Bu aralar diğer yazılar sebebiyle çok ihmal ettiğim önemli makaleler birikti. Güncelliklerinden kaybetmemeleri için özellikle Etrüskler ile ilgili çok önemli iki makaleyi 2 gün peşpeşe paylaşacağım.
Etrüsklerin
menşei, asıl adı ve dili hakkında Etrüskoloji bilginleri arasında fikir
ayrılıkları olduğu halde, bir noktada hepsi söz birliği halindirler. O da,
Etrüsklerin medeniyet tarihinde çok önemli bir mevkii olduğudur. Gerçekten,
bugün İtalyan müzelerini, Louvre Müzesini, British Museum’u dolduran Etrüsk
sanat eserleri, yüksek bir medeniyet seviyesini gösteren, inceliği,
mükemmelliği ile göz kamaştıran eserlerdir.
Bilindiği
gibi, Batı medeniyetinin temeli Yunan ve Roma medeniyetleridir. Roma medeniyeti
ise, bugünkü tarihî ve arkeolojik incelemelerin kesin olarak ispat ettiğine
göre pek çok unsurunu Etrüsklere borçludur. Misâl olarak bazı alanlardaki
Etrüsk tesirine işaret edelim:
1 –
Devlet Teşkilatı ve Hukuk:
Romalılar
siyasî ve idarî kuruluş şekillerinin çoğunu Etrüsklerden almışlardır. Meselâ,
önce bir Danışma müessesesi olup, daha sonra yasama
yetkileri kazanmış olan Yaşlılar Meclisi (Senato) Romalılara Etrüsklerden
geçmiştir. Roma Hukukundaki meşhur “İmperium” mefhumunu bile, Etrsükoloji
bilginlerine bakılırsa, Romalılar Etrüsklerden almışlardır. Eski Türklerdeki
“Kut” mefhumuna tekabül eden ve Devlet otoritesi, Yönetme yeteneği veya İcra
Kuvveti diye izah ve tarif edebileceğimiz bu mefhum, bilindiği gibi bugün her
Anayasanın temelidir. Romalılar sadece Devlet otoritesi fikrini değil, Devlet
otoritesinin sembol ve amblemlerini de Etrüsklerden almışlardır. Bu arada diğer
Lâtin dillerine de geçmiş, “taht” anlamındaki “trona” kelimesi bile Etrüskçedir.
2 –
Ordu Teşkilatı:
Romalılar
askerî müesseseleri de Etrüsklerden almışlardır. Esasen, Roma Ordusunun
kurulması ve düzenlenmesi Etrüsk Kralları devrinde olmuştur. Onbaşılık,
Yüzbaşılık, Binbaşılık müesseseleri Etrüsklerden Romalılara, Romalılardan da
diğer Batı milletlerine geçmiştir.
3 –
İnşaat ve Mimarlık:
Romalılar
sur, kale, mabet, köprü inşa etmeği Etrüsklerden öğrenmişlerdir. Etrüsklerin
dini, dünya işlerine ait bilgileri de içine alıyordu. Meselâ, bir köprü inşasına
ait sanat, usul ve teknik ancak rahiplerin bildiği birer sırdı. Onun için
rahiplerin bir ismi de Köprü-yapan idi. Romalılar bunu tercüme ederek,
“Pontifex” şeklinde kendi rahiplerine de unvan yapmışlar ve kelime Romalılardan
Hıristiyan Kilisesine geçmiştir. Bugün Papanın taşıdığı başlıca unvan Lâtince
olarak “Pontifex Maximus”, Fransızca olarak “Pontife Suprême” dir. Manası da
“Büyük Köprü Mimarı” dır
4 –
Yol İnşaatı:
Romalılardan
evvel Etrüsklerin İtalya yarımadasını yollara kavuşturduğu bugün ispat
edilmiştir. Bugün Roma çevresindeki meşhur yollardan biri olan Via Clodia
Etrüskler tarafından yapılmıştır.
5 –
Bataklıkları kurutma ve toprağı sulama tekniği:
Romalıların
bunları Etrüsklerden öğrendiklerini gösteren hikâye ve efsaneler mevcuttur.
6 –
Plâstik Sanatlar:
Bugün
Etrüskler bilhassa resim ve heykelcilik alanında meydana getirdikleri sanat
hazineleri ile tanınmaktadır. Roma kurulduktan sonraki ilk yıllarda Roma’yı,
Roma’nın meydanlarını, binalarını, mabetlerini hep Etrüsk sanatçıları
süslemişlerdir.
7 –
Kuyumculuk:
Romalılar
kuyumculuğa da Etrüsklerden öğrenmiş
ve daha sonra diğer Batı milletlerine
öğretmişlerdir. Avrupa’nın çeşitli müzelerinde bugün seyredilebilen Etrüsk
mücevherlerinin güzelliği ve inceliği insanı hayran ve şaşkın bırakmaktadır.
Meşhur Fransız Etrüskologlarından Raymond Bloch diyor ki: “Bunların eşi bugün
yapılamamaktadır… Bugünkü kuyumcular Etrüsklerin bu inceliği elde etmeği nasıl
başarabildiklerine akıl erdirememektedir.”
İTALYA’DA
ETRÜSKLERİN HAKİMİYETİ
Geçen
yüzyılın başında ekseri bilginler Etrüsklerin M.Ö. 8 inci asırda tarih
sahnesine çıktıklarına, kendilerinin o sırada birdenbire yoktan var olduklarına
inanıyorlardı. Bu sebeple, İtalya’nın Bologna şehrinin yakınındaki Villanova
kasabasında yapılan kazılarda Etrüsklerin medeniyet eserlerine pek
benzeyen, fakat M.Ö. 8 inci asırdan
daha öncesine ait eşya bulununca bilginler pek
şaşırdılar. Bulunan sanat eserlerini meydana getirenlere bir hüviyet ve isim
verilememesi yüzünden, kendileri için “Villanovian” adı münasip görüldü.
Bir
müddet sonra, daha da önceki devire ait eşya meydana çıkınca bunların sahibi
“Protovillanovien” oldu. Bu acayip adlı milletler hakkında pek çok yazılar
yazıldı, eserler yayınlandı.
Bugün
artık bilginlerin çoğu Villanovien’lerin de, Protovillanovien’lerin de,
Etrüsklerden başkası olmadığı kanaatindedir. Böylece, İtalya’da, Etrüsklerin
geçmişi M.Ö. Onuncu ve hattâ Onüçüncü yüzyıla kadar çıkmaktadır.
….
Meşhur
Romalı tarihçi Titus Livius Etrüsklerin siyasî kudreti hakkında şöyle der:
“Etrüsk devletinin kuvveti o kadar büyüktü ki, şan ve şöhreti Alp dağlarından
Messina boğazına kadar, kara ve denizleri sarmıştı”.
Ünlü
Romalı hatip Caton ise: “Bütün İtalya Etrüsklerin egemenliği altında idi” der.
….
Milâddan
önceki yedinci ve altıncı yüzyıllar Etrüsklerin deniz gücü bakımından da, en
kuvvetli oldukları devirdir. Bu devirde Etrüskler Akdeniz’in Batı kısmına
tamamen hâkimdir. Ancak müttefikleri Kartacalılara Sardenya’nın bazı
sahillerini işgal etmeğe müsaade etmektedirler. Korsika adası Etrüsk egemenliği
altındadır. Etrüsk resmî donanması kadar, Etrüsk korsanları da, Yunanlı
denizcileri dehşet içinde yaşatmaktadır. Bu duruma tepki gösteren Yunanlılar
(Foçalılar) Etrüskler tarafından M.Ö. 535 de, Aleria’da ağır bir yenilgiye
uğratılıyor.
Etrüsklerin
siyasetçe kudretli oldukları devirde, Kuzey, Orta ve Güney Etruria’yı teşkil
eden bölgelerin esaslı bir merkezî sisteme bağlı oldukları anlaşılıyor.
Başlangıçta, her birinin birer kabilenin yaşama alanı olduğu tahmin olunan bu
bölgeler, zamanla, Yunanistan’da olduğu gibi, birer site-devlet halini almış ve
bunun neticesinde Cerveteri, Vulci, Volsinii gibi gelişmiş şehirler meydana
gelmiştir.
“TEZ
VE DELİLLER” kısmında görüleceği gibi, bazı Etrüskologlara göre bu devirde Roma da, Etrüskler
tarafından kurulmuş bir Etrüsk şehri idi.
Efsane
der ki, Romulus M.Ö. 743 de Roma’yı kurduktan sonra, şehri iskân etmek için ırk
ve sınıf ayırımı yapmadan şehre vatandaş kabul edeceği ilân etmiş, fakat Roma
vatandaşlığına talip olanları da önce “asylum” (asul) adını verdiği bir sahada
karantinaya tabi tutulmuştur. Böylece şehre Etrüsk olmayan bir çok unsurlar
dolmuştur. Fakat anlaşıldığına göre Etrüskler, kendilerini kurucu ve soylu
sayarak ayrı mahallede oturmuşlardır. Çünkü imparatorluk devrinde bile, Roma’nın
göbeğinde Vicus Tuscus”, yani Etrüsk mahallesi diye bir bölge
mevcuttu.
….
Roma’nın
ilk kralı olan Romulus, genç yaşta, bir fırtına esnasında kaybolur. Efsaneye
göre göğe yükselip ilâhlaşır. Fakat bir
rivayete göre de, İhtiyarlar Meclisi
(Senato) üyelerinden bir grup kendisini öldürüp, cesedini yok etmiştir.
İnsanın ister istemez aklına gelen şudur ki, olay bir soy mücadelesi
neticesidir ve muhtemelen Lâtinlerin intikamı eseridir.
….
ETRÜSKLERİN
GÜNLÜK HAYATI
Etrüsklerde
aile bağları kuvvetli ve aile hayatı önemli idi. Bir çok Etrüsk mezarlarında
bulunmuş karı koca heykelleri ve bunlardaki yüz ifadeleri, eşler arasındaki
karşılıklı şefkati göstermesi bakımından, bunun delili sayılmaktadır.
Etrüsklerde aile hayatı aile dışında da devam ederdi. Çünkü Etrüsk kadını her
yere kocası ile birlikte gider ve onun meslekî meşguliyetleri dışında hayatına
iştirak ederdi. Kendilerinde harem selâmlık hayatı mevcut olduğu için,
Yunanlılarla Lâtinler buna pek şaşarlardı.
Etrüskler
spora ve sor gösterilerine pek düşkündü. Millî ve dinî bayramlarda, bütün
Etrüsk şehirlerinde at yarışları ve güreş gibi gösteriler düzenlenirdi. Bunun
dışında da, sık sık çeşitli spor yarışmaları tertip edilir ve bunlar, bugünkü
futbol maçları gibi, halkın büyük eğlencesini teşkil
ederdi. Romalılardaki “sirk”,
yeni her çeşit yarışma
merakının Etrüsklerden geldiğini ve hatta meşhur “gladiatör” oyununun
bile Etrüsklerden alınma olduğunu tarih bilginleri yazar.
Etrüskler
sahne oyunlarını da pek severlerdi. Romalı tarihçilerin kayıt ve ifadesine göre,
Etrüskler arasında trajedi yarları bile varmış. Lâtin dilindeki, tiyatro ile
ilgili hemen bütün kelimelerinin aslının Etrüskçe oluşu Romalıların tiyatro,
sanat ve tekniğini de Etrüsklerden almış bulunduğunu göstermektedir. Esasen,
Romalılar İmparatorluk devrinde bile, muayyen millî günlerde gösteriler tertip
etmek lâzım olduğu zamanlar, Etrüsk şehirlerinden tiyatro ve raks sanatçıları
getirirlerdi.
Etrüskler
maddî hayatı mühimsemekle beraber, mânevî hayata da büyük değer verirlerdi.
Başka deyimle, Etrüskler çok dindar idiler. İnsanlarla tanrılar arasında
aralıksız bir diyalog halinde sürüp giden mânevî ilişkilerin bulunduğuna
inanırlardı. Tanrılar bir takım işaretler ve olaylar şeklinde, insanlara
talimat ve mesajlar gönderiyorlardı. Bir ağacın dalının kırılması, bir kuşun
pencere kenarına konması, yağmurun şu veya bu şiddette gök gürlemesi
tanrılardan gelen birer haberdi. Bunların her biri tanrıların muayyen bir
arzusuna alâmet veya memnuniyet, hiddet gibi hislerine işaretti. Rüya tabir
eder gibi bunları tabir ve tefsir etmek rahiplerin başlıca vazifesi idi.
Etrüsk
rahipleri kuşların uçuşuna, şimşek çakmasına ve kurban edilen hayvanların
karaciğerine bakmak suretiyle de, tanrıların arzularını keşfederler, onların
gizli ve kutsal dilinin tercümanlığını yaparlardı.
Etrüsk
kadını tıpkı, ziyafetlerde, tribünlerde olduğu gibi, dinî törenlerde de, süsünü
kıyafetlerini ihmal etmeksizin, kocasının yanında yer alırdı.
Esasen
Etrüsk kadını da erkeği de, yiyip içmeği sevdikleri kadar, giyinip kuşanmayı
severlerdi. Kadının elbisesi iki parçadan ibaretti: ince kumaştan topuklara
kadar inen bol etekli entari, onun üzerine işlemeli veya desenli ağır kumaştan
bir nevi kaftan.
Chiusi
müzesinde gördüğüm kadın heykellerine bakılırsa, genç kız ve kadınların,
saçlarını, Türkmen kızları gibi, incecik örgüler halinde omuzlarına bıraktıkları
anlaşılıyor.
Erkekler
de, Yunan modasının tesirinden önceki devirde, eski Türkler gibi uzun saç
bırakırlardı. Bu uzun saç üzerine, yine eski Türkler gibi tepesi sivri bir
başlık (“tutul” (us) ), yani bir nevi külâh giyerlerdi. Erkeklerin elbisesi
“taban-nus” idi. Sonraları Romalıların “toga” dedikleri bir cübbe ile
vücutlarını sarmağa başlamışlardır.
Gerek
erkekler, gerek kadınlar burnu sivri ve kalkık bir çeşit papuç giyerlerdi ki,
süslü olduğu kadar da sağlamdı. Bu “Etrüsk papucu” dünyada meşhurdu ve bugünkü
İtalya, nasıl Fransa’ya, İngiltere’ye ayakkabı ihraç ediyorsa, o zamanki
Etruria da Yunanistan, Fenike gibi ülkelere, başka mallar meyanında, gemiler
dolusu pabuç satardı.
Süsüne
düşkün olan Etrüsk kadını mücevhere de değer verirdi: Törenlere, ziyafetlere
gittiği zaman, kolye, küpe, iğne, yüzük, bilezik gibi çeşitli mücevherler
takmayı severdi.
Böylece,
sağlam bir ekonomiye dayanan kuvvetli bir devlet kurmuş olan Etrüskler, refah
ve bolluk içinde yaşayıp gidiyor, her
şeyi kendilerinden öğrenmiş, her şeyi
kendilerinden almış olan Lâtinlerin ruhuna gizli aşağılık kompleksinin Etrüsk
milleti için ne büyük tehlike teşkil ettiğini akıllarına getirmiyorlardı
ETRÜSKLERİN
ROMALILAR TARAFINDAN YOK EDİLİŞİ
Romanın
Etrüsk idaresinden çıkması Etrüsk sitelerinde endişe yarattı. Durumu gören
Chiusi Kralı Porsenna, tahtından kovulan Roma kralını yeniden tahtına oturtmak
için askerî teşebbüse girişti. Fakat bir aralık Roma’yı zaptetmeğe bile
muvaffak olmasına rağmen, teşebbüsü sonuçlanamadı. Bir müddet sonra da, oğlu
Lâtin Siteleri Birliğinin ordusuna yenilince, Roma Lâtinlerin eline geçti.
Romalılar
bu zaferlerden büyük cesaret aldılar ve sıra ile diğer Etrüsk şehirlerini de
zaptetmeyi tasarladılar.
Yukarıda
işaret edildiği üzere, Romalılar her şeyi Etrüsklerden öğrenmiş,
medeniyetlerini Etrüsklerden almış olduklarından, onlara karşı kuvvetli bir
aşağılık duygusunun tesiri altında idiler. Bunun neticesi olarak, Romalılar
Etrüsklere karşı düşmanlık ve kin besliyorlardı. Her Romalı Etrüskleri yenmek,
ezmek Etrüsk olan her şeyi tahrip etmek arzusu ile yanıp tutuşuyordu. Dört asır
süren Etrüsk – Roma mücadelesi sırasında bu dinmez kinin vahşi ve korkunç
tezahürlerine defalarca şahit olunmaktadır.
Romalılar
kentlerine pek yakın olan Veies şehrini kuşatmakla işe başladılar. On sene
süren kuşatmanın sonunda bir hile ile girdikleri şehirde misli görülmemiş
katliâm yaptılar. Kendi milletini daima şirin göstererek yazan Titus Livius
bile, ilk yirmi dört saatin her dakikasının adam öldürme ile geçtiğini
kaydeder.
Muzaffer
Romalılar, sanat ve medeniyet seviyesini, zenginlik ve refahını öteden beri
kıskandıkları Veies’nin mabetlerini, meydanlarını, parklarını ve bahçelerini
süsleyen üç bin (!) heykeli Roma’ya taşımayı da ihmal etmediler.
….
Bundan
sonra Etrüskler için çöküş devri başlar. Bir yandan Yunanlılar Etrüsklerin
kuzeydeki Adria, Spina gibi limanlarını zaptederler, bir yandan da Romalılar,
Etrüsk tesanüdünü diplomasi ile yıkmağı başararak, sıra ile Cerveteri (M.Ö.
351), Tarquinia (300), Volterra (295), Volsinies (283), Vulci (273) şehirlerini
ele geçirirler. Bu şehirlerin hepsinde merhametsizce katliam yapılır,
katliamdan kurtulan ahali de esir olarak satılır
….
Burada
şunu kaydetmek lâzımdır ki, Etrüsklerin Romalılar
tarafından yok edilişi dünya tarihindeki ilk metodik ve sistemli
“jenosid” hareketidir. Bu “ulus öldürme” hareketi kendini sadece maddî sahada
değil, mânevî sahada da göstermiştir. Bizzat bir İtalyan yazarı şu itirafta bulunur:
“Romalılar
Etrüskleri yok etmekle kalmayıp, medeniyetlerinin en ufak izini bile ortadan
kaldırmak için ellerinden geleni yapmışlardır.”
….
Romalılar
Etrüskler tarafından yazılmış tarih kitaplarını yok etmekle kalmamış, kendi
yazdıklarında da tarihi tahrif etmekten, gerçekleri gizlemek ve olmayan şeyleri
uydurmaktan çekinmemişlerdir. Bugünkü tarafsız Etrüskologlar Romalı
tarihçilerin şovenlik ve Romalılık gururu ile tarihî
gerçekleri tahrif ettiklerini ve meselâ
Titus-Livius gibi bir tarihçinin dediklerini ihtiyatla
karşılamak gerektiğini yazarlar.
Romalılar
Etrüsk milletini yok edip manen ve maddeten gömdüklerini zannederken, kendilerine
en büyük oyunu oynayan Etrüsk mezarları olmuştur.
ETRÜSK
MEDENİYETİNİN YENİDEN ORTAYA ÇIKARILIŞI
Etrüsklerin
mezarları eski Mısırlılarınki ve eski Türklerinki gibi, ölü ile birlikte, onun
hayatta iken sahip olduğu eşyanın da gömüldüğü bir yerdi. Onun için, bilhassa
varlıklı sınıfa mensup Etrüsklerin mezarı, bu eşyanın sergilenmesine müsait bir
veya birkaç odadan ibaret olurdu. Duvarlarının resimlerle süslendiği bu oda
veya odalarda, ölü erkek ise, silâhla ve hazinesi, kadın ise mücevherleri ve
diğer süs eşyası en mutena yere yerleştirilirdi. Ölünün kalkıp dolaşacağı
farzedildiğinden, odalar döşenir, şuraya buraya masa ve sandalyeler ve
tabaklar, bardaklar içine yiyecek içecek konurdu.
İşte
bu sebepledir ki, Etrüsk mezarları Etrüsklerin günlük hayatını, yani medeniyet
ve sanatını asırlar boyunca olduğu gibi muhafaza etmiş ve 19 uncu asırda ilim
dünyası tarafından keşfedilmesine imkân vermiştir.
….
Pelasg
adlı kavim hakkında eski Yunan tarihçilerinin eserlerinde mevcut bilgiler şöyle
özetlenebilir:
1)
Pelasglar kuzeyden gelmiş bir kavimdir: Bu kendilerinin ya Yunanistan’ın, ya da
Karadeniz’in
kuzeyinden geldikleri manasına gelir.
2) Bu
kavim durmadan yer değiştirirdi, yani göçebe idi.
3)
Pelasglar oturdukları bölgelerin veya kendilerini yöneten başbuğun adına göre
kolayca ad değiştirirlerdi.
4)
Pelasglar inşaatçı ve imarcı bir millet idiler. Atina’ya hâkim bulundukları
sırada, orada öyle bir duvar meydana getirmişlerdi ki, bunun bir parçası
asırlara meydan okumuştur.
5)
Nihayet, Pelasgların komşu milletler açısından pek hoş olmayan bir âdetleri
vardı: o da kız kaçırma şeklinde başka milletlerin kadınları ile evlenmeleri
idi.
6)
Yukarıdaki beş noktaya Yunanlı tarihçiler
tarafından işaret edilmeyen, fakat Lemnos yazıtlarının
teyit ettiği ve bilginlerce Etrüsk lisanı ile Pelasg lisanının birbirine
benzetilmesinden çıkarabileceğimiz şu noktayı da ilâve edebiliriz: Pelasglar
Hint – Avrupa olmayan, agglutinatif ve ses uyumuna tabi bir dil konuşurlardı.
PELASGLAR
KİMDİ?
Pelasgların,
yani Etrüsklerin bugünkü hangi ırka tekabül ettiklerini tespit etmek için,
yukarıda sayılan özelliklerin hangi ırkta bulunduğunu araştırmak gerekir. Bahis
konusu ırk veya kavim hangisidir?
İşte
babamın teorisi burada yerini bulmaktadır. Sadri Maksudî’ye göre, Etrüskler o
millettendir ki, İsa’dan 1400 yıl önce Çin tarihlerinde adı geçmektedir.
Bu milletin askerî kuvveti bir çok Roma İmparatoru’nun uykusunu kaçırmış,
yüksek medeniyet seviyesi Bizans Elçisi Zemarkosun ve Saint – Louis’in adamı
Rubruk’un gözlerini kamaştırmıştır. İtalyanın seyyahı Marko Polo Çin’e geldiği
zaman, Çini idare eden o milleti, o milleti ki tarihinin muayyen bir devrinde
Akdeniz’e “bizim deniz” diyebilmiştir. Ondördüncü Lui gibi bir hükümdar o
milletin Padişahına “Büyük Efendimiz” diye hitap etmiştir, o millet ki, Mısır’ı
fethedip uzun zaman idare etmiş ve orada Napolyon gibi bir kumandanı yenilgiye
uğratmıştır. Ayni millet asırlarca Hindistan’ı idare etmiş ve orada Tac – Mahal
gibi nefis mimarî eserleri bırakmış, Isfahan’da, Şam’da, Lahor’da, bugün turistlerin
hayranlıkla setrettikleri medeniyet hazinelerini meydana getirmiştir. Bu millet
tarihte bir kere değil, dört kere, beş kere Romalılarınki kadar büyük İmparatorluklar kurmuş, bir kere değil, birkaç kere bugün kalıntılarıyla Orta
Asya’da kazı yapan arkeologların ağzını açık bırakan medeniyetler yaratmıştır.
Başka tabirle, babam Sadri Maksudî’ye göre, Pelasglar, yani Etrüskler Türk
ırkına mensup bir kavimdi.
Bu
kanaat, zannedilebileceği gibi, şovenlikten doğan ve hissî neviden olan bir
kanaat değildir, Pelasglar = Etrüsk denkleminde
kaynağını bulan ve mantıkî bir muhakemeye dayanan
ilmî bir görüştür.
Pelasgların
özelik ve niteliklerine tekrar göz atacak olursak, onların hangi etnik gruba
dahil olduklarını tesbit sırasında ele alabileceğimiz ırk ve kavimler
mahduttur. Çünkü seçeceğimiz kavmin dili hem agglutinatif, hem de ses uyumu
kanununa tabi olmalıdır: Macarlar, Finler, Moğollar ve Türkler. Fakat
Pelasgların yukarıda işaret edilen altı özelliğini hatırlayacak olursak, ancak
Türk ırkının gereken şartlara uygun olduğu meydana çıkar.
Esasen,
Pelasgların türkçe konuştuklarına dair, biricik olmakla beraber, mükemmel bir
delile sahip bulunmaktayız. Gerçekten Lâtin bilginlerinden Varron’a göre
“TEPAE” kelimesi pelasgca bir kelime idi ve küçük dağ manasına gelirdi.
Burada
şunu açıklamalıyız ki, Pelasg kavminin hususiyetleriyle Türk milletinin
hususiyetleri aynidir, dediğimiz zaman Türk milleti tabiri zaman ve mekân
içinde en geniş manasında, yani tarihinin bütün safhalarını ve bugün mevcut
bütün Türk zümrelerini kapsayacak şekilde anlamak lâzımdır.
Açıklamakta
olduğum nazariyenin bugün kabul edilmiş fikirleri alt üst eder nitelikte
olduğunun farkındayım. Onun için, bu nazariyenin analojik metodla bir
kontrolünü yapmanın, yani Etrüsk kavminin karakteristik vasıfları ile Türk
milletinin özellikleri arasında bir paralel çizmenin faydalı olabileceğini
düşünmekteyim.
Etrüsklere
dair herhangi bir kitapta bu kavmin savaşçı, cesur ve binicilikte usta bir
kavim olduğuna, 12 siteden kurulu siyasî birlikler teşkil ettiklerine, senelik
siyasî ve dinî kurultayları bulunduğuna, çalgı ve oyuna düşkün olduklarına,
hayvan motiflerinden ilham alan sanatları ve ölülere ibadetle fala dayanan
dinleri bulunduğuna işaret edildiği görülür.
Türklere
gelince askerî kabiliyetlerinin, savaştaki
cesaretlerinin isabet edilmeğe muhtaç olmadığını
zannediyorum. Ayni şekilde, binicilikte ustalıkları dünyaca bilinmektedir.
Esasen hemen bütün Alman ve Macar
etnologları ata binme âdetini dünyaya Türklerin
yaydığı konusunda sözbirliği etmektedirler. Türklerin inşatçı bir millet
olduğunu hatırlamak için İstanbul ufuklarının zarafetini seyretmek ve
Ayasofya’ya ilâve ettikleri güzellikleri göz önüne getirmek kâfidir.
Demirciliğe
gelince, ileride bahis konusu edeceğimiz kazılar, Orta Asya Türklerinin bronz
çağında bile çok usta maden işleyicisi olmuş olduğunu isbat etmiştir. Meşhur
bir Türk efsanesine göre, Türkler, tarihlerinin belirli bir devresinde,
Ergenekon adlı bir vadide mahsur kalmışlar ve oradan, dağı eritmeği başaran
demircileri sayesinde kurtulmuşlardır.
ADİLE
AYDA
Günün
birinde Orta Asya’daki kazıların neticeleri ırkçı peşin hükümlerin ve politik
mülahazaların tesirinde olmayan bilginler tarafından daha objektif ve daha
tarafsız bir şekilde incelenir, bilginler arasında Orta Asya’nın sanatı ile
Etrüsklerin sanatı arasındaki şaşılacak benzerliğin farkına varılır ve Etrüsk
dilinin tetkikini Romanist veya Germanist bilginler değil, Türkologlar ele
alırsa, o zaman ister istemez, Roma Arkeoloji Enstitüsü’ndeki konferansımda
ileri sürdüğüm ve büyük küçük eserle geniş okuyucu kitlesine tanıtmaya
çalıştığım teori kabul edilecektir.
Adile
Ayda kimdir?
(1912-1992)
Kazanlı
ilim ve siyaset adamı Sadri Maksudi Arsal’ın kızıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin
ilk kadın diplomatıdır
NOT:
Sayın Adile Aydın’ın bu değerli eserini kitaptan okumak gerekir. Hazırladığımız
özet, sadece ön bilgi verme amaçlıdır.
HAZIRLAYAN:
Yılmaz Karahan