30 Kasım 2012 Cuma

GALİCİCA DOĞAL PARKI

Uzun süredir ara verdiğim Makedonya gezimize kaldığım yerden devam ediyorum. Ohrid’e akşam ulaştığımızda kısa bir gece turu yapmış ve şehir içindeki turistik turu Manastır dönüşüne bırakarak yola çıkmıştık.
Manastır’a kısa gidiş yolunu bırakıp Ohrid gölü kıyısında yol aldıktan sonra göl kıyısındaki Su Müzesi’ni gezdikten sonra yola devam ettik. Bir süre sonra yol ikiye ayrıldı. Devam eden yol gidilmesi mutlaka önerilen St. Naum kilisesine gidiyorsa da ne kadar süreceğini bilmediğimiz için zaman bulursak daha sonra görmek üzere dağ yoluna saptık.
(Makedonya’da önemli sorunlardan birisi, özellikle kavşaklarda sapaklarda nereye ne kadar kilometre yol olduğuna dair tabelalar oldukça yetersiz. Eğer harita olarak fazla donanımlı değilseniz tereddütler yaşayabiliyorsunuz.)
Bölgenin florası oldukça renkli. Çok çeşitli sayıda ağaç ve fundalık var. Zaman zaman Akdeniz bitki örtüsü makiyi andıran çalılıklar var. Genelde yol dışındaki yeşil alan kelimenin tam anlamıyla balta girmemiş durumda. Yer yer “trekking” tabelalarının olması nedeniyle bölgede yoğun  yürüyüş güzergahları olduğunu tahmin ediyorum.
Bir süre yükseldikten sonra Galicica Doğal Parkı tabelalarına ulaştık. Doğal alanın en önemli özelliklerinden birisi, Makedonya’nın en büyük göllerinden Ohrid ve Prespa’nın arasında olması ve her ikisine de tepeden bakılabilmesi. Doğal alan yaklaşık 25.000 hektar büyüklüğünde. Ohrid’e yaklaşık 700 metre ve Prespa’ya yaklaşık 850 metre yüksekten bakılabiliyor. Doğal alanın en yüksek noktası 2.255 metredeki Magaro noktası.
Parkın değişik noktalarında seyir alanları var. Buralarda oturma mekanları yapılmış. Büyük bir sessizlik içinde göl manzarası eşliğine doğayla başbaşasınız.
Bu seyirlerin bir başka özelliğinden bahsedeyim. Ohrid gölüne baktığınızda karşı kıyıda Arnavutluk topraklarını ve Prespa gölüne baktığınızda karşı kıyıda Yunanistan topraklarını görüyorsunuz.
Yoldan hiç sapmadan devam edildiğinde bir süre sonra iniş başlıyor ve bazı köylerin arasından geçilerek Makedonya’nın Üsküp’ten sonra en büyük şehri olan Manastır’a (Bitola) ulaşıyorsunuz.

29 Kasım 2012 Perşembe

TİPİK BİR TÜRK YÖNETİCİSİ NASILDIR?

(Bilmiyorum, ne dersiniz?)
“Ben, ben, yine ben” kavramı ön plandadır.


“Bilmiyorum, yeterli bilgi sahibi değilim”, demeye utanırlar.

Babacandırlar, çalışanlara kol kanat germeyi severler.

Babacandırlar, çalışanları aileden kabul ettiklerinden onların özel hayatı ile de yakından ilgilidirler, her konuda kendilerine danışılmasını beklerler.

Çalışanlarından mesai dışında da hürmet görmek isterler.

Dokunmayı severler, özellikle sevdikleri astlarıyla konuşurken, ellerini onların omzuna koymayı severler.

Geleneklere bağlıdırlar, değişime normalden çok direnç gösterirler.

Sahip oldukları makamı ailecek kullanırlar, ailedeki herkes kendilerini patron zanneder.

Hissîdirler, akrabalarını bilgi, yetenek ve becerilerini rasyonel etmeden onları hak etmedikleri makamlara getirirler.
Emir verdiklerinde emri yorumlayan ve sorgulayan astları sevmezler.


İltifatları ve pohpohlanmayı severler.

Sâbit fikirlidirler: baştan iyi gördüklerini hep iyi görürler, kötü gördüklerini kötü görürler.

Sağlıklarına dikkat etmezler ve dikkat etmeyi, kendilerine yediremezler.

Astlara güvenmezler, detaylarıyla uğraşırlar.

Çok iyi adam kullanırlar.

Yetki devretmeyi güç kaybetmek olarak algılarlar.

Herhangi bir katma değer yaratmadığını bilmelerine rağmen, iş yerinde fazladan vakit geçirmeyi severler.

İşteki problemlerini eve taşırlar.

Zamanı etkin kullanamazlar.
Astlarından gelecek olan tekliflere her zaman açık olduklarını söylerler, ama kesinlikle kapalıdırlar.


Klasik kılık ve kıyafete önem verirler.

İşin mükemmelliğinden çok, mükemmel görünmesine önem verirler.

Yerlerine adam yetiştirmeyi sevmezler.

Okumayı, öğrenmeyi sevmezler, zaten herşeyi biliyorlardır ve sorunları tecrübeleri ile çözebilirler.

Makam ve terfi beklentileri maddi beklentilerin ötesinde bir öneme sahiptir.

Yönettikleri şirkete ve departmana sahiplenirler, her türlü problemi kendi kişisel imkanlarını kullanarak, kendilerinden vererek çözmeye hazırdırlar.


(Kaynak: Önce Vatan)


28 Kasım 2012 Çarşamba

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 12

KİTABIN ADI : Kumandanım Galiçya ne yana düşer?

                          Mehmetçik Avrupada: M. Şevki Yazman’ın Anıları
KİTABIN YAZARI : Hazırlayan: Kansu Şarman
KİTABIN ÇEVİRMENİ : -
KİTABIN YAYINEVİ : T.İş Bankası Kültür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI:  2011
KİTABIN BASKI SAYISI : 3. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI . 318 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ:  10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ . 10/10

YORUM:
1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı devletinin müttefik Almanya uğruna Galiçya Cephesine gönderdiği askerlerimiz bir hiç uğruna savaşmış ve canını vermişti. Galiçya Cephesinde Türk tarafının toplam kaybı (ölü, yaralı ve kayıp olmak üzere) ; 95 subay ve 7 bin askerdi. Bu anlamsız savaş, ileride Mustafa Kemal’in yapacağı yurt savunmasında neredeyse en önemli müşkilat konularından olan savaşacak asker gücümüzü eriten cephelerden biriydi. Galiçya cephesine teğmen olarak giden Şevki Beyin anıları çok güncel ve sıcak.
Türk askerinin yiğitliği, bir o kadar masumluğu anılarda çok dikkat çeken noktalardan. Döneminin savaş alanlarına, savaş gerisi Avrupa şehirlerinin yapısına, dönem insanlarına ait çok özel bilgiler kitabı değerli kılıyor.
Kitapla, Türk insanının bu Avrupa macerasını, duygu ve düşüncelerini Polakları ve Cifcinaları okuyacak kah gülecek ve çok kez hüzünleneceksiniz.
Tüm Türk insanının okuması dileğiyle.
(Soldan dördüncü) M.Şevki YAZMAN (1896-1974)

Asker ve yazar. Harp Okulunu ve Fen Fakültesini bitirdi. Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşına katıldı. Elazığ milletvekilliği yaptı.

26 Kasım 2012 Pazartesi

SERGİMİZ AÇILDI

Ankaralı Gezginlerin 7. Fotoğraf Sergisi 23.11.2012 Cuma günü açıldı.

Önceden duyurduğumuz gibi, değerli gezginlerin tüm dünyada çektikleri fotoğraflardan örnekler seçici kurulun özverili çabasıyla bir sergiye dönüştürüldü. Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler.
Açılışa gelerek bizlere onur veren tüm dostlara, gezginlere sonsuz teşekkürler.
Sergi 30 Kasım akşamına kadar açık kalacak.









23 Kasım 2012 Cuma

SERGİ AÇILIŞINA DAVET

Biz, Ankaralı Gezginler Grubu üyesi 83 gezgin, Dünyadan, Türkiye'den ve Ankara'dan çektiğimiz fotoğraflarımızdan oluşan 7. Geleneksel Fotoğraf Sergimizi 23 Kasım Cuma günü saat 19'da açacağız.

Kenedi Caddesi No: 4 Kavaklıdere adresindeki Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde, 30 Kasım Cuma akşamına kadar açık kalacak olan sergimizi gezmeye tüm gezi, fotoğraf ve Ankara dostlarını davet ediyoruz.
ANKARALI GEZGİNLER ve SERGİMİZ HAKKINDA
2005 yılında Timur Özkan tarafından kurulan ve bugün için sayıları 600’e yaklaşan gezginlerin oluşturduğu Ankaralı Gezginler Grubu: düzenledikleri tematik geziler, yayımladıkları gezi kitapları ve gerçekleştirdikleri fotoğraf sergileriyle tanınıyor.
Esas amaçları gezginler arasında bir iletişim platformu oluşturmak” şeklinde özetlenebilecek grup
deneyimli gezginlerle gezmeye ilgi duyan gençlerden oluşuyor ve halen Emel Aşkın ve Nihani Bayındır tarafından yönetiliyor.
Daha önce Ankara’da sekiz ve biri ABD’de, diğeri Moskova’da olmak üzere yurt dışında iki sergi açan grup üyelerinin bu seneki sergisi dünyanın ve Türkiye’nin farklı yörelerinde çekilen 83 fotoğraftan oluşuyor.
Koordinatörlüğünü Zeynep Biner’in yaptığı bu seneki serginin seçici kurulunda Hatice Özder, Haluk Sargın ve Vedat Biner’in yer aldılar.
Sergilenen fotoğraflardan hazırlanan masa takvimleri her yıl olduğu gibi bu yılda LÖSEV yararına satılıyor.

A. Belgin SAMURKAŞOĞLU
A. Rüştü HATİPOĞLU
Abidin Lütfi DEMİR
Acar ŞENSOY
Ahmet YAY
Ali YORULMAZ
Arslan YAZAR
Atilla ULUSOY
Ayhan RAZGAT
Aysel CANER
Belkıs Ceyla ÇETİNSOY
Belma AKALP TEKİN
Berrin CERRAHOĞLU
Bilge DİLMEN
Bülent GÜNGÖR
Cazibe YAPICI
Celal BÜYÜKTUNA
Cem ARTUN
Cem Suat ARAL
Dilek BAL
Doğa BEKAROĞLU
Duygu KAÇAR
Ebru YALÇIN
Emel AŞKIN
Emre SAYGILI
Evelina ARTUN
Fatih ÇAĞIRAN
Feyza KELLY
Filiz ÖZSUNAR KOROL
Gizem BEKARĞLU
Gülcan ACAR
Gülten TANYER
Güniz GÜRER
Hakan KILDÖKÜM
Haldun ÖZAKÇE
Hatice ÖZDER
İhsan ALBOĞA
İsmail Ragıp GEÇMEN
Kemal ATALAY
Kıymet GÖZEK
Lale ATAMAN
Levent BOZ
M. Bilgehan MERKİ
M. Haluk SARAN
Mediha GEZGİN
Mehmet Cengiz TÜMER
Mete DARCAN
Murat AKSOY
Murat ÖZSOY
Murat SELAM
Münevver KARABACAK
Nalan ELGUŞ
Necati EKMEKÇİOĞLU
Nihani BAYINDIR
Nilgün AKÇAY
Nilgün KEYVAN
Oğuzhan BAL
Olay SALCAN
Olcay ÖZGEN
Oya ERİŞEN
Ömer Zafer GÖKTÜRK
Pınar Ferhunde ŞEHİDOĞLU
Rahime SARIHAN
Rasim SELÇUK
Selda DOĞANDAĞ
Serkan PAPİLA
Sermin ÖZTÜRK
Sevinç İŞCAN
Sultan SARI
Tarık KOÇOĞULLARI
Timur ÖZKAN
Timur TUGANOĞLU
Turgut KAÇAR
Turhan DEMİRBAŞ
Vedat BİNER
Vedat KIRCA
Victoria BABANEJAD
Volkan GÜNEŞ
Yaşar TIPIRDAMAZ
Yılmaz ULUSER
Z. E. Deniz OĞUZ
Zeynep BİNER
Zeynep GÜLLÜ ASLIİPEK



22 Kasım 2012 Perşembe

LİMON Kemoterapiden 10.000 kat daha güçlü

Limon, kanser hücrelerini öldüren mucizevi bir mahsul. Kemoterapiden 10,000 kat daha güçlü!!!

Neden biz bunları bilmiyoruz?
Çünkü bazı laboratuarlarda üretilen sentetik ilaçlarla birileri çok büyük kârlar elde ediyor.
Limonun tadı güzel ve kemoterapinin korkunç yan etkilerine sebep olmuyor. Multimilyonerlerin sahip olduğu büyük şirketlerin kârlarına zeval gelmesin diye bu sır saklanırken daha kaç kişi ölecek?
Bildiğiniz gibi limon ağacı, limon ve lim (yeşil limon) gibi çeşitleriyle bilinir. Bu meyveyi farklı şekillerde yiyebilirsiniz: posasını yiyebilir! Suyunu sıkabilir, içecekler hazırlayabilir, şerbetler ve tatlılar yapabilirsiniz. Bir çok erdemleriyle tanınır, ama en ilginç olanı tümör ve kistler üzerine olanıdır.
Bu bitki her tür kanser tipine karşı kanıtlanmış bir çaredir. Bazıları kanserin her türlü varyasyonuna karşı yararlı olduğunu söylüyor. Bakteri enfeksiyonları ve mantarlara karşı anti mikrobal spektrum olduğu, kurt ve parazitlere karşı etkili olduğu kabul ediliyor.
Yüksek tansiyonu dengeliyor. Ayrıca stresle savaşan, sinir bozukluklarına iyi gelen antidepresan etkisi var.
Bu bilginin alındığı kaynak gerçekten büyüleyici:

Dünyanın en büyük ilaç üreticilerinden birinden öğrenildiğine göre; 1970'ten beri 20'den fazla farklı laboratuar test etti ve sonuç olarak ; Limon ekstresinin 12 kanser tipinde kötü huylu hücreleri yok ettiği ortaya çıktı! Bu kanserler içinde ; kolon, göğüs, prostat, akciğer ve pankreas kanserleri de var. Kanser hücrelerinin büyümesini yavaşlatmada limon ağacı bileşenlerinin Adriamycin adlı bütün dünyada, genellikle kemoterapide kullanılan ilaçtan 10,000 kat daha iyi olduğu gösterildi. Daha da hayret verici olan; limon ekstreleri ile yapılan bu terapi; sadece kötü huylu kanser hücrelerini yok ediyor ve sağlıklı hücrelere hiçbir menfi etkisi bulunmuyor.

Institute of Health Sciences, 819 N. L.L.C. Cause Street, Baltimore, MD1201

21 Kasım 2012 Çarşamba

ENTRİKACININ KOMPLOSU - ERMENİ SORUNU

Bitlis ve Van’da Rus Konsolosu olarak görev yapan General Mayevski, 1912 yılında, Moskova’ya gönderdiği raporda, Ermeni sorununu tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkışını ve Ruslar ile Avrupa devletleri arasındaki çatışmaları, gelişmeleri ayrıntılı biçimde irdeler:

Ermeni meselesi son yüzyıl içerisinde Doğu’da meydana gelen olaylar dizisiyle ilgili olduğundan bunu kendi başına ayrı bir mesele gibi incelemek doğru değildir. Bu mesele birçok tarihi olayların ve Türkiye’nin içişleri durumlarıyla Rusya da içinde olmak üzere Batı Düveli Muazzama’sının (Büyük Devletlerin) Türkiye ile olan ilişkilerinin sonucudur.
Ermeni meselesinde yalnız hükümetle eşkıya arasındaki çatışmanın ayrıntılarından söz etmek, çeşitli yörelerdeki olayların hikâyesini yazıp sonuçta esas meselenin neden ibaret olduğunu göstermeyip yalnız genel görünüşüyle yeni hikâyeyle kalmak demektir.
Rusya’nın Avrupa’da Tuna havzasına, Anadolu’da Erzurum dolayına ve daha içerilere sarkması Avrupa’yı telaşa düşürdü. Türkiye’yi yalnız başına Rusya’nın yutuvermesi korkusu meydana çıktı.
Yalnız Osmanlı Asya’sındaki Rus sınırının ilerlemesi değil, Boğazlar meselesine Rusya’nın el atması Batı Avrupa’yı rahatsız etti.
Boğazların Rusya eline geçmesi Batı Avrupa hükümetleri için pek çok acıklı sonuçlar getireceğinden Viyana Kongresi’nden (1815) beri bu meselenin Rusya’nın görüşlerine göre çözülmemesi sebepleri Avrupa’ca amaç edinilmiştir.

… 1877–78 Seferi Rusları zayıf düşürmek için bir Avrupa dolabı idi; fakat sonuçta Türkiye zayıf düştü. Rusya’nın bir eli demek olan Bulgar prensliğinin ortaya çıkmasına Avrupa göz yumdu. Fakat Avrupa genel dengesi için Türkiye’nin kuvvetli kalması gerekmekteydi, sonuçta hudut (sınır), Avrupa’nın isteği yolunda sınırlandırıldı.
1890 Yılında, Türkiye hakkındaki Avrupa bakış açısı birden bire değişti. Osmanlı Devleti’nin devamının korunması politikası, tam tersine bu hükümeti yavaş yavaş yok etme ve ortadan kaldırma politikasına dönüştü.
… 1895 Yılında Türkiye’nin taksimi (bölüşme) projesi tamamlanır ve Bab-ı Âli Avrupa himayesinden yoksun kalır.”

General Mayevski, Avrupa devletlerinin asıl amacını da ortaya koyar:

“… Oysa bunların hepsi Türkiye’nin göz kamaştıran mirasına hissedar görünmek gayesine yöneliktir. Hıristiyanları himaye etmek (korumak), insanlık ve yasaları savunmak bunların hepsi sıkılmamak için birer maskedir. Ermenilerin gerçekten şiddetli, yoksulluğa düşmeleri Avrupa’nın umurunda bile değildir. Ermeniler parlak nutuklarla galeyana gelip de bir daha ayaklansalar ve geçen olaylar kadar zarara uğrasalar o meşhur konferans verenlerin sonuçtan en ufak yüzleri kızarmaz.”
Bu çerçevede Ermeni sorununu, tarih bilimi açısından “DOĞU SORUNU” içinde değerlendirmek gereklidir.

Aslında Ermeni sorunu olarak adlandırılan olgu, sömürgeci, yayılmacı güçlerin yüzyıllardır uyguladığı böl-parçala-yönet politikalarına özgü bir örnek olarak tarih sahnesinde yer bulur.
Sömürgeci güçler; yüzyıllardır bir arada yaşayan aynı coğrafyayı paylaşan, benzer kültürel kaynaklardan beslenen insanların, etniksel, dinsel, mezhepsel ayrılıklarını kullanarak bu toplulukları birbirlerine karşı kışkırtmış, bölmüşlerdir. Yaşananlardan sömürgeci güçler beslenip semirilirken, bölünen, parçalanan, kırılan, kırdırılan sömürülen topluluklar zayıf düşmüşler ve çok büyük acılar, kayıplar yaşamışlardır.
Bu bağlamda, kesin tarihsel bir gerçektir ki, 19. Yüzyıldan başlayan süreç içerisinde “Ermeni Sorunu”, emperyalist devletlerin Osmanlı Devletini parçalama politikasının bir aracı olarak sürekli gündemde tutulmuştur. Diğer bir deyişle, Sömürgeci güçler, kendileri için yaşamsal önem verdikleri çıkarları uğruna Osmanlı Devleti’ni çökertip, paylaşmak üzere “Ermeni Sorunu”nu ortaya çıkartmışlardır. Bu süreçte azınlıklar devlet kurma yolunda cesaretlendirilerek kışkırtılır, ayaklanmalar çıkartılır. Emperyalistlerle işbirliği yapan Ermeniler de aynı amaçla kullanılmıştır.
Sömürgeciliğe ve yayılmacılığa karşı utku ile sonuçlanan ve tüm dünyaya örnek olan Türk Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’nı da, anılan sürecin devamında soykırım olgusu gibi gösterme ve benimsetme çabaları, emperyalist görüşün son zamanlardaki diğer bir amacı olarak dünya kamuoyu önüne taşınıyor. Doğal olarak, yayılmacı ve sömürgeci bakış açısı, tarihsel olguları emperyalist görüş çerçevesinde değerlendirerek kendini haklı gösterecek propagandasını yaratıyor, yayıyor ve dayatıyor.
Bu anlamda, Emperyalist Tarih Üretim Merkezlerinin ürünü olarak ortaya sürülen “Ermeni Sorunu”, yaşanan gerçekler saptırılarak yalanlar üzerinde yapılanan ve emperyalizmin çıkarları doğrultusunda düzmece olarak kurgulanan yapay, sanal bir sorundur.
Ermeni sorunu çerçevesinde uydurulan sözde “Ermeni soykırımı” savlarını; sömürgecilik, yayılmacılık tarihi ve emperyalizm olgusu içinde değerlendirmek tarih bilinci açısından zorunluluk olduğu gibi bilimsel değerlendirmelere de uygundur.

Köken, soy, din, mezhep ayrımları öne çıkartarak, ayrıştırmalar yaratarak oluşturulan düşmanlaştırmanın yol açacağı çatışma ve savaşların, emperyalistlerin çıkarları ve amaçları uğruna çıkartıldığı ve yüzlerce yıldır uygulanan bir yöntem olduğu, bilimin, tarihin ve yaşamın bize gösterdiği tarihsel bir gerçekliliktir.

Günümüzde de bıkıp usanmadan, bayatlamış bir aş gibi ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilen “Ermeni soykırım” yalanını da aynı kapsamda değerlendirmek de tarih bilimine uygun düşer.

SONUÇ OLARAK; ERMENİ SORUNU, ÖZELLİKLE OSMANLI DEVLETİ’NİN SON PAYLAŞIM DÖNEMLERİNDE EMPERYALİST ÜLKELERİN ÇIKARLARINI GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN YARARLANDIĞI BİR OLGU OLAGELMİŞTİR.

ERMENİ SORUNU - Fethi KARADUMAN
www.ataturkdevrimi.com
TWİTTER: fethikaraduman2

20 Kasım 2012 Salı

BLOG DOSTLARIMA

Toplumsal gündemin yoğunluğu ile kişisel işlerin çoğalması insanı zaman zaman tam bir koşuşturmanın içine sokuyor. Bazı günler, blog güncellemesi yapma olanağı dahi bulamadan zaman akıp gidiyor.

Çoğu zamanda blogda izlemeye aldığım dostlarımın yeni yazılarına elden geldiğince göz atma fırsatı buluyorum. Ne var ki iş yorum bırakmaya gelince bu daha da güç ve hatta bazen imkansız bile olabiliyor.
Ancak herkesin katılacağı gibi, yazılarımıza bırakılan yorumlar bizler için en sevindirici ve teşvik edici unsurların başında geliyor. Yazının çok okunması kadar, yorum bırakılması inanın çok kıvanç verici oluyor. Fırsat bulabildikçe bir iki izlediğim bloga yorum bırakmaya gayret ediyorum.
İzleyen dostlarım hatırlarlar, geçen sene en çok yorum bırakan 3 dostuma, beni yalnız bırakmadıkları ve yorumlarıyla mutlu ettikleri için, Ankaralı Gezginler olarak çıkardığımız “Afrika Gezi Notları” kitabını armağan etmiştim.
Ankaralı Gezginler olarak bu sene de iki kitap daha çıkarmayı tasarlıyoruz. Birincisi, “Türkiye” üzerine gezi notları, diğeri de “Ankara” üzerine gezi notları olacak. Bir sorun olmazsa 2013 başlarında kitaplarımız hazır olacak.
İşte bu kitaplardan ikişer tanesini, 2012 yılında, her iki bloguma en çok yorum bırakan 4 dosta armağan edeceğim. Yorumcu dostlarımı 2013’ün ilk günlerinde blogdan duyuracağım. Bu arada ilk ikiye giren dostların, kitap seçme şansı olacak.
İnanın şu anda kimler en çok yorum bıraktı bilemiyorum ama sanırım herkesin kitap kazanma şansı var ve 31 Aralık’a kadar devam edecek.

Benim için çok değerli olan yorumlarınızı bekliyorum.

19 Kasım 2012 Pazartesi

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 11

KİTABIN ADI : Zombi (Zombie)
KİTABIN YAZARI : Joyce Carol Oates
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Merve Sevtap Ilgın
KİTABIN YAYINEVİ : Siren Yayınları
KİTABIN BASKI YILI : 2011
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 179 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ . 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM:
Joyce Carol Oates, zaman zaman Gotik eserler vermekte. Özellikle hikayelerinde, etkilendiğini belirttiği gotik yazının büyük üstadı Edgar Allan Poe’nun derin etkisi görülür. Kahramanlarını genellikle halkın sıradan insanları arasından seçen yazar bu kısa romanında ise gelmiş geçmiş en gaddar katillerinden sayılan Jeffrey Dahmer’in hayat hikayesinden esinlenerek yarattığı bir seri katili anlatıyor.
Quentin, babası ve annesi profesör, kız kardeşi ve babannesiyle yaşayan 31 yaşında ve IQ’su 112 olan Mt. Vernon’da oturan bir gençtir.
Zenci bir çocuğu tacizden daha çok ırkçılık üzerinde durularak cezalandırılmış ve şartlı tahliye sonunda her hafta gözlemcisine uğrayan, terapi alan ve babasının bir apartmanında kapıcı duran Quentin, artık işleyeceği suçlar için oldukça hazırlıklıdır.
Evinde kurbanları için özel bir bölme hazırlayan ve internetten edindiği bilgilerle kurbanlarını kendisi için bir seks kölesi yapmak için zombi halinde getirme saplantısındadır.
Kurbanlarına takma adlar takan Quentin genellikle onları uzak çevrede avladığı için üzerine kuşku çekmez.
Ancak bu kez yakın çevrede ve babaannesinin oturduğu semtte Sincap adını verdiği son avı bakalım başına neler açacaktır.
Joyce Carol Oates ile henüz tanışmadıysanız, Bram Stoker ödülünü de alan bu çarpıcı romanla başlamak ilginç bir giriş olabilir…
Arka Kapak'dan
"Unutulmayacak bir kitap." Library Journal
"Oates'un belki de en ürkütücü romanı …" Booklist

16 Kasım 2012 Cuma

ODESSA İZLENİMLER – 7 CATACOMBS

Odessa gezimizin son ve en önemli kısmına geldik. Daha uzun anlatabilmek için sona bıraktığım “catacomb” gezi öncesi mutlaka gezilmesi gereken yerler arasında sayılıyordu. Ancak şehir dışında olması ve rehbersiz gezmenin tehlikeli olduğu dışında fazla bir bilgi yoktu.
Gezimiz sırasında zaman zaman buraya nasıl gideceğimiz hakkında bilgi edinmeye çalıştıysak da ya tam anlatamadılar ya da fazla bilmediklerini ifade ettiler.
Sonunda bir tavsiye ile Deribasiskaya caddesi üzerinde bulunan parkın alt kısmındaki turizm-infoya sorabileceğimizi ifade ettiler. Gittiğimizde konuştuğumuz görevli, zaman zaman rehber eşliğinde geziler yapıldığını ertesi gün saat 10.00’da info açıldığında gelip isim yazdırmamızı ve saat 13.00’de bir gezi olduğunu ifade etti. Ertesi gün info açıldığında giderek beni eşim, oğlum ve kızım için 4 kişilik rezervasyon yaptık. Kişi başı 160 Grivna (35 TL) ücretlerimizi yatırdık. Gezi saatine kadar şehir gezimize devam ettikten sonra saat 13.00’de infoya döndük.

Gezi rehberimiz Roman ile tanıştık. Yaklaşık 22 yaşlarında genç bir mühendis. Artçı rehber olarak arkadaşı Katya (Ekaterina) bizimle olacaktı. Ayrıca geziye 6 Polonyalı, 2 Sibiryalı Rus ve 1 Güney Afrikalı genç var.
Roman ön bilgi olarak, Catacomb girişinin biraz pis ve çamurlu olduğu konusunda bizi uyardı. Bir dolmuş ve Roman’ın arabası ile yola koyulduk. Şehrin dış mahallelerinden birinde blok apartmanların yer aldığı yerde araçlardan inerek apartmanların bahçesine girdik. Biz, kilitli bir kapının açılarak içeriye gireceğimiz beklerken, ilk resimde gördüğünüz yerden yaklaşık yarım metre yüksekliğindeki bir dehlizin yanında durduk. Roman buradan gireceğimizi ifade ettiğinde yaşadığımız şaşkınlık görülmeye değerdi. Roman ve Katya herkese birer bahçıvan eldiveni, ledli kafa lambası ve el lambası dağıttı. Dehlizden içeriye sürünerek ve aşağıya doğru yaklaşık 3 metre kadar yokuş aşağı ineceğimizi ve herkesin tek tek indikten sonra uzaklaşmadan bir arada olmamızı istedi ve iniş başladı.
Odessa ve yöresi, inşaat için çok kullanışlı kireçtaşı kayalık bir arazi imiş. Şehrin ilk yapımı sırasında bu durum keşfedildiğinden madenciler uzun süre ilkel yöntemlerle yer altını dehlizler biçiminde kazarak taş çıkarmışlar. Daha sonra tekniğin gelişmesi ile daha modern yöntemlerle dehlizler oyularak taş çıkarımı devam etmiş. Roman’ın ifadesine göre (kendinizi sıkı tutun ve şaşırmayın) şu anda bu dehlizlerin toplam uzunluğu 2.500 kilometre imiş. Bizim girdiğimiz ve halen şehir içinde kalan bölümün toplamı 25 kilometre kadarmış. Ancak asıl büyük ve görkemli kısmı şehrin dış kuzeyinde bulunan bölümmüş. Şehrin aşırı büyümesi ve zemin zayıflığı sebebiyle bazı bölümlerde göçükler oluşmuş.
Catacomb içinde gezimize başladık. Sıfır ses, sıfır ışık ve sıfır telefon iletişimi var. Her yol bazı yerlerde 2 ya da 3 değişik yöne açılıyor. Roman, bazı yolların kilometrelerce gittikten sonra çıkışsız olarak bittiğini ifade etti. Burada rehbersiz gezmek ölüme davetiye çıkarmak ile eş anlamlı. Yollar zaman zaman bir metrenin altına düşen bağlantılara sahip. Bazı yerlerde, soğuk savaş döneminde sığınak olarak düşünülerek özel yatakhane ve tuvalet bölmeleri oyulmuş. Hatta bir dönem nükleer savaşa hazırlık olmak üzere catacombun bir bölümü çelik kapılarla kapatılmış, bazı bölümleri Sovyet üst yöneticiler için sığınak, görüşme ve toplantı odaları olarak tefriş edilmiş, fakat nükleer gücün giderek derecesinin artmasıyla yeterli korunma sağlanamayacağı düşüncesiyle terk edilmiş. Bu dönemde neredeyse bölgedeki bütün apartmanların bodrum katlarından catacomba bağlantı kurulmuş.
Duvarlarda zaman zaman şekiller, resimler ve hesap tabloları gördük. Roman’ın ifadesine göre taş çıkaran işçiler çalışma durumuna göre 1, 2 aylarını bu yalıtılmış ortamda geçirirlerken çıkardıkları taş hesabı için duvarları defter olarak kullanmışlar. Resimler, özellikle deniz ve gemi resimleri ise işçilerin açık hava ve özgürlük isteklerinin işareti imiş.

2. Dünya Savaşı sırasında catacomblar, partizanlar için önemli bir gizlenme alanı imiş. Hatta bu ışıksız ve karanlık ortamda 6 ay yaşamış partizanlar varmış.
Resimlerde duvarda 1941 yazılı odanın ise bir öyküsü var. Bu odaya geldiğimizde Roman, herkesin kafa ve el lambalarını söndürmesi istedi. Sessiz ve yoğun karanlığı hissetmenizi isterim. Bir süre sonra hikayesine başladı. 2. Dünya Savaşı sırasına 15 kadar partizan bu odayı saklanma odası yapmış. Çarpışmalar sırasında bazı partizanların Nazi ve Romanya askerlerince yakalanması üzerine grupta tedirginlik başlamış. Grupta, birisi yerel diğeri de Moskova’dan gelen 2 komutan var. Bu çıldırtan sessiz ve karanlık içinde günler sonra ihbar-ihanet söylemleri yerini tartışmaya ve kavgaya bırakmış, bir süre sonra da silahlar ateşlenmiş. Daha sonra cesetleri bulunan partizanların, Nazilerce katledildikleri düşünülerek kahramanlaştırılmışlar. Fakat bir gün bu olaydan kurtulan bir partizanın yaşananları anlatmasıyla gerçek hikaye ortaya çıkmış.

Tüm bu anlatılanlar sonunda dönüş yolunda tek sıra halinde ilerlerken bir süre sonra önümde yürüyen Polonyalı “galiba yolu kaybettim” dedi. Duraklamasından şaka etmediğini anladım. En arkadaki Katya’ya durumu ilettik. Katya, Polonyalı’ya “Saparken ilk tereddüt ettiğin noktaya dönelim” sözü üzerine geriye dönerek yol ağzına geldik. Grubumuz, Polonyalı, 2 Sibiryalı Rus, ben, eşim, kızım ve Katya kalmış. Roman, oğlum, 5 Polonyalı ve Güney Afrikalı ortada yok.

Kritik bir durum. Katya, burada sabırla beklememizi, Roman’ın bir süre sonra fark ederek geriye dönüp bizi alacağını, hareket halinde olmamız durumunda hiç buluşamama ihtimalimiz olduğu ifade etti ve boşlukta, elindeki rehber kitaptan sakin bir biçimde catacombları anlatmaya başladı. Heyecan belirtileri gösteren Polonyalı dışında çok sakiniz. Ben, durumun uzaması halinde ışıksız kalma olasılığına karşı el lambalarını kapatmamızı önerdim. Işığımız azalsa da tedbirde fayda var. Polonyalı ürkek bir biçimde sürekli yolda ses dinliyor, ama ne ses ne ışık var. Yaklaşık yarım saat kadar sonra Roman ve oğlum telaşlı bir heyecanla geldiler. Ancak bizim sakinliğimiz karşısında onlarda yatıştılar.

Önümüzdeki grup uzun süre grubun koptuğunu fark etmemişler. Neden sonra çıkışa yaklaşınca grubun arkasının yok olduğunu görmüşler. 5 Polonyalı geri dönmemek ve çıkmak istediklerini söylemişler. Oğlum ise Roman’a bizi almadan buradan çıkmayacağını söylemiş. Sonunda Güney Afrikalı genci, 5 Polonyalıyı beklerken başlarında durması için bırakarak geri dönmüşler.







Grubun buluşmasından sonra yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşten sonra başladığımız noktaya dönerek girdiğimiz yerden yukarıya normal hayata döndük. Heyecanlı, kısmen gerilimli fakat görmemiz halinde Odessa gezimizin kesinlikle eksik kalacağı gezimizi bitirdik.

İleride yapacakları seyehatta catacombu gezmek isteyen dostlara, Roman ve Katya’ya ulaşmaları için mail adreslerini vereyim: homa.k@mail.ru Kendilerine önceden haber verilmesi halinde istenen tarihte catacomb gezisi organize edebileceklerini ifade ettiler. Darısı başınıza.