28 Eylül 2012 Cuma

NEME LAZIM BE SULTANIM!

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı” diye derin derin düşünmeye başlar... Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir... “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir. Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:

Neme lâzım be Sultânım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”
“Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdîk eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder.

(Kaynak: Önce Vatan)

27 Eylül 2012 Perşembe

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

KİTABIN ADI : Cinsel Öyküler

KİTABIN YAZARI : Editör: Cem Mumcu
KİTABIN ÇEVİRMENİ -
KİTABIN YAYINEVİ : Okuyan Us Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI : 2001
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 157 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 7/10

YORUM:
Alfabetik sırayla, Akın Sevinç, Buket Uzuner, Cem Akaş, Cem Mumcu, Halil Gökhan, Leyla Erbil, Mario Levi, Mustafa Ziyalan, Müge İplikçi, Süreyya Evren, Yıldırım B Doğan ve Yusuf Eradam’ın daha önce yayınlanmamış hikayelerinden yapılan bir seçki.
Özellikle hikaye sevenler için dahi olsa tavsiye edilebilir mi bilmiyorum. Birkaç hikaye dışında çok çekici olmayan bir kitap. Neredeyse akılda bile kalmıyor. Meralısına diyeyim ama okumasanızda bir şey kaybetmezsiniz.

26 Eylül 2012 Çarşamba

1957 YILINDA AMERİKADA

1957 yılında Amerika'nın güneyine araştırma yapmak üzere üs kuran Nasa 'yı birgün küçük bir kızılderili çoçuk farkeder ve koşa koşa epeyce uzakta bulunan kamplarına gidip Büyükbabasına haber verir.

-Büyükbaba, beyaz adamlar gelmiş, aşağıdaki vadide gördüm... Çok kalabalıklar ve birşeyler yapıyorlar.
Yaşlı kızılderili homurdanmaya başlar, belli ki epeyce sinirlenmiştir.
-Onlarla konuştun mu?
-Hayır, beni görmediler. Ben büyük tepenin üzerinden onları izledim.
-O zaman yarın yanlarına git ve orada ne aradıklarını sor.
Küçük kızılderili ertesi sabah yola koyulur. Üsse varır ve beyaz adamlardan birinin yanına gidip;
-Burada ne yapıyorsunuz? diye sorar
Beyaz adamlardan birkaçı küçük kızılderilinin basını okşarlarlar, ona gülümserler ve;
-Hani geceleri gökyüzünde parlayan birşey var ya, biz buradan onu seyrediyoruz.
-Ay'ımı?! peki ama neden?
Adamlar küçük çocuğun sorusunu yine gülümseyerek yanıtlarlar.
-İleride... çok yıllar sonra buradan oraya insanları götürebilmek ve orada yeni bir hayat kurabilmek için... Anladın mı?
Küçük kızılderili şaşkınlığını gizlemeye çalışarak "Anladım" der ve koşa koşa uzaklaşır.
Öyle hızlı koşmuştur ki, kampa geldiğinde konuşamaz haldedir. Hemen büyükbabasının yanına gider ve kendisine söylenenleri bir bir anlatır. Yaşlı kızılderili torununun anlattıklarını dinledikten sonra iyice sinirlenir, bağırıp çağırmaya başlar. Ertesi sabah yine torununu yanına çağırır, hayvan derisi üzerine kızgın bir çubukla ve kendi lisanınca yazdığı notu torununa uzatarak der ki;

-Bunu al, beyaz adamlara götür ve onlara de ki;" Bunu büyükbabam gönderdi... Oraya, yani aya gittiğinizde bunu oradakilere verecekmişsiniz"
Küçük kızılderili kendisine söyleneni aynen yapar. Üs deki beyaz adamlardan birine notu verir, Büyükbabasının söylediklerini de iletir ve yine koşaradım uzaklaşır.
Üs çalışanları, belli bölümleri yakılmış deri parçasına bakıp, bakıp saatlerce gülerler. Ancak aradan bir kaç gün geçtikten sonra, yaşlı kızılderilinin o notla, sözde ayda yaşayanlara nasıl bir mesaj iletmek istediğini merak etmeye başlarlar. Bu merak günden güne öylesine büyür ki, bir tercüman çağırmaya karar verirler.
Tercüman geldiğinde herkes bir araya toplanır ve merakla beklemeye başlarlar. Bu arada gülüşmeler hala ara ara devam etmektedir. Tercüman deri parçasını eline alır, okur ve ağlamaya başlar. Herkes şaşkındır, gülüşmeler yerini iyiden iyiye meraka bırakmıştır. Tercüman yaşlı gözlerini kalabalığa çevirir ve der ki;
-Not aynen şöyle;
"Bu adamlara dikkat edin, elinizden topraklarınızı almaya geliyorlar!"

Sunay Akın





25 Eylül 2012 Salı

ÇAN DÖRTTEN FAZLA ÇALINIRSA KİM ÖLMÜŞTÜR ???

ÇOK ESKİ YILLARDA KRALLIKLA İDARE EDİLEN BİR ÜLKE VARMIŞ. AMA; BU ÜLKEDE , HUKUK VE HAKİMLER DE VARMIŞ.

TÖRELERE GÖRE, BİR VATANDAŞ ÖLDÜĞÜNDE, ŞEHİR MERKEZİNDEKİ DEV ÇAN BİR DEFA ÇALINIRMIŞ. UZUN UZUN DA YANKILANIRMIŞ.
EŞRAFTAN BİRİSİ ÖLÜRSE ÇAN İKİ DEFA, BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI ÖLÜRSE ÜÇ DEFA ÇALINIRMIŞ.
YA KRAL ?..
O ÖLDÜĞÜNDE , ÇAN DÖRT DEFA ÇALINIRMIŞ.
GEL ZAMAN GİT ZAMAN... ŞEHİRDE BİR OLAY OLUR, İŞ MAHKEMEYE İNTİKAL EDER.. DAVANIN SANIĞI OLARAK MAHKEME HUZURUNA ÇIKARILAN KİŞİNİN MASUMİYETİNİ İSE BÜTÜN VATANDAŞLAR BİLMEKTEDİR. BİR FORMALİTE OLARAK GÖRÜLMESİ VE BERAAT BEKLENEN, DAVADAN SÜRPRİZ BİR KARAR ÇIKAR.
SANIK PARA CEZASINA MAHKÛM OLMUŞTUR.
HAKİM SORAR :
" -BİR DİYECEĞİN VAR MI ?.. ..."
SANIĞIN CEVABI
" - HAYIR !.. ..."
MAHKEME BİTER.
DİNLEYİCİLER DAĞILIR. KAFALARDA BİR KAYGI!..
KISA BİR SÜRE SONRA DEV ÇANIN SESİ DUYULUR..
ACABA KİM ÖLDÜ ?..
ÇAN BİR DEFA DAHA ÇALAR. ACABA EŞRAFTAN KİM ÖLDÜ ?..
ŞEHİR ÇAN SESİ İLE BİR DEFA DAHA İNLER.
HIMMMMM... BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI, ACABA KİM ?.. SORUYA CEVAP ALINMADAN ÇAN BİR DEFA DAHA ÇALAR, YERİ, GÖĞÜ İNLETİR.
HERKESTE BİR FERYAT: EYVAH!.. KRALIMIZ ÖLDÜ!..
ANCAK, TÖREDE GÖRÜLÜP İŞİTİLMEMİŞ BİR ŞEKİLDE ÇAN, BEŞİNCİ DEFA DA ÇALINIR, YER GÖK İNLER VE SESLER KESİLİR.
HERKES BUNUN NE ANLAMA GELDİĞİNİ ÖĞRENMEK İÇİN. ÇAN GÖREVLİSİNE KOŞAR, BİR DE BAKARLAR Kİ ÇANI , HAKSIZ YERE MAHKÛM EDİLEN ADAM ÇALMAKTADIR. SORARLAR :
" -NE DEMEK BEŞ DEFA ÇAN ÇALMAK ?.. KRALDAN DAHA BÜYÜK BİRİSİ Mİ ÖLDÜ ?....."
CEVAP ŞAŞIRTICI OLDUĞU KADAR ANLAMLIDIR DA :
" -EVET ! ADALET ÖLDÜ ! ..."

24 Eylül 2012 Pazartesi

HEDİYE ÇEKİLİŞİNİN SONUÇLARI

Blogun 3. Yaşgünü yazısını okuyan 19 okuruma ve yorum bırakan 4 değerli okuruma sonsuz teşekkürler.

Çekiliş yaparak okuyucu sağlamak gibi beklenti taşımadığımdan ve sadece özel günler için kitap hediyesini düşündüğümden temelde bu çekilişi okunurluk yönünden temel almıyorum.
Gelelim hediye paylaşımına. 3 kitap için 4 yorumcum olduğundan ve çekiliş yaparak 3’üne hediye verip birini hediyesiz bırakmak doğrusu bana ters geldi.
Dolayısıyla şu an için henüz almadığım bir sürpriz kitabı paylaşıma dahil etmiş bulunuyorum.
Bu durumda kim kazandı ve kim kaybetti yerine kime ne kitap hediye düştü biçiminde bir belirleme yaptım. Çektiğim kuraya göre yorumcularımın hediyeleri şöyle paylaştırıldı:

İnsan Olmak kitabı: Semih
Ozani ve Şiirleri’nin biri: Sabahattin Gencal
İkincisi: Sezer
Sürpriz kitap: Esmir

Değerli yorumcularım lütfen kargo adreslerini bilgehanmerki@hotmail.com mail adresime bekliyorum. Hepinize teşekkürler, iyi ki varsınız!

21 Eylül 2012 Cuma

3. YAŞGÜNÜ HEDİYELERİ

23 Eylül blogumun 3. Yaşgünü oluyor. 2009’da girdiğimiz internet dünyasında küçük bir pay almayı başardım sanıyorum.

Yaptıklarım ya da yapamadıklarım gibi bilanço yapmak istemiyorum. Aslında değerli üstadım Sayın S. Gencal gibi belirli konular üzerinde değerlendirme yapmanın da faydalı olduğuna inanıyorum. Fakat genel iş yoğunluğu bu tür çalışmalar yapmamı engelliyor ve sürekli erteliyorum. Daha fazla zaman ayırmayı başardığım takdirde belli değerlendirmeleri yapmanın faydalı olacağına inanıyorum. (Örneğin hangi konulardaki yazıların daha çok okunduğu ya da hangi konuların daha çok yorum aldığı gibi)
Bu üçüncü yaş günümüzü dostlara hediye ile değerlendirmek istiyorum. İlginç bir fırsat olarak 3. Yaş günümüzü 3 kitap ile değerlendiriyorum.
İlk kitabımız, Dost Yayınevi’nden çıkan “İNSAN OLMAK” kitabı.

Diğer kitaplarımız ise değerli dostum, şair ve edebiyatçı CAN YOKSUL’un hazırladığı “Ozani ve şiirleri üzerine” adlı inceleme kitabından iki adet.

Dostum, büyük bir incelik ve nezaket göstererek yazdığı kitabın birisini imzalayarak toplam 3 adet göndermiş. Ben de diğer iki nüshayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çekiliş koşullarımız çok basit. Sadece bu yazının altına yorum bırakmanız yeterli.
Pazartesi günü sabahı yorum sırasına göre kura ile saptayacağım 3 dostuma kitapları göndereceğim. “Adsız” olarak katıldığınız takdirde isminizi lütfen yazmayı unutmayın.

Katılan dostlarıma şimdiden gösterdikleri ilgi ve nezaketten ötürü teşekkür ediyorum. Boş şans diliyorum.

20 Eylül 2012 Perşembe

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3

KİTABIN ADI : Bir Yazarın İnancı – Yaşam, Zanaat, Sanat (The faith of a writer)

KİTABIN YAZARI : Joyce Carol Oates
KİTABIN ÇEVİRMENİ:  Elif Erten
KİTABIN YAYINEVİ : Kavis kitap
KİTABIN BASKI YILI . 2011
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 157 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ . 10/10

YORUM:
Türkçeye kazandırılan tüm kitaplarını okumaya çalıştığım J C Oates bu kez bir deneme kitabıyla karşımızda.
Usta yazar, bu kez yazarlığın sırlarını bizlerle paylaşıyor. Bir kitap nasıl yazılır, kitap yazabilmek yetisi, usta yazarlardan esinlenme gibi ilginç konularla adeta edebiyatın gizleriyle karşımızda.
Kendi çok sevdiği yazarlardan Emily Dickinson, Lewis Carroll, Henry James, Ernest Hemingway etkilerini de kendi üzerinde sorguluyor.
Edebiyat tutkunları ve yazar olmak ideali olanlar için bulunmaz bir kaynak olduğuna inandığım kitabı tüm edebiyat tutkunları da okumalı derim.
Not: Bu konuda hoş bir makale için;
Hülya SOYŞEKERCİ http://blog.milliyet.com.tr/hulyasoysekerci

19 Eylül 2012 Çarşamba

ÜSKÜP'TE TÜRK İZLERİ 2

SULTAN MURAD CAMİİ 
Üsküp’ün eski çarşı tarafına geçtikten sonra “Krste Misirkov” Bulvarı üzerinde bir süre yürüdükten sonra, gözüken saat kulesine doğru sokak aralarında bir süre yürüyüp birazda merdivenleri tırmandığınızda karşınıza çıkan cami “Üsküp Sultan Murad Camii”dir.

Caminin kapısına geldiğimizde 60 yaşlarında bir Türk gelerek kapıyı açtı. Cami ve bahçesini birlikte gezdik. Caminin hikayesi ilginç ve güzel. Sultan 1. Murad Kosova Meydan Muharebesinin sonunda savaş alanını gezerken şehit edildiğinde, tahnit edilen naaşı gömülmek üzere yola çıkarıldığında ilk gece konaklanan bu tepe imiş. Bunun anısına camii Sultan 2. Murad tarafından 1436’da yaptırılmış.
Cami yapımı sırasında medrese ve imaretle bir kül halinde inşa edilmiş. Rivayete göre Fatih Sultan Mehmet’inde cami avlusunda kurulan otağında bir süre yaşadığı, İstanbul’un fethi planları çerçevesinde Macar topçu ustası Urban’la görüştüğü varsayılıyormuş. Yahya Kemal’in de bu cami avlusundaki mektepte bir süre okuduğu ileri sürülüyor.

Cami yapılış tarihi itibariyle Üsküp’te günümüze ulaşan camilerin en eskisi. Yapının boyutlarının büyüklüğü, inşaat tarzı, harikulade taş süsleme kalıntıları ve diğer unsurlar bunu en iyi şekilde kanıtlamaktadır. Sultan Murat Camii günümüze, eski görünüşü bir hayli değişmiş vaziyette ulaşabilmiş.

Cami bahçesinde sadece biri açık biri kapalı iki türbe ile küçük bir mezarlık bulunmakta.

Caminin hemen soluna düşen açık türbe Dağıstanlı Ali Paşa’ya ait. Çevresinde ailesi ve kızına ait mezarlar var.
Caminin tam arkasına düşen kapalı türbenin ise Beyhan Sultan’a ait olduğu belirtiliyor. Bu kapalı türbenin hemen kapı girişindeki iki mezarın sultanın kocası ve oğluna, arkadaki mezarın sultana ait olduğu varsayılıyor.
Bildiğiniz gibi Beyhan Sultan, (babası Sultan Selim, annesi Kırım beyi Mengli Giray’ın kızı Ayşe hanım) Kanuni’nin ana ayrı kızkardeşi olup vezir Ferhat Paşa ile evliydi.
Ferhat Paşa’nın Kanuni tarafından idamının ardından Beyhan Sultan’ın saraydan ayrılıp Üsküp’e geldiği ve burada vefat ettiği rivayet edilmekle birlikte Ferhat Paşa’nın türbesinin Eyüp’te olması karşısında bilgilere ihtiyatla yaklaşmakta fayda var. Tarihçilerimizin bu konuyu araştırması dileğiyle. (Bu arada izlemediğim Muhteşem Yüzyıl dizisinde Beyhan Sultan ve Ferhat Paşa’nın canlandırıldığını ülkeye dönünce öğrendim. Seyredenler benden iyi biliyor demekki.)
Caminin hemen girişindeki saat kulesinin Kanuni tarafından yaptırıldığı varsayılıyor. Kanuni bir sefer dönüşünde, başka şehirlerde gördüğü saat kulelerinin bir benzeri yaptırmak istemiş ve bu caminin hemen girişine yaptırmış.
Fotoğraflarda, kulenin üst tarafında görülen kısım orijinal olmayıp, depremden sonra yapılan onarımın eseri.
Cami ve hazireler şimdilik cemaatin bağışlarıyla ayakta duruyor. Ancak bu önemli Türk hazinesinin en kısa zamanda TİKA’nın el atmasını bekliyor. Yarın çok geç olabilir.

18 Eylül 2012 Salı

ÜSKÜP'TE TÜRK İZLERİ 1

500 yıl kadar Osmanlı egemenliğinde kalan Üsküp’te zamana karşı mücadele ederek ayakta kalmayı başarabilmiş Türk yadigarlarının sayısı az olsa da görkemli yapılarıyla zamana meydan okumayı başarıyorlar.

Bazıları oldukça iyi durumda ise de özellikle daha sonra bahsedeceğimiz Murat Camii oldukça bakıma ve yardıma muhtaç vaziyette.
Üsküp kalesinden Türk çarşısına doğru aşağıya yöneldiğinizde, büyükelçiliğimizin bulunduğu Samullova caddesini geçer geçmez sağ yanda haşmetiyle dikilen Mustafa Paşa Camii’ni görürsünüz.

MUSTAFA PAŞA CAMİİ
Osmanlı padişahları 2. Bayezıt ve Sultan Selim’e vezirlik yapan Mustafa Paşa tarafından 1492’de yaptırılan cami 1963’de depremde hasar gördükten sonra 1968’de restorasyonu tamamlanarak tekrar ibadete açılmış 2006 yılından itibaren TİKA’nın bakım ve kontrolünde bulunmaktadır. Genel itibariyle yapıldıktan sonra özgün yapısını korumayı başarmış bir camidir.

Mustafa Paşa camisinden sonra aşağı doğru inen caddede sağa doğru geniş bir yay çizerek indiğiniz takdirde Kurşunlu Han’a ulaşıyorsunuz.
KURŞUNLU HAN 
XVI. yüzyıl ortalarında, Müezzin Hoca el-Ma'deni adıyla tanınan Muslihuddin Abdül Gani tarafından inşa edilmiştir. Kurşunlu Han, Üsküp, Yeni Pazar, Trepça ve Mitroviça gibi, Rumeli'nin birçok yerinde hayratı bulunan bu şahıs tarafından kurulan büyük vakfa aittir. İnşasından hemen sonra hanın giriş kapısı üzerine yerleştirilmiş olması gereken ve bu konuda birtakım bilgiler içeren kitabesi, maalesef günümüze ulaşabilmiş değildir. Fakat 1549-50 yıllarında inşa edildiği sanılan Kurşunlu Han'ın bánisi Muslihuddin Abdül Gani el-Ma'deni'ye ait tescil edilmiş vakıfname korunmuş, bu belgede hanın sınırları tam olarak belirlenmiştir.
Geniş avlusuyla bakıma muhtaç olarak bekleyen bu han TİKA tarafından el uzatılmadığı takdirde yakın bir zamanda yok olacak gibi gözükmekte.

Not: TİKA nedir?

TİKA, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Türk Cumhuriyetleri’nin yeniden yapılanma, uyum ve kalkınma ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla Bakanlar Kurulu'nun 24 Ocak 1992 tarihli Kararıyla, 21124 sayı ve 27 Ocak 1992 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 480 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Dışişleri Bakanlığı'na bağlı bir uluslararası teknik yardım teşkilatı olarak kurulmuştur.
TİKA, 28 Mayıs 1999 tarihinde, Başbakanlığa bağlanmış olup 4668 sayılı "Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun" 12 Mayıs 2001 tarih ve 24400 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
TİKA, özellikle 2002 yılından bugüne Hükümetin yeni dış politika açılımları ve Türkiye’nin artan gelişmişlik seviyesinin getirdiği ivmeyle, yurtdışında hayata geçirdiği kalkınma yardımı hamleleri ile etkinliğini ve yaygınlığını artırmıştır.
TİKA ilgili Başbakan Yardımcılığı’na karşı sorumlu ve tüzel kişiliği haiz bir kuruluştur.



17 Eylül 2012 Pazartesi

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 2

KİTABIN ADI : Arzu Yasası (Zakon Zelje)

KİTABIN YAZARI : Andrej Blatnik
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Ay Başman
KİTABIN YAYINEVİ : Pupa Yayınları
KİTABIN BASKI YILI . 2009
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 167 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 8/10

YORUM:
Bu kez karşımızda bir Sloven hikayeci var.
Son dönem özellikle yeni yayınevlerinin açılmasıyla pek çok bizle için –yeni- edebiyat ürünleri ve yazarlar sık sık karşımıza çıkmaya başladı. Pek çok roman ve hikaye dilimize kazandırılıyor. Yeni değerler keşfediyor ve yeni dünyalara kucak açıyoruz.
Yeni yazarlar keşfetmek isteyenler için Blatnik oldukça etkileyici.
Hikayelerinin temeline “insan ilişkileri” koyan yazar özellikle çağdaş ve yaşamın içinde sıklıkla rastlayacağımız insanı ve sorunlarını koyuyor.
Tarz olarak oldukça modern olan yazar hikaye severler için tam anlamıyla “tadında” yazıyor.
Bu kitapta 16 öykü bir araya gelmiş. Türkçe’ye kazandırılan ikinci kitabı (Birincisini daha sonra tanıtacağım)
Yeni bir yazarı keşfetmeye varmısınız?
Andrej Blatnik (d. 22 Mayıs 1963, Ljubljana), Sloven yazar, çevirmen ve editör.

Slovenya’nın başkenti Ljubljana şehrinde doğdu. Karşılaştırmalı edebiyat ve sosyoloji eğitiminin ardından Amerikan edebiyatı üzerine yüksek lisans ve iletişim çalışmaları üzerine doktora yaptı. Sanat hayatına bir punk grubunda basgitar çalarak başlayan Blatnik, aynı zamanda Cankarjeva Yayınları’nın editörlüğünü yapmakta ve Vilenica Edebiyat Ödülü’nün jürisinde yer almaktadır.



14 Eylül 2012 Cuma

ÜSKÜP DAVUT PAŞA HAMAMI

Üsküp’te görülmesi gereken önemli mekanlardan birisi, daha önceki bir yazımda bahsettiğim, taşköprüden eski çarşıya geçtiğinizde çarşıya girmeden hemen sağda ve biraz çukurda kalan Davut Paşa Hamamı’dır.


Hamam, Sultan 2. Bazeyıt’ın vezirlerinden Davut Paşa tarafından yaptırılmıştır.

Ön tarafta halen kilitli olan kapısında tanıtım yazısı bulunmakta, ancak girişi tam arkasındaki kapıdan yapılmakta. Bunun için bahçesinden arkaya dolaşmak gerekiyor.

Binanın dışı tam olarak korunmakla birlikte içinde sadece kısmen tavanlar ve kısmen kubbe geçişlerinin yivli işlemeleri eski halinde bırakılmış vaziyette.

Bina halen, Makedonya Ulusal Galerisi olarak hizmet veriyor. İçeride Makedonya’ya ait 14. Yüzyıldan 20. Yüzyıla kadarki dönem içindeki resim, heykel ve benzeri sanat eserleri sergilenmekte. Giriş 100 Denar (3,50 TL)