Alfabemize
(Abecemize) bir virüs girdi. Yok, bir virüs değil, üç virüs birden girdi. En irileri ve gün geçtikçe semireni
“w” virüsü. Sonra “x, q” virüsü geliyor. Birincisi
dilimize, dilimizin yasasına bir girse, öbür ikisi de arkasından giriverecek.
Bu yüzden en çok kullanılanı, sevileni, okşanılanı “w” virüsü. Bunu öpen
öpene!.. Koynuna alan alana!.. Bunun sırtını sıvazlayan sıvazyalana…
İşin acısı, dilimize giren, daha doğrusu bilerek
sokulan bu virüse karşı hiç bir şey yapılmıyor. Adı üstünde virüs. Mikrop
olsaydı kolaydı. Basardık ilacı (em’i) üstüne, verirdik mikrop öldüren uygun
hapı, tozu, suyu, karışımı, olur biterdi. Bu virüs. İlaçtan etkilenmiyor. Hem
zaten kimsenin ilaç vereyim, öldüreyim bu virüsü, hastalığı geçirteyim, dilimi
iyileştireyim diye bir derdi de yok çok şükür… Virüs yayılıyor, hastalık ilerliyor…
Böyle giderse, buna karşı hiçbir şey yapılmazsa yolun sonu görünüyor:
Türk abecesi bozulacak, Türk abecesi yakın zamanda değiştirilecek, başkalaştırılacak… 1 Kasım 1928’in öcünü alacaklar! Türk dilinin ses bayrağı indirilecek, yüzyıl öncesine geri dönülecek; yeniden kulu kurbanı olunacak başka dillerin…
Dilimizi yitireceğiz, dilimizi… Daha ne olsun!
Eski günlere bir göz atalım.
Kurduğu cumhuriyetin onuncu yıldönümünde büyük önder Mustafa Kemal Atatürk şöyle demiştir:
“Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.”
Kurtuluş savaşı sürerken kabul edilen (1921) ilk anayasanın birinci maddesi:
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diye başlar. Bununla Türk milletine tarihinde ilk kez kendini yönetme yetkisi verilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa:
“Millete değer veren, milleti devletin yönetiminde söz sahibi yapan cumhuriyet rejimini sonsuza kadar yaşatmak, hepimizin en önemli vatandaşlık görevidir.” demiştir.
Atatürk , kurduğu cumhuriyeti yaşatma görevini verdiği Türk milletini de şu sözlerle tanımlamıştır:
“Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terâkki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş’ale, müsbet ilimdir.”
Türk milletine uygarlık yolunda ilerlemesi için Atatürk’ün gösterdiği yol şöyledir:
“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etme gereği öğretilmelidir.”
Bu sözleri de, bizim bu gün geldiğimiz durumu anlatmıyor mu?
“Dünyada milletlerarası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevî unsurlara sahip olmayan kişilere ve bu nitelikte kişilerden oluşmayan toplumlara hayat ve bağımsızlık hakkı yoktur.”
Toplumun yetiştirilmesi ise bir eğitim işidir.
“Türk millî eğitimi, Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen vatandaşlar yetiştirmeyi amaçlar.”
1930 yılında çıkarılan yasanın amacı böyleydi. 1928 yılında da okullardaki Arapça, Farsça dersler bunun için kaldırılmıştır. Ulusuna, diline, kültürüne bağlı; özgür, çağdaş yurttaşlar yetiştirmek için...
Eğitim dille verilir. Dil hem sözlü hem yazılı bir anlaşma aracıdır. Dil, o dili konuşan toplumun adıyla adlandırılır.Türklerin konuştuğu dile Türkçe, Yunanların konuştuğu dile Yunanca, İngilizlerin konuştuğu dile İngilizce… denir. Alman Almanca, Rus Rusça, Fransız Fransızca… konuşur. Araplar da Arapça…
Her toplum dilini alfabesi ile kullanır. Dilini alfabesi ile yayar, okur, birbiriyle anlaşır. Her toplum kendi diliyle düşünür. Alfabe yazılı dilin işaretleridir. Dilin gelişiminde bu işaretlerin dile uygunluğu çok önemlidir.
Atatürk, pek çok sözünde, ulusal duyguyu, ulusal dilin geliştireceğini, ulusal bağımsızlığın ancak dilin bağımsızlığıyla olabileceğini söylemiştir. Bu yüzden dilimizi yabancı diller saldırısından korumak için çalışmış, daha cumhuriyetin ilk yıllarında dilimize uygun alfabe aramıştır.
Türk dili önceden Göktürk (Oğuz), Uygur yazılarıyla yazılıyordu. Müslüman olunduktan sonra Arap harfleriyle yazıldı. Türkçe sesler Arap alfabesine uymuyordu. Bu alfabeyle okuma yazma öğrenmek güçtü.
Kullandığımız Arap alfabesinde 32 harf vardı. Bazı seslerimiz için (t, h,z) ikişer, üçer, dörder harf kullanılırdı. Bazı seslerimiz için ise ortak tek harf kullanılırdı. Beş sesi ( ı, i, y, u, ü) , ( o, ö, u, ü, v) tek harfle anlatırdık , buna karşın üç harfle, dört harfle tek bir sesi anlatabilirdik. Aynı harfle yazılan, nasıl okunacağı sözün gelişiyle belli olan bu sözleri okumak, öğrenmek güçtü.
1927 yılının yazında, Atatürk bir konuşmasında ulusa yeni alfabeyi şu sözlerle duyurdu:
“ Arkadaşlar, zengin dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz.”
Arkasından uyardı:
“Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik ve millîyetseverlik ödevi biliniz.”
Yeni Türk harfleri 1 Kasım 1928 yılında kabul edildi. Ardından ulusça okuma yazma seferberliği başlatıldı. Atatürk ulusa başöğretmen oldu.
Dilimiz için söylediği şu sözler Türkçe her ders kitabının başına yazılmalıydı. Her Türk çocuğu ezbere bilmeliydi:
“Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir”
Kalbimiz Türkçede 29 harf vardır. Sırasıyla:
“A B C Ç D E F G Ğ H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z”
“a b c ç d e f g ğ h ı i j k l m n o ö p r s ş t u ü v y z”
Harf (yazaç) seslerin işaretidir. Bir dildeki seslerin tümü o dilin alfabesidir (Öztürkçe deyişle abecesidir).
Alfabe, bir dilin kararlaştırılmış bir sıraya göre dizilmiş harflerine denir. Bu sıra, ezbere ulusça bilinmelidir. Alfabe ezbere okunmalıdır.
Dilimize özgü harflerimize ( ğ, ı, ş, ç ) özellikle değer vermeli, kullanmayanları uyarmalıyız.
Dilimizdeki 29 harfin 21’i sessiz harf (ünsüz), 8’i sesli (ünlü) harf tir.
Sesli harfler ( a,e, ı, i, o, ö, u, ü), bu seslerin çıkarılışındaki dilimizin durumuna göre ikiye ayrılır. Dilimiz gerideysesöylenirken, kalın (a,ı,o,u), öndeyse ince sesli (e, i, ö, ü) olurlar. Seslilerin ince, kalın oluşları sesli harfler(ünlü) benzeşmesi kuralını oluşturur. Bu, Türkçedeki “büyük ses uyumu”dur.
Türkçede sözcüklerin ilk hecesindeki sesliler (ünlüler) ince ise, diğer hecelerin seslileri de ince, ilk hecenin seslileri kalınsa, diğerleri de kalın olur: “Yağmur, deniz, Eren, sözlük, bulmaca”
Ayrıca sesliler, söylerken çenenin durumuna, aşağı inmesine, inmemesine göre ikiye ayrılır: Geniş seslilerde (a, e, o, ö) çene aşağı iner, dar seslilerde (ı, i,u,ü) inmez.
Dudakların durumuna göre de, seslileri ikiye ayırırız: Düz sesliler (a, e, ı, i), söylerken dudaklar düz durur , yuvarlak sesliler (o, ö, u, ü), söylerken dudak yuvarlaklaşır.
Bu özellikler “küçük ses uyumu” kuralını gösterir. Seslilerin, düzlük- yuvarlaklık, darlık – genişlik bakımından uygunluğu.
Türkçe sözcüklerde düz seslilerden (a, e, ı ,i) sonra düz sesliler gelir, yuvarlak sesliler (o, ö, u, ü) gelmez : “Tarak, avcı, pınar, masal, kiraz.”
Yuvarlak seslilerden sonra geniş düz veya dar yuvarlak sesliler gelir:”Oyun, olgun, öküz,uyku, öykü, ölümlü…”
Ancak ikinci heceleri “b, m, v “ gibi dudaktan çıkan sözcüklerde çoğunlukla a’dan sonra u gelir. “Kavun, davul, çavuş, pamuk, tavuk, kabuk…”
Türkçede, “ o, ö “ seslileri (-yor eylem eki dışında) yalnızca ilk hecede (seslemde) bulunur ( görüntü, bozuk, soluk, konuk, bölge, korku…). Sonraki hecelerde bulunmaz. Bu kurala uymayan sözcükler yabancı sözcüklerdir (lokomotif, otomobil, konsol, profesör…).
Türkçe kuralları olan bir dildir. Bu kurallara uymayan sözcükler , özellikle büyük ünlü kuralına uymayanlar çoğunlukla yabancı kökenli sözcüklerdir. Sözcüklerin ekleri de bu kurala uyar. Yalnızca bazı eklerde ( -yor, geliyor, - ken, koşarken, -ki sabahki, -leyin, akşamleyin, -ımtırak, yeşilimtrak, - daş, ülküdaş…) , zamanla değişen, incelen bazı Türkçe sözcüklerde, (anne, kardeş, elma…) , bileşik sözcüklerde ( Çanakkale, açıkgöz, delikanlı, hanımeli…) bu uyum bulunmaz. Küçük ünlü kuralı da öyledir. Bileşik sözlerde, yabancı kökenli sözlerde bu uyum olmaz. Ek almış sözcüklerde ekler sözcüğün son hecesine uyarlar. Sözcüğe eklenen -yor, ken, -ki, (i) mtrak ekleri değişmezler.
Türkçede uzun sesli (ünlü) harf (yazaç) yoktur. Bir ikisi dışında (ağa, ağabey, yarın…), böyle uzun okunan sözcüklerin hepsi yabancı kökenlidir .
Türkçede bir hecede bir sesli (ünlü) harf bulunur. İki sesli yanyana bulunmaz. Böyle sözcükler yabancı kökenlidir ( kooperatif, kuaför…).
Sessiz harfler “e” sesinin yardımıyla okunurlar. B, c, de, f (be, ce, de, fe) gibi… V sesi “ ve” diye okunur. S sesi, se, ş sesi, şe… Dilimizde çok az kullanılan “J” sesi, je’dir ama halk dilinde c’ye yakın söylenir.
Ünsüzlerden (sessizlerden) sekizi (p, ç, t, k, s, ş, f, h) sert ünsüzdür. On üçü ise yumuşak ünlüdür ; b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z. Sert sessizler, ses tellerinde titreşim yapmadan çıkarlar. Yumuşaklar ötümlü (titreşimli)sessizlerdir. Seslerin bu özelliklerine göre de yine Türkçenin kuralları vardır.
Sessiz harfler, çıktıkları yere göre ad alırlar: Dudak (b, f, m, p, v) sessizleri, diş (c, ç, d, j, l, n, r, s, ş, t, z) sessizleri, damak (g, ğ, k, y) sessizleri, gırtlak (h) sessizi.
Ayrıca sürekli söylenip söylenemeyeceğine göre de ikiye ayırırız onları:
Sürekli sessizler ( f, ğ, h, j, l, m, n, r, s, ş, v, y, z), süreksiz sessizler (b, c, ç, d, g, k, p, t)
Türk dilinin yazımı kolaydır. Sesleri duyduğumuz gibi yazarız. Biraz karışık gibi olan yazım kuralı bu süreksiz yumuşak sessizlerle olan kuraldır.
Türkçede sözcükler, “ b, c, d, g” sesleri ile bitmez. Başka bir deyişle bu sesler sözcüğün sonunda bulunmaz.
Yabancı sözcüklerde, terimlerde bu sesler, sözün sonunda olduğu gibi bırakılmıştır: Psikolog, ürolog, pedagog…
“P,ç,t,k “ gibi sert sessizlerle biten sözcükler ise sesli ile başlayan ek aldıklarında , sondaki bu p, ç, t, k sert süreksiz sessizleri b, c, d, ğ ‘ye, yumuşak süreksiz sessizlere dönüşürler.
Kitap - kitabı, ağaç- ağacı-hasat- hasadı, kavak- kavağı …. gibi.
Eklenen ek sessizle başlıyorsa , bu değişim olmaz: Kitapla, kitapta, ağaçla, hasatta, kavakta.
İkişer anlamlı sözcükler, bazı yabancı sözcükler, tek heceli (seslemli) Türkçe sözcükler bu kurala uymaz.
Kalp (organ)- kalbi /Kalp( sahte)- kalpı
Harp (savaş)- harbi / Harp ( çalgı)- harpı
Saç (maden)- sacı / Saç ( baştaki kıl)- saçı
Hukuk- hukuku, Türk- Türk’ü, süt- sütü, üst- üstü, kırk- kırkı…
Türkçe sözcükler çift sessizlerle başlamaz. Böyle başlayan sözcükler (spor, stat, tren, krem, staj…) yabancı sözcüklerdir. Tek heceli (seslemli) sözcüklerin sonunda (Türk, dinç, sert, alp, sırt, ant…) çift sessizler bulunabilir.
Yine Türkçe sözcüklerde sözcüğün kökünde ikiz harf bulunmaz. Bu kurala uymayan sözlerin ya asılları böyledir, sözün kökündeki ses ikiz değildir (ana), sonradan değişmiştir (anne), ya da bunlar yabancı kökenli sözlerdir (şiddet, cadde, iddia).
Sessiz harflerde kalınlık incelik bulunmaz. Seslemine (hecesine) girdiği seslinin ince - kalın olmasına göre okunur: Yalnız, üç sessiz (k, g, l) harfimizin çıkakları (çıkış yeri) çifttir. Bu sesler ince hecelerde çıkağın (çıktıkları yerin -dudak, diş, damak, gırtlak-) önünden, kalın hecelerde arkasından çıkar. Yabancı sözcüklerde bu kural uyumu görülmez.
Bu sessizler “k, g, l“kalın sesli hecelerde çıkağın arka kısmında boğumlanırlarsa kalın okunurlar: Kar, çocuk, okul, kazı, yorgun…
Bunlar da kalın sesli hecelerdeki “k, g, l” sesleridir ama çıkağın ön kısmından çıktıkları için incelirler: Kâmil, mekân, lades, ilaç, gülgûn( gül renginde)…
Kalın seslilerden önce gelen “k, g” sessizlerinin ince okunmasını inceltme imiyle gösteririz. Bunlarda, “ a, u”seslilerinin üstüne inceltme “ ^ “ imi konur (Rüzgâr, Türkân, yegâne, kâtip, kâğıt, yekûn, sükût). İnce söylenen “l” sessizinden sonra gelen a,u’ya ise inceltme imi konulmaz (lahit, lakırdı, laf, lağım, lazım, Laz, lale, latife (şaka).
İslamiyet, istila, istiklal… gibi sözcüklerde de “l” ince l’dir. L sesi ince okunur.
Kişi adlarında, yer adlarında ince “l” sessizinden sonra inceltme imi konur: Lâle, Lâtife (ad), Halûk, Elâzığ, Lâdik, Lâpseki, Nalân…Bu sözler de inceltme imiyle yazılır: Gâvur, dükkân, mahkûm, tezgâh…
Sesteş bazı sözcükler söylenişlerine, anlamlarına göre farklı yazılırlar:
Kar(yağış) , kâr (kazanç), selam(merhaba), selâm ( barış, rahatlık), yar( uçurum) yâr (sevgili), hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz, şimdiye kadar), adet (sayı), âdet ( töre, alışkanlık), aşık (kemik), âşık (seven), dahi (bağlaç), dahî (bilgisi, zekâsı üstün) …
Burada (dahî), inceltilen “i” ilgi (nisbet) i’sidir. İyelik ekiyle, asıl sözlerin karışmaması için kullanılır. İlim: Tıp ilmi . İlmî çalışma ( ilimle ilgili). Asker: Türk askeri. Askerî bilgiler (askere özgü). Resim: Atatürk resmi. Resmî dil (devlet dili). Din: Dini öğrenmek. Dinî (dinle ilgili) bilgiler…
Yine bazı (Arapça-Farsça) sözcüklerde, a, u’dan sonra gelen “k, g,l “ sessizleri ince okunur ama bunlarda inceltme imi kullanılmaz (İstikbal, Kemal, hal, kabul, iştirak, idrak…).
Kural şudur: Türkçe sözlerde ince k sesi ince seslilerle, kalın k sesi kalın seslilerle kullanılır (kemik, katır, kedi, sakız).Türkçeye başka dillerden giren (Arapça- Farsça) sözcüklerde ise ince k den sonra kalın sesliler (a-u) gelirse inceltme imi (düzeltme imi) kullanılır (sükût, hikâye).
Kurala uymayan sözcüklerin nasıl okunduğu öğrenilerek bilinir.
“I “ sesi Türkçeye özgü bir sestir. Batı dillerinde bu ses büyük harf yazımında “ı” yazılsa bile yine de “i” diye okunur.
Türkçede sözcük başında ğ sesi bulunmaz. Aslında Türkçede sözcük başında c, ğ, l, m, n, r, z sesleri bulunmaz. Öztürkçe sözlüklere açıp baktığınızda c, ğ, l, r, z ile başlayan söz bulamazsınız.“N” ile başlayan soru sözcükleri ( ne, niçin, nasıl, neden, nereye), nesne, nicelik,nitelik gibi bazı sözler bu kuralın dışındadır. “M” sesiyle başlayan da çok az sayıda sözcüğümüz vardır: “Mutlu, muştu, meşe, mercek, morötesi (ültraviyole), minil (mikro). “gibi.
Türkçe tekerleme, yansıma dili (fısır fısır, lıkır lıkır, mışıl mışıl, zırıl zırıl) bu kuralların dışındadır. Tekerlemelerden bir iki örnek:
Forforadan, sür sürüden / Manisa’dan Tire’den/ Yenice geçtik buradan
Hu diyelim hu / Hu diyenin huyu kurusun / Dolmasının suyu kurusun
Bir nine çıktı karşıma / Dedim nine soruş moruş / Dedi oğlum beş on kuruş
Masal masal mat atar / dil okur damak tadar
Ne sakalım töm töm etti / Ne bıyığım cöm cöm etti
Pire gelir çatur çutur / Ev sahibi balta getir
Türkçede “f, j” sesleri bulunmaz.
F sessizi Türkçe sözcüklere girerken ya başka bir ses değişerek f olmuştur veya bunlar türemiş sözcüklerdir. Yufkanın aslı, yubka, yuka imiş. Öfke, öbke, öyke, övke’den gelmiş. Han sözünün aslı, kan, kağan imiş.
Atatürk Türk diliyle çok yakından ilgilenmiş, Türk dilini geliştirecek kurumları kurmuş, yüksek okulları açmıştır.
1926 yılında kurulan “Dil Heyeti”nin oluşturduğu Alfabe Komisyonunda görüşler alınır, çalışmalar yapılırken yazım konusunda çıkan anlaşmazlıkları Atatürk kendi eliyle çözmüştür.
Yabancı kökenli sözlerden gelen ince k sesinin, kalın k sesiyle ayrılması için önerilen q sesinin gereksiz olduğunu, sonu b, d gibi sessizlerle biten sözlerin (Ahmed, Muhammed, mektub) sonunun p, t ile değişeceğini, yabancı adların yazımının asılları gibi mi yoksa okunduğu gibi mi yazılacağını hep Atatürk, dilimizi inceleyerek belirlemiş, bugünkü dilimizin de atası olmuştur. Şimdi kullandığımız “c” sesi de o zamanlar “j” ile gösterilmek istenmişti. Atatürk dil çalışmalarına katılarak bunu da düzeltmiş, dilimize uygun olan bugünkü “c” sessizini kullanmamızı sağlamıştır. Eski alfabeyi savunanlar , “q “ sesini almak için ısrar etmişler. Atatürk bunun gerekmediğini, k harfinin ince, kalın sesli harflerle birleşerek okunduğunda sorunun çözüleceğini belirtmiştir. Söylediği gibi de olmuştur. Dille uğraşan bilimciler böylece dilimizin gereksiz bir yükten kurtulduğunu söylerler…
Atatürk yazı dilini düzeltir, geliştirirken, bilim dilini de Türkçe sözcüklerle geliştirmiş, kendi eliyle ders kitapları yazmıştır. Din adamlarının dilini de , din adamlarının sözlerini, anlattıklarını halkın anlaması için Türkçeleştirmiştir. 1922’de söylediği şu sözlere ne dersiniz?
“Mimberlerden halkın anlayabileceği lisanla ruh ve dimağa hitap olunmakla ehl-i islâmın vücudu canlanır, dimağı saflanır, imanı kuvvetlenir; kalbi cesaret bulur.”
Atatürk’ün 1934’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dil çalışmaları için söylediği sözler:
“Kültür işlerimiz üzerine ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da, Türk tarihini, doğru temelleri üstüne kurmak; öz Türk diline, değeri olan genişliği vermek için candan çalışılmakta olduğunu söylemeliyim. Bu çalışmaların göz kamaştırıcı verimlere ereceğine şimdiden inanabilirsiniz.”
Son söz:
Dilimize giren ses virüsünden söz ederek yazıya başlamıştım. Bunlardan en çok kullanılanı, topluma binbir yol kullanılarak dayatılanı “w “ harfidir. Bunu “v” sesinin yerine getirmek istiyorlar. Türkçede “v” sesiyle çok az sözcük vardır. Kullandığımız sözcükleri de bu “v” sesiyle çok iyi anlatıyoruz, en küçük bir sorun yaşamıyoruz. Bu “çift ve -w-” yabancı dillerin, batı dillerinin sesidir. Böyle bir sese gereksinmemiz yok, dilimizde bu ses yok, peki bu dayatılan ne içindir?
Neden? Bunun yanıtını bilmemiz gerekmez mi? Bilenlerin, bildiğini çevresine anlatması, bu sesin (W) tuzağına bilmeden düşenleri de uyarması görevleri değil mi?
Diğer ses virüsü “Q” . Okunuşu “kû.” Bunu pek dayatamıyorlar şimdilik ama vazgeçtiklerini sanmayın. Bir de “X”var. Okunuşu “iks.”
Azerbaycan’ın Rusya’nın egemenliğinden kurtulup bağımsız kaldığı o ilk yılları anımsayınız. Rus alfabesini bırakmak isteyen Azeri Türkleri Türk diline uygun alfabe arayışına girişmişlerdi. Türkiye Türkçesiyle birleşmelerine, ortak alfabe kullanmamıza engel olundu o zaman. Aynı millet ayrı devlet diye tanımlanan bu iki Türk devletinin arasına dil kaması soktular. Biz onların yazısıyla okuyamıyoruz, okusak bile okuduğumuzu anlamıyoruz. Onlar da bizim yazımıza yabancı. Bu dilimizde olmayan, gerekmeyen harflerden Azerbaycan alfabesine bir güzel sokuşturdular. Aynı abece kullanmamız, kültür birliğimiz engellendi.
Aha işte İngiliz’in bizdeki bölücülere verdikleri harflerle aynı olan o virüs harfler, onların yazı dilinde: “Qanunu, haqqında, axtar, naxış.”
Bizim dilimize bu virüsü sokanlar otuz yılı aşkın bu iş üzerinde çalışıyorlar.
Yavaştan yavaştan işe koyuldular. Önce, buldukları her ürünün adına bu harflerden oluşmuş adlar koydular. Televizyon kanallarına bile bu harflerle yazılan adlar verdiler.
Hele bilgiağı (internet) kullanımı geliştikçe, buraları da algı değiştirme için acımasız bir şekilde kullandılar… Web TVimiş, bunların tanıtım amaçlı sayfaları. Kıçlarına iğne batırılmış gibi çoluk çocuk, genç yaşlı herkesi wauw’latıyorlarekranlarda… Çocuk kahramanların adı bu seslerle başlatılıyor. Reklamı, tanıtımı yapılan bütün ürünlerin adı nasıl bir rastlantıysa bakınız hep bu üç harfle yazılıyor.
Ünlü bir yazarımız bile geçenlerde Türkçe “var” sözünü yazısının başlığında “war” diye yazdı.
Bu işin vebali var diyeceğine, “Bu işin vebali war!” yazdı.
Bu kinayeli anlatımmış, bu konuyu tartışanlar öyle dediler. Manalı, dokunaklı söz anlamında. Yazının altındaki kitap imzalama gününün duyurusu da yine Türkçe yazıma uymayan o sözcükle yazılmıştı.
“…imzası da,…Akmerkez Remzi Kitapevi’nde war.”
Bundan başka da bir ek, açıklama yoktu yazıda.
Şimdi bu harfin eline düşürülmüş vatandaş, bu yazımın kinayeli mi anlatım olduğunu, dosdoğru öyle mi yazıldığını nasıl anlayacak? Savaş sözünü, Türkçedeki var sözüne nasıl da benzetmiş diyecek kaç kişi vardır? Bunu demeleri için okuyanların İngilizce bilmesi gerekir. Ya İngilizce bilmeyenler? Zaten, herkesin İngilizce bilmesi gerekiyor, İngilizce bizim ikinci, yok birinci dilimiz diyen henüz yok ortada. Bunun zamanını bekliyorlar… Ortam tam oluşunca verecekler zehirli gazı…
Bu harfi (yazacı) aklınıza takıp bir inceleseniz gördüklerinize inanamazsınız. Adlarını yazarken adının yazımını değiştiren değiştirene. Alev, Alew olmuş. Devrim, artık adını Dewrim yazıyor. Biri duyuru yazmış: “EwLendim.”
Sözden v sesini attığı yetmemiş, bir de yazının içinde son günlerin modasına (!) uyup yazının ortasında büyük harfleL yazmış.
Seyhan adlı biri, geçen gün bilgiağı sosyalpaylaşım sayfalarının birine şu sözü yazıp göndermiş:
"Wahset her yerde ulu orta sergilenirken, Sewismek icin saklanmak zorunda kaldigimiz bir dünyada yasiyoruz." John Lennon”
Bu yazıyı okuyanların çoğu, sağduyulu vatandaşlar, buradaki w harfine tepki göstermişler. Biri, bu kadarına dayanamamış, yazıyı düzeltip yeniden aynı sayfaya göndermiş.
Seyhan, her kimse bu kişi, küplere binmiş . O bozuk Türkçesiyle, harflerine, yazımına acımasızca saldırdığı, deyim yerindeyse bir paçavraya çevirdiği dilimize, hiç çekinmeden yeniden saldırmış. Hem de dilimizi kullanarak hemen laf yetiştirmiş:
“göreWiniz hayirli ugurlu olsun hanimefendi....
mesajimi degistirmeden de tepkinizi werebilirdiniz...yaptiginizin cok cirkin bir hareket oldugunun farkindamisiniz acaba..?
yazis seklimi begenmiyorsaniz cewap wermezsiniz olur biter.....ülkede insan haklarina saygisizlik uc durumdayken benim kullandigim W harfinin kimseyi ülkesiz birakmayacaginin farkindasiniz umarim...”
Bunun üzerine ben varım, ayaktayız, ölmedik diyenler, Türkçeyi, Türkiye’yi sevenler, koruyanlar, ülkemizin güzel insanları konuyu tartışmaya açmışlar. İşin ucu küfürleşmeye kadar gitmiş…
Son yazılan söz şöyleydi:
“waaww gercekden gozlerim doldu”
Benim de gözlerim doluyor. Saatlerdir yazdığım , anlatmaya çalıştığım o güzel dilimizin, insanı şaşırtan, kendine hayran bırakan kurallarını düşünüyorum, bir de bu yazılardaki Türkçeyi düşünüyorum…
Cumhuriyetimizi
kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Atatürk’ün silah arkadaşlarının, Türk
askerinin, Türk halkının, Atatürk’ün çevresindeki yurtseverlerin, Türk bilgin,
yazar ve düşünürlerinin, dilimize, ülkemize verdikleri emeği, özveriyi
düşünüyorum…
Adamın biri, “Anadolu Beat” adlı albüm çıkarmış, kasıla kasıla TRT’de anlatıyordu. Yeni ölen bir zengini yazdı gazeteler; “Tat tovers Sapphire” adında İstanbul’da gökdeleni varmış. “Orjan” tatil sitesiymiş Türkiye’de bir yerde. Artık dernek, birlik, kuruluş, kurum, yer yok! Ya ne var? “Platform.” “Kamu Spotu”olmuş, yurttaşlık bilgilerinin, yurttaşa uyarının adı. “Jeep” yazarak bir araba tanıttı devletin televizyonu. Millî Eğitim müdürü söyledi: Hepsi “A kalite” öğrencilerim var!” “Süper” bir yazı okumuş Selda. Levent, Samsun’da üniversite öğrencisiymiş. Artık adınıLewent diye yazıyor. Biri “kawga” yok diye yazmış bilgiağında kişisel sayfasına. Gülcan bir şirketin falan“departmanında” çalışıyormuş. Kürtçe, Osmanlıca seçmeli ders olmuş. Kadir adının önüne eklemiş: “Sherseri Kadir. “ Her yöne “esemes” atılmış. Kelime oyununda sormuşlar: “Platform topuk neye derler? Ançüez ne? Füniküler ne? Ofisboyun gemideki hali?”
Geçen haftaki sınavı bir eğitimcimiz eleştirmiş :
“Bunlarla ilgili karşımıza iki soru geldi. Birincisi Rölativite, ikincisi de Açısal Momentum konusundandı. Sorular çok net, anlaşılır ve dikkatlice hazırlanmış.
Ancak 7. soruda DNA'nın anlamlı zincirindeki üç nükleotitlere “kod” ifadesi yerine “kodon” kullanılmış. Bu nedenle öğrenciler bu soruyu yorumlamakta ve bu sorunun II. Öncülündeki yargıya ulaşmakta zorlanmış olabilirler. Bu sorunun iptal edilmesi gerekir. “
Bu hastalığı önemsemezsek, dilimizin hoyratça yıpratılmasına, yaralanmasına ses çıkartmazsak, çok yakında bizim Türkçe diye bir dilimiz falan olmayacak!
Virüs sokmuşlar dilimize!
Bir yandan, ilkokulda başlattıkları, yeniden yüzyıl öncesinin harflerini öğreterek ders yaptıracakları Arapçayla, eski Türkçeyi – eski yazıyı canlandırmayı düşlüyorlar . Yoksa ilkokul dördüncü sınıfta Arapça dersinin ne işi var? Bırakın ilköğretimde, ortaöğretimde Arapçanın ne işi var?..
Bir yandan, eğitimini anaokuluna kadar indirdikleri, televizyonlarla evimize soktukları, misyoner yabancı dil öğretmenleriyle destekleyecekleri, sokak tabelalarından, defterimize kalemimize kadar her yere bataklık çamuru gibi bulaştırdıkları, dilimizi bozan İngilizceyle Türkçeyi unutturuyorlar.
Bir yandan da olmayan dil Kürtçeyle, bu yerel ağza bilerek, kasıtlı olarak İngilizlerin kattıkları bu üç harfle (wxq)bunlar bizi hastalandıracaklar…
Yerel ağızların ilkokullarda dersi olur mu? Millî eğitimin bir çok dili, dilciği olur mu? Devletin, ulusun dilini tam öğretmeden, ilköğretimdeki bir çocuğun kafası başka alfabelerle karıştırılır mı?
Türk abecesine hiç mi hiç uymayan Arapça abeceyi neden ilkokulda öğrenecek çocuklarımız? Bu farklı abece öğrenimi eski yazıyı geri getirmek için mi? Bu işin sonu nereye gider?
Türk abecesi ne olacak?
Bunca aydın, yazar çizer, okumuş kişi neden suskun?
Bir bildikleri mi var da susuyorlar? Yoksa korku dağları mı bekliyor? Yoksa bölücülerle aynı tavanın balığıydılar da biz mi onları anlayamadık?
Dabılyu (W), dabılyu (W) diye çığırarak, ağızlarının suyunu akıtarak geldiler, ellerini ovuşturarak insanlarımızı çevrelediler… İnsanları aptallaştırdılar, uyuşturdular, algılarını karıştırdılar…
Görmezseniz, duymazdan gelirseniz olan biteni, bu virüsle (çift v), bu değişik abecelerle dilimizi, kültürümüzü yok edecekler!
Dil birliğimiz bitecek.
Bizi öldürecekler!
Feza Tiryaki, 30 Haziran 2012
Adamın biri, “Anadolu Beat” adlı albüm çıkarmış, kasıla kasıla TRT’de anlatıyordu. Yeni ölen bir zengini yazdı gazeteler; “Tat tovers Sapphire” adında İstanbul’da gökdeleni varmış. “Orjan” tatil sitesiymiş Türkiye’de bir yerde. Artık dernek, birlik, kuruluş, kurum, yer yok! Ya ne var? “Platform.” “Kamu Spotu”olmuş, yurttaşlık bilgilerinin, yurttaşa uyarının adı. “Jeep” yazarak bir araba tanıttı devletin televizyonu. Millî Eğitim müdürü söyledi: Hepsi “A kalite” öğrencilerim var!” “Süper” bir yazı okumuş Selda. Levent, Samsun’da üniversite öğrencisiymiş. Artık adınıLewent diye yazıyor. Biri “kawga” yok diye yazmış bilgiağında kişisel sayfasına. Gülcan bir şirketin falan“departmanında” çalışıyormuş. Kürtçe, Osmanlıca seçmeli ders olmuş. Kadir adının önüne eklemiş: “Sherseri Kadir. “ Her yöne “esemes” atılmış. Kelime oyununda sormuşlar: “Platform topuk neye derler? Ançüez ne? Füniküler ne? Ofisboyun gemideki hali?”
Geçen haftaki sınavı bir eğitimcimiz eleştirmiş :
“Bunlarla ilgili karşımıza iki soru geldi. Birincisi Rölativite, ikincisi de Açısal Momentum konusundandı. Sorular çok net, anlaşılır ve dikkatlice hazırlanmış.
Ancak 7. soruda DNA'nın anlamlı zincirindeki üç nükleotitlere “kod” ifadesi yerine “kodon” kullanılmış. Bu nedenle öğrenciler bu soruyu yorumlamakta ve bu sorunun II. Öncülündeki yargıya ulaşmakta zorlanmış olabilirler. Bu sorunun iptal edilmesi gerekir. “
Bu hastalığı önemsemezsek, dilimizin hoyratça yıpratılmasına, yaralanmasına ses çıkartmazsak, çok yakında bizim Türkçe diye bir dilimiz falan olmayacak!
Virüs sokmuşlar dilimize!
Bir yandan, ilkokulda başlattıkları, yeniden yüzyıl öncesinin harflerini öğreterek ders yaptıracakları Arapçayla, eski Türkçeyi – eski yazıyı canlandırmayı düşlüyorlar . Yoksa ilkokul dördüncü sınıfta Arapça dersinin ne işi var? Bırakın ilköğretimde, ortaöğretimde Arapçanın ne işi var?..
Bir yandan, eğitimini anaokuluna kadar indirdikleri, televizyonlarla evimize soktukları, misyoner yabancı dil öğretmenleriyle destekleyecekleri, sokak tabelalarından, defterimize kalemimize kadar her yere bataklık çamuru gibi bulaştırdıkları, dilimizi bozan İngilizceyle Türkçeyi unutturuyorlar.
Bir yandan da olmayan dil Kürtçeyle, bu yerel ağza bilerek, kasıtlı olarak İngilizlerin kattıkları bu üç harfle (wxq)bunlar bizi hastalandıracaklar…
Yerel ağızların ilkokullarda dersi olur mu? Millî eğitimin bir çok dili, dilciği olur mu? Devletin, ulusun dilini tam öğretmeden, ilköğretimdeki bir çocuğun kafası başka alfabelerle karıştırılır mı?
Türk abecesine hiç mi hiç uymayan Arapça abeceyi neden ilkokulda öğrenecek çocuklarımız? Bu farklı abece öğrenimi eski yazıyı geri getirmek için mi? Bu işin sonu nereye gider?
Türk abecesi ne olacak?
Bunca aydın, yazar çizer, okumuş kişi neden suskun?
Bir bildikleri mi var da susuyorlar? Yoksa korku dağları mı bekliyor? Yoksa bölücülerle aynı tavanın balığıydılar da biz mi onları anlayamadık?
Dabılyu (W), dabılyu (W) diye çığırarak, ağızlarının suyunu akıtarak geldiler, ellerini ovuşturarak insanlarımızı çevrelediler… İnsanları aptallaştırdılar, uyuşturdular, algılarını karıştırdılar…
Görmezseniz, duymazdan gelirseniz olan biteni, bu virüsle (çift v), bu değişik abecelerle dilimizi, kültürümüzü yok edecekler!
Dil birliğimiz bitecek.
Bizi öldürecekler!
Feza Tiryaki, 30 Haziran 2012
(Bu yazının üzerine söyleyebileceğim başka hiçbir şey yok. bir kaç katkı yapayım:)
Ana sütüm Türkçemi kirletenler
‘Haraç Mezat’
Yaylarımdan yarın oksijenimi satarsanız
Ve korkuyorum alfabemdeki ulusal besini
Türkülerimi sevincimin gezeneğini,
Ağlamak hakkımı bile ağıtlardan.
Bağımsızlık yelinin yolunu keserseniz
Birgün onurumun altın madenini verirseniz
Dağlarımı da satarak eloğluna,
Alın gidin o gün, hayrını görün demokrasinin
Ceyhun Atuf Kansu / 1966
“Herşey gider, toprak
ve dil kalır”
-Kızılderili sözü-
Atatürk'ün son nefesinde: "Arkadaşlara selam, dil çalışmalarını sakın
gevşetmeyin” soylu vasiyetine ihanet etmeyin!
KONU DIŞI
ÖZEL NOT:
Blog
dostlarımdan Kadriye’ye "konuk yazar" olarak bir yazımla misafir oldum. Okumak
isteyenler BURADAN buyursun.
Teşekkürlerimle
|