31 Mayıs 2016 Salı

NİSAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 8


KİTABIN ADI
Domaniç Dağlarının Yolcusu
KİTABIN YAZARI

Şukufe Nihal

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Timaş Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2011
KİTABIN BASKI SAYISI
11. Baskı   (Orijinal ilk baskı 1946)
KİTABIN SAYFA SAYISI
89 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
9/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
7/10 


Zaman zaman blogda yazdığım “Onları Unutmayın” yazı dizisi kapsamında bir araştırma sırasında, bu kitap referans verildiğinden faydası olabilir diye edindiğim bir kitap.

Şukufe Nihal, günümüzde tanınmayan eski bir kadın gazeteci. O da bir araştırma adına çıktığı ülke gezisi notlarını bir araya getirmiş. Sonuçta araştırmasına dayanak bir bilgi edinememiş olmakla birlikte Mudanya, İnegöl ve Domaniç gibi ilçelerimizin 70 sene önceki durumları, halkın ve yaşamın çekilen siyah beyaz bir fotoğrafını kitapta görüyorsunuz.


Şükûfe Nihal Başar (d. 1896, İstanbul - ö. 24 Eylül 1973, İstanbul), Türk şair, öğretmen, eylemci.
Türkiye’nin önemli toplumsal değişmeler geçirdiği bir dönem olan 1919-1960 yılları arasında şiir, öykü ve romanlar yayımlamış bir edebiyatçıdır.
1919’da Darülfünun’un Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nü bitirerek “Türkiye’de Darülfünun’dan mezun ilk kadın” unvanının sahibi olmuştur. Birçok kadın derneğinde aktif görev alan sanatçı; Türkiye’de kadın özgürlüğünün ilk temsilcileri ve savunucularından birisidir.


30 Mayıs 2016 Pazartesi

ARAP HARFLERİNİN TÜRKÇEYE UYUMSUZLUĞU

Her dilin kendi özelliklerinden doğan bir alfabesi olması gerekir.

Örneğin Çin alfabesi Çince’nin,

Japon alfabesi Japonca ‘nın,

Yunan alfabesi Yunanca’nın özelliklerine uygundur.
Arap alfabesi de, Arapça’nın yapısına uygun seslerden doğmuş, bu sesleri yansıtacak, Arapların anlaşmasını sağlayacak ölçüde biçimlenmiştir.

Türkler, tarih boyunca konuştukları Türkçe’ ye uygun alfabeler kullanırken, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra  Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardı.

Oysa, Arap alfabesi Arapçaya uygundu, Türkçe’ ye değil!..

Prof.Dr. Bernard LEWİS, bu durumu şöyle açıklamıştır:

Arap alfabesi Arapçaya mükemmel uymakla beraber Türkçe’ de Arap yazısının ifade edemediği bir çok şekil ve ses yapısı vardır.” (Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara, 1993, s. 421)

Arap harflerinin Türkçe’ ye uygun olmadığı şöyle açıklanabilir:

Arap harfleri başta, ortada, sonda farklı yazılır. Bu nedenle Arap alfabesindeki 33 harf 99 harf halini almıştır.

Arap alfabesinin sadece ünsüzler  (sessiz harfler) üzerine kurulan bir yapı düzeni vardır. Türkçe’ deki dokuz ünlü (a,o,u,e,e’,ö,ü,ı,i) sese karşı Arapça’ da sadece üç sesli harf (a,i,u) bulunur. Bu durum bir konuyu Türkçe ifade etmekte güçlük yaratmaktadır.
Türkçe’ de bulunan dört yuvarlak sesli ( o,ö,u,ü) için Arapça’ da sadece (u) seslisi vardır. (Not: Arapların ‘Rum’ diye tanımladıkları, esasen ‘Rom’dur, yani Romalı…Rumeli kelimesinin aslı Romeli’dir, ‘Romalıların oturdukları ya da yaşadıkları yer’ demektir!..)

Ayrıca, Arapça’ dan alınmış olan eski alfabede, aynı ses için gereksiz yere birkaç harf mevcuttur. Örneğin; “s” sesi için “se”(üç noktalı), “sin”(dişli) ve “sad” adlarında üç harf vardır. “Sabit”, “sana”, “sanki” sözcüklerinin ilk harfleri birbirine benzemez. Se’nin kullanılacağı Türkçe sözcük yoktur.

Yine “Z” sesi için dört ayrı harf grubu vardır: “zel” (noktalı dal), “ze” ( z), “Zı” (noktalı tı), “dat” (noktalı sat)…

Buna paralel olarak da “zarar”,”zulüm”, “ziraat”, “zeki” sözcüklerinin  ilk harfleri aynı sesi taşıdıkları halde, ayrı ayrı harflerle yazılır. Böyle yazılmazsa sözcüğün anlamı değer taşımaz. (Ömer Asım AKSOY, Atatürk ve Türk Devrimi, Ankara, 1963, s. 13)

Arapça ve Farsça’ dan Türkçe’ ye giren sözcüklerde sesli harflerin kullanılmaması okumayı zorlaştırmaktadır. Örneğin, “kef” ve “lam” harfleriyle yazılan bir sözcüğün “kel” mi, “kil” mi, “gel” mi, “gül” mü okunacağını anlamak çok zordur. Bu sözcüğü doğru okumak için cümlenin gidişine bakmak gerekir.(Sinan Meydan Cumhuriyet Tarihi Yalanları, İstanbul, 2010, s. 477)
Türkçe sondan eklemeli bir dil, Arapça ise çekimli bir dildir. (Zeynep Korkmaz,Atatürk ve Türk Dili, Türk Dili Dergisi, Temmuz 2006,  s. 25)

Arapça’ da sessiz harflerin okunuşu kuralsızdır. Örneğin, “dal” (de) harfinden başka “tı” adı verilmiş olan “t” harfi zaman zaman “de” okunur.”T” için de “te” ve “tı” diye iki harf vardır. “Gayn”(g) ve “Kaf” (k) sessizleri sözcüğe göre “g”, “k” olarak da okunur.

“H” sessizi için üç ayrı harf vardır: “ha” (noktasız), “hı” (hazır).(Sami N. Özerdim, Yazı Devriminin Öyküsü, 1998,  s. 12)

Rık’a, Nesih, Talik, Sülüs, Matbu gibi birçok çeşidi olan Arap yazısının bütün çeşitlerini  okumak uzmanlık gerektiren bir iştir. Bu nedenle Arap harfleriyle okuma yazma bilen birinin önüne gelen tüm metinleri okuması imkânsızdır.

Ömer Asım AKSOY’un tespitine göre; aynı dil ailesi içinde bulunan diller arasında karşılıklı etkiler, alış verişler yadırganmaz, kaynaşma kolay olur. Türk dilini içine alan Ural- Altay (Turan) dilleri ailesi ile Arapça’ yı içine alan Sami dilleri ve Farsça’ yı içine alan Hint- Avrupa (Ârî) dilleri ailesi arasında ise bir ilişki yoktur. Bundan dolayı Arapça ve Farsça sözcüklerin ve kuralların Türk diliyle kaynaşması oldukça zordur. (Ömer Asım AKSOY, Atatürk ve Türk Devrimi, Ankara, 1963, s. 14)

Arap alfabesiyle Türkçe mesaj yazmada da sorunlar yaşanıyordu. Osmanlıcada çoğu sözcük gelişinden okunuyor, anlam bütünlüğü kurularak sonuca gidiliyordu. Örneğin “mükemmel” sözcüğünü yazmak için bugünkü harflerle “mkml” yazılıyordu. Bu yüzden bir sözcük pek çok şekilde anlamlandırılıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa, bu durumu önlemek için yeni bir alfabe kullanmayı denemiş ama başarılı olamamıştı. (Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam,III, İstanbul, 1993, s. 323)

Osmanlı’nın kullandığı Arap alfabesinin bırakılıp, yeni Türk harflerine geçilmesi, Türkçe’nin özleşmesi ve gelişmesi yolunda kuşkusuz en büyük dönemeçlerden biridir.

SON SÖZ:

Harf devrimi, Türk kültür yaşantısını ve yapısını, Arap ve Fars kültür baskısından kurtarıp ulusal kimliğe büründürmüştür.

Osmanlıca öğrenilmesini istemek, Türk fonetiğine asla uymayan Arap harflerinin gündeme gelmesi demektir.

Türkiye’de  (Akademik çalışmalar dışında) tarih öğrenmek için  Osmanlıcaya ve Arap alfabesini öğrenmeye gerek yoktur!..

“Yazı ve dil devrimlerinin Türkiye’yi tarihinden kopardığı” iddiası ise doğru değildir.

Ben Türk’üm, Türk tarihini Türkçe okuyorum; özgün Türk alfabesiyle Türkçe okuyup yazabilmekten büyük onur duyuyorum.

türkçe2 (2)

türkçe2 (1)

(Yazının İlk Yayım Tarihi: 22 Ocak 2015)
https://www.google.com.tr/
aakyol


27 Mayıs 2016 Cuma

NİSAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 7

 

KİTABIN ADI
Telli Yol
KİTABIN YAZARI

Fakir Baykurt

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Literatür Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2016
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   (Orijinal ilk baskı 1998)
KİTABIN SAYFA SAYISI
158 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Türk hikayeciliğinin büyük isimlerinden Fakir Baykurt’un 1984-1997 arası son dönem öykülerinden 22 tanesinin yer aldığı bu kitap bildiğim kadarı ile külliyatının son yayını.

Bir çoğunun kendi gözlemleri olan, önemli bir kısmında alman vatandaşlarının da öykülerinin bulunduğu bu Almanya öyküleri yine insanımızın gurbetteki yaşam savaşları üzerine kurulu.

Büyük yazarı anmak için…


26 Mayıs 2016 Perşembe

NİSAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 6

 
KİTABIN ADI
Bizans’ın Damak Tadı (Tastes of Byzantium)
KİTABIN YAZARI

Andrew Dalby

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ali Özdamar
KİTABIN YAYINEVİ
Alfa Tarih
KİTABIN BASKI YILI
2014
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
264 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Tarih genelinde “Bizans” özel olarak ilgilendiğim dallardan birisi. Buna bir de her tarih kitabında rastlayamayacağınız, tamamen özel araştırma konusu dallardan birisi eklenince benim için mutlaka alınması gereken kitaplar arasına giren bu kitabın, tarih severleri, Bizans tarih meraklılarının ve “Damak Tadı” ve “Gurme” olanların mutlaka edinmesi gereken bir kitap olduğunu söylemeliyim.

“Kentin tatları, kokuları”, “Konstantinopolis’in yiyecekleri ve çarşıları”, “Su, şarap, keşişler ve Gezginler”, “Besin Kategorileri” ve “Beslenme Takvimi” gibi çok ilginç konuların da aralarında bulunduğu ilginç konular meraklısını bekliyor.

Bizans Ordu’sunda askerin temel gıdası olan “Paximida”(Peksimet) gibi ilginç yiyeceklerle karşılaşmak okurların ufkuna açmaya aday….


                                             
Andrew Dalby (born 1947 in Liverpool) is an English linguist, translator and historian who has written articles and several books on a wide range of topics including food history, language, and Classical texts.
Dalby studied Latin, French and Greek at the Bristol Grammar School and University of Cambridge. Here he also studiedRomance languages and linguistics, earning a bachelor's degree in 1970.
Dalby worked for fifteen years at Cambridge University Library, eventually specialising in Southern Asia. He gained familiarity with some other languages because of his work there, where he had to work with foreign serials and afterwards with South Asia and Southeast Asian materials. He also wrote articles on multilingual topics linked with the library and its collections.

Works

·         1993: South East Asia: a guide to reference material
·         1995: Siren Feasts: a history of food and gastronomy in Greece
·         1996: The Classical Cookbook
·         1998: Cato: On Farming (translation and commentary)
·         1998: Dictionary of Languages
·         1998: Guide to World Language Dictionaries
·         2000: Empire of Pleasures: Luxury and Indulgence in the Roman World
·         2000: Dangerous Tastes: the story of spices
·         2002: Language in Danger; The Loss of Linguistic Diversity and the Threat to Our Future Columbia University 329 pages
·         2003: Flavours of Byzantium
·         2003: Food in the ancient world from A to Z
·         2005: Bacchus: a biography
·         2005: Venus: a biography
·         2006: Rediscovering Homer
·         2009: The World and Wikipedia
·         2009: Cheese: a global history



25 Mayıs 2016 Çarşamba

GEZİNİN SONU VE BLOGLARIN YENİ DÜZENLEMESİ

Sanırım izleyenleri sıkacak kadar uzun süren “İtalya Gezi Notları”nı dün nihayet tamamladım. Yaptığım geziler her zaman benim açımdan öğretici ve bilgilendirici olduğundan, gitmeden önce edindiğim bilgileri, böyle gezi yazılarında tekrar gözden geçirip yeni bilgilerle zenginleştirince (izleyenleri bilmem ama) geziler benim açımdan çok daha doyurucu hale geliyor. Kendi kendime de daha bilinçli geziler yapmam için iç telkinde bulunuyor.

Elbette gezi yazılarının uzaması ne yazık ki çok önem verdiğim kitap yorumlarımın “Sözler”e taşınmasına sebep olduğu gibi, güncel olarak paylaşmayı istediğim bir çok yazı da kendisine blogda uzun süre yer bulamadı. Günlük blog girişlerini incelediğim kadarı ile kitap okurları ile ilginç yazı takipçilerinin ayağı biraz kesildi galiba.

Bu  nedenle yarından itibaren bloglarım eski yazı düzenlerine geri dönecek, kitap tanıtımlarım ve ilginç yazılar ile büyük geziden sıra bulamayan birkaç küçük ülke gezimde bir süre sonra bu blogda yer almaya başlayacak. “Sözler”de eski biçimine geri dönerek, sözlerin yaşantımızdaki önemini yine ortaya çıkarmaya ve farkındalık yaratmaya devam edecek.


Sevgiyle kalın…

24 Mayıs 2016 Salı

KISA KISA BOLOGNA - 3

UNİVERSİTA degli STUDİ FACOLTA di GIURİSPRUDENZA   (ALMA MATER STUDİORUM UNİVERSİTA di BOLOGNA, SCHOOL OF LAW (http://www.law.unibo.it/en)

Avrupa’nın en eski üniversitesinin bazı binaları korunmuş ve halen ilginç bir şekilde üniversiteler tarafından korunmakta.



 Bu muhteşem binada okumanın tam bir keyif ve ayrıcalık olduğunu söylemeye gerek var mı?



CANALE a SAN VİTALE

8 Ağustos Meydanı’na doğru yürürken rastlayacağınız bu kanal yine kentin mutlaka görülmesi gereken ilginç noktalarından birisi.
PİAZZA VIII AGOSTO

Bologna şehir gezimizin tren istasyonuna ulaşmadan önceki son durağımız “8 Ağustos Meydanı” oldu. Meydanın Roma İmparatorluğundan beri var olduğu kabul ediliyor. 1219’dan itibaren meydan “Piazza del Mercato” (Pazar Meydanı) olarak anılmaya başlanır.

Çeşitli aktivitelere sahne olan meydan Napolyon döneminde askeri eğitimlerin yapıldığı meydan olduğundan “Piazza D’Armi” olarak anılmaya başlanır. 8 Ağustos 1848’de Bologna yurttaşlarının Avusturya Ordusu’na karşı kazandıkları zaferin anısına “Piazza VIII Agosto” adını alır. Meydanda yer alan anıt halkın anıtı simiyle Pasquale Rizzoli tarafından yapılır.
Günümüzde Cuma ve Cumartesi günleri “La Piazzola” adı altında 400’den fazla standdan oluşan tarihi bir Pazar kurulmakta.
Bu yazımızla birlikte gezimizin anlatım kısımları tamamlanmış oluyor. Geceleme için Modena’ya gidip ertesi gün Bologna Havaalanı'na döndüğümüz  son bölümle gezimiz sona erdi. Bunca zamandır ilgiye değer bulup izleyenlere teşekkür ediyorum.

23 Mayıs 2016 Pazartesi

KISA KISA BOLOGNA – 2

CASA BERÒ (DETTA DEI CARRACCI)

Via Rolandio caddesindeki bu ev, Tirizli pencereleri süsleyen tuğla ve destekleyen asılı kemerleriyle tipik bir 16. Yüzyıl binası olmakla birlikte gerçek bir konak ölçülerinde değil.  Ancak, Bologna Rönesans sivil mimarlığını gösteren  en ilginç örnekler arasında sayılıyor.

 Bir zamanlar ünlü ressamların stüdyosu olarak kullanıldığından “Caracci evi” olarak da anılıyor.
 TORRE degli ASİNELLİ, QUELLA della GARİSENDA

Şehrin sembolü olan bu ikiz kuleler eski şehir sur kapılarına (toplam beş adet) giden yolların kesiştiği yol üzerinde bulunuyor. Yapım yılları tam bilinmemekle birlikte 1109 ve 1119 arasında yapıldıkları tahmin ediliyor.


 Uzun kulenin adı “Asinelli” olup 97,2 metre yüksekliğinde. Yaklaşık 1,3 derecelik eğriliği ile İtalya’nın en yüksek eğri kulesidir.
 Daha küçük kule “Garisenda” olarak adlandırılıyor.
 Kulelerin yaklaşık onbeş metre derinliğindeki temelleri dövülmüş toprak sıkıştırılmış, çakıl ve kireçle kaplanmış. Kulelerin tabanı selenit taş bloklardan oluşuyor.