120’ye dayanmış; hükümet bir taraftan bu durumu olağan kabul etmemizi bekliyor, diğer taraftan IHH Yardım Vakfı’nın haksız yere öldürülmüş 9 adamını, şehit kabul edip, ‘baş tacı’ etmemizi bekliyor!..

Olan oldu bir kere ama, akıllarda da şu soru kaldı: Hükümet ‘eksen kaydırmayı’ da göze alarak, acaba IHH Yardım Vakfı’na ‘diyet borcunu’ mu ödedi?.. Basına yansıyan bilgilere göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mavi Marmara adlı gemiyi 2 milyon 250 bin TL bedelle satmak için çıktığı iki ihaleyi de sonuçlandıramamış. Gemiyi satmak şart mıydı, bunu henüz kimseye açıklamadılar… Bu sorunun cevabı bir gün verilecektir elbette. İlk iki ihaleye de katılan olmayınca, 1 milyon 800 bin TL bedelle bu ‘gemicik’ de İHH Yardım Vakfı’na satılmış! Kimsenin katılmadığı bu ihale ile 450 milyon TL havadan para kazanıldığını anlamak için çıkartma işlemi yapmak yetiyor. Bu miktarın ne kadarı Gazze için ayrıldı, onu bilen yok!..

Bosna-Hersek için toplanan paraları yönetenleri bu millet unuttu!.. Kızılay hala faal halde dururken, kurban etleri, kurban derileri ve bağışlar gibi “İslami Yardımlar” iyice istismar edilerek, yeni bir “iş kolu” ortaya çıkartıldı; bu yardımlardan beslenen ”yandaş asalak takımı” da AKP Hükümeti döneminde – dış politikamızı da etkileyecek kadar- güçlenip semirdi!.. Bu nedenle de Kılıçdaroğlu’nun işi oldukça zor görünüyor. Geçen seçimde makarna ve kömür çuvalları seçimi kazanmıştı. Onlarla belki bir ölçüde yarışılabilir, ama şimdiki favori ‘çil çil’ Amerikan dolarları!

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:
(1)Eramil: (Ermele. C.) Bekârlar. Dul kadınlar. Kocaları ölmüş veya boşanmış kadınlar.
http://sozluk.ihya.org/osmanlica-turkce-sozluk/eramil-e.html
(2) Düyun-u Umumiye (Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi), 1872 - 1939 yılları arasında Osmanlı Devleti'nin dış borçlarını denetleyen kurum.
http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCyun-u_Umumiye
(3) 07.06.2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi
(4) 08.06.2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi

15 Haziran 2010 Salı

GEREDE AKTAŞ VADİSİ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

Geçtiğimiz Pazar günü, artık iki haftada bir düzenli hale getirdiğimiz doğa yürüyüşümüzde önceden belirlenen rota, Gerede Aktaş vadisi idi. Fuat hocam bir önceki yürüyüşü, önemli bir mazereti sebebiyle kaçırdığı için bu kez hazırlıklı ve istekliydi. Bizim için bu sene, yapılan yürüyüşlerin tüm rotaları yeni olduğu için yine güzel bir yürüyüş olacağını tahmin ediyorduk.
Sabah saat 08.00’de hareket öncesi buluştuğumuzda Kemal’in gelemeyeceğini öğrenince üzüldük. Mehdi de iş nedeniyle Ankara dışında olduğundan katılamadı. Değişik noktalardan aldığımız katılımcılarla birlikte 23 yürüyüşçü ve 2 rehber olarak gezimize başladık.
Bağımsız yürüyüş grubumuz üyelerinden Jale’nin uzun süre mücadelesini verdiği “sigarayı bırakma operasyonu”nun başarıya ulaştığını ve 23 gündür içmediğini öğrenmekle mutlu olduk. İleride 203. ve 2003. günleri de inşallah kutlayacağız. Tabii, bunun Jale’ye faturasını hemen çıkardık. Bir sonraki yürüyüşümüze patatesli ve ıspanaklı gözleme yemeyi garantiye aldık (!)
Molalarımızdan sonra E5 karayolu üzerinde Gerede’ye yaklaşık 25 kilometre kala bir orman yolu girişinde aracımızdan indik. Gerekli hazırlıklardan sonra saat 11.00’e yaklaşırken yürüyüşümüz başladı.
Önceden aldığımız bilgiye göre, yürüyüşümüz rotamız, Aktaş göleti boyunca sürekli yükselerek yaklaşık 1.800 metrelere kadar çıkacak, orman içinde, kah stabilize orman yolundan kah ağaçların arasından tırmanarak, orman gözetleme kulesinin bulunduğu tepeye kadar çıkış yapacak, sonra sürekli bir inişle Aktaş vadisi boyunca yürüyerek çıkış yolumuzdan inerek başlangıç noktasına dönecektik.
Yürüyüşümüzün ilk anlarından itibaren bizi değişik bir zorluğun beklediğini anladık. Her ne kadar Pazar günü hava güneşli ve açıksa da, günlerden beri yağan yağmurun güneş nedeniyle buharlaşmanın başlaması nedeniyle olağanüstü bir nem ortamında yürüyecektik.

Daha ilk metrelerde hemen hissetmeye başladığımız inanılmaz sıcak ve nem kısa zamanda su tüketimimizi beklentimizin üzerinde artırdı.
Deneyimli rehberimiz Gökhan, sık sık su molaları vererek dehidrasyona karşı bizleri sık sık uyardı. Bu nedenle çıkışımız belli bir ritimden yoksun oldu, oldukça yavaş şekilde tırmandık
Bağımsız yürüyüş grubu olarak ana gruptan koparak daha hızlı gitmeyi de hem güzergahı bilmediğimizden ve hem de Gökhan’ın grubu birlikte yürütme isteğinden dolayı gerçekleştiremedik.

İstediğimiz hızlı yürüyüş imkanı olmamasına karşın, hava koşullarının ağırlığı karşısında çok üzerinde durmadık.



Orman gözetleme kulesine yaklaştığımızda önümüdeki son patikada kalan 100 metrelik çıkışta, Fuat hoca ile biraz önden giderek kulenin terasına çıkan ilk grup içinde olduk. Yangın gözetleme kulesi, bakımsız ve perişan vaziyette idi. Kulenin odasında hiçbir malzemenin bulunmaması uzun bir süredir kullanılmadığını gösteriyordu. Ormanların bakım ve gözetlemesinin özelleştirilerek Allaha havale edildiğini tahmin ediyoruz.
Kuleye saat 13.30 dolaylarında ulaşınca çevredeki ağaçların altında bir saat kadar yemek ve dinlenme molası verdik. Sıcak nedeniyle daha çok meyve, şarap ve çaydan oluşan mönüyü tercik ettik. Katı yiyecek tüketimi sıcakta imkansız hale geliyor.

Saat 14.30’da civarında toparlanarak tamamiyle inişi içeren yolumuza koyulduk. Zaman zaman orman yolunu, zaman zamanda orman içi inişleri kapsayan rotamızda birkaç çeşmede su molası vererek saat 16.00 dolaylarında, çiçekler içindeki Aktaş vadisine indik
Vadide biraz vakit geçirmek istememize karşın rehberimiz Gökhan, "15-20 dakikaya kadar toplanan bulutların yağmur indirmesinin muhtemel olduğunu, biraz hızlı yürüyerek 45 dakika içinde başlangıç noktamıza dönelim" uyarısında bulununca, yürüyüşümüze devam ederek orman içinde sıkı bir iniş yürüyüşü yaparak 16.30 dolaylarında başlangıç noktamıza vardık.

Gökhan’ın sürpriz karpuz ziyafetinden sonra 17.00 de hareket ederek Kızılcahamam yöresel ürünler pazarına indik. Yarım saat kadar süren alışveriş sonrası geleneksel çay-çorba molamızı yaparak saat 20.00 dolaylarında Ankara’ya ulaştık.
Her şeye rağmen çok güzel bir rotada yürümenin, doğayla baş başa bir gün geçirmenin güzellikleri ve gelecek yürüyüşe ne zaman katılacağımızın sohbetleriyle hoş bir günü daha bitirmenin mutluluğunu yaşadık.