DENİZLİ MÜFTÜSÜ AHMET HULUSİ EFENDİ
(İlk kez blogda 29.09.2009
tarihinde “ONLARI UNUTMAYIN – 2” başlığı ile derlediğim yazıyı sayın Prof Dr
Cihan Dura’nın bir makalesindeki ek bilgilerle genişleterek tekrar sunuyorum;)
Kurtuluş
savaşımızın bir başka kahramanı...
Memleketim
olmakla övündüğüm Denizli, ulusal kurtuluş mücadelemizde örgütlenen ilk ildir.
Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi de örgütlenen bu ilin en aktif
önderlerinden biridir. Denizli müftüsü ve Millî Mücâdelenin ilk bayraktarı.
1861 (H.1278) yılında Denizli'de doğdu. 1931'de vefat etti. Dedesi Veli ve
babası Osman efendiler de müftü ve müderris idiler. Tahsîlini Denizli Kayalık
Müftüler Medresesinde yaptı. Babasından icâzet aldı. Bundan sonra medresede
dersler vermeye ve talebe yetiştirmeye başladı Medrese tahsili ve
hocalığının ardından Osmanlı yüksek uleması hiyerarşisinde önemli bir konum
olan "sahn müderrisliği"ne kadar yükseldi. 1918'de babasının vefatı
üzerine Denizli Müftüsü oldu.. Bu görevde iken Türkiye'nin paylaşılmasını içeren Mondros
Mütarekesi imzalanmıştı. Şubat 1919'da Paris'te bir araya gelen Îtilâf
devletleri temsilcileri Balıkesir, Aydın ve İzmir'i Yunanistan'a vermeyi
kararlaştırdılar.
Gelişmeler
üzerine Nureddîn Paşa, bölge ileri gelenleri ve din adamları liderliğinde,
“İzmir Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyeti” adı altında bir teşkilât
kurdu. Bir kongre toplanmasını kararlaştıran cemiyet, Balıkesir, Aydın ve
Denizli livâlarından delege gönderilmesini istedi. Denizli'den gönderilen
delegeler arasında Ahmed Hulûsi Efendi de bulunuyordu. Kongreye İzmir vâli ve
kolordu komutanı Nureddîn Paşa başkanlık etmiş ve ilhak tahakkuk ettiği
takdirde mukâvemet edebilmek için teşkilât kurulması kararlaştırılmıştı. Paşa,
İzmir'in Yunanistan'a verilmesi halinde silâhlı bir müdafaaya kalkışılacağını
söylediği sırada Ahmed Hulûsi Efendi büyük bir uzak görüşlülükle kendisine
şöyle demişti:
"Paşa! Sizin
yurtseverliğiniz, bilinen ve yadsınmaz bir gerçektir. Ne var ki, İstanbul işgâl altındadır. Hükümet,
müttefiklerin arzularının dışına çıkamaz. Buradaki Hıristiyan unsurlar işgal
kuvvetleriyle temas hâlindedir. Sizin burada fiilî direniş için girişeceğiniz
her hareketi onlara bildirirler. İşgâl kuvvetleri İstanbul hükûmeti üzerinde tazyiklerde bulunarak hükümete
tesir ederek,
sizi terfian veya memuriyetinizi nakil sûretiyle İzmir'den uzaklaştırırlar.
Bakınız Rum papazlarından metropolit Hrisostomos daha şimdiden bu şehrin fahrî
vâlisi gibi hareket etmeye başlamış ve Yunan işgalinin hazırlıklarına girişmiş
bulunmaktadır.Bu takdirde istirham ederim, İstanbul'a gitmeyiniz.
Denizli'ye geliniz, bizler gerekli her şeyi temin etmeye hazırız. Yeter ki,
başımızda sizin gibi deneyim ve mevkii güven veren bir kumandan bulunsun.”
(NUREDDİN PAŞA)
Ahmed
Hulûsi Efendinin söyledikleri çok geçmeden gerçekleşti. Nûreddîn Paşa
azledilerek yerine vâliliğe Kambur İzzet, kumandanlığa da emekli paşalardan
Nâdir Paşa tâyin edildi.
Ahmet
Hulûsi Efendi buna rağmen umutsuzluğa kapılmadı. İzmir Redd-i İlhak
Kongresi’nden döndükten hemen sonra yoğun bir teşkilatlanma çabasına girişti.
Yaklaşan tehlikenin büyüklüğünü ve vahametini halka anlatmak üzere Denizli
yöresinin bütün kasaba ve köylerini dolaştı. İzmir'de alınan kararlar
doğrultusunda halkı bilinçlendirmeye, mücadele fikrini aşılamaya çalıştı.
Denizli sancağının kazaları olan Acıpayam, Buldan, Sarayköy, Tavas ve Çal'da,
özellikle müftü ve müderrislerle eşrafın öncülük ettiği heyetlerin kurulmasını
sağladı. Kaçınılmaz olan Yunan işgali karşısında neler yapılması gerektiğini
önceden düşünüp gerekli önlemlerin alınması için çevresini uyardı.
Onun
bu faâliyetlerini Denizli mutasarrıfı Fâik Bey (Öztırak) şöyle anlatmaktadır:
(DENİZLİ MUTASARRIFI FAİK BEY -ÖZTRAK-)
“Ahmed Hulûsi Efendi, benimle çok uzun ve
mahrem görüşmelerde bulundu. Denizli sancağının kazaları olan Acıpayam, Buldan,
Sarayköy, Tavas ve Çal'da bilhassa müftüler ve müderrislerle eşrâfın rehberlik
ettiği heyetlerin teşkîlini temin ettiğini söyleyip, artık mukadder olan Yunan
işgâli önünde neler yapılması îcabettiğinin şimdiden düşünülüp lüzumlu
tedbirlerin alınmasını teklif ve tavsiye etti. Bugün daha iyi anlıyorum ki,
müftü efendinin sözlerinde hiç bir imkânın gerçekleşmesi şartı yoktu. Yapılması
gereken vatanın istiklâli ve haysiyeti îcâbıydı. İlmi, irfânı, ahlâkı ile
muhitin hürmet duyduğu muhterem şahsiyeti, sancağın her tarafında sevilen ve sayılan
adamdı. Ahmed Hulûsi Efendi çok zor şartlar altında vazîfeye çağırdığı
kimseleri meziyet ve husûsiyetleriyle çok iyi takdir ederek tâyin ve tespit
etmişti. O müstesnâ günlerin bendeki en derin intibaı şudur: Çok güç şartlar
altında girişilecek hizmetlere lâyık mânevî rehberler bulur ve onların
telkinleri kalp ve vicdanlarda ümit izleri meydana getirebilirse elde
edilemeyecek güzel netîceler, ufukların ardında demektir. Ben Ahmed Hulûsî
Efendinin mübeccel ve muhterem varlığında bu ebedî hakîkatın en muhteşem
misâlini görmüşümdür."
Tarih 15 Mayıs 1919… Bu arada beklenen fecî âkıbet gerçekleşti. İzmir 15 Mayıs 1919 Perşembe sabahı Yunanlar tarafından işgâl edildi. Bir Yunan tümeni bir İngiliz savaş gemisinin koruması altında İzmir’e çıkıyor. Acı haber Denizli'ye ulaştığı zaman irkilmeyen, ümitsizlikle yıkılmayan tek insan Ahmed Hulûsi Efendiydi. Çünkü o, mukadder sonucu biliyor, din, vatan ve nâmus için neler yapılması gerektiğini düşünmüş bulunuyordu. İzmir'in işgâli üzerine ilk iş olarak Denizli'de bir protesto mitingi tertipledi.
Denizli… Halk, başlarında Müftü Ahmet Hulusi Efendi, şehrin çeşitli yerlerinde gruplar halinde toplanmakta…. Bu gruplarla Denizli’nin köylerinden gelenler Bayramyeri’nde birleşiyor. Kayalık Camii’ndeki sancak çıkartılarak sokaklarda tekbirlerle dolaştırılıyor. İlk protesto mitingi bu…, işgalden yaklaşık dört saat sonra sabah namazının ardından Denizli’de gerçekleştiriliyor! Ahmet Hulusi Efendi, Müftülük dâiresinin yakınındaki bir câmide bulunan Sancak-ı şerîfi asılı bulunduğu yerden tekbirler ve salât-ü selâmlar ile indirdi. Etrafında şehrin ileri gelen şeyh ve imâmları olduğu hâlde câminin etrâfında bekleşen kalabalığın önüne geçti. Kalabalık Belediye Meydanına doğru yürümeye başladı. Tekbir seslerini işiten halk, işini gücünü bırakarak Belediye Meydanına koşuyordu. Belediye Başkanı Hacı Tevfik Bey ve Mutasarrıf Faik Bey Belediye binasının balkonunda yerlerini almıştır. Hulusi Efendi kalabalığa hitap eder. Yunanlıların İzmir’i işgalini şiddetle protesto edip Denizli halkını büyük tehlike karşısında mücadeleye çağırır. “Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir!" diyerek Millî Mücadele’nin ilk “cihat” fetvasını verir!
“Muhterem
Denizlililer,
Bugün
sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlar tarafından işgal edilmiştir. Bu
tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir!... Vatana karşı
irtikap edilecek cürümlerin (işlenecek suçların) Allah ve tarih önünde affı
imkansız günahtır. Cihat, tam manasıyla teşekkül etmiş dini fariza olarak
karşımızdadır.
Hemşehrilerim,
Karşımıza
çıkarılan dünkü tebamız Yunan’a biz mağlup olmadık. Onlar, öteki
düşmanlarımızın vasıtasıdır. Yunan’ın bir Türk beldesini eline geçirmesinin ne
manaya geldiğini, İzmir’de şu birkaç saat içinde işlenen cinayetler gösteriyor.
Silahımız
olmayabilir, topsuz, tüfeksiz, sapan taşları ile de düşmanın karşısına
çıkacağız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi, haysiyet şuurumuz ile kalbimizdeki
iman ile mücadelemizin sonunda zaferi kazanacağız. Bu uğurda canını verenler
şehit, kalanlar gazidir. Bu mutlak olarak cihad-ı mukaddestir.
Sizlere
vatanımızı düşmana teslim etmenin çaresiz olduğu söyleyenler, düşman esareti
altında olanlardır. Onlar irade ve kararlarına sahip değildirler. Bu vaziyette
olanların emri ve fetvası aklen ve şeran caiz, makbul ve muteber değildir.
Meşru
olan, münhasıran vatan müdafaası ve istiklal uğruna cihattır!...
Korkmayınız!... Meyus (ümitsiz) olmayınız!...
Bu
livay-ı hamd’ın altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız!...
Müftünüz
olarak cihad-ı mukaddes fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum.
Elinizde
hiçbir silahınız olmasa dahi, üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle,
mutlaka fiili mukabelede bulununuz!...
Fetva
veriyorum. İşgal edilen memleket halkının silaha sarılması farz-ı ayndır...”
Bu
konuşma yalnız Denizli'de değil, şehrin ilçelerinde de etkili oldu. Oralarda da
mitingler yapılmaya, protestolar çekilmeye başladı. Ahmed
Hulûsi Efendi yalnız Denizli için değil, bütün civar, vilâyet ve kazâları da
içine alan bir millî mukâvemet hareketi meydana getirmek istiyordu. Bu sûretle
Aydın ve Nazilli'ye emin adamlarından birkaçını göndererek onlarla temasa
geçti. Bir savunma teşkilatı kurdu. Denizli Kuvayı Milliyesi adını alan
teşkilatın yönetimi ile yakından ilgilendi.
Müftü
Efendi'nin gerek Denizli'de, gerekse çevresinde yaptığı Kuvayı Milliye
çalışmaları, İstanbul hükümetinin dikkatinin, yöreye çevrilmesine neden oldu.
Hükümet 21 Temmuz 1919 tarihli telgrafıyla Kuvayı Milliye'nin dağıtılmasını
istedi. Ahmet Hulusİ Efendi Heyeti Milliye başkanı olarak, İstanbul Hükümeti’ne
ulaştırılmak üzere Denizli Mutasarrıflığı'na yazdığı 5 Ağustos 1919 tarihli
yazısında Yunanların işledikleri cinayetleri sayarak, İstanbul Hükümeti'nin bu
cinayetler karşısında ilgisiz kaldığını, vatanlarını ve canlarını kurtarmak
için mücadele verdiklerini, bu mücadeleden vazgeçmelerinin asla söz konusu
olmadığını sert bir dille bildirdi. İstanbul Hükümeti, Kuva-yı Milliye'nin
dağıtılmasını beklerken, aksine millî hareketin Denizli'de daha da
gelişmesinden ve özellikle Müftü Efendi'nin sert cevabından dolayı telaşa
kapıldı. Sadrazam Damat Ferit, daha etkili bir tavır takınmak gereğini duydu.
Jandarma Genel Komutanı Ali Kemal Paşa'yı, durumu yerinde incelemesi ve gerekli
önlemleri alması için yöreye gönderdi.
Ne
var ki, hükümet ne yaptıysa, bir sonuç alamadı. Ahmet Hulusi Efendi'yi
görevinden alma girişiminde bulundu. İstanbul hükümetine bağlı bazı memurlarla,
İtilaf devletleri temsilcileri de Müftü Ahmet Hulusi Efendi'nin çalışmalarını
engellemeye çalıştılar. Bu amaçla, bir İngiliz subayı Denizli'ye gönderildi. Müftü
Efendinin faâliyetlerini yakından tâkib eden Denizli Rumları ise; "Onun sarığını başına dolayacağız."
diye haber göndermekteydiler. Ancak kahraman Denizli müftüsü bu tehditlerden
korkacak ve din ve nâmus müdâfaasından geri duracak bir kimse değildi. Bizzât
kendisi Dinar'a ve Afyonkarahisar'a gitti. Bu bölgelerdeki diğer müftü, vâiz ve
müderrislerle temasa geçerek silahlı çeteler teşkil edip, ilerleyen Yunan
kıtaları karşısında bir mukâvemet cephesi meydana getirmek husûsunda onları
harekete geçirdi. Bu bölgede efeler, yedek subaylar, mütekaid (emekli) subaylar
ve halktan herkes mahallî müftülerin idâre ettiği teşkilâta kaydolunarak kısa
zamanda harbe hazır vaziyete getirildiler. Hazırlıklarını tamamlayan Hulûsi
Efendi, Yunanların Nazilli'ye girmeleri üzerine emrindeki kuvvetle derhal
harekete geçti. Nazilli'de bulunan Yunan kumandanı üç-beş bin kişilik bir
kuvvetin üzerine geldiğini haber alınca derhal mevziini terkederek Aydın
istikâmetine çekildi. Müftü Hulûsi Efendi kumandasındaki milis kuvvetleri
Nazilli'yi kolaylıkla ele geçirdiler. Fakat burada durmayarak Aydın'a doğru
gerilemiş bulunan Yunan kuvvetlerinin takibine başladılar. Nazilli'de ve yol
boyunca uğranılan her köyde toplanan halka, heyecanlı nutuklar îrâd eden Müftü
Efendinin emrindeki kalabalık gittikçe artıyordu.
Sonuçta
gösterdiği gayret, şevk ve inançla Aydın'ı Yunanlardan geri almayı başardı. Bundan
sonra artan, kuvvetlerinin yönetimi işini kumandanlık nitelikleriyle
tanınan Demirci Mehmet Efe’ye bıraktı. Ne var ki, bu sırada toparlanmış olan
Yunanlar büyük kuvvetlerle geri gelerek Aydın'ı tekrar işgal ettiler,
katliamlar yaptılar. Bölgede tam bir ölüm kalım mücadelesi başladı. Ahmet
Hulûsi Efendi çarpışmalara bir nefer gibi bizzat katıldı. Topladığı
gönüllüleri, milis kuvvetlerini vaazlarıyla destekledi. Böylece Denizli
bölgesinde Yunan ilerleyişine set çekti. Bu müdâfaa hattı olmasaydı. Ankara'nın, düzenli askerî
birliklerin kurulmasını sağlayamadan pek çok vatan toprağının Yunan
birliklerinin eline geçmesi işten bile değildi.
O
sıralarda Mustafa Kemal Paşa da Samsun’a ayak basmış, Amasya genelgesini
yayımlamış bulunuyordu. Müftü Efendi bu haberi duyunca, “işte” der
etrafındakilere, “memleketi kurtaracak adam budur.” Erzurum’a, Sivas’a Ankara’ya
destek verir. Vahdettin’in şeyhülislamı Dürrizade'nin fetvasına karşı, Mustafa
Kemal Paşa’yı ve Millî Mücadele’yi destekleyen Anadolu ulemasının fetvasına
Nisan 1920'de hiç çekinmeden imzasını koyar.
Ahmed
Hulûsi Efendi Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra gelişen siyâsî olaylara
karışmamış ve geri kalan ömrünü ibâdetle geçirmiş, gençlere dini öğretmeye
çalışmıştır. 22 Kasım 1931'de yetmiş yaşının içinde hayâta vedâ etti. Bu
vatansever, milliyetçi din adamı kahramanlar listesinde şerefli yerini aldı.
Adı ve yiğit ruhu, kendi semti olan Kayalık Mahallesi İlkokulunda, “Ahmet
Hulusi İlkokulu” olarak anıtlaşmıştır. Denizli kabristanındaki kabrinin sağ cephesinde
"Millî mücâdelenin ilk alemdârı Denizli Müftüsü Ahmed Hulûsi Efendi burada
medfûndur" diye yazılıdır. Ahmed Hulûsi Efendi'nin beş oğlu ve bir kızı
vardı. Soyadı kânununun çıkmasından sonra aile "Müftüler" soyadını
almıştır.
(PROF DR CİHAN DURA)
Yazısının
sonunda Sayın Dura tarafından yapılan aşağıdaki değerlendirmelere aynen
katılıyorum;
-
“Ahmet Hulusi Efendi Millî Mücadele’nin
ilk cihat fetvasını veren yurtsever bir hocamızdır. Yunan işgal ve istilasına
karşı, bölgede ilk protesto mitingi yapan ve direnişe geçen, ‘Düşmana karşı
koymak farz-ı ayındır’ diyerek fetva veren bir ulusal kahramandır.”
- Teşkilatçıdır, her şeyi önceden düşünüp
hazırlığını yapıyor. Halkla iç içedir, halkı aydınlatıyor. Asla umutsuzluğa
kapılmıyor; onun bu niteliği Atatürk’ün şu sözünü hatırlatır insana: “Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”
- Ahmet Hulusi Efendi yerel boyutta bir Mustafa
Kemal gibidir: Ülkenin durumunu, İstanbul hükümetinin icraatını takip ediyor,
değerlendiriyor. Sonuçlar çıkartıyor. Gelecekte olacakları görebiliyor.
Kurtuluşun ancak silahlı mücadele ile olacağına inanıyor. Teslimiyetçi İstanbul
hükümeti hakkında doğru teşhisi yapıyor.
- Geniş çaplı bir millî direniş hareketi öngörmesi,
bu amaçla bir savunma teşkilatı kurması, çevre kentler ile temasa geçmesi,
İstanbul hükümetine karşı çıkması, bölgesel direnişin başına bizzat geçmesi,
gerektiğinde bir nefer gibi çarpışması anlamlıdır. Bunlar girişiminin, bölgesel
çapta bir Mustafa Kemal harekâtı olduğu izlenimini verir. Tarihçilerimiz
gerekli ilgiyi gösterip Ahmet Hulusi Efendi ve Millî Mücadele’ye olan
hizmetleri üzerinde ciddî araştırmalar yapmalıdır.