30 Eylül 2014 Salı

AĞUSTOS AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 1

 
KİTABIN ADI

Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları (Зимние заметки о летних впечатлениях) 

KİTABIN YAZARI
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ergin Altay
KİTABIN YAYINEVİ
İletişim Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2013
KİTABIN BASKI SAYISI
3. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
126  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Dostoyevski, 1862 yılı Haziran ayında, Avrupa’nın en önemli şehirlerini (Berlin, Londra, Paris, Milano vs) kapsayan bir geziye çıkar. Gezi dönüşünde 1863 yılı Şubat’ın kendi çıkardığı Vremya (Zaman) gazetesinde anılarını yayınlar.

Anılar, gezip gördüğü yerleri betimlemekten çok bir izlenimler dizisidir. Kitapta ünlü yazar Saul Bellow’un bir önsözü ile Edward Hackett Car’a ait kısa bir not yazısı yer alıyor.

Dostoyevski’nin kurgu eserler dışına taşan belki de ender yazılarından birisi ve edebiyat kurtları için önemli eser.

29 Eylül 2014 Pazartesi

ARMAĞANLARIMIN SAHİPLERİ

Geçen hafta bloğun 5. Yaş günü sebebiyle iki katılımcıma seçecekleri yazardan bir kitap armağan edeceğimi belirtmiştim. Pazartesi sabahı itibariyle çekiliş anı geldi. Şu anda hala çekilişi yapmadığım için bu satırları yazarken kazananları bilmiyorum.

Çekilişte kazanacak arkadaşlarım okumayı istedikleri yazarı seçecekler. Sadece, elinde o yazarın okunmuş kitabı varsa bunları belirtecekler ki aynı kitabı tesadüfen göndermeyeyim.

Kazananlar, güncel kargo adresleriyle yazar seçeneklerini lütfen bilgehanmerki@hotmail.com adresime mesaj atarak bildirsinler. En kısa zamanda kitapları adreslerine postalanacak. Umarım kendileri için keyifli bir okuma olur.

Adı çıkmayan dostlarıma ise gelecek çekilişlerde başarılar diliyorum. (Bu arada devamlı dostlarım bilirler ama hatırlatayım. Bloğumun yıllık geleneksel ödülleri devam ediyor. Yıl içerisinde her iki bloğuma da en çok yorum yazan ilk üç dostum hediye kitap ile ödüllendiriliyor. Yıl bitimine henüz 3 ayı aşkın zaman olduğuna göre herkesin şansı bir anlamda devam ediyor.)

Gelelim çekilişimize; Benim de şu an itibariyle belirlediğim kazananlarım;

Derya Erkut

mavi

25 Eylül 2014 Perşembe

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 9

 
KİTABIN ADI

İndeki Vaiz

KİTABIN YAZARI
Ergün Poyraz
KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Tanyeri Kitap
KİTABIN BASKI YILI
2014
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
293  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
9,5/10 (Az sayıda dizgi hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
8/10 


Ergün Poyraz yazdığı aykırı kitaplarla siyasal iktidarın hışmına uğrayarak Ergenekon davası kapsamında tam 7 yıl tutuklu kaldı. Ancak bu cefa bile kendisini sürekli yazmaktan alıkoymadı. Artık yazdığı konularda ülkenin en uzman kişilerinden sayılan Poyraz, bu kitabında Fetullah Gülen kişiliğinin gerçeğini açıklıyor.

Gülen, son derece zayıf din bilgisiyle, ancak aracı kıldığı birilerinin desteğinde güçlükle vaiz sınavından geçmiş. İddiların aksine hiçbir zaman müftü olmamış. Gülen’in yazdığı kitaplardaki birbirine aykırı açıklamalardan yola çıkan Poyraz kitabında, Gülen’in din bilgisini, kadınlara yaklaşımını, giderek artan ekonomik gelişmesinin ışığında CIA ilişkilerini gün ışığına çıkıyor.

Zamanın oldukça güncel olaylarının açık arka planlarını okuyarak gerçeği arayanlara oldukça yararlı olacak.

23 Eylül 2014 Salı

5. YAŞGÜNÜMÜZ

Bugün itibariyle blog yaşamında 5 yılı doldurmuş olduk. 156 takipçi ve 424.000 sayfa görüntüsü ile bloğum, kardeşi “Sözler” ile yaşamaya devam ediyor.

Sürekli takipçi olmasa da aralıklarla gelen dostlarımızla birlikte büyük bir aileyiz sanırım. Hemen her gün bir şekilde mutlaka izlemeye çalıştığım pek çok dostun ziyareti benim için olmazsa olmazlar haline geldi.

Yorumsuz da olsa izlemeye aldığım tüm blog dostlarımı ziyaret etmeyi ve hemen her gün pek çok yeni bilgiler öğrenmeyi seviyorum. Daha nice yıllar yazma ve okuma sevinci içimizden eksik olmasın.

Yaş günü kutlarız da hediyemiz olmaz mı? Blogda zaman zaman verdiğim hediyelerin veriliş temaların sürekli değişik olmasını arzuladığımdan bu kez de farklı ve biraz katılımcı bir hediye çekilişi yapayım dedim.

5. yaş günü dolayısıyla 2 dost okurumu kitap hediyesi ile ödüllendireceğim. Yalnız bu kez kazananların aşağıdaki isimlerden istediği yazarı seçmesi şansı olacak. Eğer istediği yazardan okuduğu kitaplar var ise bunları belirterek farklı bir kitap olmasını sağlayabilecek. Türk Edebiyatından 5 ve Dünya Edebiyatından 5 olmak üzere toplam 10 yazarı aşağıdaki gibi listeliyorum;

Orhan Kemal, Mario Levi, Sunay Akın, Ayfer Tunç, Sabahattin Ali, Umberto Eco, İsabel Allende, Stefan Zweig, Dostoyevki ve Jack London

Çekilişimiz, blog dünyasının en az şart taşıyan çekilişi. Tek şartımız yorum kutusuna isim bırakmak. 29 Eylül Pazartesi günü sabah saatlerine kadar bırakılacak yorumlar çekilişe katılacaklar arasında iki kişi yazar seçme hakkına sahip olacak. Tüm dostların desteğini bekliyorum.

22 Eylül 2014 Pazartesi

SUUDİLERDE KADIN

2002-2006 yılları arasında kadın öğretmen olarak Riyad Uluslararası Türk Okulu’nda çalıştım.

Orada yaşamayan, orada yaşananları asla hayal edemez.

Tek başına bir kadın olduğunuz için, 200 metre ilerideki bakkala ya da markete gidemezsiniz.

Şeriat mahkemelerinde, tecavüz ve cinsel tacize uğrayan kadın, hem iffetini koruyamamış, hem de koruyamadığını açıklamış olmakla suçlanır.

Yabancı kadınlar, her an kaçırılma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Suudi Arabistan’da kaldığım sürece bir kez olsun tek başıma sokağa çıkamadım.

Duvarlar arasına kıstırılmışlığın şiddetini, travmasını; balkonsuz binalarda buzlu camlı, demir parmaklıklı pencerenin ardında mahpus Suudi kadınının nasıl bir cehennemde yaşatıldığını gördüm, o cehennemi ben de yaşadım. Suudi şeriat, ulema fetvalarıyla yorumlanır, 10 bin polisle uygulanır.

Mutavva denilen dini ahlak polisi, kadınları hayatın her alanında gölge gibi izleyip şeriata uygun davranıp davranmadıklarını denetlemektedir.
Kadın, "abeye" denilen dış giysiyle tepeden tırnağa örtünmek ve peçe takmak zorundadır. Görevi, evde kalıp çocuklarına bakmak ve kocasını efendi bilip, kulluk kölelik etmektir. İtaatkâr, minnettar, fedakâr, suskun, kaderine boyun eğen kadın, iyi kadındır. Sadece ticaret odaları seçimlerinin serbest olduğu bu ülkede, Suudi kadını oy kullanamaz. Kral tarafından atanan Şûra (danışma meclisi) erkeklerden oluşur.

Mahkemelerde iki kadının tanıklığı bir erkeğinkine eşdeğerdir.

Çoğu zaman tecavüz olaylarında bile kadınların tanıklığı geçerli olmaz. Suudi Arabistan, cinsiyet ayrımcılığını, kadını aşağılamayı kurumsallaştırıp, içselleştirmiştir.

Kadınların siyasal hakları inkâr edilir. Erkeklerin vesayeti ve velayeti altındadır. Kadının yetersiz ve aklının kısa olduğu yolundaki görüş şeriat hükmüne dayandırılır.

Şehirlerarası ve milletlerarası yolculuklara tek başına çıkması yasak olan kadınların otellerde tek başına kalmaları da ahlaka aykırıdır. Baba, ağabey, kocanın yazılı onayı olmadan yurtdışına çıkamaz. Bir erkeğin izni olmadan tedavi için hastaneye bile gidemez.

Sokakta trafik kazası geçirmiş ya da hastalanmış bir kadına eşi, oğlu ve babası dışında hiçbir erkek yardım edemez.
Birinci dereceden akraba olmayan karşı cinsler bir araya gelirse zina yapmış olurlar. Dil, ayak, göz, kulak, el zinası gibi... Ezan makamsız okunur Suudi Arabistan’da, kadın hocanın sesine âşık olmasın diye! Fotoğraf çektirmek yasak olduğu için kadınlara kimlik verilmemiştir 2007’ye kadar.

Çokeşlilik yasal, haftalık, aylık muta nikâh, yani geçici evlilik yaygındır.

Bu da fuhuşun yasallaştırılmış şeklidir. Ama kürtaj yasaktır. Kız ve erkek çocuklar ayrıştırıldığı için, gençler arasında aynı cinse özenti yaygındır.

Sokaklarda kız erkek el ele dolaşamaz, ama el ele dolaşan erkekler görebilirsiniz. Kız öğrenciler eğitimlerinin hiçbir aşamasında erkeklerle aynı sınıfta okuyamazlar.

Kadının siyasete atılması, Suudi ulemasına göre şeytan işidir. Suudiler, İslamın içinden ortaya çıkmış tüm mezhepleri reddederler.
Kendi mezheplerinden olmayan Müslümanları kâfir görürler.

Sanata ve felsefeye düşmandırlar. Yapılar, kişiliksiz görkemiyle krallığın gücünü simgeler.

Suudi Arabistan’da geçirdiğim süreç, benden çok şey götürdü, ancak düşünmemi de sağladı. Kadın sorunları üzerinde daha çok düşündüm, kafa yordum.

Laikliğin geçerli olmadığı bir ülkede demokrasiden söz etmenin mümkün olamayacağını öğrendim. Şeriatla yönetilen İslam ülkelerinde, kadın yaşamının işkenceye eşit olmadığını bana kimse söyleyemez!


Zekiye Yüksel

19 Eylül 2014 Cuma

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 8

 
KİTABIN ADI

Netoçka Nezvanova (Netochka Nezvanova - Неточка Незванова)

KİTABIN YAZARI
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ergin Altay
KİTABIN YAYINEVİ
İletişim Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2012
KİTABIN BASKI SAYISI
2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
217  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Dostoyevski, ilk kitabı İnsancıkların yayınlanmasından sonra 1846’da ilk romanını tasarlamaya başlar. 1846 bazı uzun hikayelerini yayınladıktan sonra Netoçka Nezvanova’nın fikri taslaklarını yapmaya başlar. Parasızlık hiçbir zaman yakasını bırakmadığından daha kitaba başlamadan yayıncısından avans dahi alır. 1849’da kitabı yazmaya başlar. Ama hiçbir zaman bitiremeyecektir. Kitabı yazarken tutuklanır. Uzun süren tutululuk ve Sibirya sürgününden sonra Saint Petersburg’a dönerse de bir daha Netoçka Nezvanova’yı hiçbir zaman eline alıp tamamlamaz.

Bu kitapta yazar, kahramanı Netoçka’nın ağzından 3 farklı hikaye anlatır. 3. Hikaye yarım kalmıştır. Her ne kadar Netoçka’nın hayatını anlatan farklı zaman dilimindeki öykülerse de hikayelerin üslupları dahi farklıdır.

Bu dev yazarı kitaplarıyla keşfederken ilk ve yarım kalmış bu roman denemesinde farklı edebiyat tatları alacaksınız.

17 Eylül 2014 Çarşamba

RAHİP LEPSİUS’UN FAALİYETLERİ

Müttefikimiz Almanyalı rahip Lepsius, en büyük yardımı Amerikan Elçisi’nden almıştı. Elçi Morganthau'nun 9 Ağustos 1915 tarihli mektubuna göre Amerikan Dışişlerine müracaat ederek Lepsius'a bilgi verip veremeyeceğini sormuş ve Lepsius'un desteklenmesi istenince 6 Ağustosta kendisine "kalın bir dosya" vermiştir.(1) Okuyucumuzun unutmamasını istediğimiz en önemli gerçeklerden biri bu olduğunu yeniden vurguluyoruz. Yani Lepsius'un bundan sonraki çalışmalarında dayanak olacak kaynak ve bilgiler, İstanbul'da Amerikan Elçisi Morgenthau ve kilise örgütleri tarafından temin edilmiştir.
Lepsius Almanya'ya dönüşünde "Türklerin çirkin davranışları" konusunda kilise çevrelerinde yoğun bir kampanya başlattı. Tabii müttefik bir ülke aleyhine yapılan bu davranışlar Berlin Dışişleri çevrelerini zor bir pozisyona soktu. Ama Lepsius'u susturmak mümkün olamıyordu. 22 Eylül günü Basel'deki Alman konsolosluğundan gelen bir rapor; geçenlerde İsviçre'yi ziyareti sırasında Ermeni soykırımının tasarlanmış olduğunu, Alman Hükümeti’nin de gerçekleri bildiğini ancak müttefiki olan bir ülkeye etkili olmadığını yazdığını belirtiyordu. (2)
        Lepsius asıl karışıklığı Almanya'da çıkarmaya başlıyordu. Pek çok kaynaktan Alman hükümetine "Ermeni sorununda hükümetin ne yaptığı" sorusu sorulmaya başlanırken; Alman Zeitungsverlag gazetesi müdürü Dr. Faber, gazetesinde olayı nasıl işleyebileceğini soruyor, Ermenistan’dan haber almak için bazı görevliler hazırlandığını belirtiyordu.(3) Bu sırada Van’da Türklerin 150.000 –180.000 insanının Ermeniler tarafından katledildiği ortaya çıkınca Lepsius, Türk iddialarına karşı yapabileceği en iyi direnci gösterdi, reddetti. Ekim 1915’te Berlin’de gazete temsilcilerini topladı ve onlara Türkleri ve bu konuda bir şey yapamayan Alman hükümetini şikâyet etti. Halkı tahrik etti ve “Alman hükümetinin Bab-ı Âli’de hizmetçi muamelesi gördüğü”  gibi çarpıcı ifadelerde bulundu. Basının baskı yapması üzerine Alman hükümeti, Dışişleri Bakanı Zimmerman; Zeitungsverlag müdürü Dr. Faber'e nazik bir mektup gönderdi. Kısaca Ermenilerin sorunları ile gönüllü olarak ilgilendiklerine temas ettikten sonra,“Ermeniler bize kendi çocuklarımızdan ve kardeşlerimizden daha az yakındırlar. Onlar Fransa ve Rusya ile yapılan kanlı mücadelede dolaylı olarak Türklerin askeri desteğinden yardım görüyorlar.” (4) diye bazı gerçekleri hatırlatmak gereğini duydu.
Ekim sonunda Wangenheim’in vefatı üzerine Wolff-Metternich elçi olarak atandı ve İstanbul’a gelir gelmez kendine verilen talimat gereğince “Ermeni sorunu ile” ilgilenmeye başladı. Lepsius sanki bütün Almanya’ya “bir soykırım yapıldığı” iddiasını kabul ettirmiş gibiydi. Özellikle kilise çevrelerinin baskısı hükümeti çok zorluyordu. Ancak Osmanlı Hükümeti doğru bildiği istikametten şaşmadı, her şeyden evvel “Türk halkını iç ve dış tehditlere karşı korumak ilk ve en öncelikli görevleriydi.” Ermenilerse dev bir iç tehdit oluşturuyordu. Hıristiyan ülke temsilcilerinin müracaatları anlayışla karşılanıyordu, ancak bu bir iç güvenlik sorunuydu ve taviz vermek mümkün değildi,  Amerika, İsviçre, Avusturya ve Almanya kilise çevreleri, basın ve siyasiler, 1916–1917 yıllarında bile “Ermeniler konusunda” baskı altına alındılar, teşebbüslere giriştiler, göçmenlere yardım için izin koparmaya çalıştılar. Nisan 1916’da teklif Osmanlı Hükümeti tarafından reddedildi. Çünkü böyle bir yardım, Ermeni toplumunu yeniden dış dünyaya güvenerek yeni isyanlar başlatmasına sebebiyet verebilirdi.(5)
           Lepsius, 1916 yazında “Bericht über die Lage des Armenischen Volkes in der Turkei/ Türkiye’deki Ermeni Halkının Durumu Hakkında Rapor) adlı çalışmasını tamamladı, binlerce Almana ulaştırdı. Postdam’daki protestan mezhebi temsilciliğine 20.000 kopya teslim edildi. Türk Elçisi Hakkı Bey’in Lepsius’un davranışını, düşmanca bir davranış olarak değerlendirmesi ve şikâyeti üzerine hükümet duruma müdahale etti ve Bericht (Mein Besuch in Konstantinopel) adlı yeni risalesinin basımını önledi.  Lepsius’un yapıtları baştan aşağı dinsel motifler taşıyordu. Yazar Ulrich Tumpener, Bericht adlı yapıtın sadece önsöz kısmının bile bütün Osmanlı –Alman dostluğunu paramparça edecek bir dinamit olduğunu iddia etmektedir.
“Hıristiyan âleminin en eski milleti, Türk idaresinde yaşadığı sürece yok edilme tehdidi altındadır. Ermeni halkının yedide altısının mal ve mülkleri soyuldu, evlerinden ve yuvalarından kovuldular ve İslâmiyeti “kabul edenler hariç diğerleri öldürüldüler ve çöle sürüldüler. Halkın sadece yedide biri zorunlu göçten kurtulabildi... Bundan başka, Suriyeli Nestoryanlar ve kısmen Yunan Hıristiyanları da zulümlerle taciz edilmişlerdir.( Okuyucularımız AB Parlamentosundaki Soykırım iddialarının nereden kaynaklandığını artık iyice anlamışlardır.)
Bütün Hıristiyan ulusları arasından sadece Almanya talihsiz Ermenilere yardım hizmetleri verebilir. Biz Ermeni milletinin yarısının boğazlanmasını önlemeye muktedir değiliz. Bizim vicdani isteklerimiz geri kalan yarısını kurtarmaktır. Bu ihtiyaçlar için şimdiye kadar hiçbir şey yapılamadı.
Biz açlık çeken kadın ve çocuklar için ekmek, hasta ve ölenler için de yardım yapılmasını istiyoruz. Dul ve yetimlerden ibaret bir halk, kendilerine yardım etme imkânına sahip yegâne millet Alman haklına ellerini uzatmışlar. Onlara yardım etme arzusunda olan diğer milletler için yollar kapatılmıştır.
Biz geçici bir yardımın değil devamlı yardımın imkânlarını arıyoruz...” Lepsius sonunda bireylerin insanlığa ve Hıristiyan vicdanlarına hitap ederek yardım talep edince. Vicdan sahibi Hıristiyanlar harekete geçtiler. Bunlardan biri “Grand Dushes Luise of Baden” derhal Dışişleri Bakanı Benthman Hollweg’e bir mektup yazarak “neden Alman hükümetinin bir şey yapmadığını sordu ve açıklama istedi.” Lepsius’un çıkardığı kargaşa Alman hükümetini iyice rahatsız etmeye başlayınca onun yurt dışına çıkış izni kaldırıldı. Ama bu karar geç kalmıştı. Lepsius iki hafta evvel Hollanda hududunu geçti ve oraya yerleşti. (6)
         Ancak o güne kadar ki çalışmaları ile Papaz Lepsius ilk başta söylediğimiz şekilde, “tek başına bir ordu” gibi çalışmış, Ermeni meselesinde ismi efsane haline gelmiştir. Ermeniler konusunda anlattığımız gerçeklere rağmen daima ve bütün yabancı yazarlar tarafından birinci kaynak olarak kabul edilmiş ve saygı görmüştür.
Bu gün, Almanya, Fransa, İsviçre gibi ülkelerdeki 1915 yılında bir soykırım yapıldığı iddialarına karşı olan kesin ve inançlı tutumlarının sebebi tamamen bu rahibe karşı duyulan sevgi ve güvendir. Bize göre o çok iyi bir din adamı, bir vaizdir, öyle kalmalı ve öyle kabul edilmelidir. Ama tarihsel gerçeklere sırt çevirerek, sırf “Din kardeşlerini koruma ve onlara destek verme” amacıyla, ülkesinin büyük bir savaştaki en samimi dostu ve müttefiki olan bir ulusa, haksız yere vurduğu darbeler bağışlanamaz, iyi bilinmeli, unutulmamalı ve asla bağışlanmamalıdır.
DİPNOTLAR:
 
(1) Salahi Sonyel, The Great War and The Tragedy of Anatolia, p.155 (Türk Tarih Kurumu – Ankara -2000).
 (2) Fo, Türkei 183, Bd. 38, Consul – General, Basel, to Bethman Hollweg, 22, Sept 1915.
(3) W.Trumpener a.g.e, s. 221. ) Ulrich Trumpener, Germany And The Otoman Empire, (1914-1918) ( Princetown University Press-1968)
(4) Aynı Eser, s.221-226
(5) Aynı Eser, s.238
(6) Aynı Eser S.240-242
 
Dr. M. Galip Baysan

16 Eylül 2014 Salı

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 7

 
KİTABIN ADI

İnsanın Yanlış Ölçümü – (The mismeasure of man)

KİTABIN YAZARI
Stephen Jay Gould
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ebru Kılıç
KİTABIN YAYINEVİ
Versus Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2014
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
175  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
9,5/10 (Az sayıda dizgi hatası var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Gould, son zamanlardaki en değerli Darwinci bilim insanlarından birisi idi. Oldukça genç ve en verimli çağında yitirdik.

Özellikle insanın gelişimi ve zeka konularında tutucu bilim adamlarıyla ve özellikle IQ testlerini yapanlarla amansız bir bilim mücadelesi yürüterek yıllarca yapılan testlerin, gerçekte zekayı ölçmediğini ve deneğin gerçek zekasını yansıtmadığını bulgularla ispatladı.

Bu kitabını ilk kez 1981 yılında kaleme almış. Benzer konulardaki bilimdışı yazıların hız kesmemesi üzerine neredeyse hiç değiştirmeden 1996’da tekrar yayınlamış.

“İnsan” üzerine kafa yoranların kesinlikle okuması gereken bir kitap.
 
Stephen Jay Gould (d. 10 Eylül 1941 - ö. 20 Mayıs 2002), Amerikalı paleontolog, jeolog, zoolog, taksonom ve bilim tarihçisi. Kendi dilinin ve kendi kuşağının en çok okunan popüler bilim yazarlarından birisidir. Yaşamının önemli bir bölümünü Harvard Üniversitesi'nde ders vererek ve New York'takiAmerikan Doğa Tarihi Müzesi'nde çalışarak geçirmiştir.
Stephen Jay Gould'un kitapları arasında Türkçeye çevrilenlerin en bilineni, Darwin ve Sonrası - Doğa Tarihi Üzerine Düşünceler (İngilizce: Ever Since Darwin: Reflections in Natural History, 1977) adlı kitabıdır. Ceyhan Temürcü'nün Türkçeleştirdiği kitap, Tübitak tarafından Popüler Bilim Kitapları serisinde bugüne dek 8 kez basılmıştır. Serinin ikinci kitabı olan Panda'nın Başparmağı (İngilizce: Panda's Thumb, 1980) ise Versus Kitap tarafından yayımlanmıştır.
İletişim Yayınları yazarın Binyılı Sorgulamak (İngilizce: Questioning the Millenium) adlı kitabını 1999 yılında Tuncay Birkan'ın çevirisiyle yayınlamıştır.
Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan ve Jean-Claude Carriére'nin kaleme aldığı Zamanların Sonu Üstüne Söyleşiler adlı kitapta diğer düşünürlerle birlikte Gould ile yapılan söyleşilere de yer verilmiştir.
Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık adlı kitabında, Gould'un 1982'de yayınladığı In Praise of Charles Darwin yazısını Darwin'e Övgü adlı çevirisine yer vermiştir.
Versus Kitap yazarın Yaşamın Tüm Çeşitliliği - İlerleme Mitosu (İngilizce: Full House) adlı kitabını 2009 yılında Rahmi Öğdül'ın çevirisiyle yayınlamıştır. Gould'a göre evrim, en basit canlıların -sonu insana varacak olan- gelişimini anlatmaz. İnsan, evrimin kaçınılmaz bir sonucu değildir. Benzer şekilde karmaşıklığın artışı ve ilerleme de evrimin temel karakteristikleri olarak tanımlanamaz. Kısacası Gould, bu kitapta eleştiri oklarını doğa tarihinin insan merkezci anlayışına yöneltirken, doğal gerçekliğe dair görüşlerimizi kökten bir şekilde yeniden kavramlaştırmamızı da amaçlamıştır.

15 Eylül 2014 Pazartesi

MİLLETLERİN AKRABALIĞI

National Geographic ve IBM işbirliği ile 2005 yılında  uzun soluklu bir genetik antropoloji çalışması başlatılmıştı.  Kısaca “NG Genom Projesi” olarak adlandırılan bu mega-projenin amacı tüm Dünya Ülkelerinde binlerce insandan alınacak DNA örneklerini analiz ederek, Afrika'dan yaklaşık 70 bin yıl önce tüm Dünya'ya yayılan homo sapiens (insan) türünün göç yollarının bir haritasını çıkarmaktır… 
Yüksek hızlarda işlem yapabilen, büyük kapasiteli Bilgisayarlar ve çok hassas yeni nesil fiziksel aygıtlar (spektrometreler, elektron mikroskopları)  sayesinde binlerce yıllık geçmişimizi artık tüm ayrıntıları ile yeniden canlandırabiliyoruz. Bu ölçümlerden öğrenebildiğimiz kadarıyla, ilk atalarımızın genetik yapısı Evrim süreci içerisinde defalarca mutasyon geçirerek değişimlere uğradı. Örneğin başlangıçta sadece tek tip olan Kan grubu (O Grubu kan) zamanla çeşitlendi; ~30 bin yıl önce A,  ~15 bin yıl önce B  ve nihayet ~2 bin yıl önce de AB kan grupları ortaya çıktı. 
Dünya’nın farklı yerlerinde ve farklı koşullarda evrim sürecini yaşayan atalarımız doğal olarak, farklı genetik değişimler geçirdiler; farklı renklere, farklı görüntülere büründüler; göçler ve diğer nedenlerle popülasyonlar arası genetik karışım bu süreci daha da hızlandırdı. Bu genetik değişimleri izlemek için uygun yöntemlerden biri (mitocondrial DNA)  “M-DNA analizi” denen yöntemdir. 
Yaklaşık 2,5  milyar yıldır var olan hücrelerimiz içerisinde, besinlerden alınan kimyasal enerjiyi Hücrenin kullanabileceği ATP (adenozin-tri-fosfat) şekline dönüştüren Mitocondri'ler vardır; toplam 37 genden oluşan bu küçük organel sadece “anneden” çocuğa geçiyor. Mitokondrideki DNA zincirini oluşturan Adenin-Timin(A-T) ve Guanin-Sitozin (G-C) molekül çiftlerinin spekturumu incelendiğinde ana soyundan gelen alt gruplar belirlenebilir. (NG-Genom projesi kapsamında geliştirilen ve ~200 dolara satılan “DNA kitleri” aracılığıyla artık herkes kendi “Ata soy ağacını” belirleyebilir duruma geldi. Afrika’dan itibaren bulunduğunuz yere kadar, 4-6 bin kuşak boyunca, geçmiş maceranızın yol haritasını görebilirsiniz)
Genetik değişimleri izlemek için bir diğer yöntem, “Y-DNA analizi” denen yöntemdir ki, bu da sadece babadan oğula geçen ve cinselliği belirleyen Y-Kromozom analizidir. Y-kromozomu da farklı atadan gelenlerin toplandıkları alt gruplara (haplogruplara) ayrışmaktadır; bu “Y-DNA Haplo-grup” lardan bazılarının Avrupa'da dağılımı aşağıdaki haritalarda görülüyor.  NG-Genom projesi kapsamında Avrupa Ülkelerinde ve bu arada Türkiye'de yapılan ölçümlerden alınan Y-DNA Haplogrup dağılım oranları aşağıdaki Tabloda verilmiştir; bu tabloda görüldüğü gibi, her Ülkede hemen her Y-DNA türünden, az ya da çok, bir miktar bulunuyor…

Ortak Y-DNA oranlarından iki Ülke populasyonu arasındaki genetik ortaklık oranını hesaplamak mümkün; örneğin  İsveç-Norveç arasında genetik ortaklık oranı, bir başka ifade ile “akrabalık derecesi”  %80, Almanya ve Fransa arasında ise % 92 dir. Türkiye'nin akrabalık derecesi Yunanistan ile %75, Bulgaristan ile %63, İrlanda ile %32, Finlandiya ile %18 bulunuyor. (Türkiye-Avrupa ortalaması ~%50)  
Üç Ülke arasındaki genetik ortaklık bağıntısı da ilginç sonuçlar veriyor; örneğin, İrlanda-İskoçya-İngiltere üçlüsünü alalım. İrlanda-İngiltere akrabalık derecesi 0,87 İrlanda-İskoçya 0,96 ve İngiltere-İskoçya 0,90 dır.. Bu 3 Ülkenin ortak genetik oranı 0,86 olduğuna göre,  genetik ortak olmayan populasyon orantısı ne kadardır? 
Bunun yanıtını  Venn-Diyagramı ile verelim; 

İrlanda'da “tipik Ayriş” diye bileceğimiz nüfus kesimi %3 oranında, İngiltere'de “tipik Britiş” diye bileceğimiz nüfus kesimi de en fazla %9 oranında çıkıyor. İskoçya'da ise  “Tipik İskoç” diyebileceğimiz kimse kalmıyor bu tabloda. Oysa İskoçya, kültürü ve yaşam şekli ile diğerlerinden farklı bir Ülke*.  
Bu örneklerden de görüldüğü gibi Irk (uruk) kavramı yerini Millet(Ulus) kavramına bırakmış durumda. (Genetik Evrime paralel Dil evrimini bir başka sefer ele alacağım)  ~70 bin yıl önce Afrika'dan yola çıkan insan, 30 bin yıl öncesine gelindiğinde, gerçi hayli farklı renklere bürünmüş, ırk'lara bölünmüştü; ama, ağırlıklı olarak son 2 bin yıldan bu yana, tüm renklerin karışımı ile yine başa dönüyor ve renksizleşiyor. 
Çağdaş Dünyada “Millet” kavramının Genetik yapı ile bir ilgisi yok!
Sevgilerimle. 
D. ALİ ERCAN





Bu gen haritasında, iri yarı sarışın, mavi gözlü Vikinglerin Beyaz Rusya-Ukrayna-Karadeniz üzerinden Anadolu'ya kadar geldikleri açıkça görülüyor.


Tablo.Avrupa Ülkeleri ve Türkiye'de Y-DNA  haplo grup oranları (binde) eupedia.com 
Ülkeler
T
R
Q
N
I
J
G
E
Diğer
Almanya
10
605
5
10
220
45
50
55
0
Belçika
10
650
5
0
195
50
40
50
0
B. Rusya
0
565
0
100
240
35
15
40
5
Bulgaristan
15
280
5
5
260
140
50
235
10
Danimarka
0
480
10
10
415
30
25
25
5
Finlandiya
0
85
0
615
285
0
0
5
10
Fransa
10
615
5
0
150
75
55
75
15
Hırvatistan
5
325
10
5
435
70
25
100
25
Hollanda
10
530
0
0
240
40
45
35
100
İngiltere
5
710
5
0
210
35
15
20
0
İrlanda
0
835
0
0
120
10
10
20
5
İskoçya
5
810
5
0
140
20
5
15
0
İspanya
25
710
0
0
70
95
30
70
0
İsveç
0
375
25
70
420
25
10
30
45
İtalya
25
430
0
0
100
185
90
135
35
Macaristan
0
480
0
5
265
95
35
80
40
Makedonya
15
260
5
5
275
160
40
215
25
Norveç
0
575
10
25
360
5
10
10
5
Polonya
5
700
5
40
160
25
15
35
15
Portekiz
25
575
5
0
65
125
65
140
0
Rusya
15
520
15
230
155
30
10
25
0
Sırbistan
10
240
15
20
420
85
20
180
10
Yunanistan
45
270
0
0
145
260
65
210
5
Türkiye
25
235
20
40
55
330
110
110
75

*not. Bir başka örnek, Türkiye-Yunanistan-Bulgaristan arasında 3-lü ortaklık şemasına (Venn-Diyagramına) bakılırsa TYB%61 , TB(-Y%1,5  TY(-B)%14  ve YB(-T)%22,5 değerleri bulunuyor... Buna göre Yunanistan'da "tipik grek" diyebileceğimiz nüfus kesimi % 2,5 kadardır. (Tabii başka etki olmadığı varsayımına göre!) Eğer Venn-diyagramlarını bir Ülkenin tüm civar komşularını içerecek şekilde 4-lü 5-li.... 10-lu .. yaparsak  "tipik" bir genetik örnek bulmak olasılığı neredeyse sıfırdır.