31 Ekim 2012 Çarşamba

ODESSA İZLENİMLER – 1

Bu seferki bayram tatili için gidilecek yer araştırması yaparken son seçenek olarak Odessa’yı düşündüm. Önceki tercihlerimde uçak saatleri uygun olmamış ve Shengen vizesi sorunları masrafları artırıyordu. Ukrayna ile vizeler temmuz ayında kaldırılınca bu pek bilinmeyen ülke biraz ön plana çıktı.
Seyahat şirketlerinin bayram turlarının olmaması uçak bileti bulmada güçlük yaratmaması bakımından işime yaradı. Yalnız Kiev ve Yalta’yı da içine alacak bir ülke turu, mesafelerin 600 klm’yi aşkın olması nedeniyle Odessa’yı tek seçenek bıraktı.
THY’den İstanbul aktarmalı biletleri ve Booking.com’dan oldukça merkezi otelimizi ayarladıktan sonra, şehir hakkında bilgi toplamak dışında bir sorun kalmamıştı. Bazı bloglardan ilginç yorum ve öneriler oldukça işe yaradı. Başlıca gidilecek mekanlar sıralaması da zaten gittiğimizde aldığımız şehir haritalarında işaretlenmiş olduğu için gezme seçeneklerimizde belirlenmiş oldu.
Odessa, Ukrayna’nın Karadeniz sahilindeki çok önemli bir liman kenti. Nüfusunun 1 milyondan fazla olduğu söyleniyor. Ülkenin para birimi “Grivna”. Şehir içindeki kambiyo bürolarında 100 Euro 1.050-1.060 Grivna arasında bozuluyor. Havaalanında ise 1.040 Grivna. Bu nedenle havaalanında grubunuzun sayısına göre kişi başı 10 Euro’dan fazla bozdurmamakta yarar var.
Havaalanı, şehre yaklaşık 7 kilometre mesafede. Taksiler ve dolmuşlar çalışıyor. Dolmuşlar kişi başı 2,5 Grivna (55 kuruş civarında) Taksi için ise mutlaka pazarlık gerekiyor. 100 Grivna’dan fazla vermemek gerekiyor. Para üstü vermek alışkanlıkları yok.
Odessa, yeni kurulmuş bir kent olduğu için özellikle şehrin eski bölümü ızgara planlı, düzgün ve birbirlerini dik kesen geniş caddeler halinde düzenlenmiş.
Fiyatlar, özellikle yeme içme bakımından Türkiye ile yaklaşık aynı. 1 TL’nin yaklaşık 4,5 Grivna karşılığı olması bakımından, örneğin 60-70 Grivna civarındaki pizza bedeli neredeyse aynı fiyata geliyor. Ancak, tam bilmemekle birlikte ortala hayat standardı ve para birimi karşılığı kazancın aynı seviyede olmadığını düşünüyorum. Bu sebeple fiyatlar Ukrayna ölçeğinde oldukça yüksek. Yalnız içki fiyatları çok düşük. Özellikle marketlerde 25-30 Grivna’ya (5,5-6 TL) 0,50 litrelik votka almak mümkün. 95 oktan benzin 11.20 Grivna civarında (2,50 TL) Çok eskisinden son modeline kadar her türlü cinste araç var. Ancak şehir trafiği oldukça sakin.
Bir başka ilginç bilgiyi vereyim. Pazar günleri özel kambiyo büroları kapalı. Fakat bazı banka şubeleri açık ve kimlik karşılığı aynı değerden para bozuyorlar.
Şehir merkezinde bir başka ilginç özellik bina yapılarından kaynaklanıyor. Cadde ve sokaklarda dışarıya açılan ana kapılardan bir iç avluya giriliyor. Bu iç avlu etrafında yaklaşık 10-15 binaya girilebiliyor. Hepsinin dış numarası aynı. Sokağa açılan ana kapı 10 tuşlu mekanik bir kilit sistemine sahip. Şifreyi bilmiyorsanız o avlu içine girmeniz ancak bir başkası geldiğinde mümkün olabiliyor. Bu ana kapılar yanındaki posta kutularının en az 50-60 yıllık olduğunu görmek çok şaşırtıcı. Ancak şehri gezdikçe eskiye ait hiçbir şeyin atılmadığı ve olduğu gibi korunduğunu görmek de yine hayli şaşırtıcı. Şehir bir açık müze görünümünde. Sokakları gezdikçe binaların bir çoğunun kitabesinde 1890-1900 gibi rakamları görmek artık sizi şaşırtmamağa başlıyor.
Gezi öncesi bazı yorumlarda okuduğumun aksine, para üstünün yanlış ve eksik verilmesi gibi bir durumla karşılaşmadığım gibi 4 günlük gezi boyunca yüksek sesle bağırıp çağırma, klakson sesi, kavga, aksi ve ters davranış olmadığı gibi insanların büyük bir dinginlik içinde, saygılı, sessiz ve mesafeli duruşları sizde zamanla saygı ve hayranlık uyandırıyor. Son günümüzün rastladığı 28 Ekim’de Ukrayna’da parlamento seçimleri vardı. Ancak ne bir gürültü ne bayrak flama benzeri çevre kirliliğine sebep olacak görsel malzeme ve ne de afişler vardı. Sadece Potemkin merdivenlerinin başında kurulan bir standda seçim konuşmaları yapıldı ve tv’lerde 5-10 saniyelik parti reklamları var idi. Seçim günü ise seçimin olduğuna dair hiçbir iz yoktu. Çevrede de içki kısıtlaması görmedik.

Bu kadar bilgiden sonra şehri gezmeye başlayabiliriz.

30 Ekim 2012 Salı

UZUN BİR TATİLİN ARDINDAN

Hem dini bayram ve hem de Cumhuriyetimizin 89. Yılına denk gelen Cumhuriyet Bayramımızın ardı ardına gelmesi sebebiyle uzun bir tatili geride bıraktık.

Bu kez yurt dışı tatilini bize çok yakın fakat o denli az bilinen bir yöreye Odessa’ya gerçekleştirdim. Ukrayna, gittiğim 26. Yabancı ülke oldu. (KKTC kapsam dışında tabii)
Elbette görsellerle birlikte anlatılacak birçok malzeme birikti. Bunları “Odessa izlenimleri” adı altında anlatmaya başlayacağım.
Bu arada beni sürekli takip eden dostlarım Makedonya anlatılarının daha bitmediğinin farkındadır. Hatta geçen seneden, Saint Petersburg’a ait birkaç yazımda bekliyor.
Yaz tatilinde gittiğim, “Meryemana Evi”, “Ephesus” ve “Didyma Apollon Tapınağı”da anlatılmayı bekliyor.
Birikmiş 22 kitabımın tanıtımı da gezi anılarından arta kalan günlerde sıra almaya çalışacak.
Bugünden Odessa’dan birkaç resimle tanıtıma başlayalım bakalım.

23 Ekim 2012 Salı

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 7

KİTABIN ADI : Kızı Jana Cerna tarafından: Milena’nın Yaşam Öyküsü (Milena Jesenska)

KİTABIN YAZARI : Jana Cerna
KİTABIN ÇEVİRMENİ: Kriton Dinçmen
KİTABIN YAYINEVİ : Arion Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI:  2003
KİTABIN BASKI SAYISI:  1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI:  174 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 9/10 (Dizgi hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM:
Edebiyatın detaylarına meraklı kitap kurtları için çok ilginç bir kitap. Franz Kafka’nın sevgilisi olarak bilinen ve Kafka’nın mektuplarının “Milena’ya mektuplar” olarak yayınlanmasıyla tanınan, Milena Jesenska’nın hayat öyküsü kızı Jana Cerna tarafından yazılmış.
Dr. Jesensky’nin kızı olan ve burjuva bir Çek ailesinde doğan Milena, annesini erken yaşta kaybeder. Babasıyla yaşayan ve tamamen zıt karakterleri dolayısıyla sık sık çatışan Milena, dergi ve gazete yazarlığı sırasında tanıştığı Ernst Pollak’la evlenir ve kızı Jana doğar.
Zaman içerisinde birbirlerine ilgilerini yitiren çiftin farklı ve sıra dışı yaşamlarında Milena’nın hayatına Franz Kafka girer. Milena’yı çok seven Kafka, israrla boşanıp kendisiyle evlenmesini isterse de Milena boşanmaz. Kafka bir süre sonra bir araya gelemeyeceklerini anlayınca Milena’dan uzaklaşır.
Kızıyla zorlu bir yaşam süren Milena, 2. Dünya savaşı koşullarında Nazilere esir düşer. 1944’de yaşamını yitirir. Annesi gibi deli dolu bir hayat yaşayan Jana, belli bir yaştan sonra anılarını kaleme alır. Jan Cerny ile evlenen Jana, 1981’de bir trafik kazasında hayatını kaybeder. Jan Cerny, anıların yayınlanmasını sağlar.
Bu çok özel hayatları okumayı edebiyat severlerin kaçırmaması gerekir kanısındayım.

22 Ekim 2012 Pazartesi

"BAY OF THE BONES" MÜZESİ

Akşam üzere saat 17.00 sıralarında Ohrid’e ulaştık. Üsküp’ten isimlerini aldığımız Laki ve kardeşini bulduk. Ancak onun otelinde yer olmadığı için amcası Viktor’un apartmanında iki odayı kiraladık. Oda fiatı iki kişilik gecelik 12 Euro.

Akşamüzeri Ohrid sahilinde ve göl kıyısında kısa bir yürüyüş yaparken gölün su sıcaklığının girilebilir seviyede olduğunu gördük. Ohrid şehir içinde göl kıyısı yaklaşık 1-2 kilometre uzunluğunda.

Merkez limanda içeriye doğru giren ana caddesi geceleri çok hareketli ve kalabalık. Laki’nin şehir içinde çizdiği yürüyüş güzergahını yarına bırakarak güzel bir akşam yemeği ertesinde çok ucuz olduğu söylenen Svarowski taşlı kolye küpe alışverişi sonrası apartmanımızda geceledik.

Sabah oldukça erken saatte, Laki’nin çizdiği rotada, normal Manastır yolu dışına çıkarak göl kıyısında Galicica doğal parkına gitmek üzere yola çıktık.

Ohrid gölü kıyısında, Ohrid şehir bitiminden itibaren onlarca küyük köy yerleşimleri var. Hepsinde de otel ve plajlar ve kiralık odalarla turizm hizmeti veriliyor. Dilediğiniz noktada, halk plajlarında ücretsiz göle girebiliyorsunuz.

Milli parka çıkmadan hemen önce yol üzerindeki bir nokta dikkatimize çekti. “Bay of The Bones” denilen bir yer. Bir nevi su müzesi haline getirilmiş. Gölün bu noktasında İÖ 1200-700 yılları arasında, insanların, düşmanlarından ve vahşi hayvanlardan korunmak üzere göl üzerinde oluşturduğu bir köyün kalıntılarına 1997 yılındaki kazı ve araştırmalarda ulaşılmış. Köy rekonstrüksiyonu ve müze 2005’de oluşturulmuş.

Bunun üzerine, aynı yerde olması muhtemel köy benzer şekilde bulgular ışığında oluşturulmuş. İçinde küçük bir müze de bulunmakta. (Köy rekonstrüksiyonu ve müze 2005’de oluşturulmuş.) Gölden çıkarılan bazı buluntular, çürümemesi için yine su içinde korumalı olarak sergileniyor.

Müze girişi 100 Denar (yaklaşık 4,5-5 TL) Kafe ve göle girilebilecek tesislerde yapılmış.

Yolunuz düşmesi halinde görmeniz dileğiyle.







19 Ekim 2012 Cuma

KADININ ADI

Araplarda kadınların adları yoktur. Kadınlara ya numara, ya da tip ve fizyolojik görünümlerine göre bir takım sıfatlar verilir. Örnekler:


Elif: Arap alfabesinin birinci harfi, aynı zamanda Arap rakamlarında bir rakamını ifade eder
Saniye: Sani Arapça iki demektir doğan ikinci kıza Saniye adı verilir (eski dilde ikinci; cümle içinde örnek fazında vermek gerekirse 'sultan mahmud-u sani.. yani ikinci Mahmut')
Tılte: Telat veya Türkçede selaseden türemedir 3. demektir. Bu isim Anadolu’da pek görülmez ama Harran’da Araplarda çok bulunur
Raba: Arapçada dörttür. Rabia dördüncü demektir. Anadolu’da yaygın bir addır, geçmişte çile çekmiş bir İslam kadının adıdır.
Hamse: Arapça beş demektir Bu isim Harran yöresi Arapları dışında Anadolu’da pek bulunmaz.
Sitte: Harran’da yaygın bir isim olan Sitte Arapça altı demektir
Sabe: Arapça yedi demektir, bu kelime çok değişiklik geçirmiş Sabiha olmuş, İbrahim Tatlıses Sabuha ifadesi ile kullanmıştır.
Yediden sonra Arapların yazı ismini koyarlar, bu yeter anlamına geliyor.

Her zaman ilk doğan kıza Elif adı konmaz, Bazen de Ayşe adını koyarlar, eve ilk gelen kıza evin iaşe işlerini çekip çevirecek gözüyle bakıldığı için Ayşe adı konulur, bazen aş pişirme beklendiği için Avvaş adı konuşulur.Erken doğan prematüre kıza Hadice adı verilir, Hadice Arapçada erken doğmuş prematüre kız anlamına gelir.
Çelimsiz ve ufak tefek doğan kızlara Fatma adı verilir, Fatma Arapçada süt yanığı, süt kesiği anlamına gelir.
Koyu renkli doğan kızlara esmer anlamına gelen Semra adı verilir.,
Biraz açık renkli ise aydınlık açık anlamına gelen Zehra adı verilir, iyice beyaz ise Beyza adı verilir
Bu bilgilerin ışığında hakikaten kadının Arabistan’da veya Araplarda kimlik ve kişilik sorunlarının örtünme, peçe ve çarşafa girmeden daha öncelikli olduğu düşünülebilir.
Anadolu’da kadın numaralandırılmaz ve sıfatla çağırılmaz, Türklerde ve Anadolu’da kadın bir şahsiyettir, bir kimliğe sahiptir.
Hanım ağadır, hanım efendidir, kraliçedir, Tanrıçadır. Arap kültürünün ikinci plana ittiği numaralı veya sıfatlı bir nesne değildir.
Bu bilgilerin, Arap yaşamına ve tarzına özenen kadınlarımız tarafından da gözden geçirilmesini dilerim.
Türk gibi yaşamak, Anadolu kültürü ile yaşamak kadın kişiliği ve onuru için önemli bir merhaledir.

---------

AHMET DURMAZ

18 Ekim 2012 Perşembe

BİR SORU VE YEDİ CEVAP

Bu soru Kopenhagen`daki Üniversitenin fizik sınavından alınmıştır:


"Bir gökdelenin yüksekliğini barometre ile nasıl bulursunuz, anlatınız."

1. Öğrencilerden birinin yanıtı: "Barometrenin ucuna bir ip bağlarsınız. sonra gökdelenin tepesinden asıp sallarsınız. Barometre yere değdiğinde ipin boyuyla barometrenin boyunun toplamı gökdelenin yüksekliğini verecektir."

Bu oldukça orijinal yanıt, hocayı çileden çıkartmaya yetti ve öğrenci dersten kaldı. Öğrenci, yanıtının doğruluğu konusunda itirazda bulundu ve Üniversite, durumu çözmek için başka bir hoca gönderdi.

Bu noktada öğrenci hakkında ne düşünürdünüz? Sizin kararınız ne olurdu? Çocuk kalmalı mı geçmeli mi?

Yeni hoca, yanıtın aslında doğru olduğuna fakat kayda değer bir fizik bilgisinin varlığını göstermediğine karar verdi. Sorunu çözmek üzere; öğrencinin en azından asgari bir temel fizik bilgisi olup olmadığını anlamak için ona 6 dakika vererek sorunun sözlü yanıtını istedi. İlk 5 dakika genç sessizliğe gömüldü. Hoca, zamanın tükenmekte olduğunu hatırlattığında genç çeşitli yanıtlarının olduğunu fakat hangisini kullanacağına karar veremediğini söyledi. Tekrar acele etmesi tavsiye edilince genç şöyle yanıtladı:

2.Barometreyi gökdelenin tepesine çıkartıp kenarından aşağı bırakıp yere inene kadar geçen süreyi ölçeriz. Binanın yüksekliği (h=t2g/2) Formülü uygulanarak hesaplanabilir; Fakat barometre için kötü bir seçim..."

3. Güneş parlıyorsa, barometrenin yüksekliğini ölçersiniz. Sonra onu bir yere dikip gölge uzunluğunu ve sonra da gökdelenin gölge uzunluğunu ölçebilirsiniz. Bundan sonrası basit bir orantıyı çözmek olacaktır.

4.Fakat bu konuda çok daha bilimsel bir yanıt istiyorsanız barometrenin ucuna bir sicim bağlayıp onu bir sarkaç gibi sallandırabilirsiniz; Sarkacın periyodu T=2π√(L/g) dir. ∆T periyod farkından yüksekliğe bağlı ∆g gravitasyon farkını ve buradan da yüksekliği buluruz.

5.Yahut da gökdelenin dışarısında bir yangın çıkış merdiveni varsa; barometreyi bir cetvel gibi kullanarak yukarıya çıkarken gökdelenin boyunu barometre yüksekliği biriminden sayıp bunları toplayabiliriz.

6.Eğer ille de sıkıcı ve ortodoks olmak istiyorsanız, tabii ki barometre ile gökdelenin tepesindeki ve yer seviyesindeki basıncı ölçer, yükseklik farkını
h-h0=RT.ln(p0/p) formülünden buluruz. ( T sıcaklık, R = 8,3 joule/Kelvin.mol... Gaz sabiti æ)

7.Ancak bizler daima zihnin bağımsızlığı ve bilimsel metodlar kullanmak konusunda teşvik edildiğimiz içindir ki bir başka pratik yol şüphesiz bina sorumlusu hademenin kapısını çalmak ve yeni bir barometre isteyip istemediğini sorarak gökdelenin yüksekliğini söylemesi durumunda ona bu barometreyi vermek olurdu !!!"

Şimdi gencin 7 yanıtını dinledikten sonra fikriniz nedir? Geçmeli mi kalmalı mı ? Sınavda beklenen yanıt 6. yanıttı...
EVET...

Bu genç fizikçi..
Niels Henrik David Bohr(1885-1962)

1922 yılında Fizik nobel ödülü kazanan Danimarkalı çekirdek fizikçisi

D.Ali Ercan (daliercan@gmail.com)

(*) Niels Henrik David Bohr (7 Ekim 1885, Kopenhag - 18 Kasım 1962, Kopenhag), Danimarkalı ünlü fizikçi.
Kuantum kuramının atom yapısının belirlenmesinde ilk kez kendi adıyla anılan atom modelini oluşturdu. Kuantum fiziğinin gelişmesinde 50 yıla yakın bir süre öncü rol oynadı. Ayrıca atom çekirdeğinin "sıvı damlacığı modeli"ni geliştirdi.
Söylentiye göre, Danimarka halkının övünç duyduğu dört şey vardır: Gemi endüstrisi, süt ürünleri, peri masalları yazarı ve fizik bilgini Niels Bohr. Bohr, bilgin kişiliği ve insancıl davranışlarıyla, büyük hayaller peşinde koşan gençlere örnek ve esin kaynağı olan bir öncüydü.

17 Ekim 2012 Çarşamba

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 6

KİTABIN ADI : Hobart Paşa’nın Anıları (Sketches from my life)

KİTABIN YAZARI : Charles Hobart Hampden
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Çeviren: Derin Türkömer Derleyen: Kansu Şarman
KİTABIN YAYINEVİ : T.İş Bankası Kültür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI : 2010
KİTABIN BASKI SAYISI . 2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI . : 292 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ:  10/10

YORUM:

Bilmeyenler için Türk tarihinden çok ilginç bir şahsiyeti bu kitap ile sizlere tanıtıyorum. Hobart Paşa, İngiltere doğumlu, İngiliz donanmasında albaylığa kadar yükselmiş ancak boşta geçen bir anında doğuya yaptığı yolculukta İstanbul’a gelmiş kendisine yapılan teklifle önce sözleşmeli olarak Osmanlı donanmasına 5 yıl için 1868’de katılmıştır.
Daha sonra Türkiye’yi seçen Hobart Paşa, İngiltere’nin geri dönmediği takdirde rütbelerinin sökülerek askerden atılacağı tehditlerine rağmen ülkesine dönmemiştir. Osmanlı donanmasında amiralliğe dek yükselen Hobart Paşa 1886’da rahatsızlanınca tedavi için İtalya’ya gider. İtalya’da hayatını kaybeden Hobart Paşa, vasiyeti üzerine Haydarpaşa İngiliz mezarlığına defnedilir.
Yaşamının son yıllarında kaleme aldığı anılarında askerlik yaşamını anlatan Paşa, özellikle askerliğinin önceki dönemlerindeki köle gemileriyle mücadelesi, Amerikan iç savaşı sırasında Güneylilere malzeme taşımayı önleyen kuzey gemilerinin ambargosunu kırmaya yönelik cesur mücadelesi anılarının çok ilginç bölümleri olarak yer alıyor.
Kitabın ekine alınan önemli ek yazılarla zenginleşen bu kitap keyifli bir roman havasında. Tarihimizin bu çok değerli Paşa’sını tanımaya ne dersiniz?
Augustus Charles Hobart-Hampden ya da Hobart Paşa (1 Nisan 1822 – 19 Haziran 1886) Osmanlı donanmasında komutanlık yapmış İngiliz asıllı deniz subayı.

1822 yılında Leicestershire'da doğdu. Buckinghamshire dükünün oğlu olan Hobart Paşa, İngiliz deniz kuvvetlerine katılıp, ABD İç Savaşı'nda Güneylilerle silah taşıdı. Osmanlıların hizmetine girip (1867), bahriye livası rütbesiyle donanma komutanlığına atandı. Girit ayaklanmasını (1867-1869) bastırmakla görevlendirilip, Paşa unvanı verildi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda, Rus limanlarına ve Tuna ağzına abluka uygulayarak Rus donanmasını etkisiz kıldı. Suhum'un boşaltılmasında binlerce müslümanın Batum, Sinop ve Trabzon'a taşınmalarını sağlayıp, müşirliğe yükseltildi (1881).
İstanbul'a gelirken 1886 yılında Milano'da öldüyse de, cenazesi İstanbul'a getirilerek Selimiye'deki İngiliz mezarlığına gömüldü.



16 Ekim 2012 Salı

BARO’METRE

Basın’ın bu dönemde iyi bir sınav verdiği söylenemez.


Meslektaşları hapisteyken, Dolmabahçe Sarayı’nda basın özgürlüğü gecesi tertipleyip, fonda ince müzik eşliğinde, avanta viski yudumlayarak, limon sosunda hıyar yemeleriyle hatırlanacaklar. İstisnaları tenzih ederim… Sansür’e gerek bırakmayıp, otosansür’ün feriştahını uygulayan, bildiğini yazarak değil, bildiğini yazmayarak kazanan, halkın gerçekleri öğrenme hakkı’na hizmet etmek yerine, ninni söyleyen, tirajlar çakılırken, manşetlerde havai fişekler patlatan, ekranlarda pembe tablo çizen’ler topluluğu olarak anılacaklar.

Sermaye’nin bu dönemde iyi bir sınav verdiği söylenemez. Çocuklarının geleceğini, parayı balyaladıkları memleketimizde değil, el âlemin memleketlerinde gören, yurttaşların özgürlüğü her alanda kısıtlanırken, beşer metrelik duvarlar arkasındaki villalarında huzurla yaşayabileceklerini zanneden… Yarın öbür gün, bu dönem’in hesabı kitabı yapıldığında, susma sustukça sıra sana gelecek’i sıra kendisine gelene kadar kavrayamayanlar olarak anılacaklar.

Sendikalar, ha keza…

Maalesef, sarı basın’dan bile daha cart sarı olarak hatırlanacaklar.

Sanat camiası’nın da, bir elin parmakları kadar’ı hariç, bu dönemde iyi bir sınav verdiği söylenemez. Sanat dediğin, ister transatlantik ol, ister filika, iskeleden halatları koparıp attığın an başlar. Çünkü, özüne, ruhuna, mantığına aykırıdır, bağımlı olmak…

Duba olarak anılacaklar.

Akademik çevreler’in bu dönemde iyi bir sınav verdiği söylenemez. Lifli gıdalar, pilatesin faydaları, buzulları eriyen kutup ayıları gibi, kokmaz bulaşmaz mevzularda adeta papağan misali şakıyan, susmak bilmeyen profesörlerimiz… ÖSYM rezaletleri, çağdışı eğitim, Mehmet Haberal, Fatih Hilmioğlu, dövülen, tutuklanan üniversite öğrencileri’nde dut yemiş bülbül olarak hatırlanacaklar.

Ve, aynı dönemde…

Aynı basınç uygulandı.
Baro’metre ölçtü.

İstanbul ve Ankara barosu’nun avukatları, evrensel ilkelere ve onurlarına sahip çıkan, susmayan, direnen… Birey’i kul olmaktan kurtaran hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve demokrasi mücadelesinde tırsmayıp, toplu halde, açıkça tavır koyan… Alnı açık, başı dik kalmayı başaran “tek meslek grubu” olarak hatırlanacak.

Yazın bi kenara…
Korku bulaşıcıdır.
Cesaret de öyle.
Baro seçimleri milattır.

YILMAZ ÖZDİL



15 Ekim 2012 Pazartesi

KALKANDELEN ALACA CAMİİ VE TARİHİ HAMAM

Harabati Baba Tekkesi’ne giderken yol üzerinde gördüğümüz Alaca Cami (Makedonca: Шарена Џамија; Arnavutça: Xhamia e Pashës)Kalkandelen’i boydan boya bölen ana cadde üzerinde yer alıyor. Caminin yapım tarihi olarak 1438 tarihi veriliyor.  

Kalkandelen şehrini, ana caddeye göre dik açıyla kesen  Pena Nehri cami bahçesinin hemen yanında akıyor. 1833 yılında Recep Paşa'nın oğlu Abdurrahman Paşa tarafından önemli bir bakımdan geçirilmiş.

Camiye adına veren alacalık, duvarlarındaki renklilikten kaynaklanıyor. Caminin mimarı İshak Bey’dir. Ancak bu camiyi diğer camilerden ayıran çok önemli bir özelliği var. Dönem camilerinin çoğu bir sultan, bey, paşa veya bir makam sahibi kişinin mali desteği ile yapılırken, Alaca Cami Kalkandelenli iki kız kardeşin mali desteği ile yapılmış. Avluda caminin yapımını sağlayan iki kız kardeş Hurşide ve Mensure hanımların türbeleri bulunmaktadır.

1991 yılında Kalkandelen İslam Cemiyeti, caminin etrafına Osmanlı tarzında duvar yaptırmış.  Cami son önemli bakımını 2010 yılında geçirmiş.

Alaca Cami’de genel seramik süslemelerin aksine çiçek desenleri görülüyor. Camideki boya düzenini kurmak için 30.000’den fazla yumurta kullanıldığı söyleniyor.

Alaca camisinin yanından geçen Pena nehrinin diğer yakasında ise aynı dönemlerde yapılan hamam yer almakta. Tarihine ilişkin detaylı bilgi bulunmamakla birlikte cami ile yaklaşık aynı dönemlerde yapıldığı kabul edilen caminin dış görünüşü korunmakla birlikte içi sergi salonu olarak kullanılmakta.



Kalkendelen’deki gezimizi sonlandırdıktan sonra hareketten hemen önce hamamın hemen çapraz karşısında bulunan bir börekçide güzel bir Boşnak böreği ziyafetinden sonra Ohrid’e yola koyulduk.