15 Ekim 2010 Cuma

‘TÜRBAN’CILARIN KORKU İMPARATORLUĞU,KENDİLERİNİ DE KORKUTUYOR!..

‘Türban’ istismarı ile 8 yıldır beslenen AKP’nin, samimiyet sorgulaması nihayet başladı. AB’nin yüksek sesi; Yeşiller Partisi Başkanı “Bebeğim buraya kadar” diyerek, Erdoğan’ın AB macerasının sonuna gelindiğini açıkladı. Bu ilk işaret fişeği sayılabilir. AKP zaten AB’ye girme konusunda hiçbir zaman samimi olmamıştı. Öyle ki, AB konusunda samimi olduğu kabul edilse, bu defa ‘türban’ konusunda samimi olmadığını kabul etmek gerekecek! Ne yaman çelişki değil mi?..

AB’ye üye olarak alınmasak da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamakla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ‘yargı yetkisi’ni kabul etmişiz bir kere!.. Hem öyle bir kabul etmek ki, ‘türban’ konusunda yeni yasa çıkartsak ve bu yasanın anayasaya aykırı olmadığını, Anayasa Mahkemesi’nin yeni seçilecek üyeleri çoğunluk kararı ile kabul edilse de, durum hiçbir şekilde değişmeyecek!.. Çünkü Anayasamızın 90. maddesine göre, uluslararası sözleşmelerin anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyeceği için, öncelik bu sözleşmeye verilecektir. Doğal olarak, sözleşme içinde geçen mahkemeye ve onun kararlarına karşı başvurulacak bir yer de yoktur!.. Umarım bu konu artık anlaşılmıştır!.. Ne kötü öğretmenim değil mi?

AİHM’nin kararları ortada durdukça, bundan böyle ‘türban’ ile ilgili verilmiş olan kararları göz ardı ederek, değiştirmeye teşebbüs etmek bile mümkün değildir!.. Aksi halde AB’ye elveda demek zorunda kalırız. Bir ‘türban’ nedeniyle ‘muz cumhuriyeti’ muamelesine tabi tutulabiliriz. Böyle bir bitişi, Humeyni’ye aşık ve Atatürk’ten nefret eden kızlarımızı tatmin için kabul edecek değiliz herhalde!.. Ne var ki, AKP’nin de AB’ye girmek gibi derdi olmadığı anlaşıldı şimdi. Bu konudaki samimiyeti “alacaksanız alın, yoksa bizi oyalamayın” demesinden de belli değil mi
AKP’yi iktidara getiren en önemli vaat, kamusal alanda ‘türbanı serbest bırakmak’tı. Hiçbir zaman akıldan çıkartmamamız gereken ‘parametre’ bu olmalıdır. Türbanı vaat edildiği gibi, kamusal alanda serbest bırakamaması ise, AKP’nin aynı zamanda işine de gelmiştir. Bu durumdan şikayetçi olduklarını sanmayın. Bu yapay sorunu çözmek bahanesi ile, devlete çeki düzen verme işini gündeme getirdiler. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan, Anayasa Mahkemesi’ne; oradan Danıştay’a ve Yargıtay’a kadar yargının tepesini budayıp yenilediler. Bu eylem ülkede ‘kuvvetler ayrılığını’ yok ediyor. Bu kadarla kanmayan AKP, TSK’nin ‘kozmik’ odalarına da girerek, paşaları sabah akşam ‘içtimaa’ çekti; bu bir gerçektir. Onlara bu olanağını sağlayan türban değil mi? Nitekim gelişmeler hala da bu yönde ve hızla ilerlemektedir!.. “Bağımsız ve Tarafsız Yargı” da tehlikede!..

Gelelim ‘türban’dan siyasi yarar sağlama şeklindeki en can alıcı yanına. Hükümet, sabırsızlık gösterenlere “türban sorunu”nun çözümü için, yeni bir hamle daha yapılması gerektiğini söylüyor!.. Son hamleye sıra bir türlü gelemiyor; bu kısır döngüde oylar, zaten çantada keklik!.. AKP’nin türban ile başı bağlanan muhafazakar tabanı, bundan böyle bu oyunun dışına çıkamaz artık!.. AKP’nin baş aşağıya düşüşü ile birlikte, türbandan nemalananların da bütün hayalleri yıkılıp gider. Bu nedenle, biraz da şartların dayatılması ile oluşan bu ‘kader birliği’ içinde, sonuna kadar birlikte gitmek zorundadırlar… Bu zorunlu dayanışma sıradan halkın değil, sıra dışı kalanların bir problemidir!..

Mevcut durumu en yararlı şekilde değerlendiren AKP yönetimi, sorunu söz verdiği şekilde çözmek yerine, iyice çözümsüzlüğe iterek, gündemde tutmak daha çok işine gelir... Nitekim, üçüncü seçimlere kadar bu şekilde geldik!..

AKP şimdi, bu necip millete ne vaat edecek?..

Elbette ki yine ‘türban’ sorununu çözmeyi!.. “Yüzdük yüzdük, kuyruğuna kadar geldik, burada bırakamazsınız” diyecek seçmenlerine… Yine belli bir kitle, peşlerine düşmek zorunda kalacak, o beklenen bir gelişme. Sonuçta bu bir ‘kader birliği’dir… Ayrıca ‘türban’ nedeniyle kullanılan insanların yüreğine de bizim ki kadar korku salınmıştır!?.. Bir taraftan türban karşıtlarına belirli bir dozda korku enjekte edilirken, diğer yandan asıl korkutulanlar, türban nedeniyle sömürülenler olmuştur... Onlara, “bir iktidardan düşersek yandınız” denildiğine yürekten inanıyorum ben. O insanlar, AB, CHP, TSK ve isimlerini yazmaya bu sayfanın yetmeyeceği bir sürü örgütlü dinamik güçle, yoktan yere ‘düşman’(!) hale getirildiler!..

İktidardan düşmüş bir AKP, onlara nasıl sahip çıkabilir ki?.. Erbakan Hoca’yı getirin gözünüzün önüne. AKP iktidar olmasaydı, büyük olasılıkla zindanda olacaktı muhterem!.. İşte ‘türban’ nedeniyle militanlaştırılıp ortalığa salınanlar da, bu ‘masal’ ile korkutulmaktadır!… Korku ile korkutulan kitleler hiç kuşku yok ki, sağlıklı düşünemezler! Bu nedenle, önlerini berrak bir şekilde görmedikçe ve güven duygusunu hissetmedikçe, durdukları yerde bekleyecekler!.. Onların da başka çaresi yok gibidir!..

Laik düşünceyi özümsemiş çevrelerle, gereksiz yere zıtlaşmaya sokulanlar, daha geri mevzilere düşmemek için, dişlerini tırnaklarına takarak mücadele etmek zorunda kalıyorlar; bunu net olarak görmemiz gerekir… Kılıçdaroğlu’nu ‘fırçalayan’ o güzel hanım kızı, yırtıcı bir “kaplan” haline getiren, başka hangi duygu ve düşünceler olabilir?.. Önce onlara bir şey yapılmayacağının güvencesini vermek şart oldu!.. Bunun için, yapılması gereken iş, türbanı kamusal alanda serbest bırakmayı vaat etmek olamaz elbette!.. Hukukun üstünlüğüne saygılı davranılacağına dair verilecek olan söz, en temel güvence olacaktır kuşkusuz!..

Bu çerçeveden bakıldığında, siyasal bir simge olan ‘türban’, AKP ile AB arasında kalan bir sorundur sadece. Bırakın onlar sorunu kendi aralarında çözsünler… CHP’nin bu tartışmaların içindeki yeri, hakemlik yapmak bile değildir!..

Ve nihayet, toplumsal konularda çözümler üretmenin, siyasal partiler için bir ödev olduğunu vurgulamak gerekir. Bu bağlamda türbanı ‘bireysel hak ve özgürlükler’ temelinde ele aldığımızda, türban ‘dini bir zorunluluk’ değil, din dışı bir ‘kör inanç’ ve sadece bir “siyasal tercihtir”!!.. ‘Ortak payda’ da bu noktada bulunacaktır.

Türbanın ‘siyasi bir simge’ olduğunu başbakan da kabul ettiğine göre, olaya bu çerçeveden bakmak daha isabetlidir!.. Ayrıca bu konuyu en iyi bilen uzmanlar, bu inancı dayanakları ile birlikte, defalarca masaya yatırıp tahlil ederek, olması gereken yere oturtmuşlardır. Kanıtların tümü ilahi kaynaklardan seçilmiş olmasına rağmen, sonuç değişmemiştir. Şimdi bizim bu araştırma konusu için, uzmanlarına değil de, 20’li yaşlarındaki kız çocuklarına mı inanmamız gerekir?!..
Hal bu şekilde önümüze gelince, üretilmiş olan bu sorunun çözümü de son derece kolaylaşır. Çünkü, ‘kamu yararı’ (genel ahlak, genel sağlık, genel güvenlik vb gibi düşünceler nedeniyle) gerektirdiğinde, bireysel hak ve özgürlükler ölçülü bir şekilde kısıtlanabilir!.. Zaten geçmişte yapılanlar da aynı mahiyette değil miydi?..

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay; birçok defa bu konuyu görüşüp, birbirine yakın gerekçelerle benzer kararlar vermediler mi?.. Beyler!.. Mahkeme kararlarına ‘uymama imtiyazı’ demokrasilerde bulunamaz; böyle bir imtiyaz demokrasilerde hiç bir kişiye veya cemaate tanınamaz!.. Bir ülkede, “şu andan itibaren mahkeme kararlarını nasıl çiğneyebiliriz şeklinde bir tartışma başlatılabilir mi? Böyle bir tartışmanın kendisi, ‘kamu yararına’ aykırılık teşkil eder. Ayrıca böyle bir şey hukuka karşı saygısızlık etmenin en pervasız şekli değil mi? Hukuku dolanmayı taahhüt edenlerin, demokrasiye olan inancı her zaman ve her yerde sorgulanmaz mı?…

O davanın “sanığı” biz değildik ki, şimdi sandalyesine oturalım!..

Bu nedenlerle, sosyal demokrat bir parti, türban tartışmalarının içine girip, çözüm aramak için başrolleri üstlenemez! Çünkü, CHP’nin önüne getirilen, evrensel hukuki kriterlerine göre çözülmüş bir konudur!.. Bazı aklı evvellerin, bu olay nedeniyle ‘oy patlaması’ yapılacağına inanması ise, ham hayaldir!.. Bu alandan CHP’ye ekmek yedirmezler!?.. Aksine girişimler devam ederse eğer, çok daha ağır yaralar almak kaçınılmazdır!.. Böyle bir macerayı denemek ise, hiç kimsenin ne hakkı ne de haddi değildir!.. Herkesin aklını başına devşirmesi gerekir!..

Fiili dayatmalara boyun eğmeyi, önerilen çözüme onay vermek olarak kimse değerlendirilemez. CHP her türlü baskıya karşı direnmek gibi bir zorunluluğu vardır… CHP’den beklenen: Başta Cumhuriyetin laiklik ilkesi olmak üzere, niteliklerini sahiplenmektir. Hukukçu olmayan genel başkanı yanıltarak bu bataklığa çekilmişlerdir. Hiç kuşku yok ki, böyle bir tavır baskılara direnememek şeklinde anlaşılmaktadır! İşler bu noktaya kadar gelince, elbette ki en büyük baskıyı yapacak örgüt devlettir. Devlet gücünü kullanabilen hükümet, çıkmaz yola sapabilir de; biz buna karşı sadece direneceğiz! Bu durumda hükümetin yaptığına faşizmdir diyeceğiz. Faşist bir uygulamayı “meşru” hale getirmek ise, CHP’nin görevi içinde olamaz ve asla da değildir!..

Hatadan dönmek de bir erdemdir… ‘Özür dilemek’ de aynı değerde bir davranış sayılır. Bu ağırbaşlı duruşu, Türk halkına yeniden hatırlatan Kılıçdaroğlu olmuştur; şimdi ondan beklenen: CHP adına bir kez daha özür dileyerek, bu tartışmanın dışına çıkmaktır… Çünkü, ‘zırva tevil götürmez”; böyle giderse hep birlikte batarız; battıkça daha fazla batacağımız ise, kesindir!..

Av. Cemil Can




3 yorum:

  1. Yazarın her cümlesine katılıyorum. Paylaştığınız için teşekkürler.
    Dimyata pirince giderken evdeki bulguru da kaybedecekler...

    YanıtlaSil
  2. Bir anketim var, katılırsanız çok sevinirim.

    YanıtlaSil
  3. Türbanlıların da amı var, senin mini etekli kızın o naneleri yer ken bir şey yok bunlar yapınca büyük mesele.

    YanıtlaSil