28 Mayıs 2013 Salı

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 7


KİTABIN ADI
Halep
KİTABIN YAZARI
Serhat Öztürk
KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Can Sanat Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2011
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
170 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
9/10 

Halep, üç kez gittiğim bir şehir. Gezmesi keyifli, atmosferi , büyüleyici mimarisi, lezzetli yemekleri ve insanlarıyla bende iz bırakan şehirlerden biridir. 

İnternet ortamında söz konusu kitabı keşfettiğimde çok sevinmiştim. Ancak okuduğumda hem yazarın kalemine ve hem de Halep’e bir kez daha hayran oldum. Bildiklerim ve bilmediğim, yeni öğrendiklerimle bu masal kentini bir kez daha dolaştım.

Haksız ve kanlı bir savaş nedeniyle uzun süre görme olanağını yitireceğimiz bu kenti sizler de –olasılıkla- çok uzun süre görme fırsatı bulamayacaksınız. MÖ 3000’lerde ilk Baal Tapınağının kurulmasıyla başlayan Halep kent hayatı, kuşkusuz savaş nedeniyle çok değerini yitirecek. Ama yine de bu kitabı mutlaka bulun ve okuyun derim. Çok şey kazanacağınızdan eminim.

Tanıtımından Alıntı;

“400 yılı Osmanlı egemenliğinde geçmiş, beş bin yıllık bir kent Halep. Yemekleri mutfak kültürümüze, yaşantısı edebiyatımıza, deyişleri (Halep oradaysa arşın burada) dilimize girmiş.

Tuhaftır bunca aşina olduğumuz kent hakkında çok az şey biliyoruz. Serhat Öztürk kitabında, Karagöz’deki kadim dolaba binerek, araklar ve şaraplar eşliğinde Hollywood filmlerine esin kaynağı olan Tanrı Hadad’dan St. Simeon’un hikâyesine, Kapalıçarşı’nın dehlizlerinden kalenin etrafında şekillenen yeni dünyaya, hecin develerinden vişneli kebaba, Araplara bakışımızdaki garbiyatçılıktan Halep Ermenilerine, Neanderthal insanından Ümmü Gülsüm’e bir kültürel coğrafyayı kuşatmaya çalışıyor.

Taş ve zaman üzerine bir seyahatname.”




KÜÇÜCÜK BİR NOT: 
Yarından itibaren 5 günlük Trabzon-Rize-Batum gezisinde olacağım. Pazartesi gününden itibaren yepyeni görsellerle tekrar buradayım.


27 Mayıs 2013 Pazartesi

EVLİLİKLER NEDEN BİTER YA DA DEVAM EDER?

Sevimli bir çift 15 dakika sürecek bir araştırma için Washington Üniversitesi’nde Gottman, psikoloji laboratuarına geliyor. 
Sevgi dolu bu çift laboratuara alınıyor ve evdeki sıradan bir sorun hakkında konuşmaları isteniyor. Çift çöp sorunlarını seçiyor. Evdeki çöplerin dışarıya atılması ile ilgili 15 dakika tartışıyor. 
Bu sırada bütün konuşmalar kaydediliyor. 15 dakika sonunda araştırmacılar, çifte teşekkür ediyor. Çiftler mutlu bir şekilde ayrılıyor. 
Araştırmacılar, videoyu analiz ediyor ve bu çiftin 5 yıl içinde ayrılacağını iddia ediyor. 
Beklenen oluyor ve çift üç yıl içerisinde ayrılıyor. 

% 90 DOĞRULUK

Sadece 15 dakikalık videoları analiz ederek, bir çiftin ayrılıp ayrılmayacağını % 90 doğruluk ile tahmin edilebiliyor.
Hatta daha sonra sadece 3 dakikalık video kayıtlarından tahmin yapmaya başlıyor ve tahminleri %87 doğru çıkıyor. Peki, bunu nasıl yapıyorlar? 

OLUMLU VE OLUMSUZ İFADELER

3 dakikalık her videoyu saniye saniye analiz edip, eşler tarafından sözlü ve beden dili ile ifade edilen olumlu ve olumsuz duyguları sayıyor.
Olumlu duyguların oranı, olumsuz duygularının oranına 5’e 1 ise, çiftler ayrılmıyor. Olumsuz duyguların oranı artıkça ayrılma ihtimalleri de artıyor. Ama bütün olumsuz ifadeler aynı derecede olumsuz etki yaratmıyor. Belirlediği 4 ana olumsuz davranış varsa, boşanma ihtimali çok daha fazla oluyor. Nedir bu dört ana davranış?
1) AŞAĞILAMA 
En büyük negatif davranış aşağılama. Eğer ilişkide aşağılama varsa, ilişkiyi kurtarmak neredeyse imkansız. Saygı olmayınca, ilişkinin temeli çok zayıf kalıyor.
Aşağılama kişinin direkt kimliğine ve var oluşuna zarar veriyor. Verilen mesaj açık: sen sadece ilişkimizde kötü değilsin, sen tek başına kötüsün. Bu durumda çiftler ayrılsa bile, kişinin özgüvenine verilen zarar yıllarca etkisini sürdürüyor.

2) ELEŞTİRİ
Eleştiri, sürekli hata bulma ve yargılama davranışı. Davranışlarından ziyade, kişinin karakteri ve kişiliğini eleştirme. 
Kişi kendisinde bir sorun olduğunu düşünüyor ve ilişkiden kendini kurtarmanın yollarını arıyor.
Kendisinin takdir edilmediği ortamlardan uzaklaşıp, takdir edildiği ortamlara gidiyor. Kendisini işe yaramaz hissediyor.

3) SÜREKLİ SAVUNMA
Ayrılığı getiren diğer davranış da çiftlerin karşı tarafı anlamaya çalışmadan, sürekli kendilerini savunması. 
Her davranışa bahane bulmak, kendi davranışlarını sürekli rasyonelleştirmek, karşı taraf fikrini söylediğinde “sen bunu daha çok yapıyorsun” deyip oku ona çevirmek, karşı tarafı dinlemeden kendi fikrini söylemek önemli savunma davranışları.
Anlama odaklı değil de savunma odaklı olmak ilişkilerde yapılan en büyük hata sanırım.

4) SUSMA
Susma tehlikeli gibi görünmese de en tehlikelilerinden bir tanesi. Bir taraf endişesini söylediği zaman, kişi karşı tarafı tamamen yok sayıyor ya da konuyu başka tarafa çeviriyor.
“Karşı tarafa sen değersizsin” mesajını veriyor.
AYRILMA SEBEPLERİ 
İşte araştırmacılar sadece bu dört davranışa bakarak bir çiftin ayrılıp ayrılmayacağına % 90 doğruluk ile karar veriyor. 
Araştırmacılar bir de şunu keşfediyor. Olumsuz duyguların fazla olduğu ilişkilerde çiftler çok daha fazla hastalanıyor. 
Şimdi siz ilişkinizi değerlendirin ve ayrılma(ma) ihtimalinizi hesaplayın. Bakalım ne çıkacak?

John Mordecai Gottman (born April 26, 1942) is a Ph.D. psychologist known for his work on marital stability and relationship analysis through scientific direct observations published in peer-reviewed literature. The lessons derived from this work represent a partial basis for the relationship counseling movement which aim to improve relationship functioning and the avoidance of those behaviors shown by Gottman and other researchers to harm human relationships. Dr. Gottman is a Professor Emeritus of psychology at the University of Washington. With his wife Dr. Julie Schwartz, Gottman heads a non-profit research institute (The Relationship Research Institute) and a for-profit therapist training entity (The Gottman Institute).

Gottman developed multiple models scales and formulas to predict marital stability and divorce in couples, and has completed seven studies in this field. The predictive studies regarding newlywed couples are most well known

24 Mayıs 2013 Cuma

PETERHOF ( Петерго́ф) - YAZLIK SARAY - 2

Geçen hafta gezmeye başladığımız yazlık sarayın bahçesi gezimizi bugün tamamlıyoruz. Orman içindeki bu kuş köşkü gibi neredeyse bahçedeki tüm birimlerin tek tek Büyük Petro tarafından tasarlandığı belirtiliyor.
 Büyük Petro'nun heykeli.
 Geçen haftaki bölümde belirttiğim, Nazilerin 2. Dünya Savaşı sırasındaki işgallerinde atlarının ahırı olarak kullandıkları deniz köşkü.
Mizahı ve muzipliği çok seven Çar Büyük Petro tarafından tasarlanmış bir gizli fıskiye. Rus rehberler anlatırken ilk olarak espri olarak taşların belli bir insan ağırlığını hissettiğinde gizli fıskiyenin kendiliğinden hareket ettiğini söylediler. Ancak daha sonra koltuk locanın hemen arkasında sadece kasketini gördüğünüz bir görevlinin ayağıyla basarak bir mekanizmayı çalıştırdığı ve suların harekete geçtiği ortaya çıktı.

 Deniz köşkünün arka bahçesinden Finlandiya Körfezi.



 Bahçede zaman zaman havuzların tüm fıskiyeleri aynı anda çalıştırılarak bir görsel şölen yaratılıyor.


23 Mayıs 2013 Perşembe

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 6


KİTABIN ADI
Esirciler Hanı
KİTABIN YAZARI
Rıza Zelyut
KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Bilgi Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2012
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
374 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
8/10 

Tarihi romanlara biraz mesafeli bakıyorum. Özellikle romanda tarihi kişiliklere yer verildiğinde, ne kadar başarılı yazılırsa yazılsın, sonuçta kurulan hayali bir örgü olduğu için bu kahramanların hiçbir zaman doğru konuşturulmadıklarını düşünürüm. Biraz da bu tarihi kişiliğin “tarihe mal olmuş kişiliğinin değiştirildiği ve zihinlere farklı bir kişilik kazındığı” duygusuna kapılırım. 

Rıza Zelyut’un bu romanında da gerçek tarihi kişilikler var. Yalnız sayın Zelyut romanında  bu olayları ve kişileri –konuşturmasına rağmen- daha çok zaman fonu olarak kullanmış.

Romanın kahramanı Kuloğlu Bektaş, araya babasının –eski bir yeniçeri-, tanıdıklarını koyarak Esirciler Hanı’nda kapı bekçisi olur. Günün birinde hana satılmak için getirilen bir Gürcü kızı Mehlika’ya aşık olur. Olayların gelişen örgüsünde araya giren İstanbul Kadısının karısı Ayşe Hatun işleri karıştırır. Tam bu sırada Patrona Halil isyanı patlak verir…

Romanda keyif alacağınız bir unsur, Zelyut’un başarılı çalışmasıyla dönemin “konuşmaları” “adetleri” “malzemeleri” vs pek çok ilginç bilgiler ediniyorsunuz.

Okuduğunuzda keyif alacağınız bir roman.
Rıza Zelyut (d. 1948, Ormancık, Niksar [eski ismi Şadoğlu]), Türk gazeteci, araştırmacı yazar. 

Alevi kökenlidir. 1980 öncesi Türkiye'nin öğretmen örgütü olan Töb-Der örgütlenmesinde aktif rol aldı, yöneticilik yaptı. Tokat, Niksar, Kızıldere Nahiyesi'nde 30 Mart 1972 yılında gerçekleştirilen Kızıldere Katliamı'nın destanını yazdığı ilk kitabı "Sonsuz Yarım Gün" 1980 sonrası Cunta yönetimi tarafından yakıldı ve Zelyut tutuklandı. Cezaevinden çıktıktan sonra Hürriyet Gazetesi'nde gazeteciliğe başladı. Halen Güneş Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmaktadır. Türk gazeteci-araştırmacı-yazar.
Yayımlanan Kitapları

Kitaplarında Aleviliğin tarihsel sürecini kaynaklara dayandırarak ele alır. Anadolu Aleviliğinin İslamın Batıni yorumu olduğunu kabul eder. Hatta İslamın Anadolu yorumu, Türk yorumu olarak Aleviliği işaret eder.

· Öz Kaynaklarına Göre Alevilik

· Halk Şiirinde Gerçekçilik

· Osmanlı'da karşı Düşünce ve İdam Edilenler

· Halk Şiirinde Başkaldırı

· Aleviler Ne Yapmalı?

· Alevilerde Mizah

· Türk Aleviliği

· Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği

· Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği

· Esirciler Hanı


22 Mayıs 2013 Çarşamba

HİBRİD TOHUMLARIN KISA TARİHİ

1930’ların ortalarından itibaren ABD’de hibrid mısır yayılmaya başladı ve on yıl içinde mısır kuşağında açık tozlanan çeşitlerden hibrid mısıra geçiş gerçekleşti, 1965’de ABD mısır ekilişinin %95’i hibrid mısırlara aitti. Açık tozlanan çeşitlerden hibrid çeşitlere geçiş bilimsel bir zorunluluk muydu, yoksa şirketlerin bir tercihi miydi? J.R. Kloppenburg’un “First The Seed” adlı eserinde ikincisinin doğru olduğuna dair epeyce kanıt vardır. Harward’lı genetikçi Lewontin “eğer aynı çaba bu çeşitlere [açık tozlananlar] verilseydi, şimdiye kadar bunlar hibridlere eşit hatta daha iyi olacaktı” demiştir. Hibridler şirketlere çiftçileri tohumdan ayırma olanağını vermiştir.
             1930’lardan önce mısır gösterisi (corn show) adı altında yürütülen yayım ve ıslah çabaları verimde bir çöküşe yol açmıştı. Bunun nedeni bu gösterilerde başarı kazanan mısırların görünüş olarak güzel olmasına dikkat edilmesi idi. Ancak görünüş ile verim arasında bir ilişki olmayabiliyordu. Bunun sonucu uzun yıllar akrabalı yetiştirme yapıldı ve bu verimde çökme yarattı. 1900 yılından 35 yıl sonra mısır verimleri ciddi bir çöküş gösterdi. Hibrid mısırın başarısının arkasında bu durum çok etkili olmuştur. Şirketlerin hibrid üretiminde kullandığı çeşitler kamuya ait idiler. Bu dönemde kamusal araştırmalar ile özel şirketlerin araştırmaları arasında bir ayrım yapılmaya başlandı. Kamuya “temel araştırmalar” denilen bir görev verildi. Özel sektör sözcüleri kamu ıslahçılarını akrabalı yetiştirilen hatlar geliştirmeye zorladılar. Bunlardan hibridler elde edilmesini ise özel sektör yapmalıydı. Hibrid mısır üretimi aynı zamanda yeşil devrim denilen kimyasal gübre, kimyasal ilaç, makine ve yoğun su ile üretimi de teşvik etmeye başladı. Kimse popülasyon ıslahı üzerinde çalışmak için para ve zaman harcamadı. Çünkü popülasyon ıslahı sonucu elde edilecek çeşitler sayesinde çiftçiler kolayca ürünlerinden tohumluk ayırabilecek veya birçok şirket tarafından üretilecek tohumluklar tekelci kârları aşındıracaktı. Hibrid taraflı Amerikan mısır ıslahı diğer ülkelere de transfer edildi. Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü FAO İtalya’da 1947 yılında hibrid mısır okulu yürüttü. Yeşil devrim büyük ölçüde Rockefeller ve Ford Vakıfları tarafından fonlanan uluslar arası Tarımsal Araştırma Merkezlerinde (İngilizce kısaltması ile IARC) uygulandı. Islah edilen çeşitler en iyi topraklara uygun, sağlam saplı, kimyasal gübre ve diğer tarım kimyasallarını kullanmak üzere geliştirildiler. ABD’de hibrid mısırı geliştirenler özel şirketler kurdular. Örneğin Henry A. Wallace 1926’da sonraları Pioner Hi-bred haline dönüşecek olan Hi-Bred Corn Company’i kurdu. Bu şirket de 1999’da Dupont tarafından satın alındı. Hibrid deneyimi daha sonra birçok bitkiye aktarıldı.

Hibrid mısırın geliştirilmesi bilimsel ve teknik nedenlerin özünden gelen bir sonuç değildir. Tam tersine hibritleştirme şeklinde ortaya çıkan bilimsel bilgi sosyal ilişkiler tarafından şekillendirilmiştir. Simmonds şu yorumu yapar: “Hiç kimse büyük popülâsyonları geliştirmek için zamana ve paraya kavuşamadı. Hibrid mısır bir başarıdır, ancak büyük ölçekli çalışmaların onlarca yıl sürdürülmesi ile bu gerçekleşmiştir.” Popülasyon ıslahına aynı çaba koyulsa idi ne olacaktı? Buna iyi bir cevap alamıyoruz. Çünkü hibrid ıslahını kabul etmek için ekonomik dürtü çok büyüktü. Popülâsyon ıslahının hibrid üretiminin altına itilmesi bilimsel nedenlerle kararlaştırılmamıştır. Bunun nedeni politik ekonomidir. Kamu tarımsal araştırması sermayenin hizmeti altına alınmıştır.

4.12.2012

Tayfun Özkaya
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Tarım Ekonomisi Bölümü
Bornova 35100 İzmir

tayfun.ozkaya@ege.edu.tr

EGE ÜNİVERSİTESİ

21 Mayıs 2013 Salı

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5


KİTABIN ADI
Memleket Hikayeleri
KİTABIN YAZARI
Ayfer Tunç
KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
İletişim Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2012
KİTABIN BASKI SAYISI
2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
235 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 

Ayfer Tunç, kitaplarının hemen hepsinde değişik çıkış noktalarından hayatı yakalıyor. Bu kitabında da hikaye-anı-anlatı karışımı birbirinden değerli ve güzel 38 hikayesi ile karşımızda. 

Adı Refik Halit Karay’ın eski ve ünlü kitabına bir anıştırma olan bu kitapta Tunç, çoğunluğu, yazarın memleketi olan Karasu kökenli hikayelerinde insanı anlatıyor. Büyük kısmında geçmişin anılarında yolculuk yapılıyor.

Ayfer Tunç’u yakından tanıyan edebiyat severler ya da "yanımda bir kitap olsa" diyeceklerin, elinden bırakamayacağı güzellikteki bu kitap, günlük yaşamda fırsat bulamayanlar için de mükemmel bir yaz kitabı niteliğinde.

Haydi kitaba diyorum ben de…

20 Mayıs 2013 Pazartesi

BİR DÜRÜSTLÜK ABİDESİ: MUSTAFA KEMAL PAŞA

Siyasi arenada tozun dumana karıştığı, yanlışlarla doğruların sarmaş dolaş ilerlediği günler yaşıyoruz. Atatürk ve arkadaşlarının bin bir zorlukla kurduğu, Türk ulusunu geçen 90 yıllık bir sürede içinde, kendi Ulemasının cehalet ve bilgisizliği yüzünden içine düşürüldüğü ümitsiz, ezik ve geri durumdan kurtaran; çağdaş, demokratik ve Laik düzenin yeniden temelinden sarsıldığını gördüğümüz için, siyasilere ve bu değişimi destekleyenlere karşı kızgın ve küskünüz. Aynı amacı güdenlerin İnkılâpları yapan ve teminatı kabul edilen Türk Ordusuna karşı yapılan maksatlı saldırıları dikkatle ve nefretle izliyoruz. Gerçeklerin görülmemesi için gözler bağlanıyor, duyulmaması için kulaklar tıkanıyor. Böyle günlerde toplumlara genellikle bir panik havası hâkim olur. Bizse herkese soğukkanlı olmalarını ve kimsenin yasaların emrettiği çizgiden sapmadan mücadelelerine öyle gizli kapaklı örgütlerle değil, açıkça devam etmelerini tavsiye ederiz. Hele Atatürk sevgisi ile dolu olup, çağdaş İnkılâplara bağlı olanlar, Atatürk'ün benzer konulardaki tutum ve davranışlarını çok iyi bilmelidirler. Onun en değer verdiği konuların başında Yasalar geliyordu. Yasaların üstünlüğü ve yasalara saygı onun temel ilkelerinden biriydi. 
Belki dikkati çekmez, ancak genellikle askerler bir toplum içinde yasalara en fazla değer veren unsurlardır. Bunun en önemli nedeni, askerliğin temellerinden biri olan “Disiplin” anlayışıdır. Tanım olarak disiplin; kanunlara, nizamlara, emirlere mutlak bir itaat, ast’ın üst’ün hukukuna riayet etmek demektir.(1) Yani askerlikte her şeyden önce yasalar, emirler, hak, hukuk gelir ve askerlerin buna itirazsız, kesin itaati beklenir. Türk Ordusunun Dünya Orduları arasında üstün bir yer edinmesinin en büyük nedeni, ordumuzdaki bu disiplin anlayışıydı. Anlayışıydı dememizin nedeni; radikal sağ iktidarın uyguladığı ağır baskı ve dayanaksız olduğu artık herkes tarafından anlaşılan, tamamen özel olarak seçilip görevlendirilen polis-savcı ve hâkimler tarafından uygulanan tutuklamalar nedeni ile artık öyle olduğunu iddia etmek imkânının kalmamış olduğunu tahmin etmemizdir.
İşte Erzurum’da, daha sonra Sivas’ta ve Ankara’da her türlü maddi olanaksızlıklar içinde, yani en kötü durumda bile askerler yasaların üstün tutulması gerektiğinin en güzel örneklerini vermişlerdir. Erzurum’da bekleyip Mustafa kemal Paşa ekibine katılan, eski Bitlis Valisi Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan itibaren Mustafa Kemal ve arkadaşlarının özel mali işler sorumlusu olmuştur. Grubun bütçesini, maddi ihtiyaçlarını temin etmekten o sorumludur. Yalnız Erzurum Kongresi sırasında elindeki sınırlı bütçe tükenmiştir. Bir yerden para bulmak lazımdır. Hatta Temsil Heyeti seçilmişse de, seçilen Heyetin Sivas’a gidecek parası kalmamıştır. 
Radikal Dinci örgütler; Milli Mücadele dönemiyle ilgili olarak Halife- Padişah Vahdettin Efendiyi ihanet ithamlarından kurtarmak için “bir sandık altın” hikâyesi uydurmuşlar ve bu yalanı kendi gazeteleri ve TV. lerinde sanki gerçekmiş gibi tekrarlamaktan büyük keyif almaktadırlar. Zaman zaman bu yalan pervasızca bazı taraflı köşe yazarları tarafından da tekrarlanmaktadır. Mesela daha birkaç yıl önce Sabah Gazetesinde kendisine kocaman bir köşe tahsis edilmiş olan ve Atatürk’e ADAM şeklinde hitap edilmesine destek veren (31.2.2008 Sabah Gazetesi) Nazlı Ilıcak Mustafa Kemal Paşaya verilen 40.000 altından bahsediyor ve Milli Mücadelenin bu para ile başlatıldığını iddia ediyordu. Merak ediyorum acaba gerçekleri öğrendikleri zaman bu gibi iddia sahipleri utanma hissi duyabilecekl midirler? 
Mustafa Kemal Paşa, Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak 17 kişilik karargâhı ile İstanbul’dan ayrılırken üç aylık ödeneklerini de almışlardı. ( Her halde bahsettikleri para bu olsa gerek, minik maaşlar, resmi yolluk ve yevmiyeler) . Genellikle böyle Görev alan herkes, her şeyden önce geride bıraktığı aile fertlerinin geçimini düşünür ve zaruri masraflar dışında maaşın büyük bir kısmı ailelerine bırakırlar. Bu nedenle alınan ödenekler kısa zamanda tükendiğinden Amasya’dan Erzurum’a geliş, Mustafa Kemal’in tüm askerlik hayatı boyunca biriktirdiği paradan arta kalan 800 liranın harcanmasıyla sağlanabilmişti.(2) Mustafa Kemal Paşa’nın para ile başının hoş olmadığı öteden beri bilinen bir husustur. İstanbul’dan ayrılmadan önce, savaş meydanlarında maaşıyla biriktirebildiği parasının tümüne yakın bir kısmını (3000 lira) ticaretle çoğaltmayı teklif eden uyanık bir vatandaşa kaptırması(3) bu konuda onu iyice güçsüz bırakmıştı.
Erzurum’da kongre yapabilmek için ihtiyaç duyulan parayı temin etmek amacıyla Mazhar Müfit bölgedeki resmi bankalardan 1000 lira borç alınmasını teklif eder ve aralarında şu ilginç konuşma geçer; 
Parayı nasıl alacaksın? 
Çok kolay sizin istediğinizi söyleyeceğim. Sizin borç olarak istediğinizi söyleyeceğim hemen verecekler. 
Hangi sıfatla borç isteyeceksin? 
Ordu Müfettişi sıfatı ile. Buralarda size 1.000 lira vermeyecek kurum tanımıyorum. 
Biliyorsunuz ben bu görevden alındım. İstifa edince Paşalığım da kalmadı. Ben de sizler gibiyim ve yasalar önünde hiçbir hakkım yok. Vazgeçiniz. 
Mazhar Müfit Mustafa Kemal’in çekilen bütün sıkıntılara rağmen yakınlarının bölgedeki bankalardan borç alma teklifini kesinlikle ret ettiğini gururla belirtmektedir.(4) Erzurum’da kritik günler yaşanmaktadır. İstanbul Hükümeti İşgal Gücü Komutanlarının tavsiyesi ile Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kontrol altına alınıp İstanbul’a gönderilmesi amacıyla Erzurum Valisini değiştirmiştir. Mustafa Kemal Paşaya, davaya bağlı olmasında şüphe edilen Erzurum’un yeni valisi Reşit Paşa’nın Trabzon’dan gelirken “icap ederse Kop dağında temizlenmesi” teklifi yapılır. Bu teklife sinirlenen Mustafa kemal bu teklifi yapan Rize temsilcisi Hoca Necati Bey’e şu anlamlı cevabı verecektir. 
Hocam ne diyorsun, haydutlar gibi yol kesip adam mı vuracağız. Bu memlekette hükümsüz vatandaş öldürülemez. Vatandaş ancak mahkeme kararıyla cezalandırılır. Devlet adamının böyle düşünmesi lazımdır.”(5) 
Kongrede alınan bölgesel kararların Sivas’ta yapılacak kongrede bütün ülke için genelleştirilmesi lazımdır. Bunun için Temsil Heyeti ve Mustafa Kemal mevcut zorlukları aşarak Sivas’a doğru yola çıkmak istemektedirler. Sıkıntıların başında yolları kesen çeteler, İstanbul’a bağlı resmi kurumların muhalefeti ve maddi güçsüzlük vardır. Bu sıkıntı içinde para sorununu yaşlı bir askerin olağanüstü fedakârlığı çözecektir. Olayı Kongrenin hazırlayıcılarından biri olan Cevat Dursun oğlu şöyle açıklamaktadır: 
“O gün Mustafa Kemal Paşa’nın yanından gelen Kazım (Dirik), arkadaşlara Paşa’nın yola çıkmasını sağlamak için bizim para temin etmek vazifemiz olduğunu hatırlattı. Hiç birimizde de para yoktu. Hepimiz kutilayemut (ölmeyecek kadar) yaşayabiliyorduk. Paşa’ya hiç olmazsa bin lira kadar bir para temin etmeliydik. İlk tedbir olarak çoluk çocuğumuzun ziynet eşyasına başvurmayı hatırladık… Heyeti faale azasından emekli Binbaşı Süleyman Bey Hızır gibi imdadımıza yetişti. Süleyman Bey “Çocuklar benim tasarruf edilmiş dokuz yüz liram var. Altmışını geçmiş bir adamım. Allahın rızasından, milletin selametinden başka hiç bir dileğim yok. Bu parayı size veririm. Fakat bu parayı verdiğimizi ne Paşa ne de başkası bilmeyecek. İleride Müdafai Hukuk’un parası olursa verirsiniz., olmazsa helal olsun” dedi. Hepimizin gözleri yaşarmıştı. Yüz lira da aramızda toplayarak bin lira yaptık ve Kazım Bey vasıtasıyla Paşa’ya ulaştırdık.”(6)
Yollarını kesecek çetelerle ilgili aldıkları karar çok düşündürücüdür. Bir avuç insan Sivas yolu üzerinde kendilerini önlemeye çalışacak eşkıya ve çetelerle vuruşarak geçeceklerdir. Hayatta kalan Sivas'a ulaşan oraya gelenlerle Kongreyi başlatacaklardır. 
Özetle belirtmek gerekirse Mustafa Kemal Paşa Radikal Dinci kesim yazarlarının iddia etmeye çalıştıkları gibi, ne kanunsuzluklara ne de kendine ve yakınlarına bir zaman imkân vermemiş, yaşadığı dönemin Dünyasının ve Türk tarihinin ender liderlerinden biridir.

DİPNOTLAR:

(1) İsmet Polat can, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliği, Askeri Ceza Kanunu Md. 13, s.30 (İstanbul 1984)
(2) Alptekin Müderris oğlu, Kurtuluş Savaşı Mali Kaynakları, s.156 (Yapı Kredi ankası, İkinci Baskı, İstanbul–1981)
(3) Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri, s.50–54 (Kültür Bakanlığı, Ankara–1981)
(4) Mazhar Müfid Kansu: Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber-I, s.172–173 (TTK, Ankara–1988)
(5) Cevat Dursun oğlu: Milli Mücadelede Erzurum s.117–118 (Ankara–1946)
(6) Cevat Dursun oğlu, s.137–138; A. Müderris oğlu, s.158

Dr. M. Galip Baysan

17 Mayıs 2013 Cuma

PETERHOF ( Петерго́ф) - YAZLIK SARAY - 1

Saint Petersburg’un, otobüs ile yaklaşık yarım saat mesafesinde bulunan, Peterhof Sarayı, Büyük Petro tarafından yaptırılan görkemli bir saray. Ayrıca önündeki geniş bahçeleriyle ünlü. Rusya’nın Versailles’ı olarak anılan saray aynı zamanda Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor.
Finlandiya Körfezine bakan, ve Büyük Saray (Bolshoi Dvorets) olarak adlandırılan yapı, ilk kez 1705’lerde planlanmaya başlıyor. 1714’den itibaren yapımına başlanan saraya, Petro büyük önem veriyor. Özellikle bahçesindeki, havuzlardan, kuş köşküne, su oyunlarından kendi heykeline kadar tüm planlamayı yaptığı söyleniyor. Tüm yapılar bahçesiyle birlikte 1725 lerde tamamlanıyor.
Peterhof Sarayı, tıpkı diğer yazlık sarayın bulunduğu Tsarskoye Selo’daki saray gibi 1941-1944 arası işgalci Nazi orduları tarafından üs olarak kullanılmış. Saldırı öncesi, bahçede yer alan heykellerden büyük kısmı atılan bombalardan etkilenmemesi için halk tarafından sökülerek suya gömülerek saklanmış ve savaştan sonra eski yerlerine dikilmişler.
Naziler, bulundukları dönemde bahçenin büyük bir kısmını tahrif etmişler ve kıyıdaki köşkü atlarının ahırı olarak kullanmışlar.
Saray ve bahçe son kez, 2003 yılındaki Saint Petersburg’un 300. Yaş kutlamalarına hazırlık olmak üzere 1997 yılında tümüyle bir genel onarıma sokulmuş.
Zaman darlığı sebebiyle Sarayın içini gezme imkanımız olmadı. Bahçeye giriş ile saraya giriş ayrı ücretlere tabi. Sarayın içinde ünlü Rus ressam İvan Ayvazovsky’nin çok sayıda tablosu bulunuyor.
Bahçede keyifli gezmede sizi yalnız bırakıyorum. Haftaya da gezmeye devam edeceğiz.








16 Mayıs 2013 Perşembe

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4


KİTABIN ADI
Tanrılar Doğduklarında (When The Gods were born)
KİTABIN YAZARI
Carolina Lopez-Ruiz
KİTABIN ÇEVİRMENİ
Hamide Koyukan
KİTABIN YAYINEVİ
İthaki Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2012
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
235 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10  
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 

İthaki Yayınlarının, tarih-mitoloji serisinden çıkan bir başka zengin içerikli eser daha huzurlarınızda. Walter Burkett’in kitabını tanıtırken aktardığım gibi, batının, “Uygarlık Yunan’da başladı” tezinin hızla çürümesiyle birlikte çok değerli eserler ortaya çıkmaya başladı. Tarihin gerçekten filizlendiği “Bereketli Hilal”den çıkan bulgular, bildiklerimizi –bize öğretilenleri- sarsmaya devam ediyor. Yazar, Burkett’in izinden giderek bu kez, tanrıların doğuşunun kökeninin de Ortadoğu olduğu ve hatta Olympos tanrılarının kaynaklarının Yakındoğu tanrılarında olduğunu ispatlayan olguların izlerini sürüyor. 

Yunan-Fenike etkileşiminin izinde, Hesiodos’un “Teogonia”sını satır satır didikleyen yazar Yunan ve Yakındoğu Soy mitlerinin ortak kökenine iniyor.

Kozmogoniler, Kutsal Ağaç ve Kutsal Taş kavramlarının tarihsel yolculuğundan, tarihin, arkeolojinin, mitin doyumsuz zevkine varmak istiyorsanız aradığınız ve defalarca açıp tekrar tekrar okuyacağınız çok keyifli bir bilgi hazinesi.

Demedi demeyin…


Carolina López-Ruiz
Faculty

Associate Professor, Director of Graduate Studies
Personal Statement

My research focuses on understanding Greek culture in its broader ancient Mediterranean context. Only by leaving aside theoretical limitations (such as the dichotomy between Indo-European and non-Indo-European languages, artificially extrapolated to other cultural features) and looking to the human and historical sphere in which such cultural exchanges and processes of integration and adaptation actually took place can we advance our understanding of Near Eastern and Greek interaction on a new footing.

Areas of Expertise

· Greek and Near Eastern interaction and colonization

· Archaic Greek literature and Classical Mythology

Education

· Ph.D. University of Chicago 2005

· Hebrew University of Jerusalem 1995-96

· M.A.-B.A. Universidad Autónoma de Madrid 1995





15 Mayıs 2013 Çarşamba

TAKAS KİTAP

Kitap okuma ben de uzun yılların alışkanlığı. Artık bir anlamda yaşantımda olmazsa olmazlardan. Yılların birikimiyle nispeten orta irilikte bir kütüphaneye sahibim. Okuduğum halde kitaplarımı dağıtmayı sevmiyorum. Dostlarımda kitaplığımdan ödünç de olsa kitap vermeyi sevmediğimi bilirler. 

Ancak zaman içinde insan seçici olmaya başlıyor. Bazı kitapları gözden çıkarabilmeyi kabullenmeye başlıyorum. Bu belki yer darlığından ve belki de daha önemlisi –blogda yazdıkça, kitap tanıtımı yaptıkça ve diğer bloglardaki kitap tanıtımlarını izledikçe- zaman içerisinde sevdiğin bazı kitapların başkası tarafından okunup sevilebileceğini ve hatta istenebileceğini düşündürmeye başladı. Bu nedenle de bir süredir elimdeki bazı kitapları –elbette okunmuş ikinci ek sayılacak kitapların- başkasının faydalanmasına sunmanın yararlı olabileceğini düşünmeye başladım.

Bunların hemen yer yerde bulunması kolay olanlardan ziyade, biraz sahaf tadında, eski baskı olmalarının da kitapseverler açısından sevileceği düşüncesiyle nispeten eski bası ve az bulunur kitaplardan seçmeyi düşündüm.

Fakat bir gün, yakın zamanda benim bu takas düşüncemin daha önce hayata geçirildiğini ve pek çok blogger tarafından uygulandığını sevgili flzpink in bloğunda görünce hem şaşırdım ve hem de sevindim. Bu nedenle ben de deneme niteliğinde bir takas listesi yaptım.

Takas kitaplarım: 

1- VİSKİ Çetin Altan - Bilgi Yayınevi 1975 Baskı

2- DENEMELER Simone De Beavoir - Payel Yayınevi 1976 Baskı

3- NÜ PERİDE Hakan Akdoğan – Can Yayınları 1998 Baskı

4- SİMYACI Paulo Coelho – Can Yayınları 1997 Baskı

5- GENİŞ ZAMANLAR Ayşe Kulin – Remzi Kitabevi 1998 Baskı

6- YÜZÜN YARISI GECE Muzaffer Buyrukçu – Bilgi Yayınevi 1994 Baskı

7- CİNSEL ZORBALIK Susan Brownmiller - Cep Kitapları 1984 Baskı

8- BU FİLMİN KÖTÜ ADAMI BENİM Murat Gülsoy – Can Yayınları 2004 Baskı

Takas koşulları:

Diğer bloglarda takas için ne gibi koşullar var bilmiyorum. Ancak şimdilik benim takas önerilerim şöyle, istediğiniz kadar takas önerebilirsiniz, elbette aynı anda çok kitap istemek kargo avantajını yanında getirecek. Takas önerenin kendi takas kitapları arasından ben karşılık seçim yapacağım. (İçlerinden seçebileceğim kitaplar olmasını temenni ediyorum.) Seçimleri ve görüşmelerimizin detaylarını bilgehanmerki@hotmail.com adresime yazacağınız mesajlarla kesinleştireceğiz. Elbette ilk takas isteyen ve ilk kitap tercihinde bulunanın ilk seçme hakkı olacak. Takas edilen kitabın gittiğini blogdan bildireceğim. Takas listem 1 ay geçerli kalacak. Yeterli destek aldığım takdirde devam ettirmeyi düşünüyorum.

Takasa varmısınız?