Köşk, saray, cami, mescid, türbe, han, sıbyan mektebi, çeşme vb. yapıların duvarlarına oturtulan maket görünümlü kuş evleri, Osmanlı toplumundaki hayvan sevgisinin estetik ifadesi gibidir. Kuşlar. İslâmiyet’ten önceki devirlerden beri Türk toplumunda önemli bir yer tutmuş. Türk kültürü, sanatı, etnografyası ve folklorunda her zaman yer almışlardır.
Masallara göre, Kaf Dağı’nda yaşayan yarı insan yarı kartal biçimli, ateşten ve güneşten yaratılan Zümrüd-ü Anka, kuşların başı olarak efsaneleşmiştir. Kuşların şeyhi sayılan leylek için de, halk arasında ‘‘Hacca giderken camileri ziyaret eder, oradan dönerken de Kâbe’yi tavâf eder” rivâyetleri dolaşır.
İslâm Toplumunda Kuşlar
İslâm inancına göre günahsız bir yaratık olarak kabul edilen, saflık, temizlik, iyi geçinme, barış ve kardeşliğin sembolü olan güvercin, Hıristiyanlık’ta da Ruh-ül Kudüs’ü temsil etmektedir. Hz. Muhammed (S.A.V.), Sevr Dağı’ndaki mağarada saklanırken, mağara girişindeki ağacın üzerine konan bir çift güvercinin burada yuva yaparak yumurtladığı, böylece müşriklerin kuşkulanmamasını sağlayarak Peygamberimizin kurtarıcısı oldukları inancı yaygındır. Özellikle dinî yapılarda yuva kurmaları ve barınmalarına, bu sebeple halk tarafından yardım edilmiştir.
(
Bâyezid’de Seyyid Haşan Paşa Medresesi’nin cami biçimindeki kuş evi.)
Güvercin, aynı zamanda Nuh Tufanı’nın da müjdecisidir. Yine bir başka efsaneye göre, Hz. Süleyman Tekke-i Mürgan’ı (kuşlar tekkesi) kurmuş, dünyanın her yerinden yıl da bir defa gelen güvercinler, bir hafta süreyle bu tekkede beslenmiş, ötüşmüş ve Süleyman Peygamber’e dua edip dağılmışlardır. Gerek “Mesnevi”, gerek “Divan-ı Kebir”de Mevlâna’nın üzerinde en çok durduğu hayvanlar yine kuşlar olmuştur.
Güvercine çok benzeyen ve “Hu, hu” diye başını eğerek ötüşü halk arasında “Allah’ın adını anıyor” şeklinde yorumlanan kumru da, sevilen ve kutsallığına inanılan kuşlardandır. İlkbaharda ilk öten kuş olan bülbülün sesini dinlemek için, vaktiyle İstanbul’da çiğdemler açtığında, İstinye koyuna gidildiğinden bahsedilmektedir.
Hatta Sultan Abdülaziz’in bile, Kanlıca’daki Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın korusuna şafak vakti bülbül sesi dinlemek için gittiği söylenir. Hüdhüd kuşunun ise aileye bağlılığın, ana ve babaya saygının sembolü olduğu ve öldürülmesinin yasaklandığı söylenmektedir.
Türk velîleri ile ilgili rivayetlerde, onların gerektiğinde kuş biçimine girdikleri ifade edilir. Örnek olarak Hacı Bektaş-ı Velî’nin şahin, Ahmed Yesevî’nin ise turna kılığına girmesi gibi…
İslâmiyet Öncesi
İslâm dininde bu şekilde yer alan kuşların İslâmiyet öncesi Türk toplumunda da önemli yer tuttukları görülür. Meselâ, şamana refakat eden hayvanlar veya şamanın kendisi kuş veya kartal tasvirleri şeklinde olup, şamanların, kuşlaşmayı sembolize etmek üzere elbiselerinde kanat veya kuş tüyü bulundurdukları bilinmektedir. Yakut Türklerinde ise çift başlı bir kuşun, göğün en üst katında kapı bekçiliği yaptığına inanılmıştır. Selçuklu sanatında, çift başlı kuş motifi, gücü, kuvveti ve egemenliği sembolize eder.
(
Taksim Maksemi’nin giriş cephesindeki kuş evi)
Yine kuşların adlarının padişahlara verildiği, masallarda adı geçen Hümâ kuşunun, aynı zamanda Osmanlıların remzi ve lâkabı olduğu, hümâyun kelimesinin bundan türetildiği öne sürülür. Hümâ kuşunun kanadının değdiği kimsenin padişah olacağı inancı efsaneleşmiştir.
İnsanların yüzyıllardan beri göklere hâkim olma ve uçabilme arzularını kamçılayan, bu özellikleriyle diğer hayvanlardan ayrı tutulan kuşlar, bütün milletlerin masallarında da yer almışlardır. “Şehname”de Kevkâvus’un uçtuğu, düşerek Rüstem tarafından kurtarıldığı yazılmaktadır. Sultan IV. Murad zamanında, Hezârfen Ahmed Çelebi’nin yaptığı kartal kanatlarıyla Galata Kulesi’nden uçup Üsküdar’da Doğancılar’a indiği, bu başarısı sebebiyle padişah tarafından ödüllendirildiği bilinmektedir.
Atalarımızın inançlarına göre, kuşların uçabilmesi, “Tanrı’’ya ulaşmak için İlâhî bir özellik olarak görülmüş, dolayısıyla insanlar bu hayvanlara korkuyla karışık sevgi ve saygı duymuşlardır. Onlarla ilgili birtakım inançlar ve düşünceler ise, zaman içerisinde İslâm dini ile şekil değiştirmiş, bir kısmı da bâtıl inançlar olarak günümüze kadar gelmişlerdir. Bütün bu inanç ve düşüncelerin bir neticesi olarak Türkler’in kuşlara verdikleri önem ve onlara yönelik insanî davranışları, Türk mimarisinde kuş evlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Topluma faydalı olmak için vakıflara dayanan çeşitli tesisler kuran Türkler, “Rahmetimi istiyorsanız yarattıklarıma merhamet edin” hadisinde de belirtildiği gibi. Müslümanlığın merhamet duygusunun bir neticesi olarak hayvanları da korumuşlar, o düşünceden hareketle oluşturdukları kuş evleriyle de mimarimizin bu güzel eserlerini ortaya koymuşlardır.
Yabancı Seyyahların Notları
En eski örnekleri XVI. yüzyılda Klasik Osmanlı döneminden kalan bu küçük evcikler, tamamen kuşların barınmaları amacıyla yapılmış yapılardır.
Mimarimizde Klasik Osmanlı dönemi sonrasında da yapımı devam eden maket görünümlü kuş evleri, aynı zamanda Türk toplumundaki hayvan sevgisinin estetik ifadesi durumundadırlar. Birçok yabancı seyyah, eserlerinde Türkler’in yardımseverliklerinden bahsederken, hayvanlara karşı olan ilgilerini de dile getirirler. Thevenot, seyahatnamesinin Türkiye’yi de içine alan birinci kısmında;
“…Onların iyilikseverliği hayvanlara, bu arada kuşlara kadar ulaşır. Her gün birçok kimse pazarlara kuş satın almaya gider ve bunları serbest bırakırlar. Söylediklerine göre, bu kuşların ruhları, kıyamet gününde Allah’ın huzurunda onların iyiliklerine şahitlik edeceklerdir” demektedir. Moltke ise “Türkiye Mektuplarında Türkler hayırseverliklerini hayvanlara karşı bile gösterirler. Üsküdar’da bir kedi hastanesi bulursun, Bayezid Camii’nin avlusunda da güvercinler için bir bakım yeri vardır” diyerek şöyle devam eder: “Birçok mezartaşının altı yalak şeklinde oyulmuştur. Buraya yağmur suları toplanır ve sıcak yaz günlerinde köpekler ve kuşların susuzluklarını giderebilecekleri küçük mikyasta bir fukara mutfağı vazifesini görür. Müslümanlar hayvanların şükranının da insanlara hayır getireceğine inanırlar.”
Bir başka yabancı seyyah, Gerard de Nerval, “Voyage en Orient” adlı eserinde. İstanbul’da gördüğü kuşlar için yapılmış, ahşaptan konsol biçimindeki kuş evlerinden söz etmektedir.
Yapıldıkları Yerler
Kuş köşkleri de denilen bu minyatür yapıların bulundukları binalar; evler, köşkler, saraylar, cami ve mescidler, medreseler, hanlar, sıbyan mektepleri, kütüphaneler, türbeler, köprüler, çeşmeler, darphaneler gibi dinî ve sivil mimarî yapılanmıştır. Kuş evleri, söz konusu yapıların yukarı kısımlarında, genellikle soğuk ve sert rüzgârlardan korunaklı cephelerinde, insan ve hayvanların erişemeyeceği yüksekliklere inşa edilmiştir. Çoğunluğu taştan, ahşaptan, pek azı da tuğladan yapılmış bu evleri, Anadolu ve Rumeli’de, meselâ Kayseri, Amasya, Tokat, Niğde, Antakya, İzmir, Bolu, Kırklareli, Tekirdağ, Edirne, Filibe ve Tırnova’da görebileceğimiz gibi, en güzel örneklerine İstanbul’da rastlarız. Ancak, ne yazıktır ki, çoğu yangın ve deprem gibi sebeplerle yok olup gitmiştir. Günümüze sağlam halde gelenlerin ise, özellikle taştan yapılmış binalardakiler olduğu dikkati çekmektedir.
XVI. yüzyılda kuş evlerinin yapıldığı binalara örnek olarak İstanbul’da Bali Paşa Camii, Büyük Çekmece Köprüsü, Tokat’ta Ulu Cami, XVII. yüzyılda İstanbul’da Yeni Cami, Niğde’de Kiğılı Camii, Antakya’da Ulu Cami, Amasya’da Sultan Bayezid Camii gösterilebilir. XVIII. yüzyılda İstanbul’da Nuruosmaniye Camii, Üsküdar Ayazma Camii, Selimiye Camii, Taksim Maksemi, Zeyrek Şebsefa Mektebi, Saraçhane Amcazade Hüseyin Paşa Mektebi.
Bayezid Seyyid Hasan Paşa Medresesi çeşitli kuş evleriyle donatılmış yapılardandırlar. XIX. yüzyıl örnekleri arasında Kayseri’de Şeyh İbrahim Tennurî Çeşmesi, İstanbul Eyüp’te Şah Sultan Mektebi sayılabilir. Ayrıca, İstanbul Balat’ta ve Bursa’da XVIII. ve XIX. yüzyıla ait evlerde de kuş köşkleri bulunmaktadır. Sözünü ettiğimiz bu yapıların dışında, daha birçok yerde ve çeşitli türde binalarda da kuş evleri yer almaktadır. Bazen kuş evlerinin bulundukları binalar eski olabilmekte, ancak üzerlerindeki kuş köşkleri sonraki yıllarda yapılan tamirler sırasında eklenebilmektedir. İstanbul Fatih Camii, Kastamonu İbnineccar Camii ve Amasya Sultan Bayezid Camii buna örnektirler.
İki Tür Kuş Evi
Kuş evlerini, inşa tarzları bakımından iki grupta sınıflandırmak mümkündür: Birincisi ve çoğunluğu, bina cephelerinden dışa taşkın yapılan hücre veya odacıklar şeklinde olanlardır (Üsküdar Ayazma Camii, Eyüp Şah Sultan Sebili). Bunlar, bazen konsollar üzerine cumba şeklinde ileri doğru uzatılmış tek katlı köşk veya yalı görünümünde minik yapılara, ya da çok katlı saraylara benzemekledirler. İkinci grup kuş evleri ise, bulundukları binaların cephe duvarları arasına niş şeklinde oyulmuş odacıklar halindedirler.
Genellikle cami, sebil, köşk ve ahşap evler şeklinde yapılabilen kuş evlerinin bazen de belirli bir mimarî şekli olmadığı dikkati çekmektedir. Aynı bina üzerinde değişik şekillerdeki kuş evlerine de rastlanabilmektedir. Bu yapılardaki kemer, kubbe, konsol ve pencerelerde kullanılan mimarî elemanlar, Klâsik ve Barok dönemlerinin kendilerine has üslûp özelliklerini yansıtırlar. Klasik Osmanlı döneminde yapılan kuş evleri, çoğunlukla ahşap ev şeklinde olup bindirme çift katlı ve cumbalı oluşlarıyla dikkati çekmektedirler. Bu dönemde kuş evlerinde geri plana itilen süsleme. Batı sanat üslûplarının Türk sanatını etkilemesi sonucu Barok dönemde ön plana çıkmıştır. Barok üslûbun bariz özelliklerinden biri olan hareketlilik, kuş evlerinde cephelere yansımış, saçak kubbe ve konsollar, cepheleri hareketlendiren mimarî elemanlar olmuşlardır. Özellikle bu dönem kuş evlerinde pencere kafesleri ve korkuluk şebekelerinin ince bir işçilikle yapıldığı görülmektedir.
Klasik Osmanlı döneminde yapılan kuş evlerinde kubbe kasnaklara oturmakta olup, genellikle yuvarlaktır. Ancak İstanbul Üsküdar’da Hatice Gülnûş Valide Camii’ndeki kuş evlerinden birinde olduğu gibi, piramit külâhla örtülü örnekler de mevcuttur. Diğer mimarî elemanlar gibi, kuş evlerindeki kubbeler de Barok dönemde değişikliğe uğramış, armudî ve dilimli kubbeler sıkça kullanılmıştır. Bundan başka örtü sistemi çatı şeklinde olan kuş evlerine de rastlanmaktadır.
En Güzel Örnekler
Günümüze sağlam olarak gelen kuş evlerinin bulundukları yapılar arasında en güzel örnekler. Nevşehir Kurşunlu Camii Kütüphanesi, İstanbul’da Taksim Maksemi, Üsküdar Ayazma Camii, Lâleli’deki Sultan III. Mustafa ve III. Selim türbesi, Selimiye Camii ve Eyüp Şah Sultan Mektebi ile Kayseri Şeyh İbrahim Tennurî Çeşmesi’dir.
İstanbul’da Sultan III. Selim tarafından yaptırılan Selimiye Camii’nin duvarlarında ve cami ayaklarında yer alan köşk biçiminde iki kuş evinin, geniş ve büyük kafeslerle çevrili olduğu görülmektedir. Üsküdar Yeni Valide Camii’nin bütün cephelerinde bulunan kuş evlerinden ikisi cami şeklindedir.
(Türkler’in kuş sevgisi, hat sanatına da yansımıştır. İşte, İsmail Zühtü Efendi’nin (öl. 1731) leylek biçiminde besmelesi.)
En güzel kuş evi örneklerinin bulunduğu yapılardan biri de İstanbul Üsküdar’daki Ayazma Camii’dir. Sultan III. Mustafa tarafından yaptırılan yapının ilgi çekici tarafı, çeşitli biçimlerdeki kuş evlerini bünyesinde barındırmasıdır. Sultan I. Mahmud tarafından yaptırılan İstanbul Taksim Maksemi’nde de giriş cephesinde konsollara oturan birbirinin simetriği iki kuş evi bulunmaktadır. Kayseri’de, Şeyh İbrahim Tennurî Çcşmesi’ndeki üç katlı kuş evi ile İstanbul Laleli’deki Sultan III. Mustafa ve III. Selim’in türbesindeki kuş evleri yine zarif örnekler olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Sonuç olarak denilebilir ki, bu minyatür yapılar, Türk milletinin hayırseverliğini, hassasiyetini, ince duygularını ve zevkini yansıtmaktan başka, aynı zamanda Türk medeniyeti, kültürü ve sanatında da önemli bir yere sahip bulunmaktadırlar.
Aygün Ülgen, “Türk Mimarîsinin Minyatür Yapıları: Kuş evleri,” Tarih ve Medeniyet – 7, Eylül 1994, s. 55-58.