24 Ocak 2011 Pazartesi

Hekimin elleri hüneridir! Çekin ellerinizi hekimin ellerinden!

Dr. Selçuk Dağdelen
ATO Yönetim Kurulu Üyesi
selcukdagdelen@yahoo.com

-Diyarbakırdan kanserli bir kadın,
60’larında,
ve kadife bindallılarıyla
bir hastane odasında.
Biyopside.
O bal gibi biliyordu kanser olduğunu.
Ama biz bilmiyorduk işte…
Israrla adını koymaya çalışırken hastalığının,
Kemiğini gıcırdata gıcırdata
Bir parça kopartırken iliğinden;
Kanser olup olmadığını kanıtlamak için…
Elimi tuttu,
Deyiverdi:

"Elin kuş olsun uçsun
İlmin arşa değsin
İşin rast gitsin oğul!
İlmin elin, elin canımdır
Benim askerde bir oğlum,
İki de kızım var daha everecek.
Dr Selçuk Dağdelen
Hacettepe, 1999."

Bu yaşanmış bir hikayedir. Bizim böyle hastalarımız vardı. Hekimliğin bir hüner olduğuna böyle böyle inandık.
İyi hekim olmanız için, sadece doğru tanı koymanız yetmez, doğru ilaç verseniz de kar etmez! İyi bir hekim olmak istiyorsanız, önce iyi insan olacaksınız der durur hala İskender Hocam (Sayek) mesela! Hatta yetmiyor, güzel hekimler olacağız. Hekimin elleri güzeldir mesela!


Hüner böyle bir şeydir. “Hekimlik sanatı” demiyorum ben, “hekimlik hüneri” diyorum! Sanattan çok sihre yakın bulurum çünkü hekimliği! Bizler bu fikre nasıl kapıldık? Fildişi kulelerde, elit profesörlerin dolduruşuna mı geldik? Hayır! Hatta bilakis, onlar ekseriyetle kanıta dayalı tıbbı anlatıp durdular. Profesyonelleşin dediler. Profesyonelleşmek için didinip durduk. Ama asıl cevap, yukarıdaki yaşanmış hikayemdir! Bizi asıl hastalarımız besledi, bir erik ağacını sular gibi büyülediler. İlham aldığımız hocalarımız da aslında aynı ırmaktan besleniyordu.
İyi gelmek! Mümkünse hastalanmasını önleyerek, hastalanmışsa hastalığını yok ederek, olmadı; acısını dindirerek bir insana iyi gelmek; bize de iyi geldi. Ondandır burada oluşumuz, hırçınlığımız da ondan!
Kelaynak kuşları gibi kaldık.
Çekin ellerinizi hastanın cebinden diyorlar, biz elimizi hastanın kalbine koyarız, cebine değil. Bizim muayenelerimiz apeksten başlar, elimizi önce hastanın kalbine koyarız, sonar kalbini dinleriz! Hekimlerin kalbi kanadı kırıldı. Hekimlik onuruyla oynanıyor! Hekim düşmanlığı pompalanıyor. Artık böyle hastalarla karşılaşabiliyor musunuz? Hastalarımız, hekimlerinin yakalarına yapışmak için fırsat kolluyor, gereğinde hekiminin kalbine kurşun sıkmakta tereddüt etmiyor! Nitekim bu ülkede o da olmuştur, bir hasta yakını hastasını ameliyat eden ama kurtaramayan hekimin kalbine bir kurşun sıkmıştır!
Bir hekimin mesleğine olan inancını besleyebilecek tek bir irade vardır: o da hastası! Eğer siz, halka mütemadiyen hekimleri şikayet eder durursanız, bunlar paragöz bunlara dikkat edin der durursanız, vatandaş hastaneye gelince, hekimlere şöyle bakmaya başlar:
“benim her şeye hakkım var, bana randevu deme, bekletme, hemen yaz reçetemi, hemen kurtar hastamı…”
N’oldu? Whipple yapacak cerrah kalmadı, by-pass yapacak cerrah bulamayabiliriz yakında, çünkü haklı olarak hekimler, dava edilecekleri, hatta darp edilip kendi hayatlarını riske atacakları zor tedavilerden zor ameliyatlardan kaçar hale geldiler. Bu mudur sağlıkta düzelme? Hastalarını, hekimlere düşman edip, hekimlerin mesleğine olan inancını kurutursanız, telafi edemeyeceğiniz bir boşluk silsilesi yaratırsınız. Ve o boşluk marstan hekim ithal etseniz dolmaz! Olan biten budur.
Asıl acı olan da şudur ki; yapılanların hiç birisi hastalarımızın yararına değil! Ahh keşke! Ah keşke öyle olsaydı, kalpten söylüyorum, o zaman biz de peşinden giderdik tıpış tıpış! Ne yazık ki, sağlıkta dönüşüm sadece seçmen yararına, üstelik hekimlik pahasına yürütülüyor!

Bize düşen; mesleki inancımızı taze tutmak için en azından, hastalarımızın yararı için, olan biteni hastalarımıza apaçık anlatmaktır. Yoksa onlar bizi kaybedecekler, biz de mesleğimizi! Direneceğiz. Mesleğimize olan inancımızı terk etmeyeceğiz! Hekimliğin bir hüner olduğuna inanıyoruz, bizi bundan vazgeçiremeyecekler,
direneceğiz! Performans hesaplarının alasını getirseler, ne gam ne keder! Çünkü bu hüneri ölçecek bir terazi henüz keşfedilemedi! Bu arada bu topraklarda bu mektubun adresi vardır ve çoktur. Lokman hekim mitini hala yaşatan bir kültürde yaşıyoruz. Geleneğinde, söylencesinde, şamanlardan Lokman hekime yüzyıllar
boyu, hekiminden hüner beklemiş bir halktan bahsediyoruz.
Bu halka performansın, hüner olmadığını anlatmak zorundayız, anlatabiliriz ve anlatacağız! Böylesi kıtlık zamanlarında bizim ülkemizde bir eğilim yerleşti: Sözün bittiği yerdeyiz deyip duruyorlar. Hadi canım sen de! Senin 300 kelimelik sözcük haznen tükenmişse, bana ne gam ne keder! Gerekirse yeni sözcükler türetir, yeni bir dil inşa ederiz, kaldı ki biz, 300-500 kelimelik bir dillle konuşmuyoruz. 2500 yıllık hekimlik mesleğinin evrensel dilidir bu konuştuğumuz.
Misal, ağrının kaç türlü ifade edilebildiğini, en iyi hekimler bilir. Ağrının öğretilmediğini, öğrenilemeyeceğini, hekimler iyi bilir. Acı var oldukça, ağıt dahil, ağlamak keza, ağrının bin türlü ifade potansiyeli sürgit çeşitlenecektir.
Sözün bittiği yerdeyiz demek, acılara kör olun demektir. Kusura bakma, senin sıkıntını anlatacak sözcük kalmadı, demektir. Hadi canım sen de! Hekimler sancılarını halka anlatacaklar, öyle güzel anlatacaklar ki, halk neresinin ağrıdığını fark edecek! Biz bu işi çok iyi yaparız!
“Onlar sağırdır işitmezler, kördür görmezler” demeyeceğiz elbet, çünkü ağrı işitilmese de görülmese de vardır. Ağrılarımız, sancılarımız gerçek! Reseptörleri değil, ligandı dönüştüreceğiz, yeni bir dil yeni bir sözcük yaratacağız gerekirse. Çünkü eninde sonunda bu ligandı bağlayacak reseptörlerle doğdu insan. ATO genel sekreterinin yeni yılı karşılarken söylediği gibi,
her insanın içinde bir erdem var, bize düşen onu bulup beslemek! İktidara yakın, iktidarın hekimliğe yaptıklarını görmeyen meslektaşlarımıza da aynı dille sesleniyoruz.


Her hekim, her hekimin, hekimlik ideallerini besleyip, saklı kalmış erdemleri ortaya çıkartmakla sorumludur. Bir erik ağacını sular gibi besleyeceğiz hekimlik hünerini. Kendisi de bir hekim olan sağlık bakanımızın da hekimlik ideallerini beslemek görevimiz. Neden derseniz, muayenehaneler için değil, yine hastalarımız için… Hekimlik meslek örgütüne uzak, iktidara yakın duran hekim arkadaşlarım size sesleniyorum, kalpten:
biz hekimler olarak, bize bu iktidar(lar)ın yaptıklarını hak ettik mi? Sizce 2500 yıllık bir mesleğin mensubu, bunu içine sindirebilir mi? Diploması verilmeyen taze hekimlerin, mecburi hizmet yolu gözleyen hekim çocuklarının, mecburi hizmet yolu gözleyen hekim eşlerinin, reçetesi sayılmayan pratisyen hekimlerin, kırk
yılın ardından 70’li yaşlarında üç kuruşa hala çalışmak zorunda kalan emekli hekimlerin, nöbet sonrası aralıksız çalışırken gençliğini yaşayamayan; erken yaşlanan asistan hekimlerin, radyasyon izni esirgenen radyoloji- nükleer tıp asistanlarının, SGK tarafından “default” sahtekar sayılan özel hastane hekimlerinin hesabını, hekimlik sanatının ucuzlatılıp proleterleştirilmesini, kimse sorgulamayacak mı? Hekimliğinize, hekimlik ideallerinize güveniyor, vicdan muhasebesi talep ediyoruz sizden! Her emek kutsaldır, eyvallah. Bizi oradan yanlışlamaya kalkmasın kimse, ama kasaplarla dönerciler, hekimlerle aynı maaşa çalışıyorsa bir ülkede, ne hükmü kalır insan yaşamının? Hadi siz bu soruları soramadınız, e biz de mi sormayacağız bu soruları?


Hekimler alınterinin karşılığını alacak. Yıllarca yokluk içinde ana babaların dişinden tırnağından arttırdıklarıyla ömürlerinin yarısı (11 yıl temel eğitim, 6 yıl tıp eğitimi, 5-8 yıl uzmanlık-süperuzmanlık eğitimi) baba parasıyla sadece eğitimde geçen yılların, hüner saydığımız hekimliğin kıymetini ölçebilir mi bu “performans”? Reçete yazamazsam, ameliyat yapamazsam nasıl iyi gelirim birilerine? 2 dakikada bir görülen hastaya iyi gelmek mümkün müdür? Reçetem, ameliyatım,
bilgim, hünerim; ellerimdir! Elimi tutmayın,
hünerimdir! Çekin ellerinizi hekimlerin ellerinden!

(Kaynak: Dr. Hamdi Erden)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder