20 Ocak 2014 Pazartesi

KURTUBA ULU CAMİİ ((Mescidü Kurtuba el-Câmi’, el-Mescidü’l-Kebîr مسجد) (La Mezquita-Catedral) - 2

“Cemaatlerin Kâbe’nin bulunduğu kıble yönüne yönelmeleri için bir işaret görevi gören mihrâbın nişi, yanlışlıkla güneye bakmaktadır. Oysa, Endülüs’ün bulunduğu coğrafî konuma göre Kâbe güneydoğuya düşer. Bazı kaynaklar, II. Abdurrahman ile el-Hakem’in bu gerçeği bildiklerini, ancak I. Abdurrahman’a olan saygılarından dolayı camide köklü bir değişikliğe kalkışmadıklarını aktarırlar.”
Kurtuba Ulucâmii, Endülüs Devleti’nin başşehrinde olması sebebiyle devletin de merkez camisiydi. Yeni devlet başkanları için biat orada alınır, cihat kararı gibi büyük olaylar onun minberinde ilan edilir, kanunlar halka oradan duyurulur, Kâdî’l-kudât meclisi orada tertip edilirdi. Burası aynı zamanda hem Endülüs’ün hem de bütün Avrupa topraklarının gözde üniversitesiydi.. Dinî ve müsbet ilimlerde en seçkin yüksek tahsil sadece orada yapılırdı.
1492’de muhteşem günlerin sonu geldi. Emevi devletini yıkan Hıristiyanlar Kurtuba’ya girince ilk iş olarak bu camiye saldırdılar. Camiye sığınan müslümanlar merhamet gösterilmeden boğazlandılar. Rivayet o dur ki caminin kapılarından kan akmaya başladı. Fatihler altın mimberi parçalayıp paylaştılar. Fildişi rahleler kapanın elinde kaldı. Mimberde saklanmakta olan Hazreti Osman’ın yazdığı Kur’an-ı kerimin inci ve zümrütle işlenmiş mushafı ayaklar altında çiğnendi. Din değiştirmek istemeyen Müslüman ve Yahudiler katledildi. Kaçan Yahudiler Osmanlı’ya sığındılar.


El Santo (aziz) unvanlı III. Fernando, Kutuba’yı işgal ettiğinde hurma ağaçlarına dokunmamıştı, tıpkı camiye dokunmadığı gibi. O ilk yıllar başkaydı tabi. Devralınan bir medeniyete duyulan anlamlı saygı ve hayranlığın bir ifadesi olarak yeniden oluşturulmaya çalışılan eski Endülüs mimari tarzının, yani Mudejar’ın doğduğu yıllardı. Geçmiş yadsınmıyor, tersine sahipleniliyordu. Ferdinand ile İzabel’e kadar böyle sürdü. Fakat onlarla birlikte değişmeye başladı. İçinde Endülüs’ün yer aldığı bir tarihe neşter atılmaya çalışıldı. Garnata ile birlikte 8 yüzyılı bulmuş bir evrenin izleri sökülüp çıkarılmaya çalışıldı hayattan. La Mezquita’nın hurmaları, XV. yüzyılda ekilen portakal ve limonla yer değiştirdi. Onlara daha sonra XVIII. yüzyılda yetiştirilecek zeytin ve servi ağaçları katılacak ve eski doğulu hava yeniden kazandırılmaya çalışılacaktı.

Derken caminin acımasızca yıkımı başladı. Minaredeki altın ve zümrüt işli nar şeklindeki başlıklar yağmalandı. Duvar süslemeleri silindi, sütunları yıkılmaya başlandı. 20 kapıdan çoğu taş örülerek kapatıldı.

Bir süre sonra da, 1523’de caminin ortasına bir kilise konmasına karar verildi. Bunun için zamanın Almanya-İspanya imparatoru 5. Carlos’tan – Charles Quint (1500-1556) izin istendi. İmparator başlangıçta reddettiyse de kardinallerin sürekli sıkıştırmasından bunaldı ve papanında araya girmesiyle izin vermek zorunda kaldı.

Câminin minaresi 1593 yılında yıkılarak enkazı üzerine bugün görülen çan kulesi dikilmiştir.(Haydi sırası gelmişken burada görev alan mimarların da isimlerini verelim: Hernán Ruiz the Younger, Hernan Ruiz III, Juan de Ochoa Praves, Diego de Ochoa Praves, Hernan Ruiz the Elder)

Kilise yapmak için birçok sütun daha yıkıldı ve camide kalan sütun sayısı 812’ye düştü. Yani, en azından 400 kıymetli mermer sütun yıkıldı. Yapılan kilise, caminin ortasında haç şeklinde 52x12 m boyutunda çirkin bir bina olarak kendini gösterdi. Charles Quint, bizzat Kurtuba’ya gelerek bu kiliseyi gördü. Çok üzüldü; “Yaptığınız vahşeti görünce, size bunun için izin verdiğime çok pişman oldum. Dünyada bir benzeri bulunmayan, bu güzel eseri böylece tahrib edeceğinizi bilseydim, size müsade etmez ve hepinizi cezalandırırdım. Yaptığınız bu çirkin kilise, eşi her yerde bulunan adi bir binadan ibarettir. Halbuki, bu haşmetli caminin bir eşini yapmak mümkün değildir.” dediği rivayet olunur.

Bugün de hala bu pişmanlık her seferde dile getirilmeye devam etmekte.








Caminin şadırvanları da yok tabi şimdi. Yerlerini, üçü Mudejar tarzı XV. yüzyıl, ikisi XVIII. yüzyıl çeşmesi almış durumda. Vakti zamanında dağlardaki ırmak ve derelerden şehir içine kanallarla taşınan suların depolandığı 600 tonluk sarnıcın varlığını keşfedebilmek içinse bir dedektif gibi gezinmeniz gerekiyor!


4 yorum:

  1. ayasofyanın camii olmasını isteyenler bu yazıyı objektif bir gözle okumalılar.. çünki camii olarak açılırsa şayet vay o yapıyı cami kılığına sokmaya çalışanlara diyorum.. Bazı yapılar yapıldığı amaca hizmet olarak kalması gerektiğine inanıyorum ben

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru bir gözlemde bulunmuşsunuz. Değiştirmeler ve aslını bozmalar ne yazık ki sanata ve uygarlığa ihanet gibi. böyle bir empati oluşturabilmek çok önemli.
      Bu değerli katkı için çok teşekkürler.

      Sil
  2. Sanat eseri böyle bir şey... Çok güzel...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Emek, saygı, hayranlık, coşku, bulabildiğim başlıca kelimeler. Bileşimi de insanın eşsiz yaratısı!
      Saygılar.

      Sil