2 Şubat 2012 Perşembe

"- TARİH SİZİ ASLA AFFETMEYECEK!..."

Beyaz atlı Fransız Mareşali !!!

Anadolu’da Türk Kurtuluş Savaşı başladığında İstanbul, müttefiklerin (Fransız, İngiliz ve İtalyan) işgali altında bulunuyordu.
Makedonya cephesini yaran ünlü Fransız Mareşali Franchet d’Espèrey’i İstanbul’a getirtirler. İşgal Kuvvetleri Kumandanlığı’nın Fransız temsilcisi yaparlar.

Buraya kadar olanlar hemen hiç bir önem taşımaz. Ancak, bu megalomanyak Türk düşmanına bir de operet artistleri gibi bir rol biçtiler.
Galata rıhtımından karaya ayak basan bu Mareşalin altına bir beyaz at çektiler, Türk bayrağını yere serdiler. Fatih’in de İstanbul’a bir beyaz at üzerinde girmesini telmih etmek için atın özellikle beyaz olmasını sağlamışlardır.

İstanbul sokaklarında hemen hiç bir Türk yoktur. Kazara fesli bir Türk ortalarda göründüğünde hırsla üzerine atılıp birkaç saniye içinde üstünü başını lime lime edip parçalamaları işten bile değildir...

İşte bu manyak d’Esperey, İstanbul’u bir uçtan öbür ucuna at üstünde dolaşarak Taksim’deki Fransız büyükelçiliği binasına gider. Bütün Cadde-i Kebir (İstiklâl Caddesi) boydan boya işgal kuvvetlerinin bayrakları ile donatılmıştır.

AyrıcaCaddenin her iki tarafında toplanan İstanbul’un Ermeni, Rum vesair azınlık halkı tarafından bağırılan “Yaşasın Fransa, yaşasın İngiltere, yaşasın France d’Esperey!..” sedaları çın çın ötmektedir. Kucaklarındaki çocuklarına kadar cümbür cemaat bütün Türk düşmanları sokaklara dökülmüş, Fransız Mareşali’nin şovunu izlemektedir. Manzaraya azamet katmak için de atının her iki yanında gemini tutan iki müstemleke askeri yol boyunca Mareşal’in atına refakat etmektedir.

Naciye Sultan sokağa atılıyor
Bu manyak, kendisine oturacak mekân olarak da Dolmabahçe Sarayı’nı uygun görmüştür. İngilizler onu bu sapık arzusundan vazgeçirmek için bir hayli ter dökerler.

Bu defa Türklerin son Başkumandan Vekili olan ve o sırada Türkistan’da Ruslarla savaşmakta olan Enver Paşa’nın Baltalimanı’ndaki yalısını seçer. Yalının bütün eşyaları yerinde bırakılmak şartıyla buraya yerleşir. Henüz yeni doğum yapmış olan Enver Paşa’nın haremi Naciye Sultan, altına bir şilte bile almasına izin verilmeden sokağa atılır.
Bu yalıya yerleştikten sonra da Osmanlı devlet geleneğindeki bir usulü Fransızcaya uygulayarak her gün sabah, öğle ve akşam yalının rıhtımında askeri bandoya Fransız millî marşı Marseillaise’i çaldırır. Çünkü Osmanlı sarayında her gün üç nöbet Mehter çalınmaktadır.

O günlerde İstanbul’da yayınlanan günlük gazetelerin en büyüğü ve en ünlüsü olan “Hadisat”ın başyazarı olan Süleyman Nazif de bu Mareşal’in beyaz at üzerinde İstanbul’a girişini eski Şehremaneti meydanında görür, büyük bir acı ve kızgınlık içinde gazetesine gider ve olayı protesto eden ünlü “Kara bir gün” makalesini yazar.


Oysa Fransızlar işgal aleyhinde en ufak bir tepkinin bile basında yer almaması hükümete Süleyman Nazif’in derhal yakalanarak kendilerine teslim edilmesi için emirler yağdırılmış, ültimatom verilmiştir. Süleyman Nazif kendi ayağı ile Sansaryan Hanı’ndaki emniyet müdürlüğüne giderek teslim olur. Kendisini teslim almak istemeyen emniyet müdürünün bütün yalvarmalarına rağmen gizlenmez. Süleyman Nazif’in müdüriyette olduğunu öğrenen Ermeni ve Rum halkı derhal müdüriyet binasını sararlar. Olaylar büyümektedir.
Bu arada ünlü bir Fransız dostu olan ve Fransa’da da oldukça tanınan bir Osmanlı paşası da Mareşal nezdinde girişimde bulunarak durumu yatıştırmayı başarır. Gerçekten de Süleyman Nazif’in Fransızcadan çevirdiği pek çok yayınlanmış eser vardır. Mareşale bunları göstererek onu yumuşatırlar. Mareşal;

“-Peki, bu adam çılgın mı? İşgal altında olduklarını bilmiyor mu? Bu adamla tanışmak isterim...” der.

Süleyman Nazif Mareşalle konuşur. Ona;

Tarihin sizi affetmesini temenni ederim, bunu yapmalıydınız. Biz asırlarca Fransız kültürüne ve Fransa’nın büyüklüğüne inanmış ve Fransızcayı millî kültürümüze katmış bir milletiz. Tarih sizi affetmeyecek” der. Olay da Hadisat gazetesinin kapatılması ile sona erer.

Allah bu Fransız Mareşaline uzun bir ömür nasip etmiştir. Akademiye üye seçilmiş ve 2. Dünya Savaşını da görmüştür. L’İllüstration dergisinde bu adamın Alman orduları Paris’e girerken kaldırımlar üzerinde ağlarken çekilmiş bir fotoğrafını görmüştüm. Paris’in işgalinin hemen ertesi günü Alman işgal kuvvetleri kumandanı France d’Esperey’in konağını kendisine mekân olarak seçmiş ve konaktan hiç bir eşya almasına izin vermeden Mareşal’i sokağa artırmıştır. Yaşadığı korkunç olaylar sonucunda oldukça büyük bir kedere kapılan Mareşal felç geçirir.

O günlerin Paris’i saldırıya uğrayan bir Alman erine karşı yüz rehinenin kurşuna dizildiği günleri yaşamaktadır. Mareşal’e hiç kimse sahip çıkma cesaretini gösteremez. Ortada kalır. Çok kısa bir süre sonra da ölür. Yanında bulunan oda hizmetçisi sonradan gazetecilere Mareşalin son sözlerini nakleder. Mareşal son anlarında şunları sayıklamıştır:

“-Un journalist Turc, m’avait dit deja!..” (Bir Türk gazetecisi bana bunu söylemişti!..)

 (Kaynak Önce Vatan)

4 yorum:

  1. Yani ilahi adaleti bekleyeceğiz, ne acı...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Elif,
      Aslında mareşal, daha 1922'de gerekli cevabı almıştı. ama kafasına dank etmesi için daha 20 yıl geçmesi gerekmiş!

      Sil
  2. tarihin affetmeyeceği öyle çok şey yaşamışız ki... hala yaşadığı toprağı toprak diye geçenleri anlamak mümkün değil.. milletçe bizi bu gaflet uykusundan bizi uyandıracak bir ATATÜRK'e ihtiyacımız var yeniden..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Emine,
      Belki bazı kişiler gaflet ve dalalet içinde olabilir. Ama bizler Atatürk gençleriysek dışarıdan birini aramamız ve beklememize gerek yok. O zaten bizim içimizde ve biz O'yuz.

      Sil