Çok az zaman kaldığı için müzeye doğru çıkan yokuşta rehberimiz Kamel zamanla yarışarak bizi müzenin bulunduğu tepeye ulaştırdı. Türk turlarının ekstra gezilerinde dahi tur programında olmayan Kartaca müzesi dün de bahsettiğim gibi ören girişinde alınan aynı biletle gezilebiliyor.
Müze bir iç kısım ile bir de önde bulunan özel sergi salonundan oluşuyor. İç kısımdaki müze çok zengin değil.
Girişte ve üst kata çıkan merdiven başlarında bazı heykel başları ile iç kısımda bazı arkeolojik buluntular var. Kartaca adamının ön binadaki sergi kısmında olduğunu öğrendiğimizden hızlı bir turla diğer bölüme koşturuyoruz.Müzenin hemen girişindeki kuyu dikkatimizi çekiyor. Burası, Kartaca adamının bulunduğu söylenen kuyu. Üzeri camla örtülmüş vaziyette ve içi ve kazı alanı görülebiliyor.
Kuyudan çıkarılan ve özel bölümde sergilenen bu iskelet meşhur "Kartaca Adamı". İskelet, yaklaşık 2.500 yıllık olarak tarihlendiğinden bu dönem Kartaca halkından bir çiftçi olarak tahmin ediliyor.
Fransız asıllı Paleoartist Elisabeth Daynes tarafından, iskeletin kafasının kalıbı alındıktan sonra bir dizi işlemle kafatası etlendirilmiş. Et dediğime bakmayın kalıp özel bir plastik maddeden oluşuyor. Ancak yakından gördüğünüzde inanamayacağınız derecede detayla sanki insan derisi haline getirilmiş.
Sergi salonunun bir bölümünde sanatçının, Kartaca Adamı'nı tekrar yaratmasının video öyküsü yaklaşık 6-7 dakikalık bir video kaydı ile ziyaretçilere gösteriliyor. 16.50'deki son gösterimi izleme olanağına kavuştuk. İnanılmaz bir emek ve çalışma. Sadece, hayran kaldığınızı hissediyorsunuz.
Ve huzurlarınızda "Kartaca Adamı" 2500 yılın ötesinden sanki konuşursanız cevap verecekmiş gibi bir canlılıkla size bakıyor.
Otele döndüğümüzde konuştuğumuz Türk rehberimiz ne Kartaca Adamı'ndan haberdardı ve ne de sadece 6 ay için yapılan sergileme konusunda bir fikri vardı. Kendi çabası ile burayı gören az sayıdaki şanslı insandan birisi olarak bu çok uzak atamıza sevgi ve insanlık adına gururla baktık.
Elisabeth Daynes (Doğ. 1960) hakkında Türkçe fazla bir kaynak yok. Ancak aşağıdaki röportaj bu sanatçıyı biraz olsun tanıtıyor:
"Geçmiş Zamanların Heykeltıraşı
Aslu Ulusoy-Pannuti
Eserleriyle Abd'den Japonya'ya, İspanya'dan Meksika'ya Çok Sayıdaki Ülkenin Doğal Tarih Müzesine Girmiş Bir "Tarihöncesi Heykeltıraşı" O. Arkeolojik Buluntular Doğrultusunda Ortaya Çıkardığı Portreler, İnsanoğlunun Hâlâ Tam Bilinmeyen O Uzak Yüzüne Düşen Bir Işık Adeta...
Adı Elisabeth Daynes, Amerikalı ve Hollandalı birkaç meslektaşı dışında dünyada kimsenin yapmadığı bir işin ustası: Geçmiş zaman canlılarının, insanlarının heykellerini yapıyor. 25 yıl önce açtığı atölyesinden çıkan ve kimi zaman milyon yıllık kafataslarından hareketle yapılmış heykeller, hayal gücünün ürünü değil. Çünkü Daynes'in bu çalışmaları, sürekli danıştığı bir grup bilimadamının araştırmalarının da bir sonucu aslında. Zaten o yaptığı işi, "sanat, bilim ve tekniğin birliği" olarak tanımlıyor: "Resim ve heykel okudum ben. Başlangıçta işim sinema ve tiyatroda insan vücudunun transformasyonuydu; renklendirme, şeffaf kılma, sakal ekme vs. Ancak 1988'de Dordogne bölgesindeki bir müzeden aldığım mamut siparişi hayatımı değiştirdi. Bir anda kendimi tarihöncesinde buldum. Müthiş bir keşifti benim için!"
İşte o günden itibaren dünyadaki önemli tarihöncesi konulu kongrelere, antropoloji konferanslarına katılmaya başlıyor Daynes. Zamanla anatomi laboratuvarlarındaki bilimadamlarıyla tanışıyor. Üzerinde çalışmayı istediği kafataslarını bulmaksa başlangıçta çok kolay olmuyor: "Yapmayı istediğim işin nedenini ve meşruluğunu bilimadamlarına kanıtlamam gerekiyordu. Bazı çok klasik kafatasları vardır, kolayca bulabildiğiniz; Neandertal kafatası mesela. Paris'teki bir enstitüden ya da internette satış yapan bir Amerikan şirketinden satın alabiliyorsunuz bunları. Ancak çok eski zamanlara ait, yeni bulunmuş bir kafatasını elde etmeniz çok zor."
Daynes'in işinin ilk aşaması da bu zaten: Arkeolojik kazılarda bulunmuş bir kafatasının kalıbını elde etmek için bir laboratuvarla anlaşmak. Ardından yapılması gerekense kafatasının hangi döneme ait olduğu, ölüm yaşı, cinsiyeti, beslenme alışkanlıkları, bulunduğu iklim vs. ile ilgili bir kimlik kartı çıkartmak. Sonrasında sıra kasların yüz üzerine yerleştirilmesine geliyor ki, heykeltıraşın bu aşamada sürekli başvurduğu bir bilimadamı var: Adli tıp uzmanı, antropolog Dr. Jean Noel Vignal. Adli tıptaki görevi kimliği belli olmayan cesetlerin kimliğini belirlemek. Yüzün ortasında belirlediği 18 noktaya konması gereken kas ve cilt kalınlığını, bir bilgisayar programı yardımıyla ortaya çıkaran araştırmacı, işin sonunda Daynes'e bir tablo veriyor.
Bu tablo doğrultusunda elindeki kalıba kasları yerleştiriyor heykeltıraş. Eğer söz konusu olan çok eski dönemlere ait bir kafatasıysa, örneğin 3,5 milyon yaşındaysa, dönemin şartlarına ilişkin bir başka hocaya, Tel Aviv Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Prof. Yoel Rak'a başvuruyor.
Hayat ve duygu gözden geçiyor
Ardından sıra kasların silikonla kaplanmasına geliyor. Silikonun tercih edilmesinin nedeniyse bu malzemenin sıcağa, soğuğa ve suya dayanıklılığı. Daynes, kafatası üzerindeki deri kalınlığının bazı noktalarda standart olduğunu, 4-4,5 cm'yi geçmediğini belirtiyor ancak bu aşama da araştırmacıların gözetiminde gerçekleştiriliyor. Sonrası ise işin sanatsal tarafı: "Ortaya çıkan yüze gereken ifadeyi bulmak için inanılmaz zaman harcıyorum. Ancak bunu yaparken de daha önce çıkardığım kimlik kartını hep göz önünde tutuyorum. Mesela söz konusu kafatasının sahibi dişindeki apselerden öldüyse dudaklarında o etkiyi göstermeye, hafif acı çeken bir ifade vermeye çalışıyorum. Ya da dönemin iklim şartlarını göz önüne alarak yüzde kırışıklıklar yapabiliyorum." Sanatçının üzerinde durduğu bir diğer detaysa bakışlar. Yaptığı heykellerin hiçbirinin bakışı bir diğeriyle aynı değil: "Çünkü hayat ve duygu gözden geçiyor. Bunu müzelerin çalışanlarına da söylüyorum, statik heykeller değil benim yapmak istediğim. Bu nedenle içime sinene kadar, saatlerce çalışabiliyorum bakışlar üzerinde." Başlangıçta gözleri ve dişleri de üreten atölye, artık gözler için Almanya'daki bir cam ustasıyla, dişler içinse bir diş laboratuvarıyla işbirliği içinde. Fosillerden hareketle dökülen kalıplar, laboratuvardan protezler halinde geri dönüyor. Kıllar ise ya doğal saçtan ya da Himalayalar'da yaşayan yak mandası kürkünden elde ediliyor. Giysilere gelinceYine döneme ait bilgiler ışığında seçimler yapıyor Daynes. Ancak bu aşamada hayal gücünün devreye girdiğinin de altını çiziyor: "Tek başıma hareket ediyor olsaydım yaptığım işin hiçbir anlamı olmazdı. Ama belirtmeliyim ki yanılma payı hep var. Çünkü üzerinde çalıştığımız konu, sürekli yeni keşiflerin yapıldığı bir alan. Gövdeyle ilgili hâlâ bir belirsizlik söz konusu, bacak bağlantısını tam olarak bilemiyoruz mesela."
Bununla birlikte yaptığı işin müze ziyaretçisini, insanoğlunun köklerine ilişkin düşünmeye ittiğini başardığından da emin: "Zaten işin en önemli yanı da bu. İnsanları bir iskelet görüntüsünün önünde kökenlerini düşünmeye teşvik etmeniz çok zor. Oysaki iskelet buluntuları doğrultusunda yaptığınız bir gövdeye yine bilimin ışığında gerçekleştirip oturttuğunuz kafayla bunu başarıyorsunuz. Doğal tarih müzelerinin amacı da bu zaten."
Bunun en güzel örneğiniyse Stockholm'de yaşamış. Açtığı kalıcı sergi "Human Voyage"ı görmeye gelen anaokulu ve ilkokulu çocuklarının tepkilerini heyecanla anlatıyor: "Ta Toumai'den Homo Sapiens'e giden bir sergiydi. Açılışa gelen küçüklerin tepkileri inanılmazdı. İsveççe bilmiyorum. Ancak gördüm ki Lucie ile Lucien'e, Neandertal ailenin bebeklerine odaklanıverdiler. Dikkatle birbirlerine bakıp, kendi burunlarına dokunuyorlardı. Eğer aynı çocuğa dönemin iskeletlerini gösterirseniz tepkisinin çok daha farklı olacağı muhakkak."
Kaynak: Yeni Aktüel Dergisi 204. sayı
Müze görevlilerinin israrlı ikazlarıyla müzeyi terkettikten sonra gezimizin 1. günündeki son durağımız SİDİ BOU SAİD'e doğru yola çıkıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder