22 Temmuz 2013 Pazartesi

BÜYÜK TAARRUZ İÇİN GERİ ÇEKİLİŞ - ZAMANA KARŞI YARIŞ

  "Ne olursa olsun, bu ülkede kalacağız. Bu kutsal anayurdun her tepesini savunacağız. En uçtaki topraklarımızda, bayrağımızın altında öleceğiz" 

M. Kemal Atatürk

19 Temmuz’da Eskişehir de Yunanlıların eline geçince Batı Cephesi Komutanlığı düşmanla arayı daha da açmak için orduyu hızla geri çekmeye koyulmuştu. 

Durumu yakından izleyen M. Kemal, cepheye gelerek, askerlik açısından zor, ama gerekli stratejik kararı verecektir. Söylev’de savaşın gelişmelerini ve aldığı çok önemli kararı anlatır:

18 Temmuz 1921 günü İsmet Paşa’nın Eskişehir güneybatısında, Karacahisar’da bulunan karargâhına giderek durumu yakından inceledikten sonra, İsmet Paşa’ya genel olarak şu yönergeyi vermiştim: “Orduyu, Eskişehir kuzey ve güneyinde topladıktan sonra düşman ordusuyla aramızda büyük aralık bırakarak çekilmek gerekir ki, orduyu derleyip, toparlayıp, güçlendirebilelim. Bunun için Sakarya doğusuna kadar çekilebilirsiniz. Düşman hiç durmadan ilerlerse hareket üssünden uzaklaşacak ve yeniden destek örgütleri kurmak zorunda kalacak; her durumda ummadığı birçok zorlukla karşılaşacaktır. Buna karşılık bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverişli koşullar içerisinde olacaktır. Bu çekilişimizin en büyük sakıncası, Eskişehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok topraklarımızı düşmana bırakmaktan dolayı kamuoyunda doğabilecek iç sarsıntıdır. Ama az zamanda, elde edebileceğimiz başarılı sonuçlarla bu sakıncalar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. ASKERLİĞİN GEREĞİNİ DURAKSAMADAN UYGULAYALIM. BAŞKA TÜRDEN SAKINCALARA KARŞI KOYARIZ.”

M. Kemal bu tarihsel emri verdikten sonra Eskişehir’e gitti. Oradan trenle Ankara’ya dönecekti. Cephenin bu kritik durumunda ve büyük geri çekilişinde Ankara’da bulunmak istiyordu. Ankara’nın yılgınlığa düşmesi, her şeyin sonu olabilirdi. Ankara’ya yılgınlığı yenmeye gidiyordu.
            M. Kemal’i, 18 Temmuz günü, Eskişehir’de İsmet Paşa karşıladı. Birlikte Eskişehir’in güneybatısında bulunan Karacahisar’daki Batı Cephesi Karargâhına gittiler. Karargâh tek katlı bir köy eviydi. İsmet Paşa bir er gibi giyinmişti. Son derece üzgündü. Çünkü geri çekilme emri vermiş, bir emirle düşmana topraklar bırakmış bir komutandı artık. 

Karargâhtaki kurmay subaylar, M. Kemal Paşa’daki aşırı iyimser havayı neye yoracaklarını bilemiyorlar, Paşa’nın emir subayı Salih Bey’in (Bozok) yüzünü okuyarak bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlardı. Herkes, M. Kemal Paşa’nın konuşmasını bekliyordu sabırsızlıkla. O, yeniden İsmet Paşa’yı kutlamakla söze başladı:

Kutlarım, kutlarım. Deja (Fransızcada şimdilik anlamında) kazandın” dedi.

İsmet Paşa yanıtladı:

Ben ne zaman zor durumda kalsam, elimden tutar kurtarırsın. Fakat bu kez durum ağırdır”.

İsmet Paşa’nın acı gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyup, kurmaylarının önünde son gelişmeleri ve alınması gerekli önlemleri tartışmak istediği seziliyordu. M. Kemal Paşa kesin konuştu:

İsmet, YAPTIĞIN SAVAŞMA ESKİŞEHİR İÇİN YAPILAN BİR SAVAŞMA DEĞİLDİR. KURTULUŞ SAVAŞIDIR. BAŞARACAKSIN, NE OLURSA OLSUN BAŞARACAKSIN.”

Karargâhta bulunanlar, M. Kemal Paşa’nın son yenilgiye bambaşka bir açıdan baktığına, daha ileri hedeflere göre durumu değerlendirdiğini anladılar. O, demek istiyordu ki, SAVAŞ BİRÇOK MEYDAN SAVAŞLARINDAN OLUŞUR. SAVAŞMALARIN BİR VEYA BİRKAÇINI YİTİRMEK ÖNEMLİ DEĞİLDİR. ÖNEMLİ OLAN SAVAŞI KAZANMAKTIR. KESİN SONUCU, SAVAŞIN SONUCU BELİRLEYECEKTİR.

Kurmaylar cephe durumunu açıklıyorlar, o hiç sesini çıkarmadan dinliyordu. Önderin davranışları soğukkanlı, güven vericiydi. Bu tutum kurmayları yüreklendiriyordu. O’nun ne istediğini bilen bir insan olduğunu biliyorlardı çünkü.

Güven, yüreklilik ve umut… Bunları yitirmişlerdi. M. Kemal Paşa’dan alıyorlardı[i].
 
M. Kemal Paşa cephenin genel durumunu öğrendikten sonra Ankara’ya döndü. 

Kalaba’daki Tarım Okulu, Ankara’nın birkaç düzgün yapısından biriydi. Okul, tarımdan başka bir geçim kaynağı olmayan Orta Anadolu’ya çağdaş tarım tekniğini getirmek amacıyla açılmıştı. Şimdi, Genelkurmay Başkanlığı’nı barındırıyordu. M. Kemal Paşa, üst kattaki odalardan birindeydi. Odayı bir tek gaz lambası aydınlatıyordu.

Günlerden 23 Temmuz 1921, alt kattaki telgraf makinesi sürekli tıkırdıyor, cepheden M. Kemal Paşa’ya son gelişmeleri bildiriyordu. Gelen haberler birliklerin geri çekilişleri hakkında ayrıntılı bilgi veriyordu. Ağır bir bozgun havası doldurmuştu, M. Kemal Paşa’nın odasına. Odada bulunan gazeteci Falih Rıfkı (Atay), askerlik açısından bozgunun sonuçlarının ne olabileceğini kestiremiyor, her şeyin sonu gelmiş gibi yorumluyordu gelen haberleri. M. Kemal Paşa ondaki bu yılgınlığı gidermek istedi:

NE OLURSA OLSUN, BU ÜLKEDE KALACAĞIZ. BU KUTSAL ANAYURDUN HER TEPESİNİ SAVUNACAĞIZ. EN UÇTAKİ TOPRAKLARIMIZDA BAYRAĞIMIZIN ALTINDA ÖLECEĞİZ” dedi.

Falih Rıfkı bu sözlerde tüm dünyaya bir meydan okuma sezdi. Yunanlılar bazı kesimlerde, Türk Birliklerinin bulundukları çizgiye yaklaşmışlardı. Birçok birliğin karargâhından haber alınamıyordu. Böylesine belirsiz bir görünüm ortada dururken, dünyaya meydan okumak da ne oluyordu?

M. Kemal Paşa, Falih Rıfkı’daki kötümserliği dağıtmak için açıklamalara başladı. Bir savaş oyununu anlatır gibi büyük bir serinkanlılıkla konuşuyordu. İnce uzun parmaklarını masada yayılı harita üzerinde gezdiriyordu;
İşte şimdi buradayız. Kuvvetlerimiz bir yarım ay biçiminde Eskişehir’in kuzeydoğusu ve güneydoğusundan geri çekiliyorlar. Gece parlak ve yürüyüşe elverişli. Günün aşırı yorgunluğundan ve sıcağından sonra bu hava uyku getirebilir. Yürürken, özellikle at üstünde giderken uyuyan askerler gördüm. Süvari subayı bir arkadaşım yalnız at üstünde rahat uyuduğunu söylerdi. Yatağa yatınca uyuyamıyormuş.” 

Perdesiz pencereden giren ay ışığı, cızırtıyla yanan gaz lambasının kızıllığıyla birleşiyor, M. Kemal Paşa’nın yüzüne ölümün renksiz görünümünü veriyordu. O konuşmasını sürdürüyordu:

“ERKEKLERİN DENEKTAŞININ İÇKİ OLDUĞU SÖYLENİR. BEN ASIL DENEKTAŞININ SAVAŞ ALANI OLDUĞUNU SÖYLÜYORUM. Şu anda gözlerimi kapadığım zaman, bütün arkadaşlarımın ne yaptığını görebilirim.”

Parmağıyla haritada bir yere değindi:

Örneğin, şu Tümen Komutanının biraz önce şu köye vardığını biliyorum. O şimdi köyün en konforlu evine yerleşip, portatif karyolasında derin bir uykuya dalmıştır. Bunu size kanıtlamamı ister misiniz?”

Zile basarak emir subayını çağırdı.

Oğlum, bana hemen …nci Tümenin Komutanını bulun!”

Alt kattaki telgrafçı makinesini tıkırdatarak öteki telgraf merkeziyle bağlantı kurmaya çalışırken, M. Kemal Paşa sözü cepheye getirdi:

“Yarına dek düşmanla aramızda en az yüz-yüz elli kilometrelik bir aralık bırakmalıyız. Durmak için en uygun yer burası, Sakarya ırmağının kuzeyidir. Buraya ulaştıktan sonra büyük bir savaşma yapacağız. Yunan Ordusu kuşkusuz ardımızdan gelecektir. Buradan ovayı geçip buraya doğru ilerleyecektir. Bu demektir ki…

Sözleri odaya giren emir subayının sert selamıyla kesildi:

Paşam, Tümen Komutanı köye varmıştır ve uyumaktadır. Kendisini uyandıralım mı?”
M. Kemal Paşa Falih Rıfkı’ya döndü:

Size söylememiş miydim? Şimdi bu adama bakalım. Bana …ncı Tümen Komutanını bulun!”

Emir subayı odadan çıkınca, Falih Rıfkı’ya gülümseyerek göz kırptı:

“Onu bulamayacak çünkü bu tümen komutanı kendine gösterilen yere bir an önce varmak için şimdi çok hızlı yürüyor.”

Emir subayı biraz sonra gelerek …ncı Tümen Komutanıyla bağlantı kurulamadığını bildirdi. M. Kemal Paşa: “Önemli olan düşmanın ne yapacağını ve nasıl yapacağını bilmektir. Biz bir düzen içinde geri çekilirken bizi izleyecek mi?” dedikten sonra bazı açıklamalarda bulundu. Yunan Ordusunun silah yönünden çok üstün durumda olduğunu biliyordu. Türk Ordusunun savaş gücü yeterli düzeye çıkarılamamıştı. Taşıt araçlarının yetersizliği ordunun hareket yeteneğini çok azaltıyordu. Ülke kendi silahını üretemiyordu. Tek dış kaynak Sovyet Rusya’ydı ve oradan gelen silahlarda son günlerde bir azalma, ulaşımda bir yavaşlama olmuştu. Ankara, Amasya ve Adana dolaylarında yedek birlikler vardı ve bunların cepheye sürülmesiyle savaşçı sayısı yönünden denge sağlanabilirdi. Ama henüz en son çarelere başvurmayı gerektirecek bir durum yoktu ortada. Şimdilik düşmana toprak bırakılarak zaman kazanılacaktı. Zaman, ordunun yeniden toparlanması ve güçlendirilmesi için gerekliydi.
Zaman önemliydi. Zaman kazanmak için topraklar yitiriliyordu. Ataların kan dökerek elde ettikleri, ulusun yüz yıllarca alın teri ile suladığı topraklar zaman kazanmak için düşmana bırakılıyordu. Ve M. Kemal Paşa, zamana karşı yarışıyordu…

Tarihin hiçbir döneminde zaman böylesine değer kazanmamıştı. Zaman gelip geçici, topraklar kalıcıydı. Bunca topraklar bırakılarak kazanılan zaman iyi değerlendirilebilecek miydi? Ana sorun buydu. Yoksa zaman akıp gidecek, toprakların yitirildiği yanımıza mı kalacaktı? Bunu da yine zaman gösterecekti[ii].

Batı Cephesi Komutanlığı birlikleri, İsmet Paşa’nın 23 Temmuz 1921 akşamı verdiği 12 sayılı cephe emri uyarınca, bütün gün doğu yönünde Sakarya Irmağı’na doğru yürüyüşlerini sürdürdüler…



ATATÜRK DEVRİMİ – Fethi Karaduman

www.ataturkdevrimi.com

TWİTTER : fethikaraduman2


[i] A. Müderrisoğlu, a.g.e. s.180

[ii] A. Müderrisoğlu, Sakarya, s.247–248



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder