27 Nisan 2011 Çarşamba

PEKİ SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

22 Nisan 2011 günü açıklanan CHP Seçim Bildirgesi'nde ABD ve NATO bölümleri:
Sayfa 126:


"Türkiye'de artış gösteren Amerikan karşıtlığını dengelemek için Türkiye ile ABD arasında öğrenci, işadamı, yerel yöneticilerin değişimi, ortak kültürel ve sanatsal etkinlikler etkinlikler düzenlenmesi gibi toplumsal güven artırıcı önlemleri hayata geçireceğiz."


"ABD ile stratejik ve askeri ilişkilerle sınırlı olmayan, dengelenmiş, ekonomik ve kültürel etkileşime açık yeni ve çağdaş bir ortaklık tesis edeceğiz."


 CHP, ABD ile olan mevcut ilişki düzeyini yeterli görmeyerek daha da genişletmek istemektedir.

"İttifaklar" bölümünde:


"Türkiye'nin üyesi olduğu uluslararası kuruluşlara sadece kendi ulusal sorunlarımızda değil, bu kuruluşların etki alanına giren tüm konularda etkin katkılarda bulunacağız"


"Etkin bir üyesi olduğumuz NATO ile ilişkilerimizi güçlendirerek sürdüreceğiz. NATO'nun caydırıcı bir güç olarak barış ve istikrarın korunmasına ilişkin görevini etkili bir şekilde yerine getirmesini günümüz koşullarında NATO'nun konumunun uluslararası barış ve güvenliği koruma yönüne daha fazla ağırlık vererek yeniden belirlenmesini destekleyeceğiz"


Görüldüğü gibi, NATO'nun diğer ülkelere saldırmasını öngören yeni stratejisini desteklemektedir. ( CHP, Libya tezkeresine onay vererek bu konumunu pratikte de göstermiştir.)


CHP, Altı Ok yerine NATO okunu kuvvetlice programına yerleştirmiş oldu.


CHP Milletvekili Şahin Mengü:
"CHP Seçim Bildirgesinde Amerikan karşıtlığını dengelemek için yapılacakların yer alması garip bir durum. CHP tarihinde böyle bir durum olmadı"


 Bu partinin kurucusu Mustafa Kemal ne diyor?


Efendiler! Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!

İstiklali tam, bizim bugün deruhte ettigimiz vazifenin ruhu aslısıdır. Bu vazife bütün millete ve tarihe karsı deruhte edilmiştir. Bu vazifeyi derihte ederken, kabiliyeti tatbikiyesi hakkında şüphe yok ki çok düşündük. Fakat netice olarak hasal ettiğimiz kanaat ve iman, bunda muvaffak olabileceğimize dairdir. Biz böyle bir ise başlamış adamlarız… Biz yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz... İstiklali tam denildiği zaman tabiki siyasi, mali iktisadi adli, askeri, her hususta istiklali tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklalden mahrumiyet millet ve memleketin hakiki manasıyla bütün istiklalin mahrumiyeti demektir.


 • Millî egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.



* Temel ilke Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan ötürü, ya bağımsızlık ya ölüm! (Nutuk, 1919, I, S. 13)


• Yabancılardan insaf ve iyilik dilenmek gibi bir ilke yoktur. Türk ulusu, Türk ilinin gelecek çocukları bunu bir an olsun akıllarından çıkarmamalıdır.



• Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.

PEKİ SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

26 Nisan 2011 Salı

AFORİZMALAR

(Zamanın, tecrübenin imbiğinden geçmiş bazı sözler doğruluğunu, anlatmak istediğini hiçbir zaman yitirmez. Her an canlıdır, can alıcı noktalara vurmaya devam eder. İşte onlardan bir seçki…)

- Ne kadar yaşlı olursanız olun, bir daha olamayacağınız kadar gençsiniz...
- Yeni arkadaşlar edinin, ama eskilerini de kaybetmeyin!
- Birisinin en iyi arkadaşı olun!
- Her savaşı kazanmak zorunda değilsiniz...
- Bağışlamayı öğrenin ve bunu alışkanlık edinin.
- İyimser olmak her şeyden memnun olmak anlamına gelmez!


- Kimin doğru olduğunu değil, neyin doğru olduğunu saptamak için tartışın.

- Bir dostluğu asla çantada keklik sanmayın...
- Yaşamda önemli olan dönüm noktaları değil, yaşanılası anılardır...


 - Yarın, geri kalan ömrünüzün ilk günüdür.

- Yaşamda denetleyebileceğiniz şeyleri denetleyin; denetleyemediklerinizi de kabul edin.
- Zaman değerli bir şeydir; hayır demekten çekinmeyin.
- Gelecek heyecanla, geçmiş nostalji ile anılırken, yaşadığımız anın koşuşturma ile akıp gitmesine izin vermeyin...
- Hayat, yenilen kazıkların bileşkesidir.
- Varlığın ile yokluğun arasında fark olsun...


- Dünyayı daha iyi bir yer yapabilmek için hiçbir zaman çok yaşlı değilsiniz.

- Nasıl ve ne zaman öleceğinize siz karar veremezsiniz, ama nasıl yaşayacağınız kendi elinizdedir...
- Size saklanılması için verilen sırları saklayın!
- Cansız alem değişime, canlı alem gelişime uğrar...

25 Nisan 2011 Pazartesi

NİSAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 2

 KİTABIN ADI : Korkak Abdul’den Coni Türk’e GELİBOLU 1915

KİTABIN YAZARI:  Erol Mütercimler
KİTABIN ÇEVİRMENİ -
KİTABIN YAYINEVİ : Alfa Yayınları
KİTABIN BASKI YILI : 2005
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 672 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ:  9/10 (Dizgi hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM: Erol hocanın kitabın önsözünden belirttiği gibi, aslında Çanakkale savaşının 100. yılına hazırladığı bu kitap yayınevinin isteği üzerine 95. yıl anısına çıkarılmış.
Kitap, Çanakkale savaşının tüm yönleriyle ele alıyor, pek çok gerçeği ortaya koyduğu gibi bir çok masal ve hurafenin asılsızlığı sergiliyor.
Kitap bir savaş güncesi gibi yazılmamış. 18 Mart deniz savaşından sonra belli başlı muharebeleri ayrıntısı ile ele alınmış. Önemli bir özelliği savaşın aynı anlarını hem Türk tarafının ve hem de İngiliz tarafının anlatımlarından, karşılaştırarak anlatmış. Aradaki bazı farklara da işaret etmiş.
Kitap, Mustafa Kemal gibi bir dehanın, savaşın seyrini ne denli çevirebildiğini hem 25 Nisan çıkarma gününde ve hem de Ağustos ayı Conkbayırı muharebelerinde gösterdiği inanılmaz öngörü, taktik ve stratejiyi detayıyla anlatıyor.
Kitapta Mustafa Kemal’in Çanakkale savaşları sırasında yazdığı bir savaş raporundaki inanılmaz kehanetini, kitabı okuyarak bulmayı da size bırakıyorum.
“Çanakkale Savaşları, Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözüdür” söyleminin dahi, biz Türk gençleri olarak bu savaşı tüm detayları bilmemizin zorunlu olduğunu göstermesi kadar, tüm savaş tarihlerinin "Çanakkale 1915" olan Anzac’lardan çok daha fazla Ata’larımıza sahip çıkmamızı da gerektirmiyor mu?

22 Nisan 2011 Cuma

PSİKOPATLAR NİÇİN ÇOĞALIYOR?

32 yaşındaki oğlu için gelen anne şikayet ediyor:
"Doğru dürüst okumadı ama okul bitti. Şimdi de iş beğenmiyor. Bulduğumuz işlere 'yorucu, bana yakışmaz, bu paraya çalışılır mı' gibi gerekçelerle gitmiyor. Bütün gün evde. 'Onu getir, bunu al' şeklinde emirler veriyor. Yapmak istemediğimizde 'Beni doğurdunuz, yapmak zorundasınız, çocuğunuz değil miyim?' diyor. Direnirsek üstümüze yürümeye başlıyor. Artık korkuyoruz. Ne yapabiliriz?"
Bir başka anne benzer şeyleri henüz 16 yaşındaki oğlu için anlatıyor. Her sabah özel şoförün okula götürdüğü, haftalık harcaması asgari ücretten fazla olan, kredi kartı ile istediğini alabilen ve bunların az olduğunu, okulu nasılsa bitireceğini, babasının işinin onu beklediğini ve bu nedenle gençliğini çalışarak geçirmesinin anlamsız olduğunu söyleyen, sabahlara kadar barlarda gezen, kızdığı zaman kendisine küfür eden, el kaldıran bir çocuk.
Bir baba, 14 yaşındaki çocuğunun kendisini yaraladığını ağlayarak anlatıyor ve benzer bir öyküyü aktarıyor. Hepsinin son cümlesi benzer: "Doğduğundan beri bir dediğini iki etmedik, koruduk, sevdik. Hiçbir şeyini eksik bırakmadık. Niçin böyle oldu?"


 'Öğrencinin Jaguar marka arabası olur mu?' tartışmaları bu konuyu ele almamı zorunlu hale getirdi. Yazmadan önce tartışmaları bir kez daha gözden geçirdim. Tartışılan konu: O öğrencinin Cumhurbaşkanı'na gitmesiymiş. Oysa tartışılması gereken konu: Çocukların kaç yaşında, nelere sahip olmalarının daha doğru olduğu olmalıydı. Çünkü özel üniversitelerin park yerlerine girdiğiniz zaman göreceğiniz araba markaları, tartışılan Jaguar'dan ucuz olmayacaktır. Aslında üniversitelere gitmeye ve arabalara bakmaya bile gerek yok. Sokaklardaki, kafelerdeki gençlere, hatta genç bile sayılamayacak küçük çocuklara bakın. Sadece kıyafetlerine değil, ellerindeki cep telefonlarına, taşıdıkları çantalara ve en önemlisi konuşmalarına bir bakın. Ailesi varlıklı olan çocuk ve gencin bunlara hakkı var mı? Herhalde vardır. Zaten tartışılması gereken de bu değil. Tartışılması gereken; çocuklara ve gençlere zamanı gelmeden alınanların ve izin verilen davranışların, onların gelişimine ve topluma nasıl zarar vereceği olmalıdır. Çevreye ve kendine zarar verici davranışların olması, herkesin kendisine borçlu olduğunu düşünen ve bu nedenle isteklerinin hemen ve eksiksiz yerine getirilmesini isteyen, yapılmadığı zaman saldırganlaşan, emek sarf etmeyen, sorumluluklarını yerine getirmeyen kişileri 18 yaşın altındalarsa 'davranım bozukluğu'yla, üstünde ise 'antisosyal kişilik bozukluğu'yla tanımlıyoruz. Yaygın olarak bilinen adı ile bu kişilere 'psikopat' diyoruz. Son yıllarda bu sorunla ilgili başvurular giderek artıyor. Bu artışın en büyük nedeni; çocuk yetiştirme biçimimizdir.



SORUMSUZ VE DOYUMSUZ ÇOCUK


Doğduğundan beri bir dediği iki edilmeyen, her istediğine kavuşan, isteğinin yaşı ile uyumlu olup olmadığına bakılmayan, emek sarf etmeden, değerini bilmeden alınanları, yapılanları hak görerek yetişen bir çocuğun; sorumluluk sahibi, doyumlu, çalışarak kazanmanın erdemine inanan, bir şeyleri elde etmek için emek sarf etmesi gerektiğini bilerek çalışan bir birey olmasını beklemek mümkün mü? Avrupalı ve Amerikalı aileleri 'çocuklarına bakmıyorlar, yazları çalışmalarını istiyorlar' diye kötüleyenlerin düşüncelerini gözden geçirmelerinde yarar var. Çocuklarımızı sevmekle onları doğru yetiştirmek arasındaki farkı anlamamıza yardımcı olur, diye daha önce de yayımladığım, 'Geleceğin Psikopatlarını Yetiştirme Yolları'nı tekrar yayımlıyorum:


- Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başlayın! Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.

- Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.
- Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin! 21 yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin diye bekleyin!
- Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini... Onun için her şeyi siz yapın ki o, bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışsın!
- Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.
- Ona istediği kadar harçlık verin ki hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin.
- Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getirin ki, istediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini öğrenmesin.
- Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tutun ki, onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun.
- Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç islerse, kendisinden özür dileyin! Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin!!
(Bu belge, ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından hazırlandı ve kentteki tüm evlere ve okullara dağıtıldı.)

Prof. Dr. Bengi Semerci

(Paylaşım için Sayın Gülay Ogansoy'a teşekkürler)

21 Nisan 2011 Perşembe

GÜL BABA TÜRBESİ - BUDAPEŞTE

Gül Baba (asıl adı Cafer; ö. 01.09 1541) bir Bektaşi Babası, derviş ve şair olmaktadır. Doğum yeri Amasya'nın Merzifon ilçesidir.
(Gülbaba türbesine giden sokak içi)
 Osmanlı Kanuni Sultan Süleyman'ı etkileyen ve Avrupa'da taaruzlara katılan bir önemli Bektaşi Babasıdır. Hayatı Evliya Çelebi tarafından yazılı kaynaklara geçirildi. Gül Baba'nın Budapeşte’de türbesi ve heykeli bulunuyor. Başından gülü, elinden ise tahta kılıcı eksik olmazmış. Şiir okurken ve katıldığı savaşlarda başının üstünde bir gül taşıdığı için Gül Baba diye anıldığı rivayeti nesilden nesile iletilir.
(Türbenin hemen girişinde yer alan Gülbaba heykeli)
 1481' de II. Bayezid döneminde Galata' nın üstlerine, Perşembe Pazarı' nın Voyvoda Konağı' nın yukarılarına düşen bölge, sık ağaçlarla kaplı ve avlanmaya müsait bir bölgedir. Sultan II. Bayezid mevsim kış olmasına rağmen bu bölgede avlanırken, bir av dönüşünde, günlerini, yetiştirdiği gül fidanları arasında ibadetle geçiren Gül Baba' ya rastlar. Gül Baba' nın kendisine sarı ve kırmızı güller sunmasından memnun olan Sultan, kendisinden dileğini sorar. Adını yetiştirdiği güllerden alan Gül Baba, bahçesinin ilerisindeki tepeyi göstererek, "Bu tepeye, mekteb-i irfan tesis ile, orada okuyup yazanları hizmet-i hümayununda istihdam eyle, vakti gelince devletine lazım olur" der. Sonuçta devlete görevli yetiştirmek amacını güden Galata Sarayı kurulmuş olur.
 Sayısız savaşa katıldıktan sonra, 1526 yıllında Kanuni’nin daveti üzerine Gül Baba, Budin seferine katılıyor 1531 yılında Budin'e gelmis ve 10 yıl burada yaşamıştır. 1 Eylül 1541 yılında vefat etmistir . 2 Eylül tarihinde 200 bin kişinin cenaze namazına katıldığına ilişkin bilgileri Evliya Çelebi tarafından sözlü gelenekden yazılı kaynaklara dökülür.Yalnız Türkler tarafindan değil ayni zaman Macarlar tarafindanda çok sevilen ve halen Macaristanda Gül Baba adıyla yaşatılan efsanevi bir kişiliktir Aynı isimle bir macar filmi de mevcuttur.Evliya Çelebi, elinde büyük bir tahta kılıçla savaşlara katılan Gül Baba'ya bu lâkabın verilmesine, daima bir gül taşımasının sebep olduğunu da belirtmiştir.
(Bahçe içinde türbenin dıştan görünüşü)
Gülbaba Budapeşte'nin bir yüksek tepesine gömülür ve tepeye "Gültepe" adı verilir((Macarca. Rózsadomb) . Türbesinin yanına yaptırılan Gülbaba Bektaşi Tekkesi, 1686 yılında yıkıldı. Bir diğer kaynağa göre Gül Baba' nın iki mezarı daha vardır. Bunlardan bir tanesi, Galatasaray Lisesi' nin arka bahçesindedir ve sembol mezardır. Asıl mezar ise Boğazkesen' den Tophane' ye inen yolun sağında bulunan Gülbaba sokağındaki caminin avlusundadır. Mezar I. Abdülhamit zamanında onarılmış ve başına kitabeli bir taş dikilmiştir.
(Türbe bahçesinin terasından Budapeşte'nin genel görünüşü)
Ordu sefere çıktığında, Osmanlı ordusunda yer alan Yeniçeriler döneminde, askerlerin ruhlarını güçlendirmek için dervişler, saz ozanları de sefere katılıyor, mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Dervişler, saz ozanları gerektiğinde silâhlanıp savaşa da katılıyorlardı. Gül Baba, savaşlara katılan dervişlerden biriydi. Hacı Bektaş Veli Yeniçeriler için pir olatak kabul ediliyor ve dolaysıyla Yeniçeriler Bektaşi dervişlerine derin şekilde saygı gösteriyorlardı.
(Giriş merdivenlerinin hemen önünde hediyelik eşya alışveriş standları- Türbe sağda kalıyor)
Eserleri:
Miftah'ül Gayb (şiir ve düzyazılar)
Güldeste (şiir ve düzyazılar)


(Türbe bahçesinde bulunan çinili çeşme)
 Danimarkalı Andersen tarafından 1841 yılında Gül Baba'nın efsanevî hayatı kaleme alınmıştır.
(Giriş ve standlar tarafından türbenin görünüşü ve giriş kapısı)
Macar komponist ve besteci Jenő Huszka [ˈjɛnøː ˈhuskɒ] 1905 yıllında Budapeştede Gül Baba senfoni opera eseri yaratmıştır.
(Türbe duvarında bulunan kitabe)
 Macaristanda 2006 yılında Türkler tarafından Gül Baba vakfı kurulmuştur.
(Gülbabanın sandukası)
Macar Ressam Franz Eisenhut tarafından 1886 yılında Gül Baba adlı eserini ortaya koymuştur.
(Kaynak: wikipedi. Fotoğraflar gezimizden)

19 Nisan 2011 Salı

SOLİTİN

(Ankara Hıfsızsıhha Gıda Denetim Bölüm Başkan Yrd.Gönül Özdeğer ve iki asistanı SOLİTİN adlı kimyasal ile ilgili çalışmaları ve yayınları dolayısı ile ölüm tehditleri aldıklarını açıkladılar ve savcılığa suç duyurusunda bulundular.)

SOLİTİN aslında gıdalarda hiç bulunmaması gereken tamamen kimyasal bir ajan hatta basit olarak melaminimsi bir plastik,sütlere,yoğurt ve ayranlara ve sütün girdiği her çeşit besine katılıyor çünkü bu molekül su ile inanılmaz şekilde bağlanarak kıvam arttırıyor,bu hem imalat procesleri açısından zaman kazandırıyor,hem gıda doğallığını kaybettiğinden son kullanma tarihini uzatıyor ve firmaların stoklu çalışmasını sağlıyor,hem maliyeti inanılmaz düşürerek firmaların rekabet gücünü arttırıyor.

Çocuklarınıza beş kuruşa,yirmi kuruşa,elli kuruşa gofret,çikolata ve süt ürünleri alabilmemiz,evlerimize çeşit çeşit peynir,yoğurt,hazır sütlü tatlı vs girebilmesi hep bu yüzden.


 SOLİTİN bir tricalcid bileşiği yani doğada en bol ve bedava bulabileceğiniz türden,tebeşir gibi,alçı taşı gibi,oysa bu bileşik böbreklerden atılırken renal tubuluslardaki glomerüllerde birikiyor ve filtrasyonu yani böbreklerin kanı süzmesini engelliyor,ve sonuç böbrek yetmezliğine kadar uzanan böbrek rahatsızlıkları serum üre ve kraetinin düzeylerinde artış ve bunun getirdiği devamlı yorgunluk hali, hafıza ve konsantrasyon bozuklukları ve hatta ciddi mental bozukluklar. Almanya Solingen üniversitesi Pskyatri bölümünce 2009 da 21.Europe Pscyhatry Society'e sunulan bildirgede Şizofreni ve SOLİTİN kullanımı arasında ilişkiler olması muhtemel olduğu,Özellikle Paranoid Şizofreni vakalarında kanda tricalciophospate bileşiklerinin normalden 16 kat yüksek olduğu belirtilmesine rağmen bildirge nedense Kongrede sunum için kabul edilmedi.



Üretici firmalar SOLİTİN'i hiç bir şekilde ürün etiketlerinde bildirmiyor, aldığımız ürünlerde SOLİTİN olup olmadığını yine de bir kaç basit deney ile anlayabiliriz,eğer bu yönde bir şüphe oluşursa derhal bulunduğunuz il Hıfsızsıhha Md.ile ilişkiye geçerek şüpheli gıdanın test edilmesini talep ediniz,bu şekilde binlerce hatta yüzbinlerce insanın sağlığını kurtarabilirsiniz,çevrenize baktığınızda ne kadar çok dializ merkezi ve böbrek hastası olduğunu siz de görüyorsunuz bu artışın sebebi bazı ahlaksız firmaların kar hırsından başka bir şey değil.

***Aldığınız sıvı ürünler (süt,ayran,çikolatalı süt vs) için şu yolu izleyebilirsiniz :bir metal'i (çatal,kaşık vs) el yakacak düzeyde ısıtın ve test etmek istediğiniz sıvıya batırarak çalkalama hareketi yapın,metali çıkardığınızda birbirinden ayrılmış öbekler halinde beyaz topaklar görürseniz o üründe SOLİTİN var demektir.


***Peynir vs türü ürünlerde ise :üründen bir parça alarak sirkeli suya koyunuz eğer sirkeli suyun üzerinde kalan beyazımsı bir tabaka görürseniz o üründe SOLİTİN var demektir.


Çikolata,gofret türü ürünlerde ise :ürünü elinizle basitçe kırın, eğer kırığın her iki tarafında süt beyazı noktalar varsa o üründe de SOLİTİN vardır.

Sağlığımız için,geleceğimiz için,çocuklarımız ve sevdiklerimiz için bu bilgileri bütün çevremize yayalım ve toplumsal olarak tepkimizi ortaya koyarak AB Normlarında olmayan bu maddeyi içeren ürünleri almayalım aldırmayalım. Çevremizi olabildiğince haberdar edelim.

Kaynak: Dr. Aytekin Ertuğrul (Vatan ve Emek cephesi)

18 Nisan 2011 Pazartesi

“Golf Dünyası: Bazı istatistikler”

*Kıyı Yaşamı isimli derginin Ocak/Şubat 2004 yayınında kıyı doğal yaşamı (deniz kuşları, su kaplumbağası veya diğer fauna) ile ilgili fotoğraf adedi: 1
*Aynı yayında golf sahalarını gösteren fotoğraf adedi: 61


 *Birleşmiş Milletlerde yaşayan 4.7 milyar insan için gerekli olan günlük en az su miktarı: 9.25 milyar litre

* Dünyadaki tüm golf sahalarının sulanması için gerekli olan günlük su miktarı: 9.25 milyar litre
* 2. Dünya Savaşı’ndan önce Japonya’daki toplam golf sahası adedi: 23
* 2004 yılında işleyen veya açılmak üzere olan toplam golf sahası adedi: 3.030
* Golf sahalarında bir dönüm için kullanılan yıllık tarım ilacı miktarı: 9 kg.
* Tarım için kullanılan bir dönümlük alanda yıllık tarım ilacı miktarı: 2.35 kg.
* Tayland’da 60 bin köylünün günlük ortalama su tüketimi 6.500 metreküp
* Tayland’daki bir golf sahasının ortalama günlük su tüketimi: 6.500 metreküp


* Bir zamanlar nehir sularının taşmasıyla sulanan, ancak günümüzde nehir sularının sadece yüzde 0.1’ini alabilen Kolorado Nehri etrafındaki toplam sulak alan: 150 bin dönüm

* Las Vegas’ta bulunan 60’dan fazla golf sahasının sulanması için Kolorado Nehri’nden çekilen 56 cm derinlikteki suyun kaplayacağı toplam alan 150 bin dönüm..”


Hepsinin kaynakları var; acaba ülkemizde açılan ve açılacak golf sahaları için ne kadar su tüketiliyor?

Hayrettin Karaca

Kaynak. Orhan Bursalı (Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi)

15 Nisan 2011 Cuma

NİSAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 1

 KİTABIN ADI:  İlk Kırılma – Kahramanlara Ağıt BADE HARAB 3

KİTABIN YAZARI:  Erol Toy
KİTABIN ÇEVİRMENİ -
KİTABIN YAYINEVİ : Cumhuriyet Kitapları
KİTABIN BASKI YILI . 2010
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI:  378 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM: Üçlemenin son kitabında birbirinden farklı zamanlarda gelişen ancak örgüde birleşen hikayeler devam ediyor,
- İbni Bibi, Papaz Yani ile söyleşisinde geçmişe dönüyor Anadolu erenlerinin dergahlarındaki anlatımlarla Selçuklu’nun hikayesini anlatmaya devam ediyor.
- Alpaslan’ın tahta çıkışı ve Nizamülmülk’ün Oğuz töresini çiğnemesi ile nizam bozulmaya başlıyor.
- Oğuz beyleri, yurt olarak seçtikleri Anadolu’yu bölge bölge aralarında paylaşıyor ve fethe başlıyorlar.
- Sinan Bab, dergahını tamamlıyor ve çoban kızı Meryem’e gönlü düşüyor. Ancak Çaka beyin dergaha gelmesiyle öncü olarak yola çıkıyor. Haçlı seferine katılan ancak esir düşünce Müslüman olup Çaka bey’e katılan papaz haçlı seferlerini ve Bizans ile çekişmeleri anlatıyor.
- Selçuklu sultanlarının gittikçe safahata düşmesi ve artan savaş ve çelişkiler Bab’ları zorunlu bir toplantıya itiyor. Yapılan görüşme sonucunda Erenlerinin bir kısmının katılmasına bir kısmının da uzak durup boylara sahip çıkmasına karar verilerek İshak Bab ve İlyas Bab’ın önderlöiğinde isyan bayrağı açılıyor.
Üçleme, Babek isyanından başlattığı anlatımını İshak Baba isyanı ile noktalıyor….
Okumanızı tamamladığınızda pek çok konudaki düşüncelerinizin değişeceğine eminim. Değerli yazar Erol Toy, bu üç ciltlik romanıyla tarihin böylede öğretilebileceğini göstererek tarihten uzak duran sevmeyen pek çok kişiye tarihi sevdirecektir.
(Not: romanın anlatıcı kahramanı İbni Bibi’nin gerçek bir şahıs olabileceğini tahmin edermisiniz? Google’dan bir arayın derim.)

14 Nisan 2011 Perşembe

KARAY TÜRKLERİ (KARAİM-KARAİLER)

(TARİHİMİZE YÖNELİK GÜZEL VE FAYDALI BİR ÇALIŞMA. KONUYA İLGİ DUYANLARIN YARARLANMASI DİLEĞİYLE)

Kırkısani ve Leon Neoy'a göre Karayların ilk filizlendiği yer; İran, Ermenistan ve Kafkasya bölgesidir. Karayların cemaat kurdukları üç bölgeden birincisi, IX. yüzyılda doğu cemaati; Bağdat, İsfehan ve Nihavend cemaatları, ikincisi, güney cemaati; Mısır cemaati,üçüncüsü Kuzey cemaati; Şam ve daha sonra İzmit cemaatidir. VIII.y.y.da Anan ben David, Sadosit akımları düzenlemiş ve yeni bir dinîn ve dünya görüşünün kural ve yasalarını birleştirmiştir. Ancak Karailiğin kökeni doğal olarak VIII. yy. da oluşmamıştı. Anan ben David. Ebu Hanife ile cezaevinde birlikte tutsak olarak kalmıştı. Bu tanışma Anan ben David'in Ebu Hanife'den etkilenmesine ve İslamın mahiyeti ve prensiplerini öğrenmesine yol açmıştır. Karailikteki, İslamiyet'e ve Hıristiyanlığa açık oluş, bu dönemde başlamıştır.



M.A. Kaşgarlı'ya göre "Bugün Kırım Karaim Ayinleri dinlendiğinde; Yahudilik, Hıristiyanlık ve genellikle İslamiyetin karışımı, dünyaya açık ileri bir dinle, adeta dördüncü semavi dinle karşılaşılır. Hatta Yahudiliğin ünlü kelime-i Şehadeti, Selam İsrael, Tanrı birdir, bizim Tanrımızdır şeklinde iken, Kırım Karaylarında, Selam Sema Ülgen Gök Tanrı Tanrı Hepimizindir. şekline dönüşmüştür. Bilindiği gibi, Ülgen; Türklerin Gök Tanrı inancındaki yegane Tanrı'dır.


Hazar Türk Karailiğinin temel inançları, bir kaç noktada toplanır. Bunlar, Evrenin cismani olmayan Tek Tanrı tarafından yaratılmış olması, Tanrı'nın güzelliği, ebediliği ve O'nun güzellik ve iyilik simgesi oluşudur.



Kırım Karaylar'ının Ülgen olarak tanımladıkları Tanrı,ve O'nun yasasını; Musa Peygamber tarafından beşeriyete bildirmiş, fakat yalnız Musa Peygamber'le yetinmeyerek Hz. İsa, Hz. Muhammed ve diğer peygamberler vasıtası ile de bu yasayı bütün insanlara ulaştırmaya devam etmiştir, şeklinde tanımlarlar.


Ülgen'in etimolojisi bizi şu tahlile götürüyor: Çince "ili" Allah demektir. "Ken", kelimesi genç; günç, kenz, kens, şekilleriyle "en kıymetli şey" anlamına gelmektedir. Buna göre Ülgen "Allah Hazinesi" anlamına gelir. Ayrıca "Ken", her yeri kaplamış, kuşatmış anlamına da gelmektedir. Buna göre de "her yerde hazır (ve nazır) olan ili" anlamına gelir ki, bize göre Ülgen bu olabilir.


Peringer'e göre, Karaylar'ın dili Tatarca veya daha çok Türk-Kıpçakça'dır.Karayların Kenasa ve okullarında bu dil kullanılırdı. Polonya'daki Karay Türleri, Kuman Hazar Türkleri'nin bakiyesidirler. Hazar Karaileri ile Kuman Karaileri iki ayrı Türk lehçesi kullanmalarına rağmen, inanç bakımından ortaklıkları, hemen kaynaşmalarını sağlamıştır. Karay Türkleri'nin Dili, Kıpçak ve Hazar Türklerinin dilinin karışmasından meydana gelmiştir.


Arkaik Hazar Türkçesi ile konuşan Karay Türkleri'nde "K" sesi "H" ile "K" arasında bir sestir. Bu özellik Doğu Anadolu'da birçok Kırmanç aşiretinde vardır.



Karay Türkçesi'ne; Yeh-Kün, Yeh-Baksün, Seher, Ayaz, Firyat, Pirlik, Hasta, Vakt, Zeval, Kuvvet, Akıl, Sır, Din, Ummat, İnayet, Kenesa, Kurban gibi kelimelerin Anadolu Türkçesi'nde ve Kırmanç aşiretlerinde de yaşamaktadır.


Karaim Türkleri'nin gün isimleri; Şabat-Kün (Cumartesi) Yeh-Kün (Pazar), Yeh Bas-kün (Pazartesi), Orta-Kün (Salı) Kan-Kün (Çarşamba), Kiçleyne-Kün (Perşembe), Eyne- Kün (Cuma) olarak kulanılmaktadır.Gehinom, Şabat kün gibi kelimeler Karay Türkçesine İbranice'den geçmiştir. Hazar coğrafyasının Kafkas bölgesi Türklerinden sadece Karaçay, Malkar diyalektinde rastlanılan bazı kelimeler şunlardır. Bazlik-Huzur, Berne-Hediye, Borla-Üzüm, Boşatmak-Bağışlamak, Yüz-Silit, Kertme-Armut, Oraç-Ada. Yaygın Karay şahıs isimlerinden bazıları şunlardır: Tomalay, Akbike, Aytulu, Manok, Beylik, Hnke, Altınkız, Severgelin, Biana, Tombul, Yalpacık, Sağdakçı, Çapak. Doğu Anadolu'da içinde "ay" bulunan Gülay, Aydemir, Ayla, Ayhan, Akbike'nin ayrıca, Aybike, Günbike, Kızbike, Gülbike, Bey, Beyler, Özbeyler, Beytimur, Han, Hanlar, Hancı, Hasan-han ve Altunkız gibi isimlerin yanısıra Altun, Altunay, Günaltun..........gibi şahıs ve aile isimlerine çok rastlanır.


Kırım Karay Türkleri'nde

Erkek isimleri: Toktar, Toktamış (Duran Durmuş anlamında ailenin son çocuğuna verilen isim)
Kadın isimleri: Aytoli (Dolunay), Akbike (Beyaz prenses), Bike, Buke (Prenses) Arzu, Nazlı, Sultan, Simit (Susam anlamında)
Aile adları: Kalmuk, Komen (Koman),
Hayvan isimlerinden esinlenen soyadları: Börü (Kurt), Bata (Dev), Calbörü (Kurşun renkte kurt),bozkurt, Çegırke (Çekirge), Ferik (Horoz), Karga, horoz, Kırgı (Alt-maca) Toklı, Tokluğ, (Bir yaşında kuzu),
Soyadı olarak kullanılan yer adları: Kaleli, Kefeli, (Kaftal) Korsu (Kersonlu),
Meslek adlarından gelen soyadları: Çavuş (Usta), Kalfa, Kapcu, Koycu (Çoban), Saatçi,
Fiziki görünüşe uygun soyadları: Alyanak, Karakaş, Şişman:
Ahlaki meziyetleri sergileyen soyadları: Kocak (Cesur), Oynak (hafif neşeli)
Yemek isimlerinden alınan soyadları: Katlama (Katmerli börek), Katık (yoğurt), Pesmet (Kurabiye), Tursu;
Renkleri konu alan soyadları: Pempek (Pembe), Sarık (Sarı)dır.


Hazarlar'ın eski dinlerinin Şamanizm olduğu iddiaları doğru değildir. Esasen Şamanizm bir din değildir. Türkler bu inanç yapısını din olarak kabul etmediler. Hikmet Tanyu,Gök Tanrı dinînin Hz. İbrahim'den gelen hanifilik inancına benzeyen bir inanç olduğunu belirtmektedir.65 Hz. İbrahim'in Türk dinî hayatındaki yerine tasavvuf kayıtlarında da rastlanmaktadır. Vani Mehmet Efendi'nin Araisu'I-Kur'an isimli eserinde, Zü'I Karneyn'in Oğuz Han olarak tefsir edildiği kaydedilmektedir.



Ş.Kuzgun, Tanyu, Ögel, Zajaczkowski, Artamanov ve Kafesoğlu'na atıf yaparak, Hazar Türkleri'nin eskiden beri Tek Tanrı'ya inandıklarını, Gök Tanrı, Ulu Tanrı'ya iman ettiklerini belirtiyor.


İbn Kesir, Zü'l Karneyn'in Hz. İbrahim (a.s.) zamanında yaşadığını, O'na İnandığını, Kabe'nin yapımında O'na yardım ettiğini belirttikten sonra Zül Karneyn'in aslen himyer'li bir melik olduğunu belirtiyor.


İbn Saad'ın rivayetine göre, Hz. İbrahim (a.s.) oğullarından bir kısmına, Allah'ın isimlerinden bir isim öğretip, Horasan taraflarına doğru göndermiştir. Onlar gittikleri yerin ahalisine Allah'ın adını öğretmişler, Hazarlar'ın Meliki, Hz. İbrahim'in soyundan gelen bu çocuklarla karşılaşmış ve bu çocuklar ona Allah'ın emirlerini öğretmişler ve bu Melik'e "Hakan" adını vermişlerdir.


Ş.Kuzgun'a göre Hanifilik inancı, Türklere ve Hazarlara, Zü'I Karneyn kanalı ile gelmiş olabileceği gibi, bizzat Hz. İbrahim'in çocukları ve onların soyu vasıtasıyla da gelmiş olabilir


(Kaynak: Kemal Şimşek)

13 Nisan 2011 Çarşamba

DEMEK Kİ İNSAN OLMAK BAŞKA BİR ŞEY

Japonlar ne Hıristiyan, ne Musevi ne de Müslüman. Ama bütün dünyaya ders verdiler, Demek ki insan olmak, adam olmak başka bir şey.
Buyurun birlikte okuyalım.
İnternette yaygın biçimde dolaşan aşağıdaki metin Japonya deneyimine ilişkin dikkate değer noktaları dile getirdiği için, Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun önerisiyle İngilizceden çevrilmiştir.

 JAPONYA'DAN ÖĞRENİLMESİ GEREKEN 10 ŞEY

Çeviren: Erkan Altınsoy (Afette Rehber Çevirmen)
1. AĞIRBAŞLILIK
Hiçbir dövünme ya da aşırı hareketlerle ızdırap ifade etme görüntüsü yok. Üzüntünün kendisi yüceltildi.
2. ONUR
Su ve yiyecek kuyruklarındaki disiplin. Hiçbir kaba söz ya da sert el kol hareketi yok. Sakinlikleri takdire ve övgüye değer.


 3. YETENEK

Örneğin, inanılmaz mimarlar. Binalar sallandı ama yıkılmadı.
4. ERDEM (Bencil olmama)
İnsanlar sadece o anda ihtiyaçları olan şeyleri satın aldılar, herkes bir şeyler alabilsin diye.
5. DÜZEN
Hiçbir dükkân yağmalama yok. Yollarda korna çalmak, sollamak yok. Sadece anlayışlı tavırlar.
6. FEDAKÂRLIK
Elli çalışan deniz suyu pompalamak için nükleer reaktörlerin içinde kaldı. Bunların yaptıklarının karşılığı nasıl ödenebilir?


 7. DUYARLILIK

Lokantalar fiyatlarında indirim yaptı. Korunmayan bir bankamatiğe hiç kimse saldırmadı. Güçlüler zayıflara baktı.
8. EĞİTİM
Yaşlılar ve çocuklar dâhil herkes ne yapacağını tam olarak biliyordu. Aynen de yaptılar.
9. MEDYA
Bültenlerde kendilerini mükemmel bir şekilde dizginlediler. Aptalca konuşan muhabirler/spikerler yoktu. Sadece sakin bir şekilde yapılan habercilik. En önemlisi de, DURUMDAN FAYDALANARAK KOLAY YOLDAN KENDİNE PAY ÇIKARMAYA ÇALIŞAN POLİTİKACILAR YOKTU


10. VİCDAN

Bir mağazada elektrikler kesildiğinde, insanlar aldıkları şeyleri tekrar raflarına koydular ve sessiz bir şekilde çıktılar.


Ülkeleri dev bir afete uğramış durumdaki Japon vatandaşlarından dünyanın alacağı çok dersler var
(Paylaşım için Burhan Bursalıoğlu hocama teşekkürler)

12 Nisan 2011 Salı

ŞIKLAR KARIŞTIRILMAMIŞ, SADECE KAYDIRILMIŞ!

(Ekşisözlükteki gençlerden birisi oturmuş çalışmış ve üniversite sınavındaki şifre hikayesi hakkında şunları hazırlamış...)
Az önce ftp'den dağıttıkları pdf dosyalarından grup olarak indirdim ve cnnturk'te rastgele alındığı söylenen cevapların gerçek olup olmadığını görmek için şıkları inceledim... gerçekten dairesel moda uygun olarak her soru için sadece 5 şık mı vardı yoksa şıkların yerleri değişikmiydi görmek istiyordum... çünkü cevapların şıkları rastgele karıştırıldıysa dairesel mod ile çözülemezdi açıkçası ben de buna pek ihtimal vermiyordum... ayarladıkları kişilere sadece dairesel mod ile çözülebilecek şifreler dağıtılmıştı diye düşünüyordum... ancak az önce indirdiğim tüm test kitapçıklarında durum değişmiyordu sadece sıralamanın yeri "kaydırılmıştı" basına verilenden tek farkı kaydırılmış olmasıydı ve her şekilde çözülüyordu...
Gerçekten inanamıyordum sadece kaydırarak çözülebiliyorlardı hem de milyonlarca farklı kitapçıkta aynı basit yöntemle çözülebiliyor... size hangi kitapçığın geldiği zerre kadar önemli değil... öyle 4 faktoriyel 5 faktoriyel değişik şık falan yok sadece 5 değişik farklı şık var... diğer kitapçıklara da baktım onlarda da durum aynı sadece 5 farklı kaydırılmış dizilim var ve hepsi de şansınız varsa ilk denemede en kötü ihtimal alt alta 5 kere yazdığınızda sizi doğru cevaba götürüyor...
Her pdf dosyasında 103 test kitapçığı var ve hepsinde sonuç aynı http://pastehtml.com/view/1dxk3cs.html adresindeki basit programcıkla çözüleceği gibi şıklar altlarına sıralı dizildiğinde ilk tek eşleşende de görülebiliyor.. hangi şıkta verilirse verilsin doğru cevap 1006
baktığım test kitapçığının adını, o kitapçıkta kaçıncı soru olduğunu ve şıkların dizilimini yan yana aşağıda veriyorum... sadece 5 farklı alternatif dizilim olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz ve hepsi aynı yöntemle rahatlıkla çözülebiliyor...


 soruyu da yazalım:

2011-2010+2009-2008+...+3-2+1 işleminin sonucu kaçtır?
şimdi süper karışık cevaplar geliyor:
kitapçık............soruno........şıklar
11244.21604.......soru.04.......a)1006 b)1002 c)1004 d)1008 e)1000
11277.98071.......soru.03.......a)1008 b)1000 c)1006 d)1002 e)1004
11221.41620.......soru.03.......a)1004 b)1008 c)1000 d)1006 e)1002
11219.60235.......soru.03.......a)1000 b)1006 c)1002 d)1004 e)1008
11183.25042.......soru.04.......a)1006 b)1002 c)1004 d)1008 e)1000
11242.03362.......soru.02.......a)1002 b)1004 c)1008 d)1000 e)1006
11240.91091.......soru.01.......a)1002 b)1004 c)1008 d)1000 e)1006
11190.68873.......soru.02.......a)1004 b)1008 c)1000 d)1006 e)1002
11179.32440.......soru.03.......a)1000 b)1006 c)1002 d)1004 e)1008
11235.67362.......soru.01.......a)1008 b)1000 c)1006 d)1002 e)1004
11167.36815.......soru.03.......a)1008 b)1000 c)1006 d)1002 e)1004
11190.34493.......soru.03.......a)1002 b)1004 c)1008 d)1000 e)1006
11239.69771.......soru.01.......a)1002 b)1004 c)1008 d)1000 e)1006
11214.19471.......soru.01.......a)1002 b)1004 c)1008 d)1000 e)1006
11265.39413.......soru.01.......a)1000 b)1006 c)1002 d)1004 e)1008
11224.24040.......soru.03.......a)1006 b)1002 c)1004 d)1008 e)1000
11269.59931.......soru.02.......a)1006 b)1002 c)1004 d)1008 e)1000
11169.48860.......soru.02.......a)1008 b)1000 c)1006 d)1002 e)1004
11253.53431.......soru.02.......a)1004 b)1008 c)1000 d)1006 e)1002
11222.87224.......soru.01.......a)1000 b)1006 c)1002 d)1004 e)1008


göreceğiniz gibi öyle 80-100 vs. değil sadece 5 farklı görünen ama tek bir dairesel dizilim var:


 a)1000 b)1006 c)1002 d)1004 e)1008

   .........a)1006 b)1002 c)1004 d)1008 e)1000
      ..................a)1002 b)1004 c)1008 d)1000 e)1006
          ..........................a)1004 b)1008 c)1000 d)1006 e)1002
              ...................................a)1008 b)1000 c)1006 d)1002 e)1004
sadece "kaydırılmışlar" "karıştırılmamışlar" aynı iskambil kağıtlarıyla yapılan ilüzyon numaralarında olduğu gibi...
baktığım diğer soru ve cevaplarda da durum değişmiyor her kitapçıkta sadece cevaplar kaydırılmış, karıştırılmamış dolayısıyla çembersel mod sistemi ile rahatlıkla çözülebiliyor... başka sorusu olan var mı bilmiyorum ama adamlar hala ayakta durabiliyorsa ve bu basit ilüzyon görülemiyorsa biz ne kadar kral çıplak desek nafile...
çözümü hala merak edip okumayan varsa diye bir kere daha hatırlatalım...
kural 1) sayılar küçükten büyüğe dizilirler ve soru kağıdındaki orjinal sıralama ile karşılaştırılırlar. sadece 1 cevap kesişiyorsa o şık kesin doğru cevaptır. bu mod demektir.
kural 2) iki ya da daha fazla çakışan cevap varsa cevapta bize verilen sıralamayı sağa doğru kaydırırız... sondaki cevap en başa geçer... böyle böyle bir çakışan çıkıncaya kadar ilerlersiniz. bu da çembersel mod demektir.
kural 3) eğer sayılar zaten küçükten büyüğe sıralı şekilde gelirse zaten beş cevap birden çakışıyor demektir... bu durumda ise doğru cevap en küçük sayıdır...
örneğin:
11190.68873 soru.02
a)1004 b)1008 c)1000 d)1006 e)1002
a)1000 b)1002 c)1004 d)1006 e)1008..........sadece tek çakışan cevap var doğru cevap d)1006 bu öğrencimiz şanslı ilk denemesinde bulabilirdi!
11183.25042 soru.04
a)1006 b)1002 c)1004 d)1008 e)1000
a)1000 b)1002 c)1004 d)1006 e)1008........2 çakışan var 1002 ve1004, kaydıracağız
a)1008 b)1000 c)1002 d)1004 e)1006..........hiç çakışan yok yine kaydıracağız
a)1006 b)1008 c)1000 d)1002 e)1004..........sadece 1006 çakışıyor doğru cevap a) 1006 bu da şanslı sadece 3 denemede bulabildi!
11235.67362 soru.01
a)1008 b)1000 c)1006 d)1002 e)1004
a)1000 b)1002 c)1004 d)1006 e)1008..........hiç çakışan yok, kaydıracağız
a)1008 b)1000 c)1002 d)1004 e)1006..........2 çakışan var 1008 ve 1000 yine kaydıracağız
a)1006 b)1008 c)1000 d)1002 e)1004..........2 çakışan var 1002 ve 1004 yine kaydıracağız
a)1004 b)1006 c)1008 d)1000 e)1002..........hiç çakışan yok yine kaydıracağız
a)1002 b)1004 c)1006 d)1008 e)1000..........sadece 1006 çakışıyor doğru cevap c) 1006, bu ise bahtsız bedevi

Neyse ki diğer sorularda kolayları da gelecek sisteme güveniyor ve başarıyı hedefliyor... çıkıp ulu orta evet benim vicdanım elvermiyor artık bunca insanın kul hakkını ödeyecek cesaretim yok.. bana bu zorla yaptırıldı diye yüzbinlerce insanın hakkını yiyerek ahir hayatımda direk cehenneme gitmek istemiyorum diyecek mi? hayır!! sadece sınav iptalini izleyecek ve bir sonraki sınavda ona sunulan bir sonraki yönteme bel bağlayacak... sınav iptali gerçekleşmezse de g..üyle gülecek tüm eleyip geçtiklerine, salak gibi dershanelere para saçıp günde 1000 soru çözen gerizekalılara. ailelerine de acıyacak içten içe... boğaziçi'nden odtü'den itü'den kendi aralarında yaptıkları geyiklere malzeme olacağız hepsi o... ama kral çırılçıplak!!!



editörün notu: sizden ricam bu entry ve emek harcanmış benzer yazıları anlayıp başka ortamlarda paylaşmanız.. şukela falan vermeyin, zamanın ötesine gönderin, cehennemin dibine gönderin ama insanlara iletin... sözlüğü forum havasına sokmak istemiyorum ama 10-15 tane mesajdan sonra belki daha önce yazılmış diğerlerine olduğu gibi binlerce mesaj arasında yok olup gidecek... internette yayınlanan diğer test kitapçıklarını indirin ve cevap şıklarındaki kaydırılmış ama katiyen karıştırılmamış örnekleri benim yaptığım gibi gösterin... böyle kitlesel bir hilenin göz göre göre işlemesine izin vermeyin... sadece bu yazıyı refere etmeyin.. inceleyin anlayın farklı örneklerle her forumda dile getirin...
Kaynak: İlhan Vardar (Vatan ve Emek cephesi)

11 Nisan 2011 Pazartesi

ONLARI UNUTMAYIN - 23

KABAKÇI SALİH EFE

Kütahya ili Tavşanlı ilçesi Çamalan (eski adı Alabarda) köyündendir. 1890 yılında dünyaya gelmiş 1923 yılında da öldürülmüştür.Kabakçı,alçak boylu,kara bıyıklı ve çok cesur birisidir.
Kabakçı Salih Efe, Milli Mücadele döneminde Tavşanlı,Dağardı,Orhaneli,Harmancık,Keles,Emet ve çevresinde faaliyet göstermiştir.Kabakçı,hem Yunanlılarla hem de yerli eşkıya çeteleriyle mücadele etmiş,yöresine çok büyük faydası dokunmuş bir halk kahramanıdır. Millî Mücadele yıllarını ve İstiklâl Harbini öncesi ve sonrasıyla bilmeden Kabakçı Salih Efe, Yağdığınlı Halil Efe, Gedizli İbrahim Efe gibi vatanperver efeleri tam olarak anlayamayız. Devlet düzeninin ve otoritesinin bozulduğu bir dönemde yerli eşkıya ve çetelerden sonra Yunan işgaline uğrayan Tavşanlı ve çevresinde faaliyet göstermiş olan Kabakçı, Tavşanlı ve hatta Kütahya’nın Millî Mücadele Tarihinde bahsedilebilecek üç-beş önemli şahsiyetinden biridir. Yunan askerlerinin de en çok nefret ettiği kimsedir.Hatta Yunanlılar,köylerde tarla kenarlarına ekilen kabakları dahi (Kabak isminden dolayı) süngülemişlerdir.
Kabakçı’nın dedeleri, Osmanlı döneminde doğudan sürgün yoluyla gelirler.Önce Simav’ın Güney köyü’ne daha sonra da Tavşanlı’nın Alabarda köyüne gelip çobanlık yapmaya başlarlar.Çok fakir bir ailenin çocuğu olan Kabakçı,gençliğinde çobanlık yapar ve Harmancık’ın Kozluca köyündeki krom madeninde çalışmaya başlar.Alabardalı Selam Ağa da çalışkan olan Kabakçı’yı kızıyla evlendirerek iç güveyliğine alır. Askerlik çağına gelen Kabakçı, köyünden Yörük Mustafa ile birlikte Çanakkale’ye askere gider. Kabakçı’nın Çanakkale’de askerde olduğu yıllarda Dağardı bölgesinde Alagöz, Koca Ahmet, Arnavut Ali ve Yörük Hüseyin eşkiyalık yapmakta ve ortalığı kasıp kavurmaktadırlar. Çetelerin ve eşkiyaların baş gösterdiği, devlet düzeninin bozulduğu böyle bir zamanda Kabakçı da askerliğini tamamlayamadan askerden gelir.Tavşanlı’da jandarma kumandanı olan Hurşit Bey,önce Kabakçı ve Yörük Mustafa’yı asker kaçağı olduklarından dolayı dama attırır, fakat daha sonra da halka zulmeden eşkiyalara karşı ve özellikle azılı bir eşkiya olan Alagöz’ü yakalayabilmek için Kabakçı ve Yörük Mustafa’dan yardım ister. Onları damdan çıkarırır. Her ikisi de dağa çıkarak Alagöz’e yanaşırlar.Bu arada Alagöz, Dereli’de Şerife adında bir kadının verdiği zehirli gözleme sonucunda ölür. Alagöz’ün ölmesiyle Kabakçı,askerliğinin geri kalan kısmını tamamlamak üzere Tavşanlı’da jandarma yapılır.


Kabakçı’nın Tavşanlı’da jandarma olduğu bir dönemde Tavşanlı, Yunan işgaline uğrar.

Tavşanlı’yı işgal eden ve Tazılı Kumandan olarak bilinen Yunan kumandan Binbaşı Zamanist, çevredeki eşkıya ve çetelere karşı Kabakçı’dan yararlanmak ister.Kabakçı’da Yunanlılarla iyi geçinmeye başlar. Kabakçı,etrafında topladığı efelerle çetesini kurup bir yandan da gizliden gizliye çevrede çapulculuk yapıp erzak ve iaşe toplayan Yunan Müfrezelerini imha etmeye başlar. Kabakçı’nın çetesinde Alabardalı Kara Ahmet ve Kara Mehmet, Şapçılı Şükrü Efe, Harmancık Akalan’dan Canip Efe, Kıranışıklar köyünden Sadettin Efe, Madanlardan Mehmed Ali ve Köprücekli Kel Ali bulunmaktadır.
Yunan komutanı Binbaşı Zamanist, Çukurköy muhtarından kadın ister. Muhtar da Kabakçı’ya haber verir.Gece yarısı Kabakçı, Çukurköy’e gelir ve Yunan kumandanı ile kavga eder. Dışarıdan nöbetçiler içeri girmeye başlayınca da Kabakçı evin arka tarafındaki pencereden aşağıya atlayıp yalınayak kaçar. Bu hadiseden sonra Yunan Kumandanı Zamanist, Kabakçı’nın öldürülmesini ister.İşte bu kavga, Kabakçı’nın Yunanlılarla mücadelesinin başlangıcı olur.
İlk yıllarda Kabakçı,Yunanlılarla iyi geçinerek yöresini Yunan zulmünden korur.
Gebeler’den Kara Bilal, askerde iken hanımına Kabakçı’nın adamlarından biri göz koyup alır. Kara Bilal askerden döndüğünde Kabakçı ile araları bozulur. Kara Bilal çeteciliğe başlar. Kabakçı’yı ortadan kaldırmak için de Yunanlılardan yardım alır. Fakat Kabakçı, Gebeler’de ani bir baskınla Kara Bilal Çetesini ortadan kaldırır.
Kabakçı bu arada Yunanlılardan herhangi bir zarar gelmemesi için ailesini önce Hereke’deki Sefer Ağa’ya yollar. Sefer Ağa Yunanlılardan çekinir. Bu sefer Kabakçı’nın ailesini Yörük Veli kabul eder. Ailesi Yörük kıyafetiyle dağlarda gezmeye başlar.
İşte bu dönemde Kabakçı ve çetesi, 12 Eylül 1337/Miladi 1921 tarihinde Orhaneli’nin Ağaçhisar köyünde, soygun yapamaya gelen Çerkez Ethem’e bağlı Kuvay-ı seyyare gurubuna 80 küsür efeyle (Keles Mıntıka Kumandanı Firuz Bey’in ifadesine göre 300 kişiyle) baskın yapar. 8 Saat süren çatışma sonucunda esir edilenler Tavşanlı’ya Yunan Kumandanlığına yollanır. Bu olaydan sonra Kabakçı’nın Çerkez Ethem’le ve dolayısıyla Çerkezlerle arası açılır.


Kabakçı,Tazılı Kumandan Binbaşı Zamanist’i Tavşanlı’nın Eşen köyünde çatışma sonucunda öldürür. Bunun üzerine Yunanlılar,(Eşen’de, Derbendli Eyüp’ün attığı bomba sonucunda kumandanın öldürüldüğünün söylenmesi üzerine) Derbent köyü’nde ihtiyar ve çocukları camiye doldurup ateşe verirler. Temmuz 1922 de Derbent köyünde büyük bir katliam yapılır. Kabakçı’nın oğlu olan Talip,1997 yılında kendisiyle yapılan bir röportajında; Zamanist’in, Derbentli Eyüp’ün attığı bomba sonucunda yaralandığını,onu asıl vurup öldürenin Madanlarlı Mehmet Ali olduğunu ifade etmiştir.

Kabakçı ve adamları Çaltılı’da dinlenirlerken, Sülyeli Akbaş Halil Çetesinden baskın yer. Çıkan çatışmada Sülyelilerden Akbaş Halil,Kabakçı’nın adamlarında da Yörük Mustafa vurulur.
Emet’te ise halk, ayaklanarak 40 Yunan askerini efe ve çetelerin de desteğiyle imha eder. Bu olay üzerine Yunanlılar,bir tabur askeri Emet üzerine gönderir. Halk dağlara kaçışır. Kabakçı 150 kişilik bir ekibi ve çevreden katılanların da desteğiyle Büyük Taarruz Hareketi öncesinde 24 Nisan 1922 tarihinde Emet’e giden yola pusu kurar. Cevizdere denilen boğazda bir tabur Yunan askerini imha eder. Bir tek Yunan askeri sağ kurtulur.
Kabakçı’nın Kuvay-ı Milliye’ye İstihbarat çalışması yapması: İstiklâl Harbinde Kuvay-ı Milliyecilerin Bursa’dan Ankara’ya büyük bir gizlilik içinde gönderdikleri haberler, Tavşanlı’da Kabakçı ve adamları tarafından Kütahya’ya ulaştırılmıştır. Bu konuda Yılmaz Akkılıç, Kurtuluş Savaşında Bursa adlı eserinin 428.sayfasında o günleri yaşayan Mehmet Şimşirlioğlu’na dayanarak şunları yazar;
 “Anadolu’nun Bursa’ya dönük gözü kulağı Uludağ yöresi idi. Bağlantı, dağ köylerinin yurtsever köylüleri ve çeteler aracılığıyla sağlanıyordu. Maksem’de bir muhallebici Mustafa Dayı vardı. Onun çok hizmetleri vardır. Ankara’nın kapısının anahtarı onda idi. O mektupları veya haberleri toplar, bize dağdakilere verir, biz de alır elden ele Tavşanlı’ya gönderirdik. Dağdan odun taşıyanlar, Mustafa Dayı’nın ilk adamlarıydı. Onlar bize getirirlerdi. Bizden daha içerlerde, Keles taraflarında falan (Kabakçı’nın adamları olan) Sadettin Efe, Canip Efe vardı” (Yılmaz Akkılıç Kurtuluş Savaşında Bursa.Sayfa428) m
Kabakçı’nın Cevizdere Savaşı’na katılması: Demirci Kaymakamı İbrahim Edhem Akıncı’nın 21 Mayıs 1338(1922) tarihinde Müfreze kumandanlarına gönderdiği raporda aynen şunlar yazılıdır;
Müfreze Kumandanlarına. Numara 25. Madde 5- Emet’te Kabakçı düşman aleyhine kalkarak Emetlilerle beraber külliyetli düşman imha etmişler ise de maatteessüf Emet ve birkaç köy yanmıştır.” (İbrahim Ethem Akıncı.Demirci Akıncıları.II.Baskı.TTK.Ankara 1989.Sayfa 239)
Genelkurmayın yayınlamış olduğu Türk İstiklâl Harbi adlı eserde şu bilgiler verilir;
 “Bu tarihlerde-Mart 1922 sonunda-7’nci Tümenden on silahlı erle Emet bölgesine gelmiş bulunan Yüzbaşı Reşit ve Teğmen Şakir,Türk Kuvvetlerinin ileride girişeceği genel bir taarruzda Yunan Ordusunun gerilerine saldırmak amacı ile gönüllü toplamağa başladılar. Bu bölgedeki çetelerden Kabakçı ve Arif Çavuş gibi kimselerden yardım gördüler. Erneköy, Emet ve Harmancık dolaylarında halka silah ve cephane dağıttılar. İlk çarpışma 24 Nisan’da Emet yakınlarında başlamış oldu. Bundan sonra Kadıköy’de toplanan silahlı halk ile Yayındal’daki Kabakçı müfrezesi bu yörede bulunan 35 kişilik bir Yunan takip müfrezesiyle çarpışarak kayıp verdirdiler” (Türk İstiklal Harbi.II.Cilt,Batı Cephesi.6 ncı Kısım.Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi Resmi Yayınları.Seri No:1Ankara 1967.Sayfa 192)
Kabakçı’nın Türk Ordusuyla birlikte Yunanlılara Karşı Savaşması:
Kuvay-ı Milliyeci Demirci Akıncıları reisi ve Demirci Kaymakamı İbrahim Edhem eserinde, 4 Eylül 1992 tarihli raporunun 4.maddesinde ;
Demirci’den kaçan düşmanın Yenihan civarında Nizamiye Süvarileri ve Kabakçı Efe tarafından bozguna uğratıldığını” belirtmiştir.(İbrahim Ethem Akıncı. Demirci Akıncıları.II.Baskı.Türk Tarih Kurumu.Ankara 1989.Sayfa 358)


 Bursa’nın Düşman İşgalinden Kurtuluşunda Kabakçı Efe:

Kurtuluş Savaşında Bursa adlı eserinde Yılmaz Akkılıç şöyle yazar;
O günleri yaşayanlardan Abdürrahim Yücelik şöyle anlatıyordu: Bursa 10 Eylül Pazar gününü 11 Eylül 1338(1922) pazartesi gününe bağlayan gece kurtuldu istiladan.Işıklar semtinden Püskülsüz İsmail çetesi,Pınarbaşı semtinden Kabakçı çetesi şehre girdiler.İnegöl istikametinden gelen 3.Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa ve emrindeki askeri birlikler 11 Eylül pazartesi sabahı Bursa’ya girdiler” (Yılmaz Akkılıç.Kurtuluş Savaşında Bursa.Sayfa 466)
Milli Mücadeleden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur.Devlet tarafından yerli çetelere ve efelere "af" çıkartılır.Kabakçı’nın öldürülmesinden 1 ay önce af çıkmasına rağmen Kabakçı bu aftan haberdar edilmez.Kütahya jandarma kumandanı tarafından, Kabakçı’ya "hizmetlerinden dolayı askeri rütbe ve nişan verilmek üzere" Ankara’ya çağırıldığı söylenir.
"Ağaçhisar’da soygun yapan bir Çerkez Çetesini yaptığı baskınla dağıtıp kalanlarını da Tavşanlı’daki Yunanlılara teslim etmesinden dolayı" Kabakçı’ya kin güden ve intikam almak isteyen Kütahya’daki Çerkez Jandarma Komutanı,1923 yılında 33 yaşında olan Kabakçı’yı Köprüören’de öldürtür.
(Burada bir parantez açıp o güne ilişkin bir anlatıyı nakledelim;
Kabakçı efe Kütahya Valiliği’nden gelen bu çağrının hayır mı şer mi ? olduğunu anlayabilmek için hanımına ahıra gidip atının hangi ayakla eşindiğini öğrenmesini söylemiştir. Efenin çok güzel küheylan bir atı varmış. Efe eğer at sağ ayağıyla toprağı kazmaya çalışırsa hayır sol ayağıyla kazmaya çalışırsa şer olarak düşünürmüş. Efenin hanımı ahıra gidip üstün körü bakarak atın sağ ayağıyla eşindiğini söyleyince efe bu haberi hayra yormuştur. (Halbuki at sol ayağıyla eşinmiştir.) Bunun üzerine efe merkeze gitmek üzere hazırlık yapmış ve yola çıkmıştır. Nitekim askeri bir jeep vasıtasıyla jandarmalar efeyi Tavşanlı’dan Kütahya’ya doğru götürmüşler aynı yol üzerinde kızılca ören mevkii ne geldiklerinde efe küçük su dökmek için arabadan inip ormana doğru yöneldiği sırada jandarmalar efe kaçıyor diyerek silahlarını ateşlemişler ve oracıkta efeyi vurmuşlardır)
Efenin cesedi Köprüören’e gömülür.Yıllar sonra Tavşanlı-Kütahya yolu yapılırken cesedi çıkarılıp Kütahya’ya nakledilir.Aradan yıllar geçmesine rağmen cesedinin çürümemiş olduğu görülür.


Kabakçı’nın ölümünden sonra Kabakçı’nın oğulları Talip ve Mehmet, babalarının Milli Mücadele döneminde yaşadığı bir olay nedeniyle Kütahya’da mahkemeye çağırılırlar. Mahkeme sonucunda da Kabakçı suçsuz bulunur ve oğulları da beraat eder.Olay şudur; Atatürk tarafından görevlendirildiği belirtilen İnegöl’ün Edebey köyü’nden İzzet Bey’le birlikte Cevizdere Savaşına katılıp yaralanan bir Kuvay-ı Milliye askeri, Kabakçı tarafından tedavisinin yapılması amacıyla Gökçedağ nahiye müdürüne teslim edilir. Nahiye müdürü de bu yaralı askeri Yunanlılara teslim eder. Yunanlılar da bu askerimizi şehit ederler.İşte yaşanan bu olay nedeniyle Cumhuriyetin ilk yıllarında Kabakçı ve dolayısıyla ailesi Kütahya’ya mahkemeye çağrılır. 1923 yılında ölmüş olan Kabakçı’nın hanımı ve çocukları Kütahya’ya birkaç kez mahkemeye giderler. Sonunda Kabakçı’nın suçsuz olduğu hükmü verilir.

Sonuç:
Gerçek bir tarihsel kişilik olan Kabakçı Salih Efe Milli Mücadele döneminde ve Bursa ile Kütahya illeri sınırlarında yaşamıştır. O, devlet otoritesinin tamamen kaybolduğu yıllarda çevresine topladığı kızanları ile belirli bir otoritenin sahibi de olmuştur. Bu otorite Tavşanlı yöresinin Kurtuluş mücadelesi ile çoğu zaman yan yana, omuz omuza birlikte de olmuştur. Elbette bir asker kaçağı olarak da nitelendirildiği için yine kimi zaman da devleti temsil eden yerel otoritelerle çatışmaya da girmiştir. O nedenledir ki, yazılı kaynaklar ondan “eşkıya” ya da “asker kaçağı” tanımlaması ile söz etmektedirler. Bu resmi nitelemenin aksine halk vicdanının ona lâyık gördüğü sıfat ise olumlu çağrışımları da beraberinde getiren “efe” sanıdır. Bu iki farklı değerlendirme tarzı, geniş halk yığınlarının yanlış yorumlara gittiği noktasına ulaşırsa, yine halk tarafından oluşturulmuş sağduyu anlayışının yok sayılması anlamına gelir ki bu asla doğru olamaz. İşte bu nedenledir ki, resmi belgelere yine resmi sıfatı olan kişiler tarafından aktarılmış bulunan bu tarz tarihsel değerlendirmelerin halkın algılamasından çıkan sonuçlarla beslenmesinde zorunluluk bulunmaktadır .

Kaynaklar:
1- Ömer Faruk DİNÇEL Araştırmacı-Tarihçi http://www.omerfarukdincel.com/viewpage.php?page_id=54,
2- “Tarihsel Gerçekliğin Algılanması Bağlamında Olay Kahramanı Kabakçı Salih Efe" Prof. Dr. Mustafa CEMİLOĞLU