“Haçlı seferlerine biraz yakından baktığımızda, biraz derinden incelediğimizde, bu seferlerin aslında Doğu-Batı kaynaşması, medeniyetler ittifakı amaçlı olduğu anlaşılmaktadır. Haçlı seferlerinin bir Müslüman-Hıristiyan çatışması olduğu tezi de ilerleyen yıllarda ciddi şekilde sorgulanacağına inanıyorum.”
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (BAŞBAKAN)
“Çanakkale Savaşı, sadece tarafların birbiri ile kanlı mücadelesi olmayıp, farklı kültür ve dünya görüşlerine sahip devletlerin birbirlerini tanımasına vesile olmuştur. Bu nedenle, muharebelerin yapıldığı Gelibolu Yarımadası, dost ve düşman her iki tarafın genç evlatlarının kıyasıya mücadele ettiği, savaşın acımasızlığına rağmen, yardımlaşma duygusunun da ön plana çıktığı, kalıcı dostlukların kurulduğu bir yer olmuştur.“
NECDET ÖZEL (GENELKURMAY BAŞKANI)
https://dub122.mail.live.com/default.aspx?id=64855#n=1465460441&fid=1&mid=58a6db16-af19-11e2-bfe5-00237de3ed50&fv=1 ‘de yukarıdaki sözleri gördüm. Ağzımdan ilk çıkan söz yukarıdaki başlık oldu. Sözlerin sarfedilmesi kolaydır, ancak derler ya “söz uçar yazı kalır” Şimdi kağıtlara düşen bu laflar yıllar geçse de unutulabilir mi? Demek ki, Haçlı sürüleri aynen şimdi olduğu gibi, 1180’lerden itibaren Anadolu’yu ve Ortadoğu’yu çekirge sürüsü gibi işgal ettiklerinde, insanları Hıristiyan-Müslüman ya da erkek-kadın-çocuk ayırmadan insanları kesip derilerini yüzdüklerinde, Kudüs’ü fethettikten sonra 6 gün boyunca katliam yaparak Müslüman tek kişi bırakmayıp tamamını kırdıklarında, şehirde yürümek için ayakları toprağa değmediği zaman aslında “medeniyetler ittifakını” amaçlıyorlarmış! Şu salak Müslümanlara bakın ki, olayı anlamadan ölüp gitmişler!
Demek ki Çanakkale savaşları da aslında vatanımızın kurtuluşu yolunda bir ilk adım değilmiş de benim gariban Mehmedim, İngilizle, Fransızla, Avustralyalıyla, Yeni Zelandalıyla, Senegalliyle, Hintliyle vs 72 milletle, aslında yardımlaşmak, sigara alıp vermek, konserve atmak, yaralı gavuru siperine götürerek, kalıcı dostluklar peşinde koşuyormuş.
Vah benim zavallı dedelerim, bizi ne olur affedin, aziz hatıranıza bile hürmetsizlik ediyoruz. Zaten sizlere bir mezar ve başına bir taşı bile çok gördük ama bu kadarını duysanız zaten dayanamazdınız, kahrınızdan ölürdünüz.
"Bana olağanüstü hususiyetler atfetmeyiniz. Doğumumdaki tek fevkaladelik Türk olarak dünyaya gelmemdir." (Mustafa Kemal ATATÜRK)
30 Nisan 2013 Salı
29 Nisan 2013 Pazartesi
ŞUBAT AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5
KİTABIN ADI
|
Yunan Kültüründe Yakındoğu
Etkileri (The Orientalizing Revolution)
|
KİTABIN YAZARI
|
Walter Burkert
|
KİTABIN ÇEVİRMENİ
|
Mehmet Fatih Yavuz
|
KİTABIN YAYINEVİ
|
İthaki Yayınevi
|
KİTABIN BASKI YILI
|
2012
|
KİTABIN BASKI SAYISI
|
1. Baskı
|
KİTABIN SAYFA SAYISI
|
146 sayfa
|
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
|
10/10
|
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
|
10/10
|
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
|
10/10
|
İthaki Yayınevi, bu kitapla birlikte tarih, mitoloji ve dinler tarihi üzerine güzel bir seri başlattı. Halen yayınlanan 5 kitap okurlarıyla buluştu. Yüzyılı aşkın süredir egemen batı ideolojisinin en büyük dayanaklarından biri, tarihi Yunan Kültürüyle başlatmak ve kendilerini bu kültürün son temsilcisi ilan etmek üzerineydi. Ne var ki zaman içerisinde bulunan Hitit, Asur, Sümer, diğer bereketli hilal uygarlıklarının çok daha önce çok büyük medeniyetler kurduğu ve Yunan kültürünün büyük ölçüde yakındoğu uygarlıklarının esintileriyle doğduğu ortaya çıkmaya başladı. Bu kitapta yazar, doğu Akdeniz sahillerinin uygarlıklarının Yunan uygarlığına olan etkilerini ve bu etkilenmenin Yunan’a, göçmen zanaatkarlar, kahin ve şifacı gibi kimseler aracılığıyla nasıl yayıldığının izlerini sürüyor ve Yunan uygarlığının gerçek köklerinin Anadolu ve Ortadoğu olduğunu açıklıkla ortaya koyuyor. Genel kültür tarihi açısından çok önemli bir özetleme taşıyan kitap özellikle Kültür tarihine ilgi duyanlar için mutlaka okunması gerekir önemde. Benden söylemesi. |
Walter Burkert (born 2 February 1931 in Neuendettelsau) is a German scholar of Greek mythology and cult. An emeritus professor of classics at the University of Zurich, Switzerland, he also has taught in the United Kingdom and the United States. He has influenced generations of students of religion since the 1960s, combining in the modern way the findings of archaeologyand epigraphy with the work of poets, historians, and philosophers. He has published books on the balance between lore and science among the followers of Pythagoras, and more extensively on ritual and archaic cult survival, on the ritual killing at the heart of religion, on mystery religions, and on the reception in the Hellenic world of Near Eastern and Persian culture, which sets Greek religion in its wider Aegean and Near Eastern context. |
26 Nisan 2013 Cuma
FİNLANDİYA GARI, MÜHÜRLÜ TREN VE LENİN HEYKELİ
Saint Petersburg gezimin bazı bölümlerini daha önce paylaşmıştım. Ama araya giren diğer geziler ve yazılar sebebiyle yazma fırsatı bulamadığım belli bazı gezi noktalarını fırsat buldukça anlatmaya çalışacağım.
Rusya sosyalist devrimini yakından bilenler için Finlandiya Garı devrimin tarihinde çok önem taşır. Bilenler için tekrar olacak ama çok kısa anlatayım. Lenin, ve diğer bir çok devrimci sosyalist fikirleri sebebiyle Çarlık Rusyası döneminde sürgündür. Lenin, diğer birçok devrimci gibi sürgünde İsviçre’de kalmayı seçer. Yazdığı kitap ve makaleler ile devrimin meşalesi görevini sürdürürken ülkesindeki gelişmeleri de büyük bir dikkatle izler.
Şubat 1917 devrimi ile Rusya’da çarlık rejimi yıkılır. Ancak iktidara Menşevikler gelmiştir. Bolşevikler bu dönemde muhalefette kalmayı seçerler. Şubat devrimi ile ülke dışındaki siyasi sürgünlere ülkeye dönme kapısı açılmıştır. Lenin ve beraberindeki devrimciler trenle Rusya’ya dönmeye karar verirler. Tren’in güzergahı İsviçre-Almanya-İsveç ve Finlandiya üzerinden Petrograd tren istasyonu olacaktır. Fakat tren diplomatik dokunulmazlıkları olması ve Almanya topraklarında durması ve yolcularının inmesi yasak olduğundan trene “Mühürlü Tren” adı verilir.
Yazılı ve imzalı metninin resmini ve bu konuda yapılan anlaşmanın metnini vereyim;
“Almanya Sınırları İçerisinde Yolculuk Eden Rus Sürgünlerinin Seyahat Koşulları:
1.Ben, Fritz Platten Almanya’dan Rusya’ya dönmekte olan siyasi sürgün ve sığınmacılar benim sorumluluğumdadır, yolculuk boyunca gelişebilecek tüm olayları önceden kabul ederim.
2.Alman yetkilileriyle yapılacak her türlü resmî işlem sadece Platten aracılığıyla yapılacaktır. Kendisinin onayı olmadan tren vagonuna kimse binemez.
3.Tren diplomatik olarak ülke dışı olarak değerlendirilmektedir. Almanya sınırlarına girişte ve çıkışta hiçbir yolcu için pasaport kontrolü yapılmayacaktır.
4.Yolcular trene savaş ve barış konularındaki görüşlerine bakılmaksızın kabul edileceklerdir.
5.Yolcuların bilet masrafları normal tarife üzerinden Platten tarafından karşılanmıştır.
6.Mümkün olduğu ölçüde tren hiçbir istasyonda durmadan ilerleyecektir. Hiçbir yolcu gönüllü olarak veya olmayarak trenden ayrılmayacaktır. Teknik olarak durulması gereken durumlar hariç trenin durmaması sağlanacaktır.
7.Seyahat izni Rusya’da esir edilmiş Alman veya Avusturyalı savaş esirlerinin iadesi koşuluyla verilmiştir.
8.Bir önceki maddenin işçi sınıfı nezdinde uygulanması için yolcular ve arabulucular kişisel olarak sorumludurlar.
9.İsviçre sınırından İsveç sınırına kadar olacak yolculuk teknik olarak olabilecek en hızlı şekilde gerçekleştirilecektir.
Berne – Zürih 4 Nisan (22 Mart) 1917”
9 Nisan 1917’de 32 siyasi sürgünün tren yolculuğu 16 Nisan 1917’de Finlandiya Garı’nda sona erer. Lenin, kendisini karşılayan coşkulu kalabalığa hitap eder. Sonrası Bolşevik Parti’nin başına geçen Lenin ünlü “Nisan Tezleri”ni kaleme alır ve devrim stratejisini ortaya koyar.
Finlandiya garı, ana karada olmasına rağmen Neva nehrinin kıvrıntısı nedeniyle merkezden (Nevsky Prospekt’e göre) ya yürüyerek “Liteyny Köprüsü”nden ya da metro ile “Ploshchad Lenina” istasyonundan ulaşılabilir. Garın önünde muhteşem güzellikle ve büyük bir park var. Günün değişik saatlerinde su gösterileri var. Ayrıca parkın ortasında nehre bakar şekilde Lenin heykeli yer alıyor.
Mühürlü Tren, ilginçtir, garın içinde korumaya alınmış olmakla birlikte arayıp özellikle sormadığınız takdirde nerede olduğuna dair hiçbir iz bulunmamakta. Sürekli sorarak ulaştığımız trene görevliler yaklaşık 5-10 dakika kadar yaklaşık resim çekmemize izin verdiler.
Garın önündeki park ve etraftaki kafeler burada neredeyse yarım gün geçirmenize değecek güzellikte. Yolunuz düştüğünde mutlaka zaman ayırın derim.
“Almanya Sınırları İçerisinde Yolculuk Eden Rus Sürgünlerinin Seyahat Koşulları:
1.Ben, Fritz Platten Almanya’dan Rusya’ya dönmekte olan siyasi sürgün ve sığınmacılar benim sorumluluğumdadır, yolculuk boyunca gelişebilecek tüm olayları önceden kabul ederim.
2.Alman yetkilileriyle yapılacak her türlü resmî işlem sadece Platten aracılığıyla yapılacaktır. Kendisinin onayı olmadan tren vagonuna kimse binemez.
3.Tren diplomatik olarak ülke dışı olarak değerlendirilmektedir. Almanya sınırlarına girişte ve çıkışta hiçbir yolcu için pasaport kontrolü yapılmayacaktır.
4.Yolcular trene savaş ve barış konularındaki görüşlerine bakılmaksızın kabul edileceklerdir.
5.Yolcuların bilet masrafları normal tarife üzerinden Platten tarafından karşılanmıştır.
6.Mümkün olduğu ölçüde tren hiçbir istasyonda durmadan ilerleyecektir. Hiçbir yolcu gönüllü olarak veya olmayarak trenden ayrılmayacaktır. Teknik olarak durulması gereken durumlar hariç trenin durmaması sağlanacaktır.
7.Seyahat izni Rusya’da esir edilmiş Alman veya Avusturyalı savaş esirlerinin iadesi koşuluyla verilmiştir.
8.Bir önceki maddenin işçi sınıfı nezdinde uygulanması için yolcular ve arabulucular kişisel olarak sorumludurlar.
9.İsviçre sınırından İsveç sınırına kadar olacak yolculuk teknik olarak olabilecek en hızlı şekilde gerçekleştirilecektir.
Berne – Zürih 4 Nisan (22 Mart) 1917”
9 Nisan 1917’de 32 siyasi sürgünün tren yolculuğu 16 Nisan 1917’de Finlandiya Garı’nda sona erer. Lenin, kendisini karşılayan coşkulu kalabalığa hitap eder. Sonrası Bolşevik Parti’nin başına geçen Lenin ünlü “Nisan Tezleri”ni kaleme alır ve devrim stratejisini ortaya koyar.
25 Nisan 2013 Perşembe
ŞUBAT AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4
KİTABIN ADI
|
Anılarım –Bir Dönemin Perde
Arkası-
|
KİTABIN YAZARI
|
Vural Savaş
|
KİTABIN ÇEVİRMENİ
|
-
|
KİTABIN YAYINEVİ
|
Bilgi Yayınevi
|
KİTABIN BASKI YILI
|
2012
|
KİTABIN BASKI SAYISI
|
2. Baskı
|
KİTABIN SAYFA SAYISI
|
411 sayfa
|
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
|
10/10
|
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
|
10/10
|
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
|
10/10
|
Emekli Yargıtay Başsavcısı sayın Vural Savaş’ı sizlere yakından tanıtmama gerek yok. Militan Atatürkçü, sonuna kadar adaletten ödün vermeyen bir hukuk önderidir. Bugüne kadar yazdığı değişik makale ve kitaplarının üzerine bu kez anılarını ekliyor. 1972’den, emekli olduğu 2001 yılına kadar kısa hukuk anılarını derlediği kitap özellikle bir hukukçular için son derece önemli ve değerli. Yakın tarihten, gazetelerin satır aralarında ya da televizyonun haberleri arasında gözden kaçan nice çok önemli bilgi ve belgede kitapta yer alıyor. 411 sayfalık kitap bir solukta bitiyor ve insan kitabın oldukça kısa tutulduğu kanısına kapılıyor. Bugünlerde mercekle aradığımız önem ve değerde bir hukukçunun soluk kesici anılarını okurken keyif alacağınızı ve bilgileneceğinizi biliyorum ve diliyorum. |
24 Nisan 2013 Çarşamba
PADİŞAH VAHDETTİN'İN HAİN OLMADIĞINI İDDİA EDENLERE TARİHİN VERDİĞİ DERS
Padişah
Vahdettin’in, bazı tarihini bilmezler tarafından hala, “hain” olmadığı israrla
savunulmakta. Bu gibi düşünenlere tarih baba aşağıdaki notlarıyla hak ettikleri
cevabı veriyor;
Vahdettin’in
21 Mart 1921 günü İngiltere Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’la konuşmasından;
“…Ankara
liderlerinin Türkiye ile hiçbir gerçek bağlantıları yoktur. Ne kan bağıyla, ne
de başka bir şeyle ülkeye bağlıdırlar. M. Kemal, kökeni belirsiz bir Makedonya
ihtilalcisidir. Kanı Bulgar, Sırp, Rum her şey olabilir. Daha çok Sırp’a
benzer… Ankara liderleri arasında hiçbir gerçek Türk bulunmaz… Gerçek Türkler,
köklerine bağlıdırlar, sadıktırlar. Fakat benim İngilizlerin elinde tutsak
olduğum biçimindeki saçma uydurmalarla kandırılmakta ya da sindirilmektedirler.
Bu şakiler, benim boyun eğeceğimi sanıyorlar.
Dış destek
aradılar, bunu Bolşeviklerde buldular… Müslüman Türklerin Bolşeviklikle hiçbir
ilgisi olamaz. Bolşeviklik dinleriyle bağdaşmaz. Ama bu, onlara zorla kabul
ettirilirse ne olacak?... Benden bir avuç isyancıya boyun eğmem istendi. Her
türlü kişisel özveride bulunmaya hazırım, fakat böyle utanç verici bir boyun
eğişle şerefimi feda edemem, mirasımı ve tahtımın çıkarlarını tehlikeye atamam.
Birliği gerçekten isterim, ama birlik ancak asilerin meşru otoriteye boyun eğmeleriyle
sağlanabilir halen bu otoriteyi gösterecek güçten tamamen yoksunum.”
Yaklaşık
bir yıl sonra, 6 Nisan 1922’de Vahdettin, İngiltere Yüksek Komiseri’ne yine
aynı dille seslenmektedir:
“…Ankara’daki
askeri ihtilal örgütü, eski İttihat ve Terakki’nin yeniden ortaya çıkışından
başka bir şey değildir. Kendisini milliyetçilik maskesi altında gizlemektedir.
Böylece Yunan istilasının yarattığı duyguları sömürerek halkı kandırmayı
başarmıştır. Gerçekte halkın yüzde 90’ı Ankara çetesine içinden karşıdır. Fakat
halk, hiçbir şeyden gerilemeyen ve her şeyi elinde toplayan adamların baskı
metotları altında tutulmaktadır. Bu adamların tutkusu, egemenliklerini
İstanbul’a taşımaktadır.”
Vahdettin’in Büyük Taarruz’un yaklaştığı bir sırada, 7
Ağustos 1922’de İngiltere Yüksek Komiseri’ne söyledikleri de bir başka ihanet
belgesi olarak ortaya çıkmıştır:
“Millici liderler
bir hükümet değildir, bir isyancılar ve ihtilalciler topluluğudur. Onlar,
İttihat ve Terakki’nin canlandırıcılarıdır. Çeşitli adlar atında –ki bunların sonuncusu
‘Milliyetçiler’dir.- kişisel
çıkarları için, ülkede egemenliklerini kurmaya çalıştılar. Masum halkın
vatanseverliğini ve iyi niyetini sömürdüler. İnançları ve politikaları
bakımından, onlar Bolşevik’ten başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim,
barış yapmaya bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır… Fakat barışın,
Türkiye’ye bağımsızlığını ve İslam Dünyası’ndaki mevkiini sağlaması temel
koşuldur… Ankara’da şimdi anlaşmazlıklar var. Müttefikler, kuvvetli bir tutum
takınmalıdır… Millicilerin gücü abartılıyor. Onların gücü, Yunan’ın Türk
arazisini işgal altında tutmasından ve Merkezi Hükümetin sözünü geçirme
olanaklarından yoksun bırakılmasından ileri gelmektedir. Yunan’ın geri
çekilmesi ve böylece boşalan arazinin kısım kısım meşru hükümete teslim edilmesi,
millicileri güçsüz bırakacaktır.”
(KAYNAK: ÖNCE VATAN)
22 Nisan 2013 Pazartesi
KİTAP KAZANAN DOSTLARIM
İlgi gösteren, katılan ve okuyan tüm dostlara sonsuz teşekkürler. Nazik yorumlarınız için de sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Elbette isim yazdıran 3 dosttan sadece ikisine hediye verebilmek benim için üzüntü verici. Umarım başka bir armağanım ona ulaşır.
Kura biraz da şans işi oldu ne yazık ki.
İlk kitabımız Kötü Yol’un sahibi zehraツ
İkinci kitabımız Yalancı Dünya’da Mavi Balon’a gidiyor.
Kazanan arkadaşlarım bilgehanmerki@hotmail.com adresime, kargo adreslerini gönderdiklerinde adreslerine postalayacağım.
Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Yarınki bayramımızı güzel bir şiirler kutluyor, tüm aynı düşünenlerin gözlerinden öpüyorum:
Kura biraz da şans işi oldu ne yazık ki.
İlk kitabımız Kötü Yol’un sahibi zehraツ
İkinci kitabımız Yalancı Dünya’da Mavi Balon’a gidiyor.
Kazanan arkadaşlarım bilgehanmerki@hotmail.com adresime, kargo adreslerini gönderdiklerinde adreslerine postalayacağım.
Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Yarınki bayramımızı güzel bir şiirler kutluyor, tüm aynı düşünenlerin gözlerinden öpüyorum:
……
Dağlar aydınlanıyor.
bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
gün ağardı ağaracak.
kokusu tütmeğe başladı :
anadolu toprağı uyanıyor.
ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
gün ağardı ağaracak.
kokusu tütmeğe başladı :
anadolu toprağı uyanıyor.
ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
Nazım Hikmet
(Kuvayi Milliye Destanı’ndan)
19 Nisan 2013 Cuma
İKİ HEDİYE KİTAP
Değerli blog dostlarım, Bloğumu ziyaret edenlere bir nebze teşekkür edebilmek, edebiyat tutkunlarına kaliteli iki armağan vermek, aynı zamanda Türk romanının en değerli üstadı Orhan Kemal’i saygıyla selamlamak fırsatı elde ettiğim için doğrusu heyecanlıyım.
Üstadın “Kötü Yol” ve “Yalancı Dünya” adlı iki ölmez eseri 2 değerli izleyicime gidecek. Katılma için hiçbir koşul aramadığımı tüm dostlarım bilir. Tek yapacağınız “yorum” kutusuna isim bırakmak.
22 Nisan pazartesi günü talihlileri kura ile belirleyeceğim. Kazananların adreslerine kargo ile göndereceğim. Şimdiden tüm katılanlara ve ilgilenenlere saygılarımı sunuyorum.
Üstadın “Kötü Yol” ve “Yalancı Dünya” adlı iki ölmez eseri 2 değerli izleyicime gidecek. Katılma için hiçbir koşul aramadığımı tüm dostlarım bilir. Tek yapacağınız “yorum” kutusuna isim bırakmak.
22 Nisan pazartesi günü talihlileri kura ile belirleyeceğim. Kazananların adreslerine kargo ile göndereceğim. Şimdiden tüm katılanlara ve ilgilenenlere saygılarımı sunuyorum.
18 Nisan 2013 Perşembe
BİRBİRİNE İNANMIŞ İKİ İNSAN
“Havran ovasında bir köy kulübesi, Mustafa Kemal Paşa başı iki yumruğu arasında sıkışık saatlerdir düşünüyor. Karşısında Faik Bey (Öztrak) bu dilsiz facianın tek seyircisidir. Zaman zaman göz göze geliyorlar.
-Paşam hiç mi ümit yok.?
Birinci Ordu Kumandanı, kupkuru bir sesle cevap veriyor:
-Bütün şartlar öyle…
Sonra biri, öbüründen ateşlenen sigarası iki dudak arasına kısılmış, gözleri pencerede, sinirli adımlarla odada dolaşıyor:
-Yalnız kendisi kurtulsun yeter.. Tek başına orduya bedeldir!
Mustafa Kemal Paşanın bu kadar üzüntüyle yolunu gözlediği mucize adam, Elşak tepelerindeki düşman çemberinden sıyrılarak Şeria nehrini geçen Miralay İsmet (İnönü) Beydi!
*************
İsmet Bey (İnönü) sofraya Faik Beyle karşılıklı oturuyorlar. Nablus mutasarrıfı soruyor:
-Demek Harbin son günleri geldiğine kanisiniz Bey Efendi?
-Evet, ve Osmanlı İmparatorluğunun!
-Sonra?
-Sonra Anadolu içlerine çekilmek, yeni bir harbe başlamak!
Faik Bey, bu müthiş tasavvur karşısında nefesi tutulmuş, hayretle İsmet Beyin yüzüne bakıyordu:
-Anadolu içlerinde yeniden bir harbe başlamak mı?
-Evet, bir millet harbine!
-Bu büyük hareket için hatırınıza gelen?
-Mustafa Kemal!
Üç gün evvel İsmet Bey hakkındaki düşüncesini Mustafa Kemal’in ağzından duyan Faik Bey, içinden mırıldanıyor:
-BU BİRBİRİNE İNANMIŞ İKİ İNSAN, MUTLAKA BİR ŞEYLER YAPACAKLAR!
*************
"Yusuf Ziya Ortaç’ın 1962 baskılı ‘İsmet İnönü’ adlı kitabından”
-Paşam hiç mi ümit yok.?
Birinci Ordu Kumandanı, kupkuru bir sesle cevap veriyor:
-Bütün şartlar öyle…
Sonra biri, öbüründen ateşlenen sigarası iki dudak arasına kısılmış, gözleri pencerede, sinirli adımlarla odada dolaşıyor:
-Yalnız kendisi kurtulsun yeter.. Tek başına orduya bedeldir!
Mustafa Kemal Paşanın bu kadar üzüntüyle yolunu gözlediği mucize adam, Elşak tepelerindeki düşman çemberinden sıyrılarak Şeria nehrini geçen Miralay İsmet (İnönü) Beydi!
*************
İsmet Bey (İnönü) sofraya Faik Beyle karşılıklı oturuyorlar. Nablus mutasarrıfı soruyor:
-Demek Harbin son günleri geldiğine kanisiniz Bey Efendi?
-Evet, ve Osmanlı İmparatorluğunun!
-Sonra?
-Sonra Anadolu içlerine çekilmek, yeni bir harbe başlamak!
Faik Bey, bu müthiş tasavvur karşısında nefesi tutulmuş, hayretle İsmet Beyin yüzüne bakıyordu:
-Anadolu içlerinde yeniden bir harbe başlamak mı?
-Evet, bir millet harbine!
-Bu büyük hareket için hatırınıza gelen?
-Mustafa Kemal!
Üç gün evvel İsmet Bey hakkındaki düşüncesini Mustafa Kemal’in ağzından duyan Faik Bey, içinden mırıldanıyor:
-BU BİRBİRİNE İNANMIŞ İKİ İNSAN, MUTLAKA BİR ŞEYLER YAPACAKLAR!
*************
"Yusuf Ziya Ortaç’ın 1962 baskılı ‘İsmet İnönü’ adlı kitabından”
16 Nisan 2013 Salı
ŞUBAT AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3
KİTABIN ADI
|
Ölüler Evinden Anılar - Zapiski
iz mertvogo doma (Записки из мертвого дома)
|
KİTABIN YAZARI
|
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
|
KİTABIN ÇEVİRMENİ
|
Nihal Yalaza Taluy
|
KİTABIN YAYINEVİ
|
T. İş Bankası Kültür Yayınları
|
KİTABIN BASKI YILI
|
2011
|
KİTABIN BASKI SAYISI
|
2. Baskı
|
KİTABIN SAYFA SAYISI
|
369 sayfa
|
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ
|
10/10
|
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ
|
10/10
|
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ
|
10/10
|
Hem Rus Edebiyatının ve hem de Dünya Klasiklerinin en önemli köşe taşlarından bir kitap karşınızda. Dostoyevski’nin eb az kendi kadar ünlü bu kitabı yayınlandığında Rusya’da önemli sarsıntılara yol açmıştı. Yaptığı siyasi çalışmalar sebebiyle Sibirya’ya sürgün cezası alana Dostoyevski, cezasını tamamladıktan sonra Saint Petersburg’a döner ve Vremya adında bir dergi çıkarmaya başlar. Söz konusu kitabı bu dergide 1861-1862 yılları boyunca yayınlar. Kitap, anlatıcının tesadüfen tanıdığı “Aleksandr Petroviç Goryançikov” isimli ve gizemli bir şahsı tanımasıyla başlar. Hakkında fazla bir şey öğrenemediği bu şahsın daha sonra öldüğünü öğrenir ve eşyalarının arasında bulduğu el yazmaları olduğunu söylediği anıları anlatmaya başlar. Goryançikov, soylu bir Rus ve fakat Sibirya’da 10 yıl geçirme cezası almıştır. Anılarında cezaevini, tanıdığı insanları, ilişkileri, günlük yaşamı vs pek çok şeyi anlatır. İnsan, satırlar ilerledikçe yaşamın korkunçluğunu, acımasızlığını ve dehşeti kavramaya başlıyor… Bu klasik okunmadıkça edebiyata ve Rus edebiyatına henüz girilmemiştir (derim) |
15 Nisan 2013 Pazartesi
DEMİRLER KÖYÜ ÇUKURCA YAYLASI DOĞA YÜRÜYÜŞÜ
Yaklaşık 2 ay kadar önce sol ayak topuğumda oluşan ağrıya, “aşil
tendonu yırtığı” teşhisi konunca, doğa yürüyüşlerine ve hafta sonu koşularına
bir süre ara vermek zorunda kaldım. Bir iki haftalık bandajdan sonra hafta
sonları yürüyüşle başlayarak hafif koşularla normale dönmeye çalışıyorum. Birkaç
haftalık hafta sonu sporları ile ayak kaslarının biraz güçlenmesiyle zorunlu
ara verdiğim doğa yürüyüşünde kendimi denemeye karar verdim.
Geçen hafta sonu yürüyüş programı geçen sene yürüdüğümüz Demirler Köyü çevresinde bir güzergahtı. Yaklaşık 12 kilometre olarak programlanmıştı. Benim içinde mesafenin kısa olması ayağımın durumunu denemem açısından oldukça uygun olduğu için Fuat hocamla yürüyüş kaydımızı yaptık. Hafta için hava koşulları iyi iken cumartesi günü yağmur göstermeye başladı.
Pazar sabahı güneşli bir Ankara sabahından aracımız bekleme noktalarından katılımcıları aldığında toplamda 4 rehberimizle birlikte 27 kişi olmuştuk. Yine grubumuzda 6 yabancı yürüyüşçümüz bize eşlik ediyor ve ilk kez bir yürüyüşümüzde kadın katılımcı sayımız erkek sayısından fazla bir rakama ulaşıyordu. Kızılcahamam şehir çıkışında Mevlana Restoranda sabah çorbalarımızı içtikten sonra Gerede karayolunda yaklaşık 25 kilometre yol aldıktan sonra köy yoluna saptık. On kilometre kadar köy yolunda ilerleyerek Demirler Köyü’ne ulaştık. Saat 11’e doğru yürüyüşümüz başladığından hava kapatmaya ve yağmur bulutları üstümüzde yüklenmeye başladı.
Baharla birlikte doğanın uyanışını en güzel gözlemleme yerlerinden birisi şehir dışı alanlar. Hepten yeşile bürünen ormanlar, kışın biriken kar ve yağmur suyunu çağıldatarak akıtan çay ve dereler, açmış sümbül, mor yabani menekşeler, çuha çiçekleri, Ankara Çiğdemi, doğanın neşesini haykırmaktalar. Neşeli kuş cıvıltıları, gelecek yağmuru önemsemez gibi.
Yürüyüşümüzde pek çok ilk yürüyüşünü yapan katılımcılar olması hem rotanın kısalmasına ve hem de yürüyüşün temposunun düşük olmasına yol açsa da bu kez ayağımın durumunu denediğimden çok umurumda olmuyor. Hafif eğimli ve çok zorlamayan rotada devam eden yürüyüşümüzde öğle saatlerinde, grubun deneyimli yürüyüşçüleri temponun yavaşlığından mırıldanmaya başlayınca, yaylanın oldukça alt noktalarından birinden en yakın ve yüksek tepeye hızlı ve tempolu bir çıkışa karar verildi. Grubun yaklaşık üçte ikisinin katıldığı tırmanış esnasında başlayan oldukça şiddetli bir yağmur bizi tepeye kadar izledi. 1.750 metre rakamlı tepeye ulaştığımızda çevrenin muhteşem manzarasını bir süre izleyip yağmur ve soğuğun artmasıyla inişe geçtik. İnişte yağmur bitmiş ve hava ısınmıştı. Saat 13 dolaylarında güneşli bir tepelikte yemek molası verdiğimizde grup dinlenmeye geçti.
Yarım saat kadar sonra havanın tekrar yağmura dönmesi üzerine hazırlanıp hafif eğimli bir inişle canlı akan bir dereyi izleyerek köy yoluna dönüşe geçtik. Defalarca tekrar tekrar geçtiğimiz dereyle birlikte yürüyüşe başladığımız noktaya ulaştığımızda saat 15’e gelmekle birlikte yağmurun şiddetleneceğinin işaretleri çakan şimşekler bize artık dönmemiz gerektiğini işaret ediyorlardı.
Aracımıza binince başlayan yağmur Ankara’ya kadar bize eşlik etti. Her ne kadar hava koşulları uygun olmasa da rotamız istediğimiz uzunlukta olmasa da bir hafta sonunu yine doğada geçirmenin coşkusu ve getirdiği enerji yine güzel bir hafta geçirmemizi sağlayacak.
Geçen hafta sonu yürüyüş programı geçen sene yürüdüğümüz Demirler Köyü çevresinde bir güzergahtı. Yaklaşık 12 kilometre olarak programlanmıştı. Benim içinde mesafenin kısa olması ayağımın durumunu denemem açısından oldukça uygun olduğu için Fuat hocamla yürüyüş kaydımızı yaptık. Hafta için hava koşulları iyi iken cumartesi günü yağmur göstermeye başladı.
Pazar sabahı güneşli bir Ankara sabahından aracımız bekleme noktalarından katılımcıları aldığında toplamda 4 rehberimizle birlikte 27 kişi olmuştuk. Yine grubumuzda 6 yabancı yürüyüşçümüz bize eşlik ediyor ve ilk kez bir yürüyüşümüzde kadın katılımcı sayımız erkek sayısından fazla bir rakama ulaşıyordu. Kızılcahamam şehir çıkışında Mevlana Restoranda sabah çorbalarımızı içtikten sonra Gerede karayolunda yaklaşık 25 kilometre yol aldıktan sonra köy yoluna saptık. On kilometre kadar köy yolunda ilerleyerek Demirler Köyü’ne ulaştık. Saat 11’e doğru yürüyüşümüz başladığından hava kapatmaya ve yağmur bulutları üstümüzde yüklenmeye başladı.
Baharla birlikte doğanın uyanışını en güzel gözlemleme yerlerinden birisi şehir dışı alanlar. Hepten yeşile bürünen ormanlar, kışın biriken kar ve yağmur suyunu çağıldatarak akıtan çay ve dereler, açmış sümbül, mor yabani menekşeler, çuha çiçekleri, Ankara Çiğdemi, doğanın neşesini haykırmaktalar. Neşeli kuş cıvıltıları, gelecek yağmuru önemsemez gibi.
Yürüyüşümüzde pek çok ilk yürüyüşünü yapan katılımcılar olması hem rotanın kısalmasına ve hem de yürüyüşün temposunun düşük olmasına yol açsa da bu kez ayağımın durumunu denediğimden çok umurumda olmuyor. Hafif eğimli ve çok zorlamayan rotada devam eden yürüyüşümüzde öğle saatlerinde, grubun deneyimli yürüyüşçüleri temponun yavaşlığından mırıldanmaya başlayınca, yaylanın oldukça alt noktalarından birinden en yakın ve yüksek tepeye hızlı ve tempolu bir çıkışa karar verildi. Grubun yaklaşık üçte ikisinin katıldığı tırmanış esnasında başlayan oldukça şiddetli bir yağmur bizi tepeye kadar izledi. 1.750 metre rakamlı tepeye ulaştığımızda çevrenin muhteşem manzarasını bir süre izleyip yağmur ve soğuğun artmasıyla inişe geçtik. İnişte yağmur bitmiş ve hava ısınmıştı. Saat 13 dolaylarında güneşli bir tepelikte yemek molası verdiğimizde grup dinlenmeye geçti.
Yarım saat kadar sonra havanın tekrar yağmura dönmesi üzerine hazırlanıp hafif eğimli bir inişle canlı akan bir dereyi izleyerek köy yoluna dönüşe geçtik. Defalarca tekrar tekrar geçtiğimiz dereyle birlikte yürüyüşe başladığımız noktaya ulaştığımızda saat 15’e gelmekle birlikte yağmurun şiddetleneceğinin işaretleri çakan şimşekler bize artık dönmemiz gerektiğini işaret ediyorlardı.
Aracımıza binince başlayan yağmur Ankara’ya kadar bize eşlik etti. Her ne kadar hava koşulları uygun olmasa da rotamız istediğimiz uzunlukta olmasa da bir hafta sonunu yine doğada geçirmenin coşkusu ve getirdiği enerji yine güzel bir hafta geçirmemizi sağlayacak.
12 Nisan 2013 Cuma
EPHESOS - 3
Yamaç evlerden çıktıktan sonra içinde bulunduğumuz Kuretler Caddesinden Celcus Kütüphanesi’ne ulaşıp Büyük tiyatroya uğrayıp liman caddesinden dolaştıktan sonra geldiğimiz yoldan Magnesia kapısına geri döneceğiz. Yol üzerindeki önemli noktaları da başlıklar halinde vereceğim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)