14 Haziran 2010 Pazartesi

ZELENE BERETKE

(SAYIN YAZARIN İZNİYLE)

ZELENE BERETKE

Bir Bosna Hersek Öyküsü


Belkıs Ceyla ÇETİNSOY


Her şey Mostar’da bir dükkandan beğenip satın aldığım koyu yeşil renkli bereyle başladı. Hani şu ikinci dünya savaşındaki Fransız sivil résistant grubunun taktıklarından, Latin Amerikalı Che’nin kafasındakine benzeyen şey. Bizim komandolar da kullanıyor. Aldığım bere kışlık kaşe kumaştan yapılmış ve üzerine Bosna Hersek bayrağına benzeyen bir amblem dikilmişti. Kenarlarına siyah renkli deriden ince bir biye geçirilmişti. Hemen bir heves kafama geçirip, Mostar sokaklarını gezmeye başladım. Bu coğrafyanın yaşlı erkekleri Bask Beresi olarak tabir edilen ortasında minik ibiği olan siyah bereler takıyordu çünkü. Fiyakalı şekilde yana yatırmayıp, genelde tepelerinde ortalıyorlardı.
Karşıdan gelen orta yaşlı bir çiftin bakışları kafama takıldı, gözlerinden puslu bulutlar geçer gibi oldu ve aniden toparlanıp yollarına devam ettiler. Kriva çupriya yani küçük eğri köprüye inen yol üzerinde, girdiğim bakırcı dükkanındaki beyfendi gülümseyerek karşıladı bizi ve bu bereyi takarak elde silah savaştığını söyledi. Boşnak kahve kültürü üzerine konuştuk, ilk hecedeki a harfini uzatarak kafa diye seslendiriyorlar. Hoşgeldin kahvesine dobro doşli kafa, muhabbet esnasında içilen kahveye razgovoruşa kafa, gitme vakti geldiğinde yapılan kahveye ise sikteruşa kafa dendiğini öğrendik. Altında Husein – Mostar damgası olan; tabliya, cezva, şeçerluk, ay yıldızlı filcanlar ve zarfom’dan müteşekkil bakır kafa takumunu alıp dükkandan çıkarken, biz üç hanıma birer 33’lük tespih hediye etti, bir de "allaha emanet olun "dedi.

Caddedeki yanmış yıkılmış bazı binalar hala tehlike arzettiğinden, önlerindeki kaldırımlar yaya trafiğine kapanmıştı. Yemyeşil orman dokusu arasından gürüldeyerek çağlayarak akan Neretva nehrine yakın ara sokaklara daldık. Mis gibi ıhlamur kokan sokakların kaldırım kafelerinde Sarajevska birasını içen, bir de bolca sigara tüttürenlerin bakışları bereye takılıyordu. Yanımdan geçenlerden kimisi dönüp tekrar bakma ihtiyacını duydu hatta.
Otele geldiğimizde lobide defile hazırlığı vardı, yüksek topuklu ayakkabılarla süper mini etek giymiş manken adaylarının yanında kendimizi cüce gibi hissettik. Bu memleket Gulliver’ın masal ülkesi adeta. Banyodaki aynaya bakmak için parmak ucunda yükselmek, havluyu almak için zıplamak gerekiyor. Saç kurutma makinesini o kadar yükseğe takmışlar ki; saçınızı kurutmak istediğinizde kablosu yetmiyor. Erkek resepsiyonistimiz bereli halime ilgi gösterdi ve çok yakıştığını belirtmeyi de ihmal etmedi.

Geceleyin tipik Osmanlı semti Kuyunciluk tarafını ziyaret ettiğimizde, sokaklardaki sarışın Roman çocukları hazırola geçip asker selamı vermeye başladılar. Bisikletle yanımızdan geçen bir genç, belki de bildiği tek Türkçe sözcükle “Arkadaş” diye seslendi. Elinde bastonu başında siyah beresiyle yaşlı bir amcam dondu kaldı bir an, maziye gitti ve yeniden döndü sanki. Yanlış bir şey mi yapıyordum acaba ? Bereyi çıkardım ve yakındaki lokumcu dükkanına daldım. Çoğu esnaf gibi tezgahın arkasında bir kadın vardı. Erkek nüfusunu savaşta kaybettikleri için, toplumun kadın - erkek oranı bozulmuş. Bereyi takarak dolaşmamın bir sakıncası olup olmadığını sordum. Beni aynanın karşısına götürdü, şeklini eliyle düzeltip taktıktan sonra yüzüne yayılan gülümsemeyle “Fantastik” dedi.

Mimar Hayrettin’in eseri olan ve zamana 500 sene meydan okuyup, 15 sene önce bombalarla yıkılıp tekrar inşa edilen estetik harikası Mostar Köprüsü’nün dibindeki kafeye oturduk. Püfür püfür esen yele karşı ballı çayımızı yudumlarken, yan masadaki delikanlı bira bardağını kaldırdı ve “Bosnian Rambo !” deyiverdi. Dükkanını kapatmak için kaldırımdaki sergiyi toplayan genç doğruldu, bir süre bize baktı ve gülümseyerek işine devam etti.

Ertesi gün filmlere konu olan ve II. Dünya Savaşı’nda Partizan’larca havaya uçurulan Neretva Köprüsü’nde verdiğimiz molada, yeşil bereyi bir süre başkalarına kaptırdım. Nazilerin tren katarları geçerken Tito’nun emriyle kendi köprülerini havaya uçurmuşlardı. Bereyi her takan, trenlerin önüne geçip hatıra fotoğrafı çektirmeye başladı.

Saraybosna’ya geldiğimizde ilk olarak tünele uğradık. Berenin hatırasına şahsıma bir kitap hediye edildi. Tünel ortamı, sergilenen savaş malzemeleri ve video görüntüleri dokunaklıydı. Silahlı kuvvetleri olmayan bir toplum, Avrupa’nın dördüncü büyük ordusuna yıllarca direnmişti. Roma döneminde aslanların önüne atılan mahkumlar misali savaş turizmine av olmuşlardı. Parayı veren turist, sniper olmuş o yıllarda. Teknolojinin desteğiyle yapılan bir nevi keskin nişancılık diyelim. Geçmişin bunca ağırlığını onurla taşıyıp, katliamları sessizliğe gömüp, barış içinde hep birlikte yaşamayı seçmişlerdi. Barış duygusu her şeye üstün gelmişti, affetmenin yüceliğine sığınmışlardı.

Onları tekrar savaş yıllarına götürmeye hakkımız yoktu. Bereyi başımdan usulca kaydırarak elime aldım, çantama koydum. Hevesimi soğuk Ankara günlerine saklamalıydım.

Sırpların paramiliter kuvvetleri Crvene Beretke yani Kırmızı Bereliler olarak adlandırılıyormuş. Düzenli Bosna Hersek Ordusu kurulmadan önce örgütlenerek mücadeleyi başlatan Boşnak sivil direnişçilerin adı ise; Zelene Beretke yani Yeşil Bereliler imiş. Üzerindeki amblemde ise, mavi zemini çaprazlamasına bölen sarı çizginin her iki tarafında üçer zambak figürü varmış. Çoğu Avrupa hanedanında olduğu gibi, tarihteki Bosna Ban’ları da zambak figürü kullanmış. Uğruna savaştıkları bu amblem Boşnak’lara bayrak olarak verilmemiş maalesef. Onun yerine, mavi sarı zeminde dokuz yıldızlı bayrağı uygun görmüş Avrupa’lı ara bulucular. Benim bilmeden Mostar’dan neşeyle satın alıp, Saraybosna’da hüzünle bavuluma koyduğum bere; işte bu bere imiş meğerse. Saraybosna’yı ikiye bölen Miljaka nehrine paralel bir seyir izleyerek Başçarşı’ya çıkan bir caddenin adı da Zelenih Beretki zaten.

Savaş yıllarından vatanseverlerin bir şarkısını dinlemek isterseniz, size Zelene Beretke’yi tavsiye ederim :
http://www.youtube.com/watch?v=wTLO4fQWIoQ&feature=related

09.06.2010

7 yorum:

  1. Yeşil berenin yani Zelenih Beretke'nin hikayesini dinleyince insan daha iyi anlıyor rağbetin boşuna olmadığını...
    Yazan Belkıs Ceyla ÇETİNSOY'a ve bu güzel Bosna Hersek öyküsünü bizlerle paylaşarak önemli bir ayrıntıyı öğrenmeme neden olduğunuz için size de çok teşekkür ederim sevgili Mehmetbilgehanmerki...

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Esmir,
    Belkıs hanımdan bu öyküyü duyduğumda hemen yayınlamak için iznini rica ettim. sağolsun üzerinde biraz çalıştıktan sonra son metni yayınlamama izin verdi. Ben de sizin gibi çok şey öğrenmiş oldum. Sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil
  3. Belkis Hanim,
    Mukemmel yazmissiniz.
    Tebrik ederim...

    YanıtlaSil
  4. Aslında Türkiyede doğmuş ve büyümüş boşnaklar olarak öğreneceğimiz çok şey var..yeşil berede bunlardan birisi.
    Teşekkürler Belkıs hanım.

    YanıtlaSil
  5. Merhaba Belkıs Hanım,
    Yazınızı okurken çok duygulandım.Bu kadar yakın bir geçmişte,medeniyetin(!!!) göbeğinde yaşanan bu insanlık ayıbını herkes gibi sadece(!) seyretmiş olmaktan utanç duydum.Keşke Gazze'ye duyduğumuz hassasiyetin onda birini Bosna'ya ve Crebrenica'ya da duyabilmiş olsaydık...
    En kısa zamanda gidiyorum...
    Ellerinize sağlık...
    Sevgiler,
    Aslı Ardil

    YanıtlaSil
  6. Belkis Hanim,
    Akici,
    Gozlem gucu,
    Daha ne olsun!
    Ferudun

    YanıtlaSil
  7. O ırkçı Sırplar, soykırımı gerçekleştirirken Boşnaklara TÜRK diye hitap ediyorlardı. Oysa Onlar Boşnaktı ve TÜRK değildi.
    Bu soykırım bana göre sadece Boşnak halkına değil TÜRK milletine karşı yapılmış bir soykırımdır. Asil Boşnak Milletine saygılarım la...

    YanıtlaSil