27 Şubat 2015 Cuma

ARALIK AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 7

 
KİTABIN ADI
Atatürk’le 30 Yılİbrahim Süreyya Yiğit’in Öyküsü
KİTABIN YAZARI

Nuyan Yiğit

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Remzi Kitabevi
KİTABIN BASKI YILI
2006
KİTABIN BASKI SAYISI
3. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
338  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Kurtuluş Savaşı’nda  bugünün şartlarına göre çok az sayıda da olsa, Mustafa Kemal’in yanında koşulsuz yer alan, omuz veren yiğit yurtseverler vardı. Bunlardan birisi de bugünlerde ismi ne yazık ki unutturulanlardan İbrahim Süreyya’dır. (Tanımak isterseniz buradan)
1909 yılının karlı bir kış gecesi Mustafa Kemal’i Bulgaristan Yenice’sinde evinde ağırlayarak tanışan ve dost olan İbrahim Süreyya daha sonra sırf vatan müdafaasına destek vermek için Kaymakamlık görevinden istifa ederek gönüllü olarak Trablus’a savaşmaya gider. Mustafa Kemal’le omuz omuza başlayan mücadelesi her an O’nun yanında 1938’e dek sürer gider.
İbrahim Süreyya’nın oğlu Nuyan Yiğit, yıllar sonra hem babasının anıları ve hem de kendi anılarından yola çıkarak bu 30 yıllık dostluğu anlatıyor.
Okunmaya değmez mi?


26 Şubat 2015 Perşembe

HABİB BABA

Eski bir meseldir, belki hepiniz biliyorsunuz, ama son günlerde yaşadığımız olaylar sonrası insanın biraz kendini dinlemesi ve "ben ne yapıyorum" demesi gerektiğini hatırlatan bu güzel hikayeyi sizlerle paylaşıyorum;
Habib Baba, 4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır, fakirdir, gariptir. Fakat Rabbinin katında da âlemlere denk bir değerin sahibidir.

Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır. 
Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez. 
'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.'
 Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır.
'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım.Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.” Bin bir dil döker.Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek..
'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.' 
Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.

Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?' 
Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir.
Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır.. .
Hamamcı vezirler der almak istemez... Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar: 

'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştamalı beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: 'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler. ' 
Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır. .. 
Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona...Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur: 
'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsaade edersen bir keseleyivereyim. ' 
Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve büyük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.
Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin' 
Bu arada içerideki âlemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir. 
'Baba' der, 'gel bende senin sırtını keseleyeyim de ödeşmiş olalım.' Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; 
'Olur evlat' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar... 
'Baba' der, 'görüyor musun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içeride tef, dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...'
Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir: 
'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Âlemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir.
Paylaşan: M. Kemal Adal


25 Şubat 2015 Çarşamba

ARALIK AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 6

 

KİTABIN ADI
Eşekli Kütüphaneci
KİTABIN YAZARI

Fakir Baykurt

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Literatür Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2013
KİTABIN BASKI SAYISI
5. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
147  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Fakir Baykurt’un ölümünden hemen önce 1999’da tamamladığı ve düzeltmeleri hastane yatağında yaptığı son romanı. Aslında bir roman değil, yaşanmış gerçek olayların romanlaştırılmış biçimi dersek daha doğru olur.
Yeni nesil pek bilmez Mustafa Güzelgöz, Ürgüp’te sırf halkına kitabı ulaştırmak ve sevdirmek için senelerce köylere eşek sırtında kitap götürmüş bir insan. (Hayat hikayesi burada)
Yunanistan’ın Larisa Kentinde  Dimitrios Katsikas, ailesinin yaşlılarından defalarca dinlediği ata toprakları Ürgüp’ü görmek için bir gün çıkar gelir. Kader karşısına önce Mustafa Güzelgöz’ün oğlu Aziz’i sonra da Mustafa Güzelgöz’ü çıkarır. Anılar, hikayeler birbirini kovalar.
Derken Larisa Kenti ile Ürgüp’ün kardeş şehirliğine uzanan büyük serüven başlar.
Değerli yazar Fakir Baykurt’un yaşamının sonlarına doğru halkın aydınlanması ve halkların kardeşliği için yazdığı bu kitap sadece edebiyat ölçeğinde değil o güzel insanları anmak ve hatırlamak için de mükemmel bir fırsat…


 Dimitrios Katsikas'ı tanımak istermisiniz? (Buradan)
                                                        (Dimitrios Katsikas Ürgüp'te)

24 Şubat 2015 Salı

ARALIK AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5



KİTABIN ADI
Genç Stalin (Young Stalin)
KİTABIN YAZARI

Simon Sebag Montefiore

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Yavuz Alogan
KİTABIN YAYINEVİ
İthaki Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2010
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
448  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
9,5/10 (Az sayıda dizgi hatası var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
6/10 


Her ne kadar okuduğum kitapların tanıtımı sayfasında bu kitabı yorumluyor isem de kitap bir edebiyat yapıtı değil. Sosyalist tarihe ya da Stalin’in kimliği yönünden merak ettiğiniz bir husus yok ise yazının bundan sonrasını okumanıza gerek yok…
Yetiştiğim kuşak ve gençliğimizde edindiğimiz bilgiler çerçevesinde, okuduğumuz kuşaklar çerçevesinde, daha yaşanılası, daha özgür ve insan haklarına saygılı, kadını ve emeği sömürmeyen bir sistem olarak sol paydasında sosyalizme ve kuzey komşumuz Sovyetler Birliği’ne ilgi duyduğumuz kuşkusuzdur. Giderek, ulusal kurtuluş mücadelemizde maddi ve manevi destek sağladığını öğrendiğimiz ve Mustafa Kemal’in yaşamının son günlerinde “Hiçbir zaman Sovyetler Birliği’ne düşmanlık etmeyin, karşısındaki siyasi gruplaşmalara katılmayın” yolundaki siyasi mirasının göz ardı edilerek, aramızdaki dostluk köprülerinin atılması, Nato yoluyla düşman cepheye kaymamız sonucu, sosyalizmin ve komünizmin sürekli halka yanlış anlatılarak, solu ve sosyalizmi, “şapkanı asıp bir eve girdiğinde her şey senin oluyor” gibi çiy ve basit karalamalarla halkın düşman edildiği sisteme ilişkin gerçek bilgilerin ancak 1961 anayasasının özgürlükçü ortamında solu tanımaya başlayan ülkemizde Marx, Lenin, Stalin, Mao, Fidel Castro ve Ernesto Che Guevera gibi insanları yakından tanımamız bir hayli geç oldu.
1917 Ekim devrimiyle 20 yüzyılın çehresini tamamen değiştiren bir olayın yeterince anlatılmaması ve tanıtılmaması, bu devrim uğrunda çabalayan can veren nice insanın uğrunda mücadele ettiği amacın bilinmezliği, eklenen ucuz karalamalarla birlikte yıllarca Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerine halk olarak soğuk bakmamıza yol açtı. Elbette emperyalist ve kapitalist dünyanın ağır algı operasyonları altında gerçeği bilme ve anlama şansımız fazla olamazdı da.
Ülkemizdeki sol siyasi uyanışta pek çok kitap basılmasına rağmen yukarıda saydığımız önemli sosyalist figürlerin hiçbirisinin gerçek yaşam öyküsünü okuma ve öğrenme şansımız yine pek olmadı.
İthaki yayınları bir süredir bazı dünyaca ünlü kişilerin batıda yayınlanmış biyografilerini yayınlamakta. Bunlardan “Jules Verne”i okudum ve tahmin ediyorum blogda tanıtımını yapmıştım. Bu kez, benim gibiler için bir efsane olan Josef Stalin’in iki ciltlik biyografisini gördüğümde doğrusu oldukça heyecanlandım. Fakat ne yazık ki son derece güdümlü ve açık algı saptırmaları yapan bir kitapla karşılaştım. Bu ilk ciltte doğduğu 1878 yılından 1917 devrimine kadar geçen yaşamının anlatıldığı Stalin –kitabın yazarına göre- az sayıda yetkin özelliğine rağmen bir serseri, mafya, terörist, sevgisiz, biraz çapulcu, parti disiplinini dahi çiğneyen bir insan. Hatta üstüne basarak söylemese de alçak bir sesle, -elinde hiçbir kanıt olmadığını itiraf etse de- çarın gizli polisinin Bolşevik Parti içindeki ajanı olduğunu iddia eden yazarın Stalin’i doğru anlatmadığına inanıyorum. Ben, sosyalist sistem ve diyalektik materyalizm kültürüm çerçevesinde yalan ve iftira bölümlerden etkilenmeden okumayı başardığıma yaşamaındaki ilginç bazı ayrıntıları öğrendiğime ve bu anlamda alabileceğim bilgileri aldığıma inanıyorum. Ama her okuyanın yanı paratoneri kullanıp kullanamayacağını bilmiyorum.

 Yazarın biyografisini öğrenmek isteyenler için : http://www.simonsebagmontefiore.com/author.aspx


23 Şubat 2015 Pazartesi

KİTAP OKURKEN BEN…

Blog dostlarımdan “Hayat İzlerim, Kitap Sesleri” aşağıdaki sorulardan oluşan bir mim’i kendisi yanıtladıktan sonra beni de dahil ettiği bir arkadaş grubuna da paslamış. Ayrıca mesajla da iletmek nezaketini göstermiş. Elbette bu durumda yanıtlarımı diğer konuların önüne alarak hemen veriyorum bakalım benim durumum ne?

1-      Kitap okumak için evde belli bir yerin var mı?
Evet evde iki ayrı yerim var. Birisi oturma odasında koltuğum ve önündeki puf üzerinde okumayı sürdürdüğüm kitaplarım duruyor. Bir de mutfak masamda sadece sabahları çay demlerken saat 06.00-07.00 arasında okuduğum kitabım var. Bu kitap bitinceye kadar oradadır.

2-      Ayraç mı yoksa rastgele bir kağıt parçası mı?
Öncelikle ayracı tercih ediyorum. Fakat ender olarak bir kağıt, zarf vs. kullandığım zamanlarda olabiliyor. Ama asla kitap sayfasını kıvırmam. 

3-       Kitap okumayı belirli bir zamanda mı durdurursun yoksa belirli bir bölümde ya da bölüm başında mı durdurursun?
Çok sık değiştirdiğim metotlarım vardır ama genellikle saatli okurum. Fazla sıkılmamak için 45 dakika ile bazen bir saatlik periyotlarla okuyorum. Ancak bölüm başlıkları çok yakın ise tamamlayıp konunun bölünmemesine dikkat etmeye çalışıyorum.

4-      Okurken yemek yemek mi bir şeyler içmek mi?
Genellikle ikisini de çok tercih etmem. Yemek seçeneği sadece meyve için olabilir onda da okumaya ara vererek. İçmek ise çok nadir olarak çay tercihimdir. Neskafe ile hiç aram yoktur.

5-       Kitap okurken televizyon seyretmek mi müzik dinlemek mi?
İkisini de tercih etmemeye çalışıyorum. Ancak bazen tv benim istemim dışında açık oluyor. Bazen devam edebiliyorum ama izlemeyi tercih edebileceğim bir film var ise kitabı dikkatsiz okumamak için bırakıyorum.

6-       Tek seferde bir kitap mı yoksa birden fazla kitap mı?
Her zaman birden fazla kitap tercih ederim. Şu anda mutfaktaki kitabım hariç aynı anda değişerek okuduğum 3 kitabım var. Bunların yazarlarını ve konularını tamamen ayrı tutarak birini okuduktan sonra diğerini okumayı aktif dinlenme olarak kabul ediyorum.

7-       Okurken evde mi yoksa her yerde mi okumayı tercih  edersin?
Genellikle evde ama yukarıdaki anlatımların dışında bir de çantamda taşıdığım ve sadece metroda okuduğum bir kitabım var. Bunları dışında seyahate çıktığımda da çantamda mutlaka bir kitabım vardır. Yakaladığım boş anlarda okurum.

8-       Kitabın, kafanın içinde yüksek sesle okunması mı yoksa sessizce okunması mı?
Sessiz okumayı tercih ederim.

9-       Ciltli kitap mı karton kitap mı?
Özellikle bir tercihim yoktur. Ancak şu anda iyi ve kaliteli baskıya sahip dizgisine güvendiğim yayınevlerinin kitaplarını almaya gayret ediyorum. 80’li yıllarda yapıştırma kitap modası vardı. Pek çok kitap sonradan dağıldı.

10- Kitap yazıyor musun?
Kendimi o seviyede görmüyorum. Ama yazabilmeyi isterdim. Şimdilik Kurtuluş Savaşı’na katılmış ve unutulmaya başlamış bazı kahramanlarımızın hikayelerini derlemeye çabalıyorum. Bunları zaman zaman blogda yazıyorum. Belki ileride bunları bir araya getirip bir derleme kitap yapabilirim. Bir de izleyen dostlarım anımsar, Ankaralı Gezginler olarak kitaplaştırılan ve halen satışta olan 3 gezi anı kitabında birer yazım bulunmakta.


Benim yanıtlarım bunlar. Beni mimleyen değerli dosta teşekkür ediyor ve bu soruları yanıtlamaları için “ESİN” “SEDA”SEZER ESER PERKER” ve “BAĞIMSIZ YAZAR”I mimliyorum. Cevaplarını bekliyorum.

20 Şubat 2015 Cuma

ARALIK AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

 
KİTABIN ADI
Atatürk’le Beraber
KİTABIN YAZARI

İsmail Habib Sevük

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Hazırlayan: Lütfü Tınç
KİTABIN YAYINEVİ
T. İş Bankası Kültür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2014
KİTABIN BASKI SAYISI
3. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI
170  syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
10/10 
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
10/10 


Yakın tarihimizin görgü tanıklarının eserleri bizler için çok önemli bilgileri veren değerli kaynaklardır. Cumhuriyetimizin kuruluşunun kutsal günlerini yaşayanların tanıklıkları ve hele bunlar Mustafa Kemal’i anlatan bilgiler taşıyorsa daha da önem kazanmaktalar. Birinci elden kaynak niteliğindeki bu eserleri okumak kadar okutmak ve geçmişimizi doğru öğretmek, geleceğimizi kurmakta yol gösterici etmenlerdendir.
Değerli gazeteci Sevük’ün makale-röportajlarından derlenen kitap iki ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm, Atatürk’ün ölümü sonrası 24.12.1938’den 03.03.10939’a kadar Sevük’ün yazdığı anı röportajlar. İkinci bölümü ise Atatürk hayatta iken değişik gazetelerde 1922-1937 arası kaleme alınan makalelerden oluşuyor. Muhteşem Atatürk’ün yaşamından fazla bilinmeyen noktalarla karşılaşabilirsiniz.
Tanıtımından;
Milli Mücadele'nin hız kazandığı dönemde, Meclis 'le ve savaş meydanlarında yaşananları Türk halkına aktarmakla görevli bir gazetecinin kaleminden Atatürk ve o dönemler. İsmail Habib Sevük, Kurtuluş Savaşı 'ndan Cumhuriyet'e ve devrimlere uzanan coşkulu değişim dönemini, tarihe not olarak düşüyor: Konya ve Adana gezilerinden Kastamonu 'daki Şapka Devrimi 'ne, saltanatın kaldırılışından İkinci Meclis seçimlerine dek pek çok tarihi olay... İsmail Habib Sevük'ün Atatürk'ün ölümü üzerine kaleme aldığı anıları, bir edebiyatçı ve gazeteci gözüyle 1921-38 döneminin panoramasını çiziyor. İlk baskısı Atatürk İçin adıyla yapılan bu kitabın dili genç kuşaklar için güncelleştirildi, metni fotoğraflar ve açıklayıcı dipnotlarla zenginleştirildi.
                                              
İsmail Habip Sevük (d. 1892, Edremit – ö. 17 Ocak 1954 İstanbul), Türk yazar, edebiyat tarihçisi, gazeteci, siyasetçi.
Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu'da çıkarılan çeşitli gazetelerde Milli Mücadeleyi destekleyen yazılar kaleme aldı.Cumhuriyet döneminin ilk edebiyat tarihi kitabı olan “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi” adlı eserin yazarıdır. VII.TBMM’de Sinop milletvekili olarak yer almıştır (1943-1946).
1892'de Edremit'te dünyaya geldi. Babası Jandarma binbaşısı Mustafa Habib Bey’dir. İlk öğrenimin Edremit'te, lise öğrenimini Bursa'da tamamladı. Edebiyat zevkini Bursa İdadisi'ndeki edebiyat öğretmeni Hüseyin Siret Bey'den aldı. Yükseköğrenimini İstanbul'da Darülfünun Hukuk Mektebi'nde tamamladı (1913).
Hukuk Mektebi'nden mezuniyetinin ardından öğretmenlik mesleğini seçti. 1914'te Maarif Nezareti'nin imtihanını kazanarak  Kastamonu'ya edebiyat ve felsefe öğretmeni olarak atandı. Kastamonu'da İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kulüp müdürlüğünü ve cemiyetin yayın organı “Köroğlu” gazetesinin başyazarlığını üstlendi.
1919'da İzmir’e geçerek İzmir Sultanisi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. İzmir'in işgali üzerine Balıkesir'e geçti. 1919-1920 arasında Balıkesir'de Mustafa Necati ve Vasıf Bey tarafından çıkarılan “İzmir'e Doğru” dergisini yönetti. Balıkesir'in de Yunan işgaline uğraması üzerine Kastamonu’ya tekrar gitti. Hamdi (Çelen) ve Hüsnü (Açıksöz) beylerin çıkardığı “Açıksöz” gazetesinde 13 Ekim 1922 gününe kadar başyazı yazdı. Kurtuluş Savaşı bittikten sonra Ankara’ya gitti.
Ankara Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapan İsmail Habip Bey, Aralık 1922'de Yunus Nadi'nin "Yeni Gün" gazetesinde yazarlığa başladı. Yeni Gün'ün ve Anadolu Ajansı'nın muhabiri olarak 1923 yılı Mart ayında Mustafa Kemal Paşa'nın Adana, Mersin, Konya illerine yaptığı seyahate katıldı. Dönüşte izlenimlerini bir dizi halinde Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımladı
Vasıf Bey'in Maarif Vekaleti sırasında Edirne Milli Eğitim Müdürü oldu. Edirne Türk Ocağı başkanlığını üstlendi. 1925 yılında liseler için ders kitabı olarak hazırladığı “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi” adlı eseri yayınlandı.
1926-27 Antalya Maarif Eminliği, 1927-1931 Adana Maarif Eminliği görevlerinde bulundu. Adana'da iken “Adana Mıntıkası Maarif Mecmuası” dergisini çıkardı. Dergi, 1928-1931 arasında 40 sayı yayımlandı. Maarif eminliklerinin kaldırılması üzerine 1931'de Galatasaray Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı.
1939 yılının sonuna doğru Mustafa Nihat Özön'ün “Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseri hakkında kaleme aldığı yazılar basında birçok yazarın katıldığı tartışmalara yol açtı[3]
Galatasaray Lisesi edebiyat öğretmeni iken milletvekilli seçildi. TBMM VII. dönemde Sinop milletvekili olarak yer aldı. Hiç evlenmeyen İsmail Habib Sevük, 1946'da emekliye ayrılarak kendisini tamamen yazmaya verdi. 17 Ocak 1954'te gırtlak kanseri nedeniyle İstanbul'da yaşamını yitirdi. Cenazesi Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi.



19 Şubat 2015 Perşembe

ONLARI UNUTMAYIN - 2 (GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE GENİŞLETİLMİŞ)

DENİZLİ MÜFTÜSÜ AHMET HULUSİ EFENDİ

(İlk kez blogda 29.09.2009 tarihinde “ONLARI UNUTMAYIN – 2” başlığı ile derlediğim yazıyı sayın Prof Dr Cihan Dura’nın bir makalesindeki ek bilgilerle genişleterek tekrar sunuyorum;)
 Kurtuluş savaşımızın bir başka kahramanı...

Memleketim olmakla övündüğüm Denizli, ulusal kurtuluş mücadelemizde örgütlenen ilk ildir. Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi de örgütlenen bu ilin en aktif önderlerinden biridir. Denizli müftüsü ve Millî Mücâdelenin ilk bayraktarı. 1861 (H.1278) yılında Denizli'de doğdu. 1931'de vefat etti. Dedesi Veli ve babası Osman efendiler de müftü ve müderris idiler. Tahsîlini Denizli Kayalık Müftüler Medresesinde yaptı. Babasından icâzet aldı. Bundan sonra medresede dersler vermeye ve talebe yetiştirmeye başladı Medrese tahsili ve hocalığının ardından Osmanlı yüksek uleması hiyerarşisinde önemli bir konum olan "sahn müderrisliği"ne kadar yükseldi. 1918'de babasının vefatı üzerine Denizli Müftüsü oldu.. Bu görevde iken Türkiye'nin paylaşılmasını içeren Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. Şubat 1919'da Paris'te bir araya gelen Îtilâf devletleri temsilcileri Balıkesir, Aydın ve İzmir'i Yunanistan'a vermeyi kararlaştırdılar.


Gelişmeler üzerine Nureddîn Paşa, bölge ileri gelenleri ve din adamları liderliğinde, “İzmir Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyeti” adı altında bir teşkilât kurdu. Bir kongre toplanmasını kararlaştıran cemiyet, Balıkesir, Aydın ve Denizli livâlarından delege gönderilmesini istedi. Denizli'den gönderilen delegeler arasında Ahmed Hulûsi Efendi de bulunuyordu. Kongreye İzmir vâli ve kolordu komutanı Nureddîn Paşa başkanlık etmiş ve ilhak tahakkuk ettiği takdirde mukâvemet edebilmek için teşkilât kurulması kararlaştırılmıştı. Paşa, İzmir'in Yunanistan'a verilmesi halinde silâhlı bir müdafaaya kalkışılacağını söylediği sırada Ahmed Hulûsi Efendi büyük bir uzak görüşlülükle kendisine şöyle demişti:

"Paşa! Sizin yurtseverliğiniz, bilinen ve yadsınmaz bir gerçektir. Ne var ki, İstanbul işgâl altındadır. Hükümet, müttefiklerin arzularının dışına çıkamaz. Buradaki Hıristiyan unsurlar işgal kuvvetleriyle temas hâlindedir. Sizin burada fiilî direniş için girişeceğiniz her hareketi onlara bildirirler. İşgâl kuvvetleri İstanbul hükûmeti üzerinde tazyiklerde bulunarak hükümete tesir ederek,  sizi terfian veya memuriyetinizi nakil sûretiyle İzmir'den uzaklaştırırlar. Bakınız Rum papazlarından metropolit Hrisostomos daha şimdiden bu şehrin fahrî vâlisi gibi hareket etmeye başlamış ve Yunan işgalinin hazırlıklarına girişmiş bulunmaktadır.Bu takdirde istirham ederim, İstanbul'a gitmeyiniz. Denizli'ye geliniz, bizler gerekli her şeyi temin etmeye hazırız. Yeter ki, başımızda sizin gibi deneyim ve mevkii güven veren bir kumandan bulunsun.”

                                                                (NUREDDİN PAŞA)
Ahmed Hulûsi Efendinin söyledikleri çok geçmeden gerçekleşti. Nûreddîn Paşa azledilerek yerine vâliliğe Kambur İzzet, kumandanlığa da emekli paşalardan Nâdir Paşa tâyin edildi.

Ahmet Hulûsi Efendi buna rağmen umutsuzluğa kapılmadı. İzmir Redd-i İlhak Kongresi’nden döndükten hemen sonra yoğun bir teşkilatlanma çabasına girişti. Yaklaşan tehlikenin büyüklüğünü ve vahametini halka anlatmak üzere Denizli yöresinin bütün kasaba ve köylerini dolaştı. İzmir'de alınan kararlar doğrultusunda halkı bilinçlendirmeye, mücadele fikrini aşılamaya çalıştı.  Denizli sancağının kazaları olan Acıpayam, Buldan, Sarayköy, Tavas ve Çal'da, özellikle müftü ve müderrislerle eşrafın öncülük ettiği heyetlerin kurulmasını sağladı. Kaçınılmaz olan Yunan işgali karşısında neler yapılması gerektiğini önceden düşünüp gerekli önlemlerin alınması için çevresini uyardı.
Onun bu faâliyetlerini Denizli mutasarrıfı Fâik Bey (Öztırak) şöyle anlatmaktadır:
(DENİZLİ MUTASARRIFI FAİK BEY -ÖZTRAK-)
 Ahmed Hulûsi Efendi, benimle çok uzun ve mahrem görüşmelerde bulundu. Denizli sancağının kazaları olan Acıpayam, Buldan, Sarayköy, Tavas ve Çal'da bilhassa müftüler ve müderrislerle eşrâfın rehberlik ettiği heyetlerin teşkîlini temin ettiğini söyleyip, artık mukadder olan Yunan işgâli önünde neler yapılması îcabettiğinin şimdiden düşünülüp lüzumlu tedbirlerin alınmasını teklif ve tavsiye etti. Bugün daha iyi anlıyorum ki, müftü efendinin sözlerinde hiç bir imkânın gerçekleşmesi şartı yoktu. Yapılması gereken vatanın istiklâli ve haysiyeti îcâbıydı. İlmi, irfânı, ahlâkı ile muhitin hürmet duyduğu muhterem şahsiyeti, sancağın her tarafında sevilen ve sayılan adamdı. Ahmed Hulûsi Efendi çok zor şartlar altında vazîfeye çağırdığı kimseleri meziyet ve husûsiyetleriyle çok iyi takdir ederek tâyin ve tespit etmişti. O müstesnâ günlerin bendeki en derin intibaı şudur: Çok güç şartlar altında girişilecek hizmetlere lâyık mânevî rehberler bulur ve onların telkinleri kalp ve vicdanlarda ümit izleri meydana getirebilirse elde edilemeyecek güzel netîceler, ufukların ardında demektir. Ben Ahmed Hulûsî Efendinin mübeccel ve muhterem varlığında bu ebedî hakîkatın en muhteşem misâlini görmüşümdür."


Tarih 15 Mayıs 1919… Bu arada beklenen fecî âkıbet gerçekleşti. İzmir 15 Mayıs 1919 Perşembe sabahı Yunanlar tarafından işgâl edildi. Bir Yunan tümeni bir İngiliz savaş gemisinin koruması altında İzmir’e çıkıyor. Acı haber Denizli'ye ulaştığı zaman irkilmeyen, ümitsizlikle yıkılmayan tek insan Ahmed Hulûsi Efendiydi. Çünkü o, mukadder sonucu biliyor, din, vatan ve nâmus için neler yapılması gerektiğini düşünmüş bulunuyordu. İzmir'in işgâli üzerine ilk iş olarak Denizli'de bir protesto mitingi tertipledi.

Denizli… Halk, başlarında Müftü Ahmet Hulusi Efendi, şehrin çeşitli yerlerinde gruplar halinde toplanmakta…. Bu gruplarla Denizli’nin köylerinden gelenler Bayramyeri’nde birleşiyor. Kayalık Camii’ndeki sancak çıkartılarak sokaklarda tekbirlerle dolaştırılıyor. İlk protesto mitingi bu…, işgalden yaklaşık dört saat sonra sabah namazının ardından Denizli’de gerçekleştiriliyor! Ahmet Hulusi Efendi, Müftülük dâiresinin yakınındaki bir câmide bulunan Sancak-ı şerîfi asılı bulunduğu yerden tekbirler ve salât-ü selâmlar ile indirdi. Etrafında şehrin ileri gelen şeyh ve imâmları olduğu hâlde câminin etrâfında bekleşen kalabalığın önüne geçti. Kalabalık Belediye Meydanına doğru yürümeye başladı. Tekbir seslerini işiten halk, işini gücünü bırakarak Belediye Meydanına koşuyordu. Belediye Başkanı Hacı Tevfik Bey ve Mutasarrıf Faik Bey Belediye binasının balkonunda yerlerini almıştır. Hulusi Efendi kalabalığa hitap eder. Yunanlıların İzmir’i işgalini şiddetle protesto edip Denizli halkını büyük tehlike karşısında mücadeleye çağırır. “Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir!"  diyerek Millî Mücadele’nin ilk “cihat” fetvasını verir!
“Muhterem Denizlililer,

Bugün sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir!... Vatana karşı irtikap edilecek cürümlerin (işlenecek suçların) Allah ve tarih önünde affı imkansız günahtır. Cihat, tam manasıyla teşekkül etmiş dini fariza olarak karşımızdadır.

Hemşehrilerim,

Karşımıza çıkarılan dünkü tebamız Yunan’a biz mağlup olmadık. Onlar, öteki düşmanlarımızın vasıtasıdır. Yunan’ın bir Türk beldesini eline geçirmesinin ne manaya geldiğini, İzmir’de şu birkaç saat içinde işlenen cinayetler gösteriyor.

Silahımız olmayabilir, topsuz, tüfeksiz, sapan taşları ile de düşmanın karşısına çıkacağız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi, haysiyet şuurumuz ile kalbimizdeki iman ile mücadelemizin sonunda zaferi kazanacağız. Bu uğurda canını verenler şehit, kalanlar gazidir. Bu mutlak olarak cihad-ı mukaddestir.

Sizlere vatanımızı düşmana teslim etmenin çaresiz olduğu söyleyenler, düşman esareti altında olanlardır. Onlar irade ve kararlarına sahip değildirler. Bu vaziyette olanların emri ve fetvası aklen ve şeran caiz, makbul ve muteber değildir.

Meşru olan, münhasıran vatan müdafaası ve istiklal uğruna cihattır!... Korkmayınız!... Meyus (ümitsiz) olmayınız!...

Bu livay-ı hamd’ın altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız!...

Müftünüz olarak cihad-ı mukaddes fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum.

Elinizde hiçbir silahınız olmasa dahi, üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle, mutlaka fiili mukabelede bulununuz!...

Fetva veriyorum. İşgal edilen memleket halkının silaha sarılması farz-ı ayndır...”

Bu konuşma yalnız Denizli'de değil, şehrin ilçelerinde de etkili oldu. Oralarda da mitingler yapılmaya, protestolar çekilmeye başladı. Ahmed Hulûsi Efendi yalnız Denizli için değil, bütün civar, vilâyet ve kazâları da içine alan bir millî mukâvemet hareketi meydana getirmek istiyordu. Bu sûretle Aydın ve Nazilli'ye emin adamlarından birkaçını göndererek onlarla temasa geçti. Bir savunma teşkilatı kurdu. Denizli Kuvayı Milliyesi adını alan teşkilatın yönetimi ile yakından ilgilendi.
Müftü Efendi'nin gerek Denizli'de, gerekse çevresinde yaptığı Kuvayı Milliye çalışmaları, İstanbul hükümetinin dikkatinin, yöreye çevrilmesine neden oldu. Hükümet 21 Temmuz 1919 tarihli telgrafıyla Kuvayı Milliye'nin dağıtılmasını istedi. Ahmet Hulusİ Efendi Heyeti Milliye başkanı olarak, İstanbul Hükümeti’ne ulaştırılmak üzere Denizli Mutasarrıflığı'na yazdığı 5 Ağustos 1919 tarihli yazısında Yunanların işledikleri cinayetleri sayarak, İstanbul Hükümeti'nin bu cinayetler karşısında ilgisiz kaldığını, vatanlarını ve canlarını kurtarmak için mücadele verdiklerini, bu mücadeleden vazgeçmelerinin asla söz konusu olmadığını sert bir dille bildirdi. İstanbul Hükümeti, Kuva-yı Milliye'nin dağıtılmasını beklerken, aksine millî hareketin Denizli'de daha da gelişmesinden ve özellikle Müftü Efendi'nin sert cevabından dolayı telaşa kapıldı. Sadrazam Damat Ferit, daha etkili bir tavır takınmak gereğini duydu. Jandarma Genel Komutanı Ali Kemal Paşa'yı, durumu yerinde incelemesi ve gerekli önlemleri alması için yöreye gönderdi.
Ne var ki, hükümet ne yaptıysa, bir sonuç alamadı. Ahmet Hulusi Efendi'yi görevinden alma girişiminde bulundu. İstanbul hükümetine bağlı bazı memurlarla, İtilaf devletleri temsilcileri de Müftü Ahmet Hulusi Efendi'nin çalışmalarını engellemeye çalıştılar. Bu amaçla, bir İngiliz subayı Denizli'ye gönderildi. Müftü Efendinin faâliyetlerini yakından tâkib eden Denizli Rumları ise; "Onun sarığını başına dolayacağız." diye haber göndermekteydiler. Ancak kahraman Denizli müftüsü bu tehditlerden korkacak ve din ve nâmus müdâfaasından geri duracak bir kimse değildi. Bizzât kendisi Dinar'a ve Afyonkarahisar'a gitti. Bu bölgelerdeki diğer müftü, vâiz ve müderrislerle temasa geçerek silahlı çeteler teşkil edip, ilerleyen Yunan kıtaları karşısında bir mukâvemet cephesi meydana getirmek husûsunda onları harekete geçirdi. Bu bölgede efeler, yedek subaylar, mütekaid (emekli) subaylar ve halktan herkes mahallî müftülerin idâre ettiği teşkilâta kaydolunarak kısa zamanda harbe hazır vaziyete getirildiler. Hazırlıklarını tamamlayan Hulûsi Efendi, Yunanların Nazilli'ye girmeleri üzerine emrindeki kuvvetle derhal harekete geçti. Nazilli'de bulunan Yunan kumandanı üç-beş bin kişilik bir kuvvetin üzerine geldiğini haber alınca derhal mevziini terkederek Aydın istikâmetine çekildi. Müftü Hulûsi Efendi kumandasındaki milis kuvvetleri Nazilli'yi kolaylıkla ele geçirdiler. Fakat burada durmayarak Aydın'a doğru gerilemiş bulunan Yunan kuvvetlerinin takibine başladılar. Nazilli'de ve yol boyunca uğranılan her köyde toplanan halka, heyecanlı nutuklar îrâd eden Müftü Efendinin emrindeki kalabalık gittikçe artıyordu.
Sonuçta gösterdiği gayret, şevk ve inançla Aydın'ı Yunanlardan geri almayı başardı. Bundan sonra artan, kuvvetlerinin yönetimi işini kumandanlık nitelikleriyle tanınan Demirci Mehmet Efe’ye bıraktı. Ne var ki, bu sırada toparlanmış olan Yunanlar büyük kuvvetlerle geri gelerek Aydın'ı tekrar işgal ettiler, katliamlar yaptılar. Bölgede tam bir ölüm kalım mücadelesi başladı. Ahmet Hulûsi Efendi çarpışmalara bir nefer gibi bizzat katıldı. Topladığı gönüllüleri, milis kuvvetlerini vaazlarıyla destekledi. Böylece Denizli bölgesinde Yunan ilerleyişine set çekti. Bu müdâfaa hattı olmasaydı. Ankara'nın, düzenli askerî birliklerin kurulmasını sağlayamadan pek çok vatan toprağının Yunan birliklerinin eline geçmesi işten bile değildi.


O sıralarda Mustafa Kemal Paşa da Samsun’a ayak basmış, Amasya genelgesini yayımlamış bulunuyordu. Müftü Efendi bu haberi duyunca, “işte” der etrafındakilere, “memleketi kurtaracak adam budur.” Erzurum’a, Sivas’a Ankara’ya destek verir. Vahdettin’in şeyhülislamı Dürrizade'nin fetvasına karşı, Mustafa Kemal Paşa’yı ve Millî Mücadele’yi destekleyen Anadolu ulemasının fetvasına Nisan 1920'de hiç çekinmeden imzasını koyar.
Ahmed Hulûsi Efendi Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra gelişen siyâsî olaylara karışmamış ve geri kalan ömrünü ibâdetle geçirmiş, gençlere dini öğretmeye çalışmıştır. 22 Kasım 1931'de yetmiş yaşının içinde hayâta vedâ etti. Bu vatansever, milliyetçi din adamı kahramanlar listesinde şerefli yerini aldı. Adı ve yiğit ruhu, kendi semti olan Kayalık Mahallesi İlkokulunda, “Ahmet Hulusi İlkokulu” olarak anıtlaşmıştır. Denizli kabristanındaki kabrinin sağ cephesinde "Millî mücâdelenin ilk alemdârı Denizli Müftüsü Ahmed Hulûsi Efendi burada medfûndur" diye yazılıdır. Ahmed Hulûsi Efendi'nin beş oğlu ve bir kızı vardı. Soyadı kânununun çıkmasından sonra aile "Müftüler" soyadını almıştır.
(PROF DR CİHAN DURA)
Yazısının sonunda Sayın Dura tarafından yapılan aşağıdaki değerlendirmelere aynen katılıyorum;
- “Ahmet Hulusi Efendi Millî Mücadele’nin ilk cihat fetvasını veren yurtsever bir hocamızdır. Yunan işgal ve istilasına karşı, bölgede ilk protesto mitingi yapan ve direnişe geçen, ‘Düşmana karşı koymak farz-ı ayındır’ diyerek fetva veren bir ulusal kahramandır.”
- Teşkilatçıdır, her şeyi önceden düşünüp hazırlığını yapıyor. Halkla iç içedir, halkı aydınlatıyor. Asla umutsuzluğa kapılmıyor; onun bu niteliği Atatürk’ün şu sözünü hatırlatır insana: “Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”
- Ahmet Hulusi Efendi yerel boyutta bir Mustafa Kemal gibidir: Ülkenin durumunu, İstanbul hükümetinin icraatını takip ediyor, değerlendiriyor. Sonuçlar çıkartıyor. Gelecekte olacakları görebiliyor. Kurtuluşun ancak silahlı mücadele ile olacağına inanıyor. Teslimiyetçi İstanbul hükümeti hakkında doğru teşhisi yapıyor.
- Geniş çaplı bir millî direniş hareketi öngörmesi, bu amaçla bir savunma teşkilatı kurması, çevre kentler ile temasa geçmesi, İstanbul hükümetine karşı çıkması, bölgesel direnişin başına bizzat geçmesi, gerektiğinde bir nefer gibi çarpışması anlamlıdır. Bunlar girişiminin, bölgesel çapta bir Mustafa Kemal harekâtı olduğu izlenimini verir. Tarihçilerimiz gerekli ilgiyi gösterip Ahmet Hulusi Efendi ve Millî Mücadele’ye olan hizmetleri üzerinde ciddî araştırmalar yapmalıdır.