30 Eylül 2016 Cuma

BAŞLARKEN...

Hikayelerin hepsi bir zamanda ve bir yerde başlarlar. Anlatanın anlatma yeteneğine ve kelime zenginliğine göre, dinleyenin de dayanma sınırlarına göre de uzar gider… Hikayelerin hepsi de yayınlanmak için yazılmazlar elbette. Bazen içindekileri kağıda dökme heyecanı ile yazarsın, bazen de bunları yazayım benden sonraya anı kalsın dersin. Niyet ne olursa olsun bir şeyleri anlatmak her zaman önemlidir diye düşünüyorum. Önem, kişiden kişiye ve zamana göre de değişkendir. Yazanın çok değerli bulduğunu, okuyan belki dikkate bile almayabilir, kaldırıp atabilir de. Ama hikaye edenin anlattığı ve yazdığı sürece aldığı keyifi hiçbir şey kaçıramaz, okunmayacağını bilse bile.

Gençlik yaşlarında insan çevresini ve geçmişi fazla sorgulamıyor galiba ya da ben mi öyleydim bilmiyorum. Zaman ilerledikçe ve yaşadığımız toplumu daha yakından tanımaya başladıkça giderek gelişti. Hani hep anlatırlar ya, biz hafızasız toplumuz. Ama bunun sebebi “göçer ve göçmen bir toplum olmamızdan” dediklerinde kısmen hak vermeye başladım. Ne geniş ölçekte, toplumsal bilgilerimizin birkaç yüzyıldan geriye gidememesi ne de kişilerin mutlak bir çoğunluğunun geçmiş aile tarihlerinin detaylarını bilememesi karşısında gelecek kuşaklara bir şeyleri yazıp bırakma zorunluluğu doğuyor diye düşünmeye başladım. Balık hafızalı bir toplumda geçmişi bilmek donanımlı yapar insanı.

Özellikle Avrupa toplumlarında kişisel anıların yazılmasının yaygınlığı ve aile şecerelerini anlatan kitapların bolluğu sanırım toplumsal hafızayı destekleyen yönlerden biri olmalı ki, bu toplumlar bin ya da iki bin sene önceye giden aile soy kütüklerini bilebiliyorlar. Elbette ülkelerinin, Roma İmparatorluğu’dan kaynaklanan arşiv geleneğini devam ettirmelerinin büyük payı var. Ülkemizde, tarih kitaplarını okumayı sevdiğimden, bu yolla öğrenebildiğim, 15. Yüzyılın sonlarına kadar devlet arşivlerimiz ve bağımsız belgeler son derece yetersiz sebebiyle Osmanlı devletinin resmi tarihi dahi net bilgilere göre yazılamıyor. Hala Osmanlı devletinin kuruluş yılının 1299 mu yoksa 1302 mi olduğu tartışılmaya devam ediliyorken, Gaius Julius Caesar (Jül Sezar)’ın doğum ve ölüm tarihlerini MÖ 12 Temmuz 100 – MÖ 15 Mart 44 olarak net bir biçimde verebilen Avrupa’nın bu konudaki yetkinliğini kabul etmek gerekiyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, kurtuluş savaşının hemen ertesinde toplumumuzu, “muasır medeniyet seviyesine” çıkarma hedefini ortaya koyduğunda elbette varmak istediği hedef, yüzyıllar boyu tarih yazmış bir milleti, içinde bulunduğu zilletten kurtarmak, uygarlığın sürükleyicisi olan bir toplum mertebesine yükseltmekti. Bu nasıl olacak? Değişik yolları var. Yazın ve tarih de de dikkatli ve sabırlı olmak gerekiyor. Elbette çalakalem, tam bilmediği, belki biraz hatırladığı, ya da birinden sohbet esnasında duyduğu bilgilerle eserler ve kitaplar üretilmez. Araştırmak, araştırmak ve yine araştırmak, giderek gerçeğe ulaşma yoluyla toplumu bilgilendirici eserler üretmek ile mümkün olacak kültürel yapılanma. Belki konudan biraz sapma olacak ama olayın bu kültürel boyutunu vurgulamak için bir alıntı yapacağım izninizle;
Geçen yıl Basel’de kitapçılarda dolaşırken iki kitap buldum. Bu kitaplardan ikisi de Freud’un hayatındaki ayrıntılarla ilgiliydi. Freud’un baldızı Minna Bernays kocasından boşandıktan sonra ablasının evinde yaşamaya başlar. Freud’un biyografi yazarları baldızla bir aşkın yaşandığından neredeyse emin gibidirler ama bununla ilgili net bir kanıt da yoktur. Psikanalizle ilgilenen bir tarihçi, baldızıyla İsviçre ve Avusturya’da uzun tren yolculukları yapan Freud’un izini sürer ve bir şeyler bulur sonunda. Freud ve baldızının İsviçre’nin Engadin bölgesindeki bir dağ otelinde konakladığını öğrenir ve otelin kayıt defterlerini inceler. Düşünün, otelin 1800’li yılların sonundan itibaren kayıt defterleri korunmaktadır. Bu kayıt defterlerinde bir sayfada ‘Bay Freud ve karısı’ ibaresine rastlar ve içinde çift kişilik bir yatağın bulunduğu bir odada kaldıklarını öğrenir. 
Bu bilgiden yola çıkarak Freud’un o dönem yazdığı yazılar, üzerinde çalıştığı konular, eşiyle ilişkisi ve baldızıyla aşkı üzerinden onun ruh durumuyla ilgili bir kitap yazar. Bu kitabı yazdığı iki yıllık sürede ihtiyacı olan finansal kaynak bir vakıf tarafından karşılanır.
 
Diğer kitap Freud’un Viyana’daki yaşantısında çok özel bir döneme odaklanıyor. Freud her sabah saat sekizde seanslarına başlar. Dört seans yaptıktan sonra 12.00 – 14.00 arasında öğle arası verir. İlk saat ailesiyle yemek yer, ikinci saatte ise koltuğunun altında Wiener Zeitung bir kafeye oturur ve purosunu içerek günün haberlerini okur (1700’lü yıllardan beri yayınlanan günlük bir gazete). Bir araştırmacı Freud’un 2. Dünya Savaşı’ndan önce bu kafelerde otururken okuduğu haberleri gazete arşivinden bulur. Yine Freud’un o dönemdeki eserlerini de çantasına koyar ve o kafelerde kahve içerek Freud’un psikanalitik bir incelemesini yazmaya girişir. Bunun için de bir vakıftan yüklüce bir para alır ki bu dönemde nasıl yaşayacağını düşünmeden kendini kitabına adayabilsin. 
Bu kitapları okuduğumuzda elimize ne geçer? Somut hiçbir şey! Bin sayfalık psikiyatri tarihini okuduğumda elime ne geçer? Somut hiçbir şey! Ama ben bu kitapları okuduğumda okumadan önceki insan değilimdir artık.
” (Alper Hasanoğlu http://www.radikal.com.tr/yazarlar/alper-hasanoglu/uygarlik-ayrintida-gizli-1123641/)

Gelecekte iz bırakacak kitaplar böyle yazılıyor. İşte, bir şeyler yazarken şiarım bu olsun diye düşünüyorum. Bu satırlarla beraber kişisel geçmişimin tarihine başlarken kendime bazı satırbaşları koyacağım. Ama bazen dilimin ucuna gelen bir kelime veya cümle için belki daldan dala atlayıp bazı konulara da geçerim diye düşünüyorum. Yazacaklarım şimdiki düşünceme göre bir “aile tarihi” veya “aile romanı” olmayacak. Biraz kendimle sohbet, biraz geçmişi anmak olacak galiba. Yazılar zamanla birleşip bir araya gelir mi bilmiyorum doğrusu. Zaman zaman bloga koyacağım yazıların tarihsel yaşanmışlık sırası olmayacak. Hangi konuya yoğunlaşmışsam oradan sürdüreceğim. Hatta bazı yazılarımız izninize sığınarak, genişletip belki tekrar yazacağım. Bakalım süreç beni nereye götürecek.

Yazılarımın kendime göre özel nitelikleri olmakla birlikte blog izleyenlerimin benimle aynı duygulara sahip olmayacağını düşünerek yazılarımdan eş keyifler alacaklarını ummuyorum. Yalnız belki yazıda geçen bir konuda ilginç fikri veya anısı oların, kuşkusuz yazılarımın yetkinleşmesine büyük katkısı olacak. Umarım sabrınızı çok zorlamam.

(30.09.2016)

2 yorum:

  1. güzel bir başlangıç ilham verici bir içerik teşekkürler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yüreklendirici yorum için teşekkürler ve saygılar.

      Sil