31 Ocak 2014 Cuma

CORDOBA ALCAZAR (Alcázar de los Reyes Cristianos)

Cordoba’daki gezimizin son noktası yine Cordoba’nın “eski şehir” bölümünün önemli gezi noktalarından birisi olan “Cordoba Alcazar”ı oldu. Blogda Endülüs gezi noktalarımı takip edenlerin bileceği gibi “Alcazar” kelimesi İspanyolca’ya Arapça’dan geçmiş bir kavram arapça’da “Saray” anlamına gelen “Al-Qasr “ (القصر ) kelimesinden bozularak geçmiş. Alcazar, eski şehirde Guadalqivir nehrinin ve Ulucami2nin hemen yanında yer alıyor. Etrafını çeviren surlar Kastilya Kraliçesi 1. İzabella ile Aragon kralı 2. Ferdinand döneminde yapılmış.
Tarihçesine bakacak olursak Ortaçağ öncesi dönemde ilk kez Vizgotlar döneminde bir kale inşa edilmiş. Fas emiri Umayyad döneminde Vizigotlardan alınan kale tamir görmüş. Emevi emirlerinden 1. Abdurrahman zamanında Alcazar bir saray haline getirilmiş. Şehir o dönemlerde politik ve kültürel olarak yükselişe geçmiş. Bağlı olarak saray geniş bahçelerle, hamamlarla donatılmış muazzam bir kütüphane eklenmiş. Guadalqivir nehrine yapılan su değirmenleri ile saraya su çekilmiş.
1236 yılında şehir Hristiyanlar tarafından ele geçirilmiş. 1328’de Kastilya kralı 11. Alfonso kale surlarını güçlendirme işine girişiyor. Bu dönem, sarayın Emevi kimliği yokedilmeye başlanıyor.Ancak yapılan inşaatlar yine de Arap geçmişinden etkilendiğinden karma bir akım olan “Mudejar” stilinde inşaatlar başlıyor.
İzabella ve Ferdinand döneminde Granada’daki saraya benzetme çalışmaları yapılıyor.
İspanya’da Engizisyon döneminde sarayın hamam kısmı işkence odaları olarak kullanılıyor. Sarayın tarih açısından bir önemi de 1492’de Kristof Kolomb’un keşifler için emir ve talimat almak için İzabella ve Ferdinad tarafından bu sarayda kabul ediliyor.
Alcazar, 1810’da bir süre Napolyon ordularının garnizonu olarak kullanılıyor. 1821’de hapishane haline getiriliyor. 1950’lerde İspanyol hükümeti tarafından saray turizme açılıyor ve ulusal anıt olarak tescil ediliyor.
Cordoba Alcazar, elbette Granada ve Sevilla’daki sarayların yanında daha sönük kalmakla birlikte eşsiz mozaiklere sahip. Bahçesi oldukça güzel ve bakımlı olarak korunmuş.
Bundan sonra sizi sarayla baş başa bırakıyorum.



















30 Ocak 2014 Perşembe

ONLARI HİÇ BÖYLE GÖRMÜŞMÜYDÜNÜZ?

Günümüzde artan şehirleşme ne yazık ki bizi doğadan her geçen gün biraz daha koparıyor. Her ne kadar yaşamak ve varlığımızı sürdürmek için sürekli yemeğe gereksinimimiz var ise de artık meyve ve sebzeleri sadece market vitrinlerinde ve çarşı pazarda, tüketime sunulmuş halde görüyoruz.

Toplumun büyük bir kısmı neredeyse her gün tükettiğimiz besinlerin ne doğal hallerini biliyor ve ne de onları doğada yetişirken görmüş durumda. Üreticinin dışında doğaya çıktığımızda birçok bitkiyi tanıyamaz haldeyiz. Bu garip yabancılaşma ne yazık ki, eğitim ve öğretim hayatımızda hiçbir görsel tanıtım ve bilgilendirme yapılmadığı sürece de devam edecek gibi.

İşte aşağıda bazı bitkilerin yetişmekte olduğu ortamlar. Bakalım altlarındaki bilgilendirmeden önce tanıyabilecekmisiniz?
 (TARLADA YETİŞEN ANANASLAR)
 (ENGİNARLAR ÇİÇEĞE DURMUŞ)
 (KİVİLER OLGUNLAŞIYOR)
 (KUŞKONMAZ)
 (PIRASALAR ÇİÇEK AÇMIŞ)
 (HURMA)
 (KAKAO TOHUMLARI ÇİKOLATA OLMAYI BEKLİYOR)
 (KEREVİZ)
 (ÇİĞDEM ÇİÇEĞİNİN ORTASINDAN SAFRAN ÇIKARILACAK)
 (YER FISTIKLARI TOPLANMAYI BEKLİYOR)
 (BROKOLİ TARLASI)
(NOHUT)

29 Ocak 2014 Çarşamba

OCAK AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 1


KİTABIN ADI

Kayıp Bin Yıl – İslam Dünyasında Hiyeroglifler ve Eski Mısır (The Missing Millennium. Ancient Egypt in Medieval Arabic Writings)

KİTABIN YAZARI
Okasha El-Daly
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ümran Küçükislamoğlu
KİTABIN YAYINEVİ
İthaki Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2013
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
215 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Eski Mısır, Firavunlar dünyası ve Hiyeroglifler, Çağdaş Batı Dünyasına, Napolyon’un Mısır seferinden sonra girmiş ve bu medeniyete ait kayıtlar, kaynaklar vs araştırılmaya hiyeroglif dili çözülmeye başlanmıştır.
Ancak İslam Dünyası’nda Mısır’a ve Antik Mısır’a ilgi tüm ortaçağ boyunca sürmüş. Ancak tamamiyle batı dezenformasyonu altında bulunan dünya son iki yüzyıldır bu medeniyetin farkına varabilmiştir. Mısır kökenli yazar, bu kitabında İslam Dünyası’na bir gezinti yaparak tamamen el yazması kaynakların ışığında bilime görsel bir zenginlik katıyor.
9. yüzyıl ile 16.yüzyıllar arasında yaşamış 26 İslam bilgininin geride bıraktığı elyazması eserlerde, neredeyse İslamla ilk tanışan ülkelerden olan Mısır’a özel bir ilgi duyan bilginler bu esrarengiz ülkenin kaynaklarını daha İslamiyetin ilk yıllarında araştırmaya başlamış, hiyeroglifleri okumaya çalışmış, piramitlere girmeye (belki bir kısmı definecilik ve altın hırsı içinde olsa) bu ülkenin geçmiş tarihini araştırmaya çalışmış, geride dünya uygarlığı açısından çok önemli eserler bırakmışlar.
Bir çok resimle de zenginleştirilmiş kitap, Mısır’a ilgi duyan, zamanında İslam Dünyası’ndaki bilgisel zenginliği merak edenler ve tarihçiler için eşsiz bir kaynak.
                                          



28 Ocak 2014 Salı

GARCİA'YA MEKTUP

 -Önce bir açıklama-

Elbert Hubbard'ın Garcia'ya Mektup adlı yaklaşık yüz sene önce yazılmış makalesi tarihin en fazla okunan makalesi olma özelliğini taşır. Milyonlarca kopyası çıkartılmış, bakanlara, cephelerdeki askerlere, devlet memurlarına dağıtılmış bu makaleyi ve makalenin kendisi kadar etkileyici olan yayılma öyküsünü sizlerle paylaşıyorum.

  Yeryüzünde birçok şairin, yazarın şiirleri, öyküleri, romanları, yabancı dillere çevrilmiş, kendi ülkesi dışında da yayımlanmıştır ama
... Galiba yalnızca bir gazetecinin, bir "gazete köşe yazısı" birçok yabancı dillere çevrilmiş ve kendi ülkesi dışında birçok ülkede de yayımlanmıştır. O gazetecinin adi, Elbert Hubbart, o köşe yazısının başlığı ise "Garcia'ya Mektup" tur. Elbert Hubbard'in bu yazısının, yüz yıl boyunca çeşitli ülkelerde yapılan baskısı, yüz milyon adedi aşmıştır.

  Tüm meslektaşlarına örnek oluşturacak bir olgunluk düzeyindeki bu Amerikalı gazetecinin,
 "Philistine" adlı aylık bir derginin 1899 Şubat sayısında yayımlanan bu yazısı, hiçbir olağanüstü özelliği olmayan, sıradan bir çavuşun görev sorumluluğunun öyküsüdür.

  Hubbard'in "Garcia'ya Mektup"undan etkilenen ilk kişi, New York Merkez Demiryolu İşletmesi yöneticilerinden George Deniels oldu. Bu yönetici, "Philistine" dergisindeki yazıyı Genel Yönetmeni'ne okuduktan sonra ondan, bu yazıyı çoğaltıp tüm demiryolu çalışanlarına dağıtmak için izin istedi.

 George Daniels istediği izni aldıktan sonra "Garcia'ya Mektup"u beş yüz bin adet bastırdı ve "Bu çavuşu örnek alınız" ön yazısıyla işletmenin tüm çalışanlarına dağıttı.
  "Garcia'ya Mektup"un varlığı, kısa bir süre sonra Rus Demiryolları Genel Yönetmeni Prens Hilakoff'un kulağına ulaştı. New York Merkez Demiryolu İşletmesi çalışanlarından birinden sağlanan
 "mektup"un bir kopyasını okuduktan sonra Prens Hilakoff, bunun Rusça'ya çevrilmesini ve Rus Demiryolu Şirketi'nin tüm çalışanlarına dağıtılmasını emretti.

  "Garcia'ya Mektup", demiryolu işçilerinden, Rus Ordusu mensuplarının eline geçti. Erler arasında elden ele dolaşan
 mektubu Ordu Komutanları okuyunca, mektubun "resmileştirilmesine" ve tüm ordu mensuplarına dağıtılmasına karar verdiler.

  
Japonlarla başlayan savaş için cepheye giden Rus askerlerin tümünün üniformalarının ceplerinde "Garcia'ya Mektup"un bir kopyası bulunuyordu.

  Japonlar, savaşta tutsak aldıkları Rus askerlerin tümünün ceplerinden çıkan "Garcia'ya Mektup"u görünce bunu ciddi bir incelemeden geçirdiler. "Mektup" Japoncaya çevrildi ve bunun, "Tutsak alınan tüm Rus askerlerin ceplerinde bulunduğu" haberiyle birlikte Japon İmparatoru'na sunuldu. "Mektup"tan imparator da etkilendi ve birer kopyasının Japon Hükümetinin tüm üyelerine dağıtılmasını emretti. Tüm Japon Bakanlar, "Garcia'ya Mektup"u çoğaltıp, kendi bakanlık örgütünde görevli tüm çalışanlara gönderdiler.

 
 ABD Deniz Kuvvetleri mensuplarına 1913'de dağıtılan mektubun özel olarak çoğaltılmış kopyaları ise, Birinci Dünya Savaşına katılan askerlerin önemli bir bölümünün ceplerinde bulunuyordu. Dergide yayımlandığının on dördüncü yılında "Garcia'ya Mektup"un "resmi olarak çoğaltılan" baskısı,   kırk milyona ulaşmıştı.


                                      Garcia'ya Mektup
Elbert Hubbard

  Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya arasındaki savaşın bir aşamasında ABD Başkanı, çok acele olarak Küba'daki isyancıların önderi Garcia'ya bir haber göndermek istedi. Garcia, hangisinde olduğu bilinmeyen Küba dağlarından birinde ve nerede oldukları bilinmeyen onlarca sığınaktan birinde saklanıyordu. Kendisine posta ya da telgraf yoluyla ulaşabilmek olanaksızdı.

  ABD Başkanı'nın ona, ne denli önemli bir haber göndermek istediğini bilen çevresindekiler, Garcia'ya bir haberin, ancak elden götürülebilecek bir mektupla ulaştırılabileceğini bildirmek zorunda kaldılar. Başkanın çaresiz bakışları karşısında yanıt, çevresindeki subaylardan birinden geldi.

  'Benim birliğimde, Rowan adında bir çavuş vardır' dedi. Kimsenin nerede olduğunu bilmediği Garcia'yi o bulabilir ve mektubunuzu kendisine ulaştırabilir.

  Bu yanıta Başkan'ın aklı pek yatmamıştı ama, ortada yapılabilecek başka bir şey yoktu. Rowan çağrıldı. Kendisine, Garcia'ya gönderilecek mektup uzatıldı ve... 'Bunu, Garcia'ya teslim edeceksin' denildi.

  Rowan mektubu aldı, üniformasının yanındaki deri kesenin içine koydu, kesenin ağzını sıkıca büzdükten sonra, göğsünün üzerine kayışla bağladı. Önce Başkan'a selam verdi, sonra komutanlara, en sonra da kendi komutanına selam verdi, dışarı çıktı.

 
 Rowan, yola çıktıktan tam dört gün sonra, gecenin karanlığından da yararlanarak, üstü açık bir kayıkla Küba sahilinin açıklarına vardı. Küba'nın, balta girmemiş ormanlarına dalıp, gözden kaybolduktan üç hafta sonra, adanın öteki yakasında ortaya çıktı. Ülkesinin düşmanı bir ülkeyi, yürüyerek bir uçtan öteki uca geçti ve Garcia'ya, mektubunu teslim etti.

 
 Burada size Rowan'in, Garcia'ya mektubu götürebilmek için ne zorluklar atlattığını, ne tehlikeler geçirdiğini anlatacak değilim. Onun, ne denli kahraman bir asker olduğunu da anlatacak değilim. Yalnızca bir noktayı, hem de çok gereksinim duyduğumuz bir noktayı, iyice belirtmek için yazıyorum size tüm bunları.

  ABD Başkanı'nın makam odasındaki olayı, ana çizgileriyle bir kez daha gözden geçirelim:


  ABD Başkanı Mckinley, Garcia'ya teslim edilmek üzere Rowan'a bir mektup verdi. Ona yalnızca, 'Bu mektubu Garcia'ya teslim ediniz' dedi. Rowan mektubu aldı, göğsüne bağladı, selamını verdi ve odadan çıktı.
  Lütfen dikkat ediniz: Rowan, 'Garcia nerede?' diye bir soru sormadı. 'Garcia kim?' diye bir soru da sormadı. Yaptığı tek şey, kendisine verilen görevi almak oldu. Zaten kendisinden beklenen, onun da yapması gereken buydu.

  Rowan, ülkesindeki her okula heykeli dikilebilecek ve yetişen tüm kuşaklara örnek olarak tanıtılabilecek
 bir 'ölümsüz kahraman'dır. Fakat bugünün gençleri onun kahramanlığından çok, başka bir özelliğini örnek almak zorundadırlar. Rowan'in örnek alınması gereken özelliği, verilen görevi sadakatle kabullenmek, o görevi yerine getirebilmek için hemen harekete geçmek ve görevi eksiksiz tamamlayabilmek için tüm enerjilerini bir noktada toplamak disiplinidir.

 
 Özetle, Garcia'ya gönderilecek mektubu almak, hemen götürmek için yola çıkmak ve mektubu Garcia'ya teslim ederek görevi kendinden beklenildiği güven düzeyinde tamamlamak sorumluluğu ve terbiyesidir.

 
 General Garcia simdi yaşamıyor, fakat yeryüzünde başka Garcia'lar var. Ve o Garcia'lara   gönderilecek başka mektuplar var. Çevremize baktığımızda ise, genellikle güçsüz, isteksiz, gönülsüz ve umursamaz kişilerle karsılaşıyoruz.

  Yönetici olarak görev yaptığınız iş yerinizde, varsayın ki altı yardımcınız var. Bunlardan birini çağırın ve kendisinden söyle bir istekte bulunun:

  'Lütfen benim için ansiklopediye bakıp, Corregio'nun yaşamına ilişkin özet bir bilgi hazırlayın.' Yardımcınız size, 'Peki, efendim' deyip, bu görevi yapmaya hemen gidecek mi?

  Boş yere umutlanmayın. Büyük bir olasılıkla böyle bir şey yapmayacak. Donuk bir ifadeyle yüzünüze bakacak ve size, şu sorulardan birini ya da birkaçını soracaktır:

-O kimdir?
-Hangi ansiklopedi'den bakayım?
-Fakat bu görev benim sorumluluk alanıma girmiyor ki, efendim...
-Bismarck'ın yaşam öyküsünü istemiyorsunuz, değil mi?
-Bunu benden daha kıdemli bir arkadaş yapsa daha iyi olmaz mı, efendim?
-Yaşamı hakkında bilgi istediğiniz bu kişi halen yaşıyor mu, yoksa ölmüş mü, efendim?
-Acelesi var mi, yoksa elimdeki işi bitirdikten sonra yapsam olur mu?
-Ben ansiklopediyi bulup getirsem olur mu, yoksa oradaki bilgiyi aynen kopya çekmemi mi istersiniz?
-Bu kişinin yaşamını niçin öğrenmek istiyorsunuz, efendim?
-Onun yaşam öyküsünde neyi vurgulamamı istersiniz?

 
 Siz tüm bu soruları büyük bir sabırla yanıtlayıp, kendisinden bu bilgiyi niçin istediğinizi, onun bu bilgiyi nereden, nasıl bulacağını tane tane açıkladıktan sonra bile çalışma arkadaşınız, hiç kuşkum yok, kendi bölümüne gidecek ve kendi yardımcıları arasında 'Garcia'ya Mektup'u götürecek bir kişiyi aramaya çalışacaktır.
 Bir stenograf ilanı için başvuranların onda dokuzu, ne imla kurallarını, ne de noktalama işaretlerini kullanmayı bilir. Daha da kötüsü, başvuruda bulunduğu is için bunların 'olmazsa olmaz' kurallar olduğunu aklına bile getirmez. Böyle bir kişi, Garcia'ya mektup götürebilir mi?

 
 Benim yüreğim, evde olduğu zaman da, işten uzakta olduğu zaman da işini yapan adamdan yanadır. Garcia'ya götürmesi için kendisine verilen mektubu alıp, cebine koyan, fakat aptalca sorular sormayan adamdan yanadır. Uygarlık, işte bu çaptaki kişiler için uzun ve biraz da sıkıntılı bir soruşturma dönemidir.

  O her kentte, kasabada, köyde ve her büroda, mağazada ve fabrikada vardır.
 Dünya, işte bu çaptaki kişilerin sorumluluk bilinci ve iş terbiyeleriyle ayakta durabiliyor. Tüm insanlık, evrimini biraz daha, biraz daha hızlandırabilmek için, tüm gücüyle, işte bu bilinç ve bu terbiyedeki, bu çaptaki kişiler için haykırıyor:

'Garcia'ya mektup götürecek kişilere gereksinimimiz var. Hem de en kısa sürede, her yerde ve her zaman...'

27 Ocak 2014 Pazartesi

ARALIK AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

 

KİTABIN ADI
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I-II
KİTABIN YAZARI
Proje Yönetmeni: Doç Dr. Yusuf Sarınay
KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
TC Başbakanlı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2005
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
  1. Cilt= 267 sayfa (Resimler ve orijinal belgelerle birlikte 658 syf)
  2. Cilt= 287 syf. (Resimler ve orijinal belgelerle birlikte 649 syf)
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Çanakkale Savaşları, Alman Enperyalistlerinin zorlamasına yardımcı olan Almancı işbirlikçilerle katılmak zorunda kaldığımız 1. Dünya savaşı’nın ülkemiz açısından en önemli cephesini teşkil eden Çanakkale muharebeleri aynı zamanda ulusal kurtuluşumuzun ilk kıvılcımlarının belirdiği, Mustafa Kemal’in yüksek dehasıyla daha başlangıçta, İtilaf devletleri için bir karabasan haline gelen savaş olup, sırasıyla 18 Mart Deniz Savaşı, 24-25 Nisan ve 8-9-10 Ağustos Muharebeleri ile her cephede Türk’ün zaferiyle sonuçlanan bir destandır.

Elbette, hamasi sözler ve nutuklarla bugün, neredeyse üzerinden 100 geçmiş bir savaşı kavramamız imkansız. Ama günün belgeleri, savaşın tüm detaylarını anlatan birinci elden ve çok değerli kaynaklardır. İşte bu kitabın değeri, savaş sırasındaki belgelerin izinde bu savaşın kavranmasına verdiği destekte ortaya çıkıyor.

İlk Ciltte savaş sırasındaki yazışmalar, basın bültenleri önemli bir yer tutarken 2. Ciltte daha çok savaşın sona ermesinden sonraki yazışmalar, esirlerin mektupları ve daha önemlisi savaş sırasında cepheyi ziyaret eden yabancı gazetecilerin anı-haber niteliğindeki yazıları gerçekten çok önemli belgeler.

Bu kadar yıl sonra baktığımızda gördüğümüz, Türk askerinin her türlü eleştirinin ötesinde mükemmel bir vatan müdafaası, savaşın tüm gereklerine harfiyen uyma, cephede düşmanı öldürmekten çekinmeyen, bu esnada nefsini düşünmeyen, ama düşmanı esir ettiğinde hiçbir kişisel kin duymaksızın esiri “Allahın emaneti” sayıp yemeğini, giysisini paylaşan, gerekirse kendi yürüyüp esiri eşek sırtında geriye nakleden o kutsal insanlarımız, öte yandan emperyalistliğin tüm şımarıklığı ile her türlü haince saldırıdan çekinmeyen, zehirli gaz kullanan, Kızılay çadırlarını ve sahra hastanelerini aylarca her türlü ikaza rağmen bombalamaktan çekinmeyen, İstanbul’a dönen hastane vapularını bombalayan bir düşman.

Ayrıca bu kitapta, ordumuzun cephe gerisinde, her türlü hamasetten uzak ve doğru cephe bilgileri ile basını ve halkı aydınlatan basın bültenleri ile ordumuz açısından her türlü övgüyü hak eden kahramanlarımızı(savaş koşullarındaki sayısız eksikliği sineye çeken, aç kalan ama esirlerini doyuran, okulunu bırakıp genç yaşta savaşa giden liseliler, tüm öğrencileri şehit düştüğü için mezun veremeyen tıp fakültesi ile) destansı halk dayanışması ile küllerinden doğmaya hazırlanan Türk’ü okuyacaksınız.