Yüzlerce metre uzayan
balballar; ard-arda dizilmiş bir şekilde hem bir ihtişamı, hem de insanın
aklında değişik duyguları uyandırıyor. Uzun bir sıra hâlinde birbirini takip
eden bu taşlar ilk bakışta, herhâlde dostlara güven hissi verirken, düşmanlarda
da bir korku duygusunu uyandırmış olmalıdır.
Bugün Moğolistan'ın
Koşo-Çaydam bölgesindeki meşhur Bilge Kağan'ın külliyesinden çıktıktan sonra,
birkaç km. uzayan bir balbal silsilesi mevcuttur. Bunların neden yapıldığı
hususunda şimdiye kadar değişik görüşler ileri sürüldüğü bir gerçektir.
Bunlardan birisi ve en yaygını bu taşların öldürülen düşmanlara ait olduğu ve
ölen kişiye öbür dünyada hizmet edeceğine inanılmasıdır.
Balbal geleneği çok eski
çağlardan beri Türkler arasında yaşamaktadır. Moğolistan'da, Altaylarda ve
Asya'nın değişik bölgelerinde yapılan arkeolojik kazılarda ve araştırmalarda
önemli Türk büyükleri olduğu sanılan kişilerin sembolik mezarlarının önlerinde
mutlaka balballara rastlanılmaktadır. Birtakım iddialara göre sadece erkek
mezarlarının önünde değil, hanım ve çocuk kabirlerinin karşısında da bu tip
balballar vardır. Ancak şimdilik bu gibi görüşler tartışmaya açık
görünmektedir.
Bu açıklamalardan sonra
balballar konusunda, bir değişik görüş ileri sürmek istiyoruz. Yukarıda bu
yazıya girerken söylemeye çalıştığımız gibi, bunların azameti dosta güven,
düşmana korku salmaktadır. Taş balbalları ilk gören dost kuvvetler veya kişiler
yanlarında pek çok beğe ve hükümdara baş eğdirmiş bir kağanın ya da halkın
topraklarına geldiği için güven ve sevinç hissedecektir. Hâlbuki o ülke ve
milletin hakkında kötü düşünen kişiler de, kendi başlarına aynı akibetin
geleceğinden dolayı korkacaktırlar. İşte biz Bilge Kağan’ın ve Köl Tigin'in
külliyelerine ilk yaklaştığımızda bu duygulara kapıldık.
Zaten her iki abidenin
ve bunlara ait balbalların bulunduğu yer âdeta uçsuz-bucaksız Orkun Havzasının
kapısında yer almaktadır. Kök Türklerin çağdaşı olan ve en büyük düşmanları
durumundaki Çin İmparatorluğu’nun, Türk topraklarına girdiği zaman
karşılaşacağı ilk nesneler bunlardır.
Yukarıdakiler bir yana,
bilindiği üzere 1995 yılından beri fasılalarla da olsa, Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmeti Moğolistan'ın Koşo-Çaydam bölgesinde Orkun Yazıtları olarak bilinen
Köl Tigin ve Bilge Kağan külliyelerinde çalışmalar yapmaktadır. 2001'de de kazı
faaliyetlerine devam edilmiş olup, Orkun Havzasında yaklaşık 50 km. karelik bir
alan içerisinde araştırmalarda bulunulmaktadır. 2001 yılı kazı çalışmaları
özellikle Bilge Kağan külliyesi üzerinde yoğunlaştı. Bu şekilde bir yol takip
edilmesinin sebebi de, Köl Tigin Yazıtı'nın olduğu yerde daha önce birkaç kazı
işleminin gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bilge Kağan’da faaliyetler
tamamlandığında, tıpkı bu külliyede olduğu gibi, Köl Tigin Yazıtı'nın olduğu
alanda da bilimsel metotlarla bir kazı çalışması yapılacaktır. Ancak Bilge
Kağan külliyesinde, W. Radloff'tan bu yana, en azından bizim bildiğimiz pek
ciddî bir inceleme söz konusu değildir. Zaten anlaşıldığı kadarıyla Radloff da
sadece yazılı taşın olduğu yerlerde ve yüzeyde araştırmalar gerçekleştirmiştir.
2001 yılı çalışmaları ve araştırmaları bunu gösteriyor.
Bu yılki (2001)
çalışmaların en önemli buluntularından birisi, bize göre, Bilge Kağan
külliyesinin ikinci veya üçüncü balbal taşı ve üzerindeki tamgalardır.
Bilindiği üzere tamgalar, herhangi bir ailenin ya da kişinin şahsî
mühürleridir. Eski Türkler sahip oldukları malların üzerine bu özel tamgalarını
kazıyarak, o nesnenin kendilerine ait olduğunu gösteriyorlardı. Veya bu
tamgalar sayesinde kimin ne olduğu ortaya çıkıyordu.
6.7.2001 tarihinde,
Moğolistan'daki Türk jeofizik ekibinin çalışmaları esnasında; araştırma
görevlisi M. Emin Candansayar, Bilge Kağan Yazıtı'nın doğusundaki yolda ölçüm
çubuğu çakarken, yolun altında bir taşa rastladığını söylemiştir. Türk kazı
ekibi de bir tedbir olarak bunun yoldan çıkarılmasını ve tahrip olmasının
önlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla bu taşın yoldan kaldırılarak,
ayağa dikilmesine karar verildi. Fakat, 7.7.2001 günü balbalın üzerindeki
toprak tabakası temizlenip, gün ışığına çıkarıldığında, bozkırda büyük bir
fırtınanın ve yağmurun başlaması üzerine bu iş yarım kaldı. Daha önceden bu
bölgede araştırma ve incelemelerde bulunan bilim adamlarının da belirttiği
üzere, gerçekten bu coğrafyada çalışmak oldukça güçtür. Temmuz ve Ağustos
ayları içerisinde bile zaman zaman hava sıcaklığı normalin altına düşmekte,
bazen günlerce süren kum fırtınaları, bazen de aralıksız sağnak yağmurlar devam
etmektedir. Bu yüzden çalışma ortamı oldukça çetindir.
Yukarıda bahsettiğimiz
balbal, Bilge Kağan’ın yazılı taşından 31 metre uzaklıkta ve doğuda yer
alıyordu. Uzun kenarı 80 cm. olan balbalın, kısa kenarı 51 cm, kalındığı da
10-12 cm. civarındadır. Taşın rengi karadır.
Bu balbalın üzerinde iki
tane tamga bulunmaktadır. Bunlardan birisi kelebek biçiminde, diğeri de öküz
veya boğa tamgası şeklindedir. Bu tamgalardan özellikle ikincisini
Kemçik-Çirgak yazıtıyla, Çakul VII'de görmemiz mümkündür. Ancak Çakul VII'de
tamga yana doğrudur. Bununla beraber tamgalar Uygur dönemindekilerle benzerlik
göstermektedir.
Sonuç olarak; bu
tamgalar, -muhtemelen- Kök Türklerden sonra Orkun bölgesine hâkim olan Uygurlar
tarafından taşların üzerine kazınmıştır diyebiliriz.
Prof. Dr. Saadettin Y. GÖMEÇ
Alıntı Kaynağı: Orkun Dergisi Sayı: 43
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder