29 Temmuz 2016 Cuma

BİR SÜRE ARA…

Ülkemizin şu andaki olağanüstü koşulları nedeniyle birçok kişinin istese de izne çıkamadığı günlerde tatil sebebiyle ara vermeyi duyurma çok hoş değil. Ama bu yıl iş ve özel hayatımızdaki yoğun olaylar nedeniyle oldukça bunaltıcı geçti. İş yaşamında 34 yıla varan çalışma hayatı, her yıl biraz daha yorucu olmayı beraberinde getiriyor. Bugünlerde artık kafaca bir boşalmaya gereksinim duyuyorum.

Hastalık ve torun sevinci birbirini dengelese de bu yıl oldukça fırtınalı günler yaşadık. Çağdaş toplumda bu yoğun stres birikimi atılamadığı takdirde birikimin verdiği etkiler çok daha yoğun ve şiddetli sonuçlara yol açıyor. Bir anlamda zorunlu tatil diyeceğim…
Bu ayın ortalarına kadar blog trafiğinin her geçen gün zayıflaması doğrusu bende bir tedirginlik yaratmadı değil. Sonbahardan itibaren bu ilgisizlik nedeniyle biraz yazıları azaltmayı veya bir süre durdurmayı da düşünmeye başladım. Ancak son iki haftadır, yorumlara çok yansımasa da günlük ziyaret trafiğinde olağanüstü bir hareketlilik var. Fazla bir anlam veremedim. Sayfa ziyaretlerim çoğunlukla, ana sayfada yer alan en çok okunan 10 yazı üzerine olmakla birlikte, aylık istatistiği birden ikiye katlamış durumda. Diğer bloglarda durum nasıl bilmiyorum.

Gerçi bu ziyaretler, yukarıda değindiğim gibi, yorum ve izleyici sütunlarına yansımıyor. Ağustos ayında hemen hiç sayfa yenilemesi yapmayacağım için Ağustos ziyaretleri bloğun geleceği için bir fikir verecek.


Şimdilik, sizleri daha fazla sıkmadan, tekrar görüşmek üzere diyorum…

28 Temmuz 2016 Perşembe

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5


KİTABIN ADI
Sapiens
KİTABIN YAZARI

Samuel Noah Harari

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Ertuğrul Genç
KİTABIN YAYINEVİ

KİTABIN BASKI YILI
2016
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
412 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
 10/10


Binlerce yıl öncesi evrimleşen insan türleri arasında, bilinen en az 6 farklı tür var iken, Sapiens giderek türlerin arasında gelişerek diğerleri gibi yok olmaktan kurtulmuş ve son 5.000 yıllık evrede de dünyada baskın canlı haline gelmiş durumda. Bu nasıl oldu? Harari bu kısa anlatımda bunun cevaplarını arıyor.

Evrimleşen Sapiens’in sorunları artıyor mu, yoksa azalıyor mu tartışmasında. Kolay okunur kitap konuyu bilenler için bir tekrar olmakla birlikte son dönem sorunlarıyla zenginleştirilen kitap okuyucuya ilginç bilgiler veriyor.

Okurken zevk alacağınız ve pek çok bilgi edineceğiniz bir kitap.


Yuval Noah Harari (Hebrew: יובל נח הררי‎‎; born 24 February 1976) is an Israeli professor of history and the author of the international bestsellerSapiens: A Brief History of Humankind. He teaches at the Department of History at the Hebrew University of Jerusalem.

Life

Harari, who is of Mizrahi Jewish background, was born in Israel to Jewish Lebanese parents. He first specialized in medieval history and military history, and studied from 1993 to 1998 at the Hebrew University of Jerusalem. He completed his doctorate at Jesus College, Oxford, in 2002 under the supervision of Steven J. Gunn . From 2003 to 2005 he pursued Postdoctoral studies in history, as a Yad Hanadiv Fellow.
Since then, he has published numerous books and articles, including Special Operations in the Age of Chivalry, 1100–1550; The Ultimate Experience: Battlefield Revelations and the Making of Modern War Culture, 1450–2000; “The Concept of ‘Decisive Battles’ in World History”; and “Armchairs, Coffee and Authority: Eye-witnesses and Flesh-witnesses Speak about War, 1100-2000”.
He now specializes in World History and macro-historical processes. His research focuses on macro-historical questions such as: What is the relation between history and biology? What is the essential difference between Homo sapiens and other animals? Is there justice in history? Does history have a direction? Did people become happier as history unfolded?
His most recent book is titled Sapiens: A Brief History of Humankind (originally published in Hebrew under the title A Brief History of Mankind, and later translated into close to 30 languages). The book surveys the entire length of human history, from the evolution of Homo sapiens in the Stone Age up to the political and technological revolutions of the 21st century. The Hebrew edition has become a bestseller in Israel. It has generated much interest both in the academic community and among the general public and has turned Harari into an instant celebrity. YouTube Video clips of Harari’s Hebrew lectures on the history of the world have been viewed by tens of thousands of Israelis; He is also giving a free online course in English titled A Brief History of Humankind. More than 100,000 people throughout the world have already taken this course.
Harari twice won the Polonsky Prize for Creativity and Originality, in 2009 and 2012. In 2011 he won the Society for Military History’s Moncado Award for outstanding articles in military history. In 2012 he was elected to the Young Israeli Academy of Sciences. In 2015 Sapiens was selected by Mark Zuckerberg, the founder of Facebook, for his online book club. Mark invited his followers to read what he describes as “a big history narrative of human civilisation”. "Harari is a vegan and the dire plight of animals, particularly domesticated animals, since the agricultural revolution is something he riffs on" in his writings.
Harari lives with his husband in moshav Mesilat Zion near Jerusalem.

Books

·         Sapiens: A Brief History of Humankind (London: Harvill Secker, 2014) - ISBN 978-006-231-609-7
·         Renaissance Military Memoirs: War, History and Identity, 1450–1600 (Woodbridge: Boydell & Brewer, 2004) - ISBN 978-184-383-064-1
·         Special Operations in the Age of Chivalry, 1100–1550 (Woodbridge: Boydell & Brewer, 2007) - ISBN 978-184-383-292-8
·         The Ultimate Experience: Battlefield Revelations and the Making of Modern War Culture, 1450–2000 (Houndmills: Palgrave-Macmillan, 2008)[14] - ISBN 978-023-058-388-7
·         The History of Tomorrow (Dvir publishing, 2015) - ISBN 978-965-552-988-3 (Hebrew)


27 Temmuz 2016 Çarşamba

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

 
KİTABIN ADI
İnci (The Pearl)
KİTABIN YAZARI

John Steinbeck

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Tomris Uyar
KİTABIN YAYINEVİ
Sel Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2014
KİTABIN BASKI SAYISI
6. Baskı   (Orijinal ilk yayın 1945)
KİTABIN SAYFA SAYISI
101 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
 10/10


Steinbeck’in ülkemizde en tanınan kitaplarından birisidir.

Balıkçı Kino, karısı Juana ve bebeği Coyotito ile küçük bir balıkçı köyünde inci avcılığıyla geçinen ve ancak karnını doyuran fakir bir insan. Tefeci ve simsarlar tarafından çıkardıkları yok pahasına ellerinden alınmaktadır.

Birgün o güne kadar görülmemiş büyüklükte bir inci çıkarır. Gizlemeye çalışsa da kısa zamanda hem köyde hem de kasabada duyulur. Bununla küçük çocuğunu yetiştirmeyi ve karısıyla nikahlanmayı düşünmektedir. Ancak simsarlar istediği parayı vermezler ve geceleri evine saldırdıklarında birini öldürür. Artık kaçmak zorundadır…

Okumayanlar için, Steinbeck’in yazarlığının doruğundaki dönem ürünlerinden bu kitap artık yakın dönem dünya klasiklerinden sayılıyor.


26 Temmuz 2016 Salı

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3

 
KİTABIN ADI
Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir – Ankara, İstanbul, Erzurum, Konya, Bursa (Five cities in Turkey)
KİTABIN YAZARI

Alberto Manguel

KİTABIN ÇEVİRMENİ
Sevin Okyay – Kutlukhan Kutlu
KİTABIN YAYINEVİ
Yapı Kredi Yayınları
KİTABIN BASKI YILI
2016
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
103 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
 8/10


Değerli yazar Ahmet Hamdi Tanpınar’ın gezi notlarında yer verdiği beş şehrimiz bu kez, yabancı bir yazar gözüyle geziliyor. Ülkemizde fazla tanınmayan Manguel, yazarın aile şeceresinden anlayacağınız gibi tam bir dünya insanı.

Şehirlerimizin bir yabancı gözünden irdelenmesi ilgi çekici gelebilir. Elbette farklı fikirlere sahip olan yazarın rahatsız edici bir üslubu olmadığından ülkemize farklı bir gözlükle bakmak için fırsat kabul edilebilir.


Alberto Manguel (d. 1948, Buenos Aires) Arjantinli yazar ve çevirmen.

Hayatı

1948 yılında Arjantinli bir anne ve babanın çocuğu Buenos Aires’te doğdu.
Çocukluğunu babasının diplomatik görevi nedeniyle İsrail'de geçirdi. Çek bakıcısından İngilizce ve Almanca öğrendi. Ana dili olan İspanyolca'yı ise 1955'te Arjantin'e döndükten sonra öğrendi.
Öğrencilik yıllarında ünlü Arjantinli yazar Jorge Luis Borges'le tanıştı. Fransa, İtalya ve İngiltere gibi değişik ülkelerde hayatını geçiren yazar, 1988'de Kanada vatandaşı oldu.

Yazarlık Kariyeri

Yazarlığının yanı sıra, çok dilli bir çevirmen, antoloji yazarı ve editör olarak da uluslararası bir şöhret kazanan Alberto Manguel'in en çok tanınan eseri Hayali Yerler Sözlüğü'dür. Öte yandan,Okumanın Tarihi adlı kitabı otuzdan fazla dile çevrilerek uluslararası ölçütte çok satan kitaplar arasında yer aldı. Bu kitap, aynı zamanda, Times Literary Supplement tarafından yılın en iyi kitapları arasında gösterildi. Ayrıca, Fransa'da Médicis ödülünü kazandı.
1992'de Yabancı Bir Ülkeden Haber Geldi adlı romanı McKitterick ödülünü kazandı. Aynı şekilde, Resimleri Okumak: Aşk ve Nefretin Tarihi adlı eseri de Kanada'da kurmaca-dışı dalındaGenel Vali Ödülüne layık görüldü.

Kitapları

·         Hayalî Yerler Sözlüğü,
·         Başka Ateşler: Latin Amerikalı Kadın Hikâyeciler Antolojisi,
·         Okumanın Tarihi,
·         Borges'in Evinde,
·         Okuma Günlüğü,
·         Resimleri Okumak: Aşk ve Nefretin Tarihi,
·         Yabancı Bir Ülkeden Haber Geldi,
·         Palmiyeler Altında Stevenson.


25 Temmuz 2016 Pazartesi

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 2

 
KİTABIN ADI
Faşizm, Irkçılık, Ayrımcılık Yazıları
KİTABIN YAZARI

Sibel Özbudun- Temel Demirer

KİTABIN ÇEVİRMENİ
-
KİTABIN YAYINEVİ
Ütopya Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI
2016
KİTABIN BASKI SAYISI
1. Baskı   
KİTABIN SAYFA SAYISI
403 syf
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
9,5/10  (Birkaç dizgi hatası var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
 0


Kitabın kapağında, en sevdiğim yazarlardan Umberto Eco ve Bertolt Brecht’in yanı sıra, Samir Amin, Pierre Milza ve William R. Robinson gibi yazarların yazılarının bulunduğu güzel bir seçki olduğunu görerek güzel bir kitap okuyacağım hevesi ile kitabı almıştım.
Ancak kitap ilerledikçe, yukarıda adı geçen 5 yazarın toplamı belki 70-80 sayfa tutan yazılarının dışında kitabın hazırlayıcı iki kişinin bolca yazılarının bulunduğunu gördüm. Temel Demirer’in yazıları beni fazla rahatsız etmese de Sibel Özbudun’un kitabın sonlarında yer alan bir makalesinde nasıl bir zihniyetle karşılaştığımı anladım. Kendi adıyla çıkarsa idi birkaç yüz kişinin alacağı kitapta aşağıdaki fikirlerini, Umberto Eco ve Bertolt Brecht isimlerinin arkasına saklanarak  okuyanlara empoze etmeye çalıştığı ortaya çıktı;

“…Ermeniler, Osmanlı toplumunda, uygulanan etnik temizlik ve ‘sermayeyi Türkleştirme’ politikaları doğrultusunda trajik bir soykırıma uğratıldılar. Cumhuriyet rejimi ise soykırım faillerini taltif edip Ermeni mülklerinin yağmalanmasını resmileştirerek bu politikaya sahip çıktı, sürdürdü… Bu tarihsel gerçeği ‘ama’sız, ‘fakat’sız kabul etmek, benim için, Ermenileri sevmek ya da savunmaktan bağımsız olarak, sosyalist bilinç ve vicdanımın gereğidir.
     Benzer biçimde, PKK, Anadolu Kürtlerinin varlığı ve (ayrılmak dahil) hakları için mücadele eden bir örgüttür. Ulusların kaderini tayin hakkını ilkesel olarak kabul eden sosyalist dünya görüşüm nedeniyle, anti-PKK bir konumu benimsemem mümkün değildir, olamaz. Ancak ne Kürtler ne de PKK –benim bildiğim kadarıyla- Kürt toprakları üzerinde yaşayan herhangi bir kendiliğin ortadan kaldırılması ya da etkisizleştirilmesini, kuşatılmasını, mülksüzleştirilmesini öngörmekte değildir…

Bu maskeli süvarilerin gerçek amacını fark etmeniz dileğiyle…
                                            


21 Temmuz 2016 Perşembe

SÜT

Üç asker, dörtnala sürdükleri atlarıyla tozu dumana katarak köyün kıyısına geldiler. Burun delikleri açılmış atlar soluk soluğaydı. Yüzleri güneşten yanmış, üstleri perişan askerler atlarını köy meydanına doğru sürdüler. Meydanda, acele acele döndürdükleri atların üzerindeki askerlerden birisi bağırdı.

Heeyy ahali, Osmanlı askeri yenildi. Ruslar ve Ermeniler vatanımıza girdiler. Düşman askerleri Kars’ı, Erzurum’u ellerine geçirdiler. Askerlerimizin çoğu Ruslara esir düştü. Bizim Zayiatımız çok fazla. Ruslar ve işbirlikçileri Ermeniler bozguna uğrayan Türk askerini kovalayarak buralara doğru geliyorlar.  Peşimizi kovalayan gâvurlar, geçtikleri yerleri yakıp yıkıyor, kadına kıza tecavüz ediyorlar. Yaşlı, kadın, bebek demeden öldürüyorlar. Hemen buralardan çakın! Kaçın! Kaçıp çoluk çocuğunuzu, canınızı, namusunuzu, kurtarın.”

Köyün yaşlı İmamı Âlim Efendi, köy meydanında dönen atlardan birisinin yularından kavradı. Tutmakta olduğu sıcaktan kızmış kayışı aşağı yukarı indirerek salladı. Şaşkınlık ve korku sesini yükselmesine sebep oldu. Hışımla konuşmaya başladı.

“Sen ne diyorsun bire oğul!? Köylerde yiğit kalmadı, hepsi askere gitti. Dünyaya nam salmış onca Osmanlının askeri nasıl yenilir? Vatana Ermeni’yi, Rus’u nasıl sokar?

Atların üzerindeki yorgun erlerden biri, 
Dede bize hesap sorma zamanı değil. Size bildirdiklerimiz Padişahın, emridir. Bizim de sana ne cevap verecek halimiz ne de vaktimiz var. Sen, kadını kızı topla hemen kağnılara yükü yükleyerek buralardan kaçın. Emir Padişahın Paşalarındandır. Biz, bütün şehir, kasaba, köylere bu haberi vermek için buradan hemen ayrılacağız. Sakın ola ki kaçmakta geç kalmayasınız.”
Yorgun atların, yorgun sürücü askerleri, alelacele Kelkit, Karacaören köyünün aşağısındaki çayırlara doğru atlarını sürdüler.

Köy meydanına toplanmış olan birkaç yaşlı erkek, kadın, kız endişeyle ne yapacaklarını bilmeden şaşkınlık içinde kendi etraflarında dönüp durmaya başladılar. İnsanların akılları başlarından gitmişti. Kadınlar, dizlerine vurarak dövünüyordu. Ufak, tefek, yaşlı İmam Âlim Efendi, kızgın bakışlarını kadınlara çevirerek, küçük bedeninden çıkan gür sesiyle konuşmaya başladı.

Söyleyeceklerime kulak verin kadınlar! Sizin başınızda erleriniz yok. Hepsi seferberlikte. Onlar şimdi düşmanla savaş halindeler. Köyden orduya katılmak için giderken bu sübyanların canlarını size emanet ettiler. Çocuklarınızın canını, namusunu siz koruyacaksınız. Gâvura yem olup yavruları canından etmeyelim. Hemen kağnılarınızı koşup üzerlerine yatak yorgan atın. Lazım olan çap, kacağı, yiyecek, giyeceklerinizi yanlarına sıkıştırın. Gün öğlen olmadan, acele yola çıkmalıyız.”

Güller Gelin harman yerinde oynayan oğullarına doğru hızlıca gidip bağırmaya başladı. “Ali, Muharrem, İsmail hemen oyunu bırakıp gelin. Göç var yavrularım. Buralardan göçeceğiz. Düşman askerleri topraklarımıza girmiş, köyümüze doğru geliyormuş. Canınıza gurban olduğum çabuk gelin ki ablana, ağabeyine bana yardım edesiniz!”  

Kimi kadınlar, gözyaşları içinde yedikleri yemek tablasının başından kalktılar. Bazıları okudukları Kuran’ı bıraktı. Oyundaki çocuklarını evlerine topladılar. Koşuşturarak öküzlerini damlarından çıkarıp avlularında kağnılarını koştular. Ellerine geçen eşyalarını, yatak yorganları yüklediler. İki saat içinde yola çıkmak için hazır duruma geldi bütün köy ahalisi.
İnsanlar peş peşe dizilerek evlerini, tarlalarını terk edip köyün çıkış yoluna doğru kağnıları çekmeye başladılar. Ana yola çıkmak için bayır aşağı indikçe kağnı gıcırtıları ortalığı kapladı. Acı içindeki insanların gözlerinden akan yaş tanelerini saymanın mümkünatı yoktu. Başlarına gelenlere şaşırtan çocukların yüzleri donmuş gibiydi. Kimi yavrular çığlık çığlığa bağırarak ağlıyorlardı. Bazı çocuklarda göçün ne olduğunu anlamadan kalabalıkta gitmeyi oyun sanarak neşelenmişti. Kağnılar ilerledikçe, kadınlar yılların emeği evlerine doğru geri dönüp bakarak gözyaşına boğuluyordu.

Acıdan, korkudan, heyecandan, beyaz tenli, mavi gözlü, uzun boylu, al yanaklı Güller Gelin’in ne yapacağını bilmediği için yanakları iyice kızardı. Köyü çıkmaya başlamışlardı ki, geri dönüp evine doğru baktı. Kapısının önündeki güneşten parlayan her gün oturduğu kara taşı zar zor gördü. Aklına sabah pişirdiği sütün ağzını kapatmadığı geldi. “Eyvah, dönünce peynir yoğurt yapacağım bir kazan dolusu sütün ağzını örtmedim” diye söylendi. Önde kağnıları çeken çocuklarının yaşça büyük olanlarına bağırdı.
 Zülâl, Mahmut, siz iki kağnıya mukayyet olun ben sabah pişirdiğim sütün ağzını kapatmayı unutmuşum. Varıp süt kazanının üzerine siniyi örtüp geleyim. Koca bir kazan sütün içine, yat yaramaz, börtü böcek, sıçan düşüp onca süt zayi olmasın.”

Güller Gelin kağnıları ve küçük dört oğlunu Zülâl ve Mahmut’a emanet edip, geri köyüne doğru koşmaya başladı. Koştukça uzun elbisesi bacaklarına dolanıyordu. Koşarken, bir yandan da belindeki kuşağa bağladığı kanatlı kapısının kocaman demir anahtarını çözmeye çalışıyordu. Güller Gelin nefes nefese köye geldi.

Sabah uyandıklarında çocuk ve kuş cıvıltılarıyla dolu olan köyleri viraneye dönmüş gibiydi. Gece gündüz akan pınar sesinden başka ses duyulmuyordu. Yeni kızdırmaya başlamış olan güneş ciğerini yakıyordu. 

Kapısını açıp doğruca bahçedeki üstü kapalı tandırlığa gitti. Süt dolu kazanın ağzını büyük siniyi ters çevirerek örttü. Evine girip odalarına tekrar baktı. ”Allah’ım, beni tez günde Hüseyin’ime, evime kavuştur” dedi. İçinden camiye gidip dua etmek geldi. Camiye geldiğinde, kapının kilitli olduğunu gördü. Küçük camdan baktı. Rahlenin üzerinde duran Kuran gözüne ilişti.  Allah’a ve dualara sığınmaktan başka çaresi yoktu. “Allah’ım bizi canımızdan etme, tez günde evimize kavuştur ” dedi. Kağnı gıcırtıları kaybolmaya başlamışken nefes nefese çocuklarına yetişti.

Kağnılarla, gittikleri yerleri bilmeden üç ay yolculuk yaptılar. Yolda, hastalık ölüm, açlık peşlerini bırakmadı. Kendi yurtlarında sürgün olan insanlar, yol boyunca ölülerini bilmedikleri yerlere gömerek ilerlediler. Yüreklerine ömür boyu çıkmamak üzere gam ve hicran yerleşti.
Üç ayın sonunda Çorum’a ulaştılar. Güller Gelin, salgın hastalıklardan, açlık ve sefaletten dört çocuğunu yola kurban verdi.

Aradan on yıl geçti. Ülkenin yedi cephesindeki savaşlar bitmişti. Ama Güller Gelin’in kocası dönmemişti. Gariplerin Hüseyin’in acısı Güller Gelin’i erkenden ihtiyarlattı.

Muhacir olmuş insanların artık kendi topraklarına geri dönme zamanı gelmişti. Köyüne dönerken hala süt kazanını yerinde bulacağını sanan orta yaşa gelmiş Güller Gelin’in köyüne düşman girmiş, evi barkı yakıp yıkmış, evinin, bağının, bahçesinin yerinde bir adam boyu ot bitmişti.

Kocasının künyesi bile gelmeyen kadın çaresizdi. Yüreği yanıktı. Dört yavrusunun acısını taşıyordu. Geride kalan iki oğlu için çalışacaktı. Çabalayıp evini yeniden yapacak, bacasını tüttürecekti.

Güller Gelin, oğullarıyla birlikte çalıştı. Evinin bacasından çıkan dumanı iç çekerek seyretti.
Ölünceye kadar şehit kocasını, yollara gömerek geldiği yavrularını sayıkladı.
Güller Gelin 87 yaşındayken her insan gibi ona da Azrail yanaştı. Üç gündür yastığında oturan, yolda gömdüğü tek kızı Zülal’in elinden tutarak Azrail’e canını verdi.

Yıkılmış evler, harabe olmuş
Dibinde sümbüller güller ağlamış
Canlar üstüste toprağa dolmuş
Kalanlar dualara umut bağlamış

Kerpiç damlarına baykuşlar konmuş
Nice gelinlerin yüzleri solmuş
Analar duymuş ki oğullar ölmüş
Bülbül sesini kısmış, güller ağlamış
Zati yok idi derde devalar
Düşman durur mu, Türkü kovalar
İnledi kekik kokan mor sümbüllü dağlar
Kan emmiş kızaran toprak ağlamış
Dağlarda şehidim gelincik oldu
Şahadet getirdi zikire durdu
Hain süngü bir daha bir daha vurdu
Gönüller yıkılmış kalpler ağlamış..
Zülal KAYA...
Zülâl KAYA
“Savaşın Yarık Tabanlı Kadınları” Adlı Eserinden


    Alıntı Kaynağı: http://www.egitisim.gen.tr - Eğitişim Dergisi. Yıl 12. Sayı 46. Nisan 2015