29 Temmuz 2011 Cuma

TATİL + TATİL

* Eski yazlığın 5-6 günlük gözden geçirme bakım ve tadilinden sonra birkaç gün için Ankara'dayım.
* Haftasonu üç haftalık Didim dinlencesi başlıyor, ayın 25'inden sonra da Moskova-St Petersburg Volga gezisi derken eve ve klavye başına geçiş Eylül'ün ilk haftasını bulacak...
* Şu anda okunmuş ve tanıtımı bekleyen 4 kitabım oldu bile ancak tatil dönüşüne kadar bunu 14 yapma hedefindeyim. Bu arada gezilerle de blog seyahat stoklarımı yapma amacındayım.
* Uzun bir yaz dönemi ve içi içe geçecek tatiller sebebiyle blog bir süre öksüz kalacak...
Tüm dostlarıma, sevdikleriyle birarada mutlu günler ve tatiller dileklerimle...

21 Temmuz 2011 Perşembe

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

KİTABIN ADI:  Öfkelenin (indignez-vous)

KİTABIN YAZARI : Stephane Hessel
KİTABIN ÇEVİRMENİ : İsmail Yerguz
KİTABIN YAYINEVİ : Cumhuriyet Kitapları
KİTABIN BASKI YILI : 2011
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 54 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM:
Bu kitap, halen 94 yaşındaki bir özgürlük savaşçısının 21. yüzyıl başındaki bir manifestosu.
2. Dünya Savaşı’nda Fransız direniş örgütünün elemanlarından olan Hessel Nazi toplama kamplarında ölümden son anda kurtulmuş, yeni Fransa’nın inşasında emekleri olan yılmaz bir barış savaşçısı.
Tüm yaşamı boyunca sosyalist olmakla övünen Hessel bu küçük bildirgesiyle barış, demokrasi söylemlerinde geri kalmamayı ancak mücadeleyi barışçı yollardan sürdürmeyi öneriyor. Yahudi kökenli Hessel, Filistin’in özgürlük mücadelesindeki en büyük destekçilerinden…
Bu küçük broşür şimdiden pek çok dünya diline çevrilmiş ve milyonlarca satmış durumda. 2011 Nobel Barış ödülü adayı bu mücadele önderinin yılların içinden gelmiş saf tecrübe kokan sözleri kanımca tüm aydınlar ve barış savaşçıları için altın değerinde…


Stéphane Frédéric Hessel (born 20 October 1917) is a diplomat, ambassador, concentration camp survivor, former French Resistance fighter and BCRA agent. Born German, he became a naturalised French citizen in 1939. He participated in the drafting of the Universal Declaration of Human Rights of 1948.
Early years
Hessel was born in Berlin to Helen Grund and the German-Jewish writer Franz Hessel, who inspired the characters of Jules and Kathe in Henri-Pierre Roche's novel Jules and Jim, called Catherine in the subsequent film adaptation by François Truffaut. He emigrated to Paris with his parents in 1924. Having received his baccalauréat (graduated A-level)[citation needed] when 15 years old, he was admitted in 1937 to the École Normale Superieure. He became a naturalized a French citizen in 1939, before being mobilized later that year into the French army in Saint-Maixent-l'Ecole.

Refusing to adhere to the Vichy government of Marshal Pétain, Hessel fled to London and joined General Charles de Gaulle's group of Resistance fighters in 1941, returning to France, to organize Resistance communication networks in advance of the 1944 Allied invasion of France.He was captured by the Gestapo and later deported to the Buchenwald and Dora concentration camps, where he was tortured by waterboarding. Hessel, Forest Yeo-Thomas and Harry Peulevé escaped execution at Buchenwald through the help of Eugen Kogon, who exchanged their identities with three prisoners who had died of typhus. Hessel tried unsuccessfully to escape from Dora, but was able to avoid being hanged in reprisal. He later escaped during a transfer to Bergen-Belsen concentration camp, and went to Hannover, where he met the advancing troops of the United States Army.
Human rights advocate, diplomatAfter the war, Hessel was involved with Eleanor Roosevelt in drafting the Universal Declaration of Human Rights in 1948. In 1962, he created the Association for Training in Africa and Madagascar (AFTAM) and became its first president. In August 1982, Hessel was appointed for three years to the Haute Autorité de la communication audiovisuelle, the French regulatory agency for audio-visual communication. Hessel continues to hold a diplomatic passport, having been named an "ambassador for life".
He is a member of the French division of the International Decade for the Promotion of a Culture of Peace and Non-Violence for the Children of the World and is a founding member of the Collegium International and served as vice president. He was a member of the Commission nationale consultative des droits de l'homme and the Haut Conseil de la coopération internationale.
In 2003, along with other former Resistance fighters, he signed the petition "For a Treaty of a Social Europe" and in August 2006, he was a signatory to an appeal against the Israeli air-strikes in Lebanon. The appeal, made by the French member organization of European Jews for a Just Peace, was published in Libération and other French newspapers.
In 2004, he was awarded the North-South Prize by the Council of Europe. That same year, he participated in the commemoration of the 60th anniversary of the National Council of Resistance of 15 March 1944, which urged the younger generations to live by and pass on the legacy of the Resistance and its ideals of economic, social and cultural democracy.
On 14 July 2006, Hessel was made Grand Officier de la Légion d'honneur, having already been given the Grand Cross of the Order of Merit in 1999.
Hessel called for the French government to make funds available to provide housing for the homeless and denounced the French government's failure to comply with Article 25 of the Universal Declaration of Human Rights at the Place de la Republique on 21 February 2008.
On the 60th anniversary of the Universal Declaration of Human Rights, 10 December 2008, Hessel received the UNESCO/Bilbao Prize for the Promotion of a Culture of Human Rights.. Hessel also received the United Nations Association of Spain Peace Prize Award 2008.
On 5 January 2009, Hessel criticized the Israeli military attacks in the Gaza strip, saying "In fact, the word that applies—that should be applied—is 'war crime' and even 'crime against humanity'. But this word must be used carefully, especially when one is in Geneva, the seat of the High Commissioner for Human Rights, who may have an important opinion on that issue. For my part, having visited Gaza, having seen the refugee camps with thousands of children, the manner in which they are bombed appears as a veritable crime against humanity."
Time for Outrage!
In October 2010, his essay, Time for Outrage! (original French title: Indignez-vous!), was published in an edition of 6,000 copies. It has sold nearly 1.5 million copies in France and has been translated into Basque, Catalan, Italian, German. Greek, Portuguese, Slovenian, Spanish and Croatian. Translations into Korean, Japanese, Hungarian, Swedish and other languages are planned. In the United States, The Nation magazine's March 7–14, 2011 issue published the entire essay in English.
Hessel's booklet argues that the French need to again become outraged, as were those who participated in the Resistance during World War II. Hessel's reasons for personal outrage include the growing gap between the very rich and the very poor, France's treatment of its illegal immigrants, the need to re-establish a free press, the need to protect the environment, importance of protecting the French welfare system, and the plight of Palestinians, recommending that people read the September 2009 Goldstone Report. He calls for peaceful and non-violent insurrection.
Publications
Danse avec le siècle, autobiography. Editors Seuil (1997) (French), 312pages ISBN : 978-2-02-023556-3.
Ô ma mémoire, la poésie, ma nécessité, poems. Seuil (2006, republished 2010) (French)
Citoyen du monde, conversations with Jean-Michel Helvig. Fayard (2008) (French)
Indignez-vous! essay. Indigène, Montpellier (October 21, 2010) 32 pages, ISBN 978-2911939761 (French)
Impegnatevi, Salani Editore, Italy, 2011 (Italian)

(Kaynak. Wikipedia)

20 Temmuz 2011 Çarşamba

JOHNS HOPKİNS HASTANESİ'NDEN KANSER AÇIKLAMASI

Kanser üzerine yayın çok olmakla birlikte, önemli ve araştırmacı bir hastaneden yapılan aşağıdaki açıklamaya önem verelim:
 1) Herkesin vücudunda kanser hücreleri vardır. Bu kanser hücreleri birkaç milyara kadar çoğalmadıkça standart testlerde görülmezler. Doktorlar kanser hastalarına tedaviden sonra vücutlarında artık kanser hücresi kalmadığını söyledikleri zaman, bu yalnızca kanser hücrelerinin testlerle saptanamayacak düzeyde olduğu anlamına gelir.

2) Bir kişinin hayatı boyunca 6 ile 10 kez kanser hücreleri oluşabilir.
3) Kişinin bağışıklık sistemi güçlü olduğu zaman kanser hücreleri yok edilir ve çoğalarak tümör oluşturmalarına engel olunur.
4) Bir kişide kanser olması, o kişide çoklu beslenme eksikliği olduğuna işaret eder. Bunlar genetik, çevresel, beslenme ve yaşam tarzı faktörlerine bağlı olabilir.
5) Çoklu beslenme eksiklini yenebilmek için diyeti değiştirmek ve ek takviye almak bağışıklık sistemini güçlendirir.
6) Kemoterapi hem hızlı çoğalan kanser hücrelerini, hem de kemik iliğinde, sindirim sisteminde v.s.'deki hızlı büyüy! en sağlıklı hücreleri yok eder ve karaciğer, böbrekler, kalp, akciğerl er v.s.'de organ tahribatına yol açar.
7) Radyasyon kanser hücrelerini yok ederken; sağlıklı hücre, doku ve organları da yakar, yaralar ve zarar verir.


8) Kemoterapi ve radyasyon başlangıçta tümörün küçülmesine yol açar. Kemoterapi ve radyasyon tedavisinin uzaması tümörün daha fazla yok olmasına yol açmaz.

9) Kemoterapi ve radyasyondan dolayı vücut çok fazla toksin yüklenmesine maruz kalınca, bağışıklık sistemi ya tehlikeye düşer, ya da yıkılır; dolayısıyla kişi çeşitli enfeksiyonlara ve komplikasyonlara yenik düşer.
10) Kemoterapi ve radyasyon kanser hücrelerinde mutasyona neden olabilir ve dirençlerinin artarak yok edilmelerini zorlaştırabilir. Cerrahi işlem de kanser hücrelerinin başka taraflara atlamasına neden olabilir.
11) Kanser hücreleri ile savaşmakta etkili bir yöntem ise onları çoğalmak için ihtiyaçları olan gıdalardan yoksun ve aç bırakmaktır.


KANSER HÜCRELERİ AŞAĞIDAKİLERLE BESLENİRLER:

a- Şeker kanser besleyicidir. Şekeri kesilerek kanser hücrelerinin önemli bir gıdası kesilmiş olur. NutraSweet, Equal, Spoonful v.s. gibi tatlandırıcılar zararlı olan Aspartam ile yapılırlar. Daha iyi bir tatlandırıcı Manuka balı veya molastır, ama az miktarda alınmalıdırlar. Sofra tuzunda beyazlatıcı olarak kimyasallar bulunmaktadır. Daha iyi bir seçenek Bragg'in aminosu veya deniz tuzudur.
b- Süt vücudun, özellikle sindirim sisteminde, mukus üretmesine neden olur. Kanser mukusla beslenir. Süt yerine tatlandırılmamış soya sütü tüketilerek kanser hücreleri aç bırakılabilir.
c- Kanser hücreleri asit ortamda gelişirler. Et temelli diyet asittir ve sığır eti veya domuz eti yerine bol balık ve az tavuk eti yemek en iyisidir.! Ette, özellikle kanserli kişilere zararı olan, canlı hayvan antibiyotikleri, büyüme hormonları ve parazitleri bulunur.
d- %80 taze sebze ve meyve suyu, kepekli tahıllar, tohumlar, nohutgiller ve biraz meyveden oluşan bir diyet vücudu bazik (alkali) ortamda tutar. %20 de fasulye içeren pişmiş gıdalardan oluşabilir. Taze sebze suları kolayca emilip 15 dakika içinde hücre düzeyine ulaşabilen ve sağlıklı hücreleri besleyen ve çoğalmalarını hızlandıran canlı enzimler içerirler. Sağlıklı hücre üretimi için gerekli olan canlı enzimlerin sağlanması amacıyla, taze sebze (sebzelerin çoğunluğu ve fasulye filizi) yiyin veya suyunu için ve günde 2-3 kez çiğ sebze yiyin. Enzimler 40o C'de yok olurlar.
e- Yüksek kafein içerikli kahve, çay ve çikolatadan uz ak durun. Yeşil çay daha iyi bir seçenektir ve kanserle savaşan özellikleri vardır. Bilinen toksinler ve ağır metaller içeren musluk suyu yerine arıtılmış veya filtrelenmiş su içiniz. Damıtılmış su asittir, kaçınılmalıdır.

12) Et proteininin sindirimi zordur ve çok sindirim enzimi ister. Bağırsaklarda duran sindirilmemiş et çürür ve daha çok toksin birikimine neden olur.
13) Kanser hücrelerinin duvarları sert protein ile kaplıdır. Et yemekten kaçınarak veya azaltarak, kanser hücrelerinin protein duvarlarına saldıran enzimler daha çok açığa çıkar ve vücudun öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmelerini sağlar.
14) Bazı destek maddeleri (IP6, Flor-ssence, Essiac, anti-oksidanlar, vitaminler, mineraller, EFA'lar v.s..) bağışıklık sistemini güçlendirerek, vücudun kendi öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmesine yardımcı olur. E vitamini gibi diğer destek maddelerinin de, vücudun hasarlı, istenmeyen veya ihtiyaç olmayan hücrelerin atılmasının normal yolu olan, apoptoziz veya programlanmış hücre ölümüne yardımcı olduğu bilinmektedir.
15) Kanser zihinsel, bedeni ve ruhsal bir hastalıktır. Öngörülü ve olumlu bir ruh kanser savaşçısını muzaffer yapar . Öfke, affetmezlik ve acı bedeni stresli ve asitli bir ! ortama sokar. Seven ve affeden bir ruha sahip olmayı öğrenin. Sakin olmayı ve hayatın tadını çıkarmayı öğrenin.
16) Kanser hücreleri oksijenli ortamda gelişemezler. Günlük egzersizler ve derin nefes alma hücre düzeyine kadar daha fazla oksijen alınmasına yardımcı olur. Oksijen terapisi kanser hücrelerini yok etmek için diğer bir yöntemdir.


KANSER GÜNCELLEMESİ

1) Mikrodalga fırına plastik kap koymayınız.
2) Dondurucuya su şişesi koymayınız.
3) Mikro dalga fırınına plastik ambalaj koymayınız.
(John Hopkins Hastanesi bunu yakın bir zamanda bülteninde yayınlamıştır. Bu bilgi Walter Reed Ordu Tıp Merkezi tarafından da yayınlanmaktadır. Dioksin kimyasalları kansere, özellikle de göğüs kanserine, neden olmaktadır. Dioksinler vücudumuzun hücreleri için son derece zehirlidir. Plastik şişelerdeki suyu dondurmayınız, çünkü bu pla! stiğin içindeki dioksinin salınmasına neden olur.
Castle Hastanesi Sağlıklılık Programı Yöneticisi Dr. Edward Fujimoto bu sağlık tehdidini anlatmak için yakınlarda bir televizyon programına çıktı. Dioksinleri ve bizim için ne kadar kötü olduklarını anlattı. Plastik kaplar içindeki yiyeceklerimizi mikrodalgaya koyarak ısıtma ve pişirmenin ne kadar vahim sonuçlara sebebiyet verdiğini anlattı.)

(Kaynak: Erden Özdil)

18 Temmuz 2011 Pazartesi

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3

KİTABIN ADI : Kalpazan

KİTABIN YAZARI : Ergün Poyraz
KİTABIN ÇEVİRMENİ:  -
KİTABIN YAYINEVİ : Bilgi Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI : 2011
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 469 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 9/10

YORUM:
Ergün Poyraz’ın Silivri tutsaklığı tam bugünlerde 4 senesini dolduruyor. Dile kolay tam dört senedir kafese kapatılmış bir yaşama zorlanıyor. Bir yazarın ne gibi bir terörist olabileceğini düşünemiyorum. Görüşleri ne olursa olsun muhalif seslere kulağını kapatan bir sisteme demokrasi denemez. Demokrasi çoğunluğun iktidarıdır ama çoğunluğun diktası olmamalıdır.
Ergün Poyraz, esaretine inat yazmaya ve bildiği gerçekleri haykırmaya devam ediyor. Bugünkü ortamda hiçbir tv’de ya da basın organında yer alamayacak gerçekleri birbiri ardına sıralamaya devam ediyor. Okudukça bu kadarı da olmaz dedirtecek neler var neler…
Başlayınca elinizden bırakamayacağınız süreklilikteki olaylar sizi de etkileyecek.
Bu sesin susmaması için almanız, okumanız ve okutmanız gerekiyor. Bu sesi ve bu yüreği yalnız bırakmayın…


Ergün Poyraz, (d. 31 Ocak 1963, İstanbul), siyasi partiler ve tarikatların yapılanmaları ve aralarındaki bağlantıları inceleyen araştırmacı yazar.

Yaşamı
1983 yılında Yıldız Üniversitesi İnşaat Bölümü'ne başladı. İkinci sınıfta okuldan ayrılarak evlendi, 1988 yılında eşinden ayrıldı. Bir süre Aydın'da hayvancılık yapmış, 1993-1994 yıllarında ise Bilecik'te bir inşaat şirketinde idari sorumlu olarak çalışmıştır. 32 yaşında askere gitmiş askerlikten sonra Aydın´a ailesinin yanına dönerek yazarlığa başlamıştır.
Refah'ın Gerçek Yüzü isimli kitabı 1998 yılında 28 Şubat sürecinde Vural Savaş tarafından açılan Refah Partisi'nin kapatılma davasında delil olarak kullanıldı. Fethullah Gülen ile ilgili yazdığı kitaplar Fethullah Gülen hakkında açılan ve Gülen'in beraat ettiği davada delil olarak kullanıldı ve bu davada tanıklık yaptı.
Adalet ve Kalkınma Partisi, ideolojisi, parti kurucuları ve ileri gelenleri hakkında yazdığı Takunyalı Führer, Hilafet Ordusundan Arap Kürt Partisine, Patlak Ampul, Musa'nın Gül'ü, Musa'nın Çocukları, Musa'nın Mücahiti, Musa'nın AKP'si, AKPapa'nın Temel İçgüdüsü gibi muhalif kitapları ile tanındı. Bu kitaplar nedeniyle bazı çevrelerce antisemit olmakla suçlanmaktadır.
Misyonerler Arasında Altı Ay: Dünden Bugüne Hıristiyanlık ve Yahudiliğin Analizi isimli kitabında dinlere basın yoluyla hakaret ettiği iddiasıyla Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Mahkeme Poyraz'ın beraatine karar verdi. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, yaptığı inceleme sonucunda beraat kararının bozulmasına hükmetti. Yargıtay 4. Ceza Dairesi kitapta yer alan İsa Peygamber, Hıristiyanlık ve Musevilik ile ilgili aşağıdaki ifadeleri beraat kararını bozma gerekçesi olarak belirtti:
"Hıristiyanlar tecavüz ettikleri annenin bebeğini öldürüp, kıyma yapıp aynı anneye yediriyorlardı... Yalancı İsa... Hıristiyanların kutsal kitaplarının hangi sayfasını açarsanız açın karşınıza İsa'nın yalanı, yalanları çıkıyor... Vallahi Dallas bile Mukaddes Kitap'tan çok daha masundu... Hıristiyanların ve Yahudilerin kutsal kitaplarının hangi sayfasını açarsanız açın bir başka anlamsızlık, bir başka melanet fışkırıyor... O kutsal kitap fahişeliği ve zinayı teşvik ediyor... Kutsal kitap denilen rezillik abidesi... Hıristiyanlığın sapık öğretileri ile yetişen papazlar... Hıristiyanlara göre İsa Allah'ın oğludur diyen katiller, hırsızlar, sapıklar, dolandırıcı ve her türlü melaneti taşıyanların ise gideceği yer tam yol cennet!.. Hiç böyle sapık, böyle iğrenç, bir inanç olur mu?.. İsa'nın tam bir iblis olduğuna karar vereceklerdi..."
Ergenekon
Ümraniye'de bir gecekonduda bulunan bombalar için yapılan soruşturma çerçevesinde 27 Temmuz 2007'de saat 07.30'da Ankara'da gözaltına alınan Ergün Poyraz tutuklandı. Gözaltına alındığında evinde arama yapıldı ve soruşturma konusu ile ilgili olabileceği düşünülen her türlü belgeye, bilgisayarına, CD'lere polis tarafından el konuldu. Aynı gün, Poyraz'ın avukatı (Necip Hablemitoğlu'nun da eski avukatı olan) Hüseyin Buzoğlu'nun bürosu da arandı ve belgelerine el konuldu. Ankara'da gözaltına alınan Poyraz İstanbul'a getirildi. Beşiktaş Adliyesi'nde savcı Zekeriya Öz tarafından sorgulanarak tutuklanma istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi.TCK'nın 327. maddesine göre, "Devletin savaş imkânlarının tehlikeye sokulması" suçundan tutuklanan Poyraz, evinde bulunan Kara Kuvvetleri İstihbarat Arşivi ve Sevgi Erenerol Misyonerlik 2006 isimli klasörleri içeren CD'yi nereden temin ettiği hakkında İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından sorgulandı. Poyraz "Bana bahsettiğiniz Kara Kuvvetleri İstihbarat Arşivi ve Sevgi Erenerol Misyonerlik 2006 isimli klasörü içeren CD'yi hatırlamıyorum. Nereden geldiğini de bilmiyorum." cevabını verdi. Buna ilaveten o güne (Temmuz 2007'ye) kadar 15 kitap yazdığını anlatan Poyraz, çok okunan bir yazar olduğu için farklı yerlerden kendisine bilgi ve belge geldiğini söyledi; evindeki CD'ler arasında milletvekilleri, valiler, emniyet mensupları ve üniversite görevlilerine ait veriler olmadığını öne sürdü. Ergün Poyraz "Kara Kuvvetleri istihbari yapılanmasına ait gizli ibareli veriyi hatırlamıyorum. Bilgileri de kopyalayıp başkasına vermedim." dedi. Poyraz, aynı soruşturmada terör örgütü üyesi olmaktan tutuklanan Astsubay Oktay Yıldırım tarafından bir yıl önce arandığını ve Güneydoğu'daki hatıralarını kitaplaştırmak istediğini söylediğini savundu. Savunmasında Poyraz, Oktay Yıldırım'a kitabı nasıl yazacağını anlattığını ve Yıldırım'ın bu bilgileri kendisinden habersiz bir şekilde bir internet sitesinde yayımladığını, bir daha da hiç görüşmediklerini öne sürdü. Ergün Poyraz hakimin bir sorusu üzerine, eski Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile de hiç görüşmediğini öne sürdü.
(Kaynak: Vikipedi)

15 Temmuz 2011 Cuma

NEREYE KADAR?

Demokratik açılım için gayret sarfeden büyüklerimin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim...

14 Temmuz 2011 Perşembe

GERZE

Son sinop gezimiz dönüşünde uğradığımız şirin bir ilçe Gerze. Sinop'tan yaklaşık 20 kilometre mesafedeki bu ilçe Samsun yolu üzerinde. Bu nedenle Ankara'ya dönerken Sinop'un hemen dışındaki üçlü kavşakta bir süre Samsun istikametine yönelerek gidebiliyorsunuz.
İlçe, dağların denize oldukça dik indiği bir kesimde kurulmuş. Yer yer küçük plajları bulunmakla birlikte özellikle deniz kıyısında evlerin mükemmel deniz manzarası var. İlçe girişinden itibaren mendirekle korunaklı hale getirilen limanına kadar oldukça uzun bir sahil şeridi var.
Mendireğin olduğu belge çok geniş bir alan. binalar oldukça geriye yapılarak çok güzel bir açıklık oluşturulmuş. Aracınızla limana kadar inmeniz ve park ederek gezinmeniz mümkün.
 İlçe içinden geçen küçük ve pek temiz olmayan bir dere limana dökülüyor. İl ve ilçeler içindeki bu derelerimizin çirkin ve pis görünümleri ne yazık ki ülkemizin her yerinde aynı. (Prag içinden akan Vltava'daki yüzen ördekler, Budapeşte içinden akan Tuna'nın temizliği ben de hep ülkemdeki talihsiz derelerimiz hatırlatıp hüzünlendiriyor.)
Biz büyük şehir insanlarının zaman zaman bu sakin küçük kasabalara kendimizi atıp dinlenmemiz hedeflerimizdendir ya, birgün yolunuz bü küçük ilçeye düşerse belki siz de bu hedefinize ulaşabilirsiniz...

13 Temmuz 2011 Çarşamba

"YETMEZ AMA EVET"İN SONU

“Yetmez ama Evet” diyerek destek olan, önünü açan, pek çok sakıncalı ve toplumu sarsacak hükümlerin yaşama geçirilmesine destek olanlar bugün kendi dertlerine düşmüş durumdalar. Bir gün kendilerine de sıranın geleceğini aymazlıklarından anlamadıklarından, alkışladıkları, destek oldukları gücün, kendilerini yakmaya başlamasından rahatsızlar. Görelim bakalım:

Kars'daki heykelin yıktırılması ile ilgili olarak yazdığı "Kof Kabadıyılık" yazısından dolayı RTE tarafından mahkemeye verilen Ahmet Altan'ın  mahkemedeki savunması :

*Sayın Yargıç,
Beni buraya, hapse atılmamı isteyerek gönderen adam, bu ülkeye çok yararlı hizmetleri olmuş, değerli bir adamdır.*
*Kendisi de sıkıntı çekmiş, yargılanmış, hapis yatmış biridir.*
*Benim hapsedilmemi isteyen adam, bu ülkenin başbakanıdır.*
*Çeşitli acılar, zulümler, düşmanlıklar, yenilgiler görmüş, hepsinin altından kalkabilmiş bir adamdır.*
*Ne yazık ki yenilgiler karşısında güçlü duran nice insan, zaferlerin ağırlığını taşıyamamış, sarsılmış, yolunu şaşırmış ve kendi galibiyetiyle yaralanmıştır.*


*Benim hapsedilmemi isteyen bir zamanların mahkumu, şimdinin başbakanı da kendi galibiyetinin yaralarını taşıyor bugün.*

*Bir zamanlar şiir okuduğu için sistemin efendileri tarafından hapsedilmiş bir kurbanın, kendisi iktidara geldiğinde yazarların hapsedilmesini isteyen birine dönüşmesi, o adamın geçtiği yollarda yaşadığı yenilgilerden değil, zaferlerden dolayı yolunu şaşırdığını gösterir.*
*Bugün bu gerçek, bu davanın kendisinden de, benim hapsedilmemden de daha büyük bir önem taşıyor, çünkü bu başbakan yeni bir zafer kazanmaya hazırlanıyor.*
*Taşımakta zorlanacağı yeni bir zaferi daha olacak.*
*Ben, bunun bedelini, başta kendisi olmak üzere bütün ülkenin ödemesinden çekindiğim için kendisini uyarmak istedim.*
*Bugün benim burada yazdığım bir yazıdan dolayı sanık sandalyesinde oturmama yol açan mesele, başbakanın bir heykel hakkındaki haksız, yersiz, haddini fevkalade aşan bir hüküm vermesiyle başladı.*
*Kars'taki bir heykele "ucube" diyerek yıkılmasını istedi.*
*Kendisi hakkında yazılmış bir yazı karşısında gösterdiği tepki, o yazıyı yazanın hapsedilmesini istemek olacak kadar kendisini önemseyen biri, bir başkasının eseri hakkında bu kadar rahatça aşağılayıcı sözcükler kullanabiliyorsa ve bunu doğal buluyorsa, o adam kendisini kutsallaştırmaya, başkalarını ise saygıyı hak etmeyen insanlar olarak görmeye başlamış demektir.*
*Ölçüleri böylesine şaşmış biri başbakansa, bu ölçü şaşırması herkes için bir sorun anlamına gelir.*
*Ülkemiz çirkin heykellerle, çirkin binalarla dolu, şehir meydanlarında fevkalade kötü yapılmış Atatürk heykelleri, her yanda inançlı insanların da yakınmasına neden olan estetik yoksunu camiler var.*
*Başbakan, çirkin bulduğu herhangi bir Atatürk heykeline ya da camiye "ucube" diyebilir mi, onları yıktırtabilir mi, cesareti buna yeter mi? Onlara dokunamayan birinin sahipsiz bir heykeltıraşın heykelini aşağılayarak yıktırtması nasıl tarif edilebilir? İçi boş gösterişçi bir yiğitlik, kof bir kabadayılıktır bu, kolay bir hedef seçip onun üzerinden çıkar sağlamaktır.*
*Ayıplanması, kınanması, eleştirilmesi gereken bir davranıştır.*
*Bir başbakan "beğenmedim" diyerek bir heykeli nasıl yıktırır? Hangi hakla yıktırır? Allah muhafaza bu başbakan roman okumaya başlarsa ne olacak, bir düşünün.*
*Başbakan beğenmediği için Madam Bovary'i, kocasını aldatan bir kadını anlattığı için Anna Karenina'yı meydanlarda mı yakacağız? Sokaklarda henüz kitap yakmamayı, başbakanın roman okumamasına mı borçlu olacağız? Başbakan kendini her türlü eser hakkında hüküm verecek kadar yetkin ve beğenmediği her şeyi yok ettirecek kadar güçlü görüyorsa, Türkiye'de bütün sanat eserlerinin kaderi başbakanın iki dudağı arasına mı sıkışacak? Buna itiraz etmeyecek miyiz? Buna isyan etmeyecek miyiz? Boyun mu eğeceğiz böyle bir hoyratlığa? Kendini tek merci olarak gören biri mi belirleyecek bütün sanatçıların ve eserlerinin kaderini? Ben bunu kabul etmem.*
*Bunu kabul edeceksin, sineye çekeceksin, buna öfkelenmeyeceksin, karşı çıkmayacaksın diyerek beni hapisle tehdit eden başbakanla savcı, korkutmak için kendilerine başkasını bulsunlar.*
*Onların gücü yetmez beni korkutmaya.*
*Ben bu ülkede kimsenin kaderi, bir insanın iki dudağı arasına sıkışmasın istiyorum, ben bu ülkede herkesin özgür olmasını, fikirlerini söylemesini, ibadetini yapabilmesini, eserlerini yaratabilmesini, dilini konuşabilmesini, istediği gibi giyinip, istediği gibi fikirlerini söyleyebilmesini savunuyorum.*
*Başbakan neyi savunuyor? Bir heykeli tek emirle yıktırabilen biri neyi savunabilir? Heykeli yıktırılan heykeltıraşı kim savunacak bu ülkede, kim ona sahip çıkacak, kim adalet isteyecek, kim güçsüz birinin gadre uğramasına engel olacak? Bir zamanlar bu soruların cevabı olarak bu ülkede çok insan bu başbakanın adını söylüyordu, bugün bunu söylemek çok zor.*


*Referandumu öylesine büyük bir zafer kazandı ki başbakan, omuzları o zaferin ağırlığını taşımaya yetmedi.*

*Aradan daha altı ay geçmeden heykelleri yıktırtmaya başladı.*
*Eskiden durduğu yerden öylesine savruldu ki bu insan, bütün dindarlığına, bütün inancına, yaptığı bütün dini vurgulara rağmen bugün Hazreti Muhammed'in bir hadisi söylendiğinde bunu hakaret olarak kabul ediyor.*
*Bir hadisten gocunan dindar Müslüman, ne o hadisten, ne o hadisi söyleyenden kuşku duymalı.*
*O insanın kuşku duyacağı tek varlık, kendisidir.*
*Başbakan bunu bile fark edemiyor artık.*
*O dindar başbakanın hakkımda yazdırdığı iddianamede, aleyhime delil olarak peygamberin bir sözünü söylemem gösteriliyor.*
*Kendi zaferiyle yaralanmak budur işte.*
*Gücünü öyle yanlış kullanırsın ki sonunda peygamberinin sözü sana hakaret gibi gözükmeye başlar.*
*Peygamberinin sözünden korkan, peygamberinin sözünden gocunan dindar biri, bir ülkeyi yönetmekten ziyade trajik bir romana başkahraman olmaya daha uygundur.*
*Acıklıdır durumu çünkü ve bu acıklılık, güçle, iktidarla birleştiğinde ortaya çok tehlikeli biri çıkar.*
*Ben, bu ülkenin tarihi liderlerinden biri olabilecek bir insanı, kendi varlığını, düşüncelerini, inançlarını yok sayan bir zafer yorgunu olmaktan kurtarabilmek, kişisel bir trajedinin ülkenin bütününe yayılmasını engelleyecek bir uyarıda bulunabilmek için yazdım o yazıları.*
*Hakaret etmedim.*
*Başbakanın bana karşı kullanmaya kalktığı hırpalayıcı dili, yazdıklarımı daha iyi kavrayabilsin diye ona karşı kullandım.*
*Ama tarihi bir lider olmakla bir trajedi kahramanı olmak arasında sallanan bu başbakan, her şeyin sadece kendisine mubah olduğunu sandığından, bunun hakaret olarak görülüp cezalandırılmasını istedi.*
*Sayın Yargıç, Vereceğiniz karar benimle ilgili olmayacak.*
*Siz bu ülkenin hukukunun, keyfi davranışlara, gücün hoyratça kullanılmasına, güçsüzlerin ezilmesine cevaz verip vermediğine karar vereceksiniz.*
*Beni mahkum ederseniz, başbakan daha çok heykel yıktırır.*
*Mahkum etmezseniz belki hata yaptığını fark eder.*
*Bunu fark ederse, hem bu ülke, hem de kendisi kazanır.*
*Ben, kendi zaferlerinin ağırlığıyla yolunu şaşırmış bu başbakana yardım etmenizi isterim.*

11 Temmuz 2011 Pazartesi

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 2

KİTABIN ADI : Zulümdar – Demokrasi Tanrısı

KİTABIN YAZARI : Mustafa Balbay
KİTABIN ÇEVİRMENİ : -
KİTABIN YAYINEVİ : Cumhuriyet Kitapları
KİTABIN BASKI YILI : 2011
KİTABIN BASKI SAYISI : 4. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 237 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 9/10
YORUM:
Mustafa Balbay’ın Silivri esaretinde yazdığı üçlemenin son kitabı. Zulümhane’de cezaevi yaşamından anekdotlar aktaran Balbay, Zulümhane’de nazıma dönerek bir anlamda mükemmel diyebileceğim taşlamalarla tutukluluğuna isyanını sürdürüyordu.
Bu kez Zulümdar’da bambaşka bir edebiyat türü ile karşımızda. Siyasi hiciv yapıyor bu kez. Yaşı 40-45’in üzerinde olanlar bilir. Yıllar önce Cüneyt Arcayürek’in Ku-De-Ta isimli bir kitabı çıkmıştı. Siyasi hicivin doruklarındaki bu eserin yaklaşık 30 yıl sonra takrarını ve kanımca daha görkemlisini Zulümdar’da görüyoruz.
Kitap, geçmiş olayları, bilinmeyen bir ülkede yaşananları anlatıyor. Okurken sanki bazı olaylar size son derece tanıdık geliyor. Ben bu filmi bir yerde görmüşüm gibi diyorsunuz, ama tam da nasıl olduğunu çıkaramıyorsunuz…. Sayın Balbay’ın gazeteci kimliği ötesinde edebiyatçı kimliğini de ayakta alkışmanın vakti geldi.
Bu yazımı okuyan dostlardan kendisine hala Atatürkçü, Kemalist diyenler var ise bu üçlemeyi edinmelerini salık veririm. Bu günden yarına çocuklarımıza bırakacağımız, dönemimizi anlatan bu eserler, umarım onların yarın, geleceklerini kurmakta yol gösterici olur…

7 Temmuz 2011 Perşembe

Memleketimizin hali

Sevgili arkadaşlar aşağıdaki hikaye belki de hayal ürünü, gerçek olmayabilir ama bana sanki çok şey anlatıyor gibi. Siz ne dersiniz?..
Osmanlının başkenti Bursa'da Müslüman bir kişi, eskilerin Yahudilik Çarşısı denilen bugünkü Arap Şükrü Sokağı'nın girişine bir çeşme yaptırır. Çeşmenin başına da bir kitabe yazdırtır: "Bu çeşmenin suyu her kula helâl, Müslüman'a haram"
Osmanlının başşehrinde bir çeşme ve bu çeşmenin başında da böylesi bir yazı... Çeşmeden çok kitabede yazılanlar, kısa sürede yayılır bütün Bursa'ya. Bir dedikodu bir dedikodu ki alır gider başını. Bursa'nın Müslüman ahalisi hop oturur hop kalkar bu nasıl fitnedir diye... Ahali, dayanamaz varır kadıya. Şikâyet üstüne şikâyet... Kadı, şikâyetler karşısında hayrat sahibi adamı yaka paça yakalatır; getirtir huzura.
 Vatandaş memnun. Mahkeme salonu dolar tıklım tıklım. Kadı, sorar:"Bu nasıl fitnedir, dini İslam, ahalisi Müslüman olan koca devlette, sen kalk hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman'a haram et! Olacak iş midir? Nasıl anlayıştır? Nasıl mantıktır? Nasıl izandır? Aklını mı yitirdin!
Hayrat sahibi adam, bozmaz istifini; gayet sakin:
"Müsaade buyurun" der. Sebebi vardır, delili vardır, ispatı vardır."
Kadı hiddetlenir: "Ne delili, ne ispatı! Her şey apaçık ortada değil mi? Sen fitne çıkardın! Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın! Nifak soktun topluma, vaciptir katlin!", der. Der demesine de bir yandan da merak eder nedir delili? Nasıl olur bu kadar aleni yapılan işin delili? İspatı? Sorar hayrat sahibi adama:
"Nedir gerekçen, delilin, ispatın, her neyse?"
Hayrat sahibi adam:
"Bir Sultan´a söylerim, başkasına diyemem", diye cevap verince, yine karışır ortalık. Dinleyenlerde homurdanmalar. Kadı kararsız... Söz bu ya, kulaktan kulağa ulaşır Sultan'a. Sultan öncesini de bildiği bu olaydan dolayı zaten bir hayli kızgındır: "Tez elden getirilsin bu gafil huzuruma!", diye emir verir. Hayrat sahibi adam yaka paça götürülür Sultan'ın huzuruna. Sultan; esmer, orta boylu, geniş omuzlu, sol yanağında kapanmış bir yaranın izi olan şakakları kırlaşmış orta yaşlı bu adama hiddetle bakar:
"De bakalım ne diyeceksen bre gafil! Bu nasıl iştir ki, hem çeşme yaptırırsın hayır işlersin hem suyunu her kula helâl, bir tek Müslüman'a haram edersin"


 Adam, kaldırır başını padişahın gözlerine bakar:

" Sağlam delilim vardır Sultan'ım, lâkin ispat ister.",der.
"Sağlam delil mi? Nedir delilin, neyi ispatlayacaksın?
" Müsaade ederseniz"
" Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin, ya ispatlayamazsan!"
"O zaman vereceğiniz hükme kıldan incedir boynum, Sultanım"
"Peki, göster delilini, ispatla bakayım!
"Sultan'ım, ispat için sizden arzım olacak, yerine getirilmesini isterim.
Sultan, la havle çeker ya yine de: "peki, de bakayım!",der.
"Sultan'ım her hangi bir havradan rastgele bir hahamı sebepsiz, izahsız yaka paça tutuklatın. Dediği yapılır adamın. Bir anda karışır ortalık... Azınlıklarda bir telaş, bir öfke ki sormayın. Başta Museviler, "Ne oluyor, din adamımız ne yaptı ki tutuklanır. Bu ne zulümdür! Biz kefiliz kendisine. Ne gerekirse söyleyin yapalım. O, masumdur; gerekirse kefalet öderiz..." Toplantılar, gösteriler, mektup üstüne mektup... Ardı arkası kesilmez.
Bir hafta sonra hayrat sahibi adam çıkar Sultan'ın huzuruna:
"Sultan'ım, hahamı artık bırakmak zamanıdır", der ve haham bırakılır. Azınlıklar mutlu... Sultan'a teşekkürler, hediyeler...
Hayrat sahibi adam, Sultan'a: "Aynı tutuklatmayı herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız, Sultan'ım", der. Padişah, yine la havle çeker ya. Sonucu o da merak etmektedir. "Peki", der. Aynı işlem, aynı usulle bugünkü Karaağaç mahallesinde bulunan bir kilisenin papazı için de uygulanır. Papaz tutuklanarak atılır zindana.
Tepkiler had safhada. Galeyan gelir Bursa'daki azınlıklar. Bursa'da olduğu kadar civar şehirlerde de gösteriler yapılır. Hatta Bizans elçisi ile birlikte birkaç ülkenin elçisi de girer devreye. Nasıl olur, sorgusuz sualsiz, suçsuz günahsız biri hangi gerekçeyle içeri atılır, diye.
Dolunca haftası o da serbest bırakılır. Mutluluk ve sevinç gösterileri bir kat daha artar. Teşekkürler, şükranlar... Levantenler, din adamlarına kavuşmanın mutluluğu ile daha sıkı sarılırlar birbirlerine.
Padişah, çağırır hayrat sahibi zatı huzuruna: "tamam mı?" der.


Adam:"Sultan'ım son bir arzım var; sonra hüküm zamanıdır!"

"Şimdi nedir isteğin?"
"Efendim başkentimiz Bursa'nın sevilen, sözü en çok dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden aynı şekilde" Dediği yapılır adamın. Ulu Caminin imamı, vaazının ortasında alınır sorgusuz sualsiz... Yaka paça götürülür, atılır zindana. Bir Allah"ın kulu çıkıp da tek bir kelam etmez. "Ne oluyor, ne yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleyeydiniz," demez. Peşinden giden de olmaz, arayan, soran da... Bir hafta, geçer aradan: "Nerede bizim imam?" diyen de çıkmaz, merak eden de...
Ulu caminin bu âlim, sözü sohbeti dinlenir imamın yerine sıradan bir imam atanır. Halk halinden memnun... Memnun olmakla kalsa iyi âlim imamın ardından başlar bir dedikodu:"Biz de onu adam gibi adam bellemiştik, hoca bellemiştik""Kim bilir ne haltlar karıştırdı da tutuklandı..."Vah vah! Acırım arkasından kıldığım namazlara..."
Sultan, seyreder, şaşkınlık ve üzüntü ile bütün bu olup biteni... Hayrat sahibi adam, gelir huzura:
"Ey büyük Sultan'ım! İrade buyurunuz lütfen! Böylesi Müslümanlara su helâl edilir mi?
Sultan suskun, çağırır zindana attırdığı âlim imamı helalaşmak için.
...
Ve yedi yüz yıl geçer aradan….


(Sayın Erden Özdil'e teşekkürler)


5 Temmuz 2011 Salı

TEMMUZ AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 1

KİTABIN ADI : Sakarya… Savaşanlar Anlatıyor

KİTABIN YAZARI:  Derleyen: Ö. Andaç Uğurlu
KİTABIN ÇEVİRMENİ:  -
KİTABIN YAYINEVİ : Örgün Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI : 2007
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 522 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ:  8/10 (Yanlış hece bölünmesinden ve yanlış dizgiden kaynaklanan basım hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM: Sakarya Savaşı, Türk ulusunun ölüm kalım mücadelesinin 22 gün 22 gece süren en dramatik anlarından biridir. Kütahya ve Eskişehir savaşlarını kazanan Yunan karşısında ordunun tamamen ezilmesini önlemek isteyen başkomutan Mustafa Kemal Paşa, ordumuzun, Sakarya’nın doğusuna çekilmesi emrini verir.


Yunan zaferden emin, pek çok aklıselim sahibi kişinin uyarılarına aldırmadan müttefiklerini Ankara’da kokteyle davet edecek kadar kendinden geçmiş komutanlarıyla Türk ordusu üzerine yürür. “Düşmanı vatanın harimi ismetinde boğacağız” sözünü veren Mustafa Kemal Paşa bu büyük savaşta, kaburgaları kırık olmasına rağmen insanüstü komuta yeteneğiyle bir milleti ayağa kaldırır.


Sakarya Savaşı, Temmuz 1922’de başlayıp 1 Ekim 1922’de biten bir savaşlar dizisidir. Ayrıca geri planda Mustafa Kemal Paşa üzerine BMM’de oynanmak istenen oyunlar, Kendisine meclisin tüm yetkilerinin verildiği Başkomutanlık kanunun çıkarılışı, Tekalifi milliye kararları ile Ulusal Kurtuluş Tarihimizin en sıcak 3 ayının yaşandığı çok önemli bir devredir.


Kitapta, Sabahattin Selek’in, Mustafa Kemal’in, İsmet İnönü’nün, Kazım Özalp’ın, Asım Gündüz’ün, Fahrettin Altay’ın, Halide Edip Adıvar’ın ve Fahri Belen’in anı ve kitaplarından konu çerçevesinde yapılmış anılardan oluşturulan bir seçki yer alıyor.


Sadece okumayın, okutun ve çevrenize tavsiye edin derim…

4 Temmuz 2011 Pazartesi

FUTBOLDA ŞİKE

FUTBOLDA ŞİKE


Oldukça ciddi iddialar ve olduğu öne sürülen belge ve çekimler sebebiyle Futbolumuz bu kez ciddi anlamda mercek altında.


Denebilir ki, zaten yıllardır bilinen bir şey, ağızdan ağza bunun dedikodusu yapılır ama sonra her şey lafta kalır unutulur gider.


Sanıyorum ve izlediğim kadarı ile bu kez, çok uzun bir dinleme ve araştırmadan sonra oldukça somut bazı deliller sebebiyle bu neşter futbola vuruldu. Peşinen, gözaltına alınan kişiler için herhangi bir önyargım olmadığını ifade edeyim. Ancak artık futbolun adeta düşman kardeş gibi bir asıra yakındır yanında ve sırtında taşıdığı bu şike belasından kurtulması gerekiyor. Kimler nasıl ceza alır bilmiyorum. Ancak sonuçta şike futbolumuzdan bir şekilde temizlenecekse bu işin sonunda, en çok tertemiz, forma aşkından başka art niyeti olmayan gerçek taraftarın kazanmasını diliyorum.


Sevgili Eskişehirspor, Sivasspor ve Fenerbahçeli taraftarlara metin olmalarını ve bu sayede şike futbolumuzdan tamamen temizlenecek kulüplerinin artniyetli yönetici, menager ve futbolculardan kurtulmaları için bir vesile olduğuna inanmalarını diliyorum.

1 Temmuz 2011 Cuma

İÇTENLİKLE TEŞEKKÜRLER TÜRKİYE!

Teşekkür borçluyuz!
1) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü onun sayesinde devletimizin kofluğunu keşfettik ve Cumhuriyetimizle rejimin kurumsallaşamadığını gördük.
2) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin, yapılan türlü psikolojik operasyonlara karşı değil devleti ve ulusu, kendini bile savunmakta yetersiz olduğunu gördük.
3) AKP'ye müteşekkiriz çünkü MİT'in CIA, KGB, MI5 ya da MOSSAD düzeyinde ve hatta misyonunda olmadığını öğrendik.
4) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü Cumhuriyetin kendine sadık yani kendisi için risk alabilecek bir Milli Müteşebbis Gurubunu ya da ulusçu bir işadamı sınıfını inşa edemediğini gördük.
5) AKP'ye müteşekkiriz çünkü bu ülkenin reflekslerinin köreldiğine şahit olmamızı sağladı!
6) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü çok sayıda insanın bir kilo bulgur ve iki torba kömür karşılığı onurunu bile gömdüğüne tanık olduk.
7) AKP'ye müteşekkiriz çünkü demokrasi diye diye demokrasi katledilirken ona alkış tutan sözde ilim irfan sınıfının tezahüratlarına tanığız. Dahası, ceberut bir devlet anlayışı yani korku devletinin demokrasi diye servis edilip yutturulmasını AKP sayesinde görüp öğrendik.
8) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü evrensel değer pazarlamacılığı yapan sözde liberallerin kendilerini kaça kapattırdıklarını gördük.


 9) AKP'ye müteşekkiriz çünkü devletin ve kurumların nasıl fethedilip dönüştürüleceğinin metodunu gösterdi.

10) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü ülkeyi topyekûn ele geçirmek için önce korkuyu korkutmanın uygulamalarını yapıp gösterdi.
11) AKP'ye müteşekkiriz çünkü Yargı dahil bütün devlet çalışanlarının önceliklerinin ülke ve devlet olmadığı, şahsi ikbal ve çıkar hesapları olduğu ortaya çıktı. Örneğin yargıçlar HSYK seçimlerinde korku adına bütün değerlerini ayaklar altına aldı ve iktidara boyun eğdi.
12) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü kendilerine merkez ya da tarafsız medya diyen holding basınının aslında yandaş medyadan bile çok daha tehlikeli ve tahripkar olduğunun görülmesine vesile oldu.
13) AKP'ye müteşekkiriz çünkü cemaat ve dini gurupların durakta beklemediklerini ve gelen her iktidar otobüsüne bindiklerini bir kez daha gördük.
14) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü onun iktidarı sayesinde bir gece içinde masa başında yani matematik oyunu ile ülkemizin yüzlerce milyar dolar nasıl zenginleştiğini ya da zenginleşebileceğini öğrendik.
15) AKP'ye müteşekkiriz çünkü, insanlara sağlık dağıtıp barış içinde yaşamaları için çırpınan doktor Mehmet Haberal, gazeteci Mustafa Balbay ve parti başkanı Doğu Perinçek gibilerinin onlarca mazlum insanı diri diri gömen Hizbullahçı katillerden daha tehlikeli (!) olduğunu öğrendik.
16) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü iktidarı sayesinde Türkiye'de asıl tehdidin PKK ve benzerlerinin olmadığı aksine gerçek tehdidin TSK olduğunu (!) gördük.
17) AKP'ye müteşekkiriz çünkü korkutmanın kanun ve ahlaktan çok daha etkili olduğuna tanık olduk!
18) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü iktidarda sürekli kalmak için türlü tezgah ve manipülasyonlarla siyaset mühendislikleri yapıp muhalefetin cılız kalmasının mümkün olabileceğini sayesinde öğrendik.
19) AKP'ye müteşekkiriz çünkü toplumumuzun AB gibi, türban gibi, demokrasi gibi, Ergenekon gibi masallarla yıllarca yönlendirilip uyutulabileceğine şahit olduk.
20) AKP'ye teşekkür borçluyuz çünkü adı Türkiye olan ülkemizde Türklerin aslında 20 küsur etnik guruptan biri yani azınlık (!) olduğunu sayelerinde öğrendik!
21) AKP'ye müteşekkiriz çünkü dönemlerinde ülke borcu iki misline çıkarken ve büyük bir ekonomik çöküntü yaşanırken bunun başarı hikayesi diye sunulabileceğini sayelerinde öğrendik.


Gönderenin Notu:Biraz düşünülürse "teşekkür " gerçekten içtenlik kazanıyor. Türkiye önemli bir ülke ve üzerinde yaşayanların çoğunluğu bence bu topraklara layık insanlar değil.

Bunu net biçimde görüyoruz. Çünkü Türkiye ve Türkler dünyanın düzenine yön vermesi gereken bir konuma sahip. bunu beceremeyecek çapsızların elenmesi ve yok olması doğal bir sonuçtur. O nedenle TC nin varlığını sürdürmesinin hiçbir anlamı yok artık.
Yapılacak iş, Mustafa Kemal Atatürk'ün izinde "Ya istiklal ya Ölüm" gibi %100 zafere götürecek bir anlayışla kolları sıvamak ve sil baştan her şeyi yeniden yaratmak, Tam Bağımsız Türkiye'yi oluşturmaktır.. Aksi halde ölüm ve tarihten silinmek mubahtır, haktır.
Allah bizlere bu konuda yardımcıdır.. Çünkü "Helak olacaklar" açığa çıkmıştır. Bize düşen iş, "iş elbisemiz olan kefeni" giyip gereken gayreti göstermek, doğru olanı yapmaktır.
Sonuçta 3-5 kişi kalsak da olacağı budur..

Kaynak : Cüneyt Itır (Vatan ve emek cephesi)