30 Mart 2011 Çarşamba

ANKARALI VE 50+ YAŞINDA OLMAK

(Aşağıda, yaşı 50'nin üzerinde olan ve gençliğinden beri Ankara'da yaşayanlar için küçük bir test var. Bakalım anılarınızdan bunların ne kadarını hatırlayabileceksiniz. Gençler için belki de hiçbir şey ifade etmeyen bu anılar, 50+ yaşındaki Ankaralıların hafızalarından hiç silinmeyecek kah hüzünlendirici kah gülümsetici nice anıyı ortaya dökeceğini tahmin ediyorum)

ANKARALI VE 50+ YAŞINDA OLMAK


* Milli Kütüphane önünden kalkan ODTU otobüsünü kaçırınca okula gitme imkanınız kalmayıp, o gün ilk dersi kaçırmak zorunda kalmışsanız,
* Bahçelievler' le ODTU arasında hiçbir konut (bir tane dışında) olmadığını hatırlıyorsanız,
* Tatilden Ankara'ya dönerken koca beyaz radar topu gördüğünüz anda "Ankara'ya geldik sayılır" deyip bir keyif sigarası yakmışsanız (tabii sigara içiyorsanız)


 * Pazar günleri 10 matinesine Ulus Sineması'na veya Büyük Sinema'ya gidip, Goralı'da goralı veya Sandviç'te sosisli yemişseniz,

* Gölbaşı sinemasının yanındaki meyhanede 25 kuruşa afyonlu beyaz şarap içip kendinizi bir şey olmuş gibi görmüşseniz,


* Piknik'de Arjantin bira içip sosis tavanın tadına varmış, soğuk jambonlu sandviçin ne olduğunu orada görmüş ve o acı hardalın her şeye ne kadar da yakıştığını düşünmüşseniz,

* Kuğulu Park'ın içinden henüz yol geçmediğini hatırlıyorsanız,
* Meram Pastanesi'nde keyfini çıkara çıkara peşmelba yemişseniz,
* Cinnah caddesinin başındaki STOP kafeteryada atıştırırken jukebox'ta 25 kuruşa istediğiniz şarkıyı dinlemişseniz,


 * Gazanfer, Modern, APPLE, MET gibi diskolara gitmişseniz,

* Okulu kırdığınızda Trakya Pastanesi'ne takılmışsanız ve zaman zaman Halit hoca tarafından orada da basılmışsanız,
* ARI sineması açıldığında bayram etmişseniz,
* Şişman'da Maraş dondurması yemişseniz,
* Kar yağdığı zaman 4. caddenin tepesinden, duran veya hareket halindeki hiçbir arabayla karşılaşmaksızın, merdiven üstünde İsrail Evleri'ne kadar kaymışsanız,


* Renkli Sinema'ya duvardan atlayıp girmeye çalışırken en az bir kere yakalanmışsanız,

* Köşk Pastanesi'nde koko ve badem ezmesi yemişseniz,
* Mini Golfte golf oynamışsanız,
* Ful'den döner almışsanız,
* Ara sokaklara basket potası dikip, basket oynayabilmişseniz,
* Java motosikletlerle Ankara'yı dolaşan Atmacalar'dan haberiniz varsa,
* Kocabeyoğlu Pasajı olağan uğrak yerlerinizden biri olmuşsa,
* Botanik Parkı'nda sevgilinizle el ele dolaşmışsanız,
* Hergele Meydanı'ndaki dükkanlardan 2. el Wrangler-Lee pantolonlar alıp, sağa sola hava atmışsanız,
* Sheraton Oteli'nin yerinde Kavaklıdere Şarapları'nın üzüm bağı olduğunu biliyorsanız,
* Bahçelievler- Cebeci ve Kızılay-Çankaya hatlarında çalışan station dolmuslara binmişliğiniz varsa,
* Bahçelievler ve GOP'da gerçekten bahçeli evler olduğunu biliyorsanız,
* MESA Koru Sitesi'nde oturmaya başlayan dostlarınıza "Yuh be...o kadar yol gidilip gelinir mi?" demişseniz,

* Siz bir Ankara’lısınız demektir
ve muhtemelen yaşınız da 50'yi devirmiştir.

29 Mart 2011 Salı

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5

KİTABIN ADI:  Dörtlükler

KİTABIN YAZARI : Ömer Hayyam
KİTABIN ÇEVİRMENİ:  Şaban Morgül
KİTABIN YAYINEVİ : Athena Yayınları
KİTABIN BASKI YILI:  2010
KİTABIN BASKI SAYISI:  2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 160 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ:  10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ:  10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ:  10/10
YORUM: Ömer Hayyam’ı sanırım sizlere tanıtmama gerek yok.
Yüzyılların ötesinden seslenen bu büyük bilgin, deyişleriyle bugün dahi aramızda. Pek çok dörtlüğü ve rubaisi, bugünkü olaylara dahi yorum yapabilen, engin yüküyle keyifle okunabiliyor.
Ancak pek çoğumuz onu belki bir şair olarak tanıyor. Fakat aşağıdaki yaşam özetinden de anlaşılacağı gibi gerçekte kendisi döneminin sayılı Matematik bilginlerindendir. Pek çok eserinin zaman içerisinde kaybedilmiş olduğu sanılıyor.
Ona ait oldu bilinen eserlerinin listesi ekte.
Yorulduysanız, keyifsizseniz, biraz kafa dinlemek istiyorsanız gelin Hayyam’ın şiir dünyasına dalın.
İnanın zevk alacaksınız...

Gıyaseddin Eb'ul Feth Ömer İbni İbrahim'el Hayyam veya Ömer Hayyam (Farsça: عمر خیام)(d. 18 Mayıs 1048 - ö. 4 Aralık 1131) İranlı şair, filozof, matematikçi ve astronom.

Hayyam Nişaburludur. Yaşadığı dönemin ünlü veziri Nizamül-Mülk ve Hasan Sabbah ile aynı medresede zamanın ünlü alimi Muvaffakeddin Abdüllatif ibn el Lübad'dan eğitim görmüş ve hayatı boyunca her ikisi ile de ilişkisini kesmemiştir. Bazı kaynaklar; Hasan Sabbah'ın Rey kentinden olduğu Nizamül-Mülk'ün de yaşça Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'tan büyük olduğunu ve böylece aynı medresede eğitim görmediklerini belirtmektedir. Yine de Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizamül-Mülk'ün ilişki içinde olduklarını inkar etmemektedir. (Kaynak: Semerkant-Amin Maalouf Amin Maalouf'un bu kitabında Hasan Sabbah ve Nizamül-Mülk ile Ömer Hayyam'ın ilişkisini ve hikâyelerini kurgulamış olabileceği de düşünülmelidir. Hayyam'ın kendi dilinden yazılı böyle bir açıklaması yoktur.)
Birçok bilim adamınca Batıni, Mutezile anlayışlarına dâhil görülür. Evreni anlamak için, içinde yetiştiği İslam kültüründeki hakim anlayıştan ayrılmış, kendi içinde yaptığı akıl yürütmeleri eşine az rastlanır bir edebi başarı ile dörtlükler halinde dışa aktarmıştır.
Çadırcı anlamına gelen "Hayyam" takma adını babasının çadırcılık yapmasından almıştır. Ayrıca İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bir semte adını da vermiştir. Tarlabaşı bulvarında Sakızağacı ışıklardan başlayıp, Tepebaşı'na kadar inen caddenin adıdır. Hayyam aynı zamanda çok iyi bir matematikçiydi. Binom Açılımını ilk kullanan bilim adamıdır. Hayyam, genelde şiirlerindeki eğlence düşkünlüğünün belirgin olmasından dolayı Rubâileri ile ünlenmiştir.
Geçmişte yaşamış birçok ünlünün aksine Ömer Hayyam'ın doğum tarihi günü gününe bilinmektedir. Bunun sebebi, Ömer Hayyam'ın birçok konuda olduğu gibi takvim konusunda da uzman olması ve kendi doğum tarihini araştırıp tam olarak bulmasıdır.
Rubailerinde, dünya, var oluş, Allah, devlet ve toplumsal örgütlenme biçimleri gibi hayata ve insana ilişkin konularda özgürce ve sınır tanımaz bir şekilde akıl yürüttüğü görülmektedir. Akıl yürütürken ne içinde yaşadığı toplumun ne de daha öncesi zamanlarda yaşamış toplumların kabul ettiği hiçbir kurala bağlı kalmamış, kendinden önce yaşayanların insan aklına koymuş olduğu sınırları kabullenmemiş, bir anlamda dünyayı, insanı, var oluşu kendi aklıyla baştan tanımlamış; bu nedenle de çağını aşarak "evrenselliğe" ulaşmıştır. Ancak unutmamak gerekir ki Hayyam'ın yaşadığı dönem, kendisi gibi çağları aşan ve tarihin gördüğü en büyük düşünürlerden birini yaratacak sosyo-kültürel altyapıya sahipti. Kendi tarihinin belki de en aydınlık dönemlerini yaşayan İslam dünyasında felsefenin hak ettiği ilgiyi gördüğü, Selçuklu saraylarında ise sentez bir Orta Doğu kültürü (Türk-Hint-Arap-Çin-Bizans) oluşmaya başladığı bir dönemde yaşayan düşünür, böylece nispeten yansız ve bilimsel bir öğrenim görmüş, Müslüman fakat felsefeyi günah saymayan bir toplum içinde özgürce felsefe ile ilgilenebilmiştir.
Hayyam, aynı zamanda dünya bilim tarihi için de önemli bir yerdedir. Dünyanın ilk rasathanesini kurmuştur. Günümüzde kullanılan Miladi ve Hicri Takvimlerden çok daha hassas olan Celali Takvimi'ni hazırlamıştır. Okullarda Pascal Üçgeni olarak öğretilen matematik kavramı aslında Ömer Hayyam tarafından oluşturulmuştur. Matematik, astronomi konularında dünyanın önde gelen bilim adamlarındandır. Birçok bilimsel çalışması olduğu bilinmektedir.
Yaşadığı dönemi takip eden yıllar boyunca, İslam dünyasında düşünce ve aklı reddeden bir yapının oluşması, İslam coğrafyasında siyasi iktidar mücadelesi, toplumsal sınıflar arasındaki mücadelelerde iktidarların geniş halk kitleleri üzerinde otoritelerini koruyabilmek adına dini kullanması neticesinde adeta "yobazlığın" iktidara oturtulması; Ömer Hayyam gibi insan aklına ışık tutmaya çalışmış birçok düşünürün "sapkın" ilan edilmesine, genel anlamda toplumsal eğitim seviyesinin düşmesi nedeniyle de Ömer Hayyam'ın şarap ve zevk düşkünü olarak anlaşılmasına sebep olmuştur. Bu nedenle Ömer Hayyam tüm zamanlarda iktidara muhalif olanlar için bir ilham kaynağı olagelmiştir.
Pek çok Rubai ünü sebebiyle Hayyam'ınkilerine karıştırılmıştır, bilinen kadarıyla Rûbailerinin sayısı 158'dir. Fakat kendisine mal edilenler binin üzerindedir.
Ayrıca Ömer Hayyam için tarihteki ilk bilinen savaş karşıtı eylemci yakıştırması da yapılmaktadır.
Rubailerinin Türkçeye çevirisi farklı birçok çevirmen tarafından yapılmışsa da rubaileri Türk halkına sevdiren çeviri Sabahattin Eyüboğlu tarafından yapılmıştır.

Eserleri
Hayyam'ın eserlerinden 18 tanesinin adı bilinmektedir, çeşitli bilim dallarında birçok eser yazmıştır.
1. Ziyc-i Melikşahi. (Astronomi ve takvime dair, Melikşah'a ithaf edilmiştir)
2. Kitabün fi'l Burhan ül Sıhhat-ı Turuk ül Hind. (Geometriye dair)
3. Risaletün fi Berahin İl Cebr ve Mukabele. (Cebir ve denklemlere dair)
4. Müşkilat'ül Hisab. (Aritmetiğe dair)
5. İlm-i Külliyat (Genel prensiplere dair)
6. Newruzname (Takvim ve yılbaşı tespitine dair)
7. Risaletün fil İhtiyal li Marifet. (Altın ve gümüşten yapılmış bir cisimde altın ve gümüş miktarının bilinmesine dair. Almanya Gotha kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur.)
8. Risaletün fi Şerhi ma Eşkele min Musaderat(Öklid'in bir probleminin çözülmesi metoduna dair, Hollanda Leiden kütüphanesinde bir nüshası vardır. F. Woepcke fransızcaya çevirmiştir.)
9. Risaletün fi Vücud (Felsefede ontoloji bahsine dair. Britanya kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur.)
10. Muhtasarun fi't Tabiiyat (Fizik İlmine dair)
11. Risaletün fi'l Kevn vet Teklif (Felsefeye dair)
12. Levazim'ül Emkine (Meskûn yerlerin iklimi ve hava değişikliklerine dair)
13. Fil Cevab Selaseti Mesâil ve fi Keşfil Hicab (Üç meseleye cevap ve alemde zıtlığın zorunlu olduğuna dair)
14. Mizan'ül Hikem (Pırlantalı eşyaların taşlarını çıkarmadan kıymetini bulmanın yöntemine dair)
15. Abdurrahman'el Neseviye Cevab (Hak Teâlâ'nın alemleri yaratmasının ve insanları ibadetle yükümlü kılmasının hikmetine dair)
16. Nizamülmülk (Arkadaşı olan vezirin biyografisi)
17. Eş'arı bil Arabiyye (Arabça rûbaileri)
18. Fil Mutayat (İlim prensipleri)

Kaynak: Wikipedi

28 Mart 2011 Pazartesi

GALİBA "HACK"LENDİM

Galiba "hack"lendim.
Cuma gününden beri bana ait olan merkibilgehan@hotmail.com adresime giremiyorum. Her seferinde şifre yanlış hatası veriyor. Açılmış ve açılmamış pek çok iletimi kaybetmiş durumdayım.
Bunun ötesinde, adres listem ulaşılamaz durumda. Tüm dostların adresini yitirmiş durumdayım. İnsanın başına gelince anlaşılıyor. Yedeklemesi olmayınca sudan çıkmış balığa dönmüş durumdayım.
Acil olarak bilgehanmerki@yahoo.com ve bilgehanmerki@hotmail.com adreslerini edinmiş durumdayım.
Bu yazıyı okuyacak tüm dostların bu adreslere bilgi mesajı göndermelerini rica ediyorum. Rehberime en kısa zamanda ulaşmak istiyorum.

24 Mart 2011 Perşembe

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

KİTABIN ADI : Oblomov

KİTABIN YAZARI : İvan Gonçarov
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Orhan Akıcı
KİTABIN YAYINEVİ : Athena Yayınları
KİTABIN BASKI YILI : 2010
KİTABIN BASKI SAYISI : 2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 602 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 9/10 (Çok az dizgi hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM: Rus edebiyatının hiçbir kahramanı, ne Raskolnikov (Suç ve Ceza)ne Mişkin (Budala), ne de Prens Amdrey (Savaş ve Barış), eski Rus insanını, hatta bütün Doğuluları Oblomov kadar açıklıkla, en özlü yanıyla temsil etmez. Doğu, belki de ilk defa olarak Gonçarov'un bu büyük eserinde kendi kendini tanımaya, Batı'dan farkını anlamaya başlamıştır. Oblomov, çiftliği, köleleri olan bir derebeyidir. Köylülerin hazırlayacağı ekmeği yemek için büyütülmüştür. Bu yüzden, ekmeğini kendi kazanan insanlar arasında ne yapacağını şaşırır, böyle bir hayata hazır olmayan iradesi söner, ölüme benzeyen uyuşukluğa gömülür. Ancak Gonçarov, büyük romancılarda görülen 'dram karşısında gülümseme'' sini hiç eksik etmez; okurunu da gülümsetmeyi başarır. Gonçarov'un bu dev yapıtını okuduktan sonra ''Oblomovluk''un bize, hiç de yabancı olmadığını farkedecek, iş hayatına karışmış olanlar arasında bile, pek çok Oblomov'un bulunduğunu göreceksiniz.” (Athena Yayınları kitap tanıtımından alıntı)
Oblomov, 1970 li yılların kült kitaplarından idi. 1970 gençlerinin dönemsel kitap okuma tutkusu geçen kırk senede bir daha tekrarlanmadı. O yıllarda bir türlü fırsat bulup okuyamadığım bu kitabı sonunda okudum. Türkiye’de neredeyse bu kitabı yayınlamayan yayınevi yok gibi.
Okuduğunuzda göreceğiniz gibi “Oblomov”luk bir tip ve karakterdir. Onun benzerleri her zaman ve her ülkede bulunabilir. Belki de bildiğiniz, yanınızda olan birisi dahi olabilir. Gonçarov, Oblomov’u o derece iyi tahlil etmiş ve romanda işlemişki, adeta gerçek bir fotoğraf veriyor size.
Her zaman dünya klasikleri arasında yer bulan bu kitap, aydın Türk insanının ve gencinin okuması zorunlu kitaplardan biridir.
Unutmayın, okuyacağınız her kitapla, etrafımıza çöken karanlığı yırtabilmek için daha çok silahımız olacak…

İvan Aleksandroviç Gonçarov (Rusça: Ива́н Алекса́ндрович Гончаро́в) (18 Haziran 1812–15 Eylül 1891) Rus yazardır. En ünlü eseri 1859 yılında basılmış Oblomov'dur. Simbirsk, şimdiki adıyla Ulaynovsk'ta doğmuştur. Babası zengin bir tahıl tüccarıdır. Moskova Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra 30 yıl boyunca devlet memurlğu yapmıştır.

Fyodor Dostoyevski tarafından kayda değer, itibarlı bir yazar olarak tanımlanmıştır. Anton Chekhov kendisinden başarılı bir yazar olarak söz eder. Hiç evlenmemiştir ve 1891 yılında St. Petersburg kentinde ölmüştür.
Kaynak: Wikipedi

23 Mart 2011 Çarşamba

GEREDE HAVULLU YAYLASI DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

27 Şubat Pazar günü yaptığımız Gerede Havullu Yaylası yürüyüşümüze, sabah saatlerinin oldukça serin havasında başladık. Her zamanki toplanma yerimizde saat 8'de hareket eden grubumuz, değişik noktalardan alacağı katılımcılarla 20 yürüyüşçü ve 2 rehberle yola çıktı.
Kızılcahamam'da her gezide yaptığımız sabah molamızı bu kez biraz kısa tuttuk. Havullu Yaylası Kızılcamam çıkışında ve Gerede'ye varmadan önce olduğu için zorunlu olarak E-5 yolunu takip ettik.
Başlangıç noktamız, daha önceki yürüyüşlerimizden olan Doğanlar Yaylası başlangıcı ile hemen hemen aynı nokta idi. Zaten her iki yayla birbirine çok yakın. Yürüyüşümüze hemen otoyolun kenarından başladık. Ancak özellikle orman içine ulaşıncaya kadar olan bölüm oldukça çamurlu idi.
Hava sabah saatlerinden beri fazla değişmeden 0 ve -1 derece arasında sabit gibi. Yürüyüş grubumuzun nisbeten kalabalıklığı ve farklı hızları nedeniyle uzun süre tempo tutturamadan ara ara geride kalanları beklemelerle devam etti.
Yükselen rotada karlı yolların başlamasıyla grubun arası da açılmaya başladı. Kar, üzeri basılmamış olmasına rağmen yoğunlaşmış ve nispeten sulu olduğundan yürüyüşümüzü oldukça zorluyordu. derinlik zaman zaman 20-30 santimetre arasında uzun süre devam etti.
Sert kış, oluşan fırtınalar orman içinde pek çok ağacı devirmiş durumda. bunların bir kısmı da orman içi yürüyüş yollarına düşmüş olduğundan pek çok kere bunların altında geçmek ya da çevresini dolanmak zorunda kaldık.
Molalar tempomuzu bozsa da şimdilik moralliyiz. Ancak rehberimiz Tekin bey, bizlerinde arasında olduğu bir grubun bir süre sonra sıkılacağı düşüncesiyle tedirgindi.
Yaylaya uzanan yolda zaman zaman orman yolundan dik kesmeler yaparak dağa tırmanıyor ve bir yandan da grubun çok dağılmamasına dikkat ediyoruz.
 Doğa kendi dengesi içinde sessiz ve huzur dolu. Havanın soğuk olması kuşların dahi havalanmasını engelliyor.

Yaylaya ulaştığımızda küçük bir göletin kıyısından dönüş yapıyoruz. Evlere daha biraz mesafe var. Yine grubun toplanmasını beklerken çevreyi fotoğraflıyoruz.

 Yayla evlerine çıkan son yamaç öncesi oldukça karlı yolda yol almaya devam ediyoruz.

 Yaylada yemek molası verdiğimizde saat 13 dolaylarına gelmişti. Kısmen ağaç altlarında ve kısmen bazı evlerin sundurmalarında yemeği yiyiyoruz.
 Dönüş yolumuzda rotamız doğu, güney-doğu rotasında hafifçe dönen bir yolla Doğanlar Yaylası tarafına saparak başlangıç noktamıza ulaşmak olarak çizildi. Yola devam.
 Orman içinde yine ayak üzeri verdiğimiz bir rotada, bir ayının ayak izleri. Rehberimiz Tekin bey, son kar yağışına kıyaslayarak yaklaşık bir ay öncesine ait olabileceğini ifade etti.
 Dönüş rotamızda karın zaman zaman dize yaklaşması üzerine bazen orman yolunu bazen de ormana girerek ağaçların altının nisbeten daha az karlı kısımlarından yürüyüşümüzü sürdürdük.
Yolun son kısımlarına geldiğimizde, ekibin, varış noktasına kadar orman yolundan görece basit bir rotada ineceğini gözönüne alan rehberimiz ile ben ve Fuat hocamında katıldığı 8 kişi, rotadan çıkarak dik bir yamaçtan oldukça yükseldik. Büyük bir geniç açı çizerek yaklaşık 3 kilometrelik bir ilave rotada hızlı bir yürüyüşle, sabahtan beri beklediğimiz hızlı yürüyüşümüzü gerçekleştirdik. Tahminen 1 saat sonra varış noktasına ulaşan diğer gruba yetişerek yürüyüşümüzü tamamladık.
Son yaptığımız eklemeyle yaklaşık 16 kilometre olarak gerçekleştiridiğimiz yürüyüşümüzü, tam hava kararmak üzereyken noktalayarak yol kenarında bizi bekleyen otobüsümüze ulaştık. Yine güzel ve soğuk bir pazarı açık havada ve doğada geçirmenin keyfi ile yenilenmiş bir enerji ile Ankara'ya döndük.

22 Mart 2011 Salı

ÜÇ ALTIN HEYKEL

Bir zamanlar, iki komşu ülkenin hükümdarı, birbirlerini sürekli imtihan eder, zeka gösterilerinde bulunurlarmış.
Bir gün bu hükümdarlardan birisi, diğer hükümdara yeni bir zeka gösterisinde bulunmak istemiş ve çağırdığı heykeltraşa birbirinin tamamen aynı olan, altından üç tane adam heykeli yaptırmış.
Görünüşte tamamen aynı olan bu üç heykelin arasındaki farkı ise yalnız ikisi biliyorlarmış.
Heykeli yaptıran hükümdar bunu diğer ülkenin hükümdarına hediye olarak yollamış ve şöyle yazmış:
Bu üç heykel birbirinin tamamen aynısıdır ama, bir tanesi ötekilerden daha değerlidir. Onu bulursan bana haber ver” demiş.


Hediyeyi alan hükümdar, önce heykelleri tarttırmış, gramına kadar aynı olduğunu görmüş. Ülkede bulunan bütün bilginler gelip bakmışlar ama arada hiçbir fark görememişler.

Sonra, zindanda bulunan fakat çevrede zekası ile tanınan bir mahkum bu bilmeceyi çözmeye talip olmuş.
Mahkum önce heykelleri çok iyi incelemiş, sonra çok ince bir tel istemiş.
Teli birinci heykelin kulağından sokmuş, tel ağzından çıkmış,
Aynı şey ikinci heykel içinde olmuş, onun da kulağından giren tel diğer kulağından çıkmış.
Üçüncü heykelde ile tel kulaktan girmiş ama hiçbir yerden çıkmamış. Bu kulaktan giren tel, heykelin içinde kalbe kadar gitmiş ve orada kalmış.


Hükümdar bunun üzerine şu cevabı yollamış:

Kulağından gireni ağzından çıkaran insan makbul değildir.
Bir kulağından giren öbür kulağından çıkıyorsa, yine makbul değildir.
En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.
Bu değerli hediye için teşekkür ederim.” Demiş.

(SAYIN AYNUR ERTÜRK'E TEŞEKKÜRLER)

21 Mart 2011 Pazartesi

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3

KİTABIN ADI : Düşünüyorum O Halde Sanığım- Zulümname

KİTABIN YAZARI : Mustafa Balbay
KİTABIN ÇEVİRMENİ -
KİTABIN YAYINEVİ : Cumhuriyet Kitapları
KİTABIN BASKI YILI : 2011
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 351 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM: Mustafa Balbay’ın Silivri esaretindeki 2. kitabı.
İlk kitabı Zulümhane ile birlikte bir üçleme yapmayı düşündüğünü belirten Balbay bu ikinci kitabını tamamen manzum biçimde kaleme almış.
Çoğunluğu özlem, yalnızlık, hapisliğin verdiği mahrumiyet duygularında yazılmış mükemmel bir kitap.
Özellikle okura mektup biçiminde kaleme aldığı bölümdeki dizeler etkileyici.
Aslında fazla söze gerek yok. Almalı, çok çok alıp dağıtmalı, okumalı ve özellikle okutmalıyız. Bizler sessiz çoğunluğun artık bir şeylerin ucundan tutması gerekiyorsa böyle başlamalı. Ne dersiniz ey duyarlı gençler!!

18 Mart 2011 Cuma

LAROUSSE - TÜRK - ATATÜRK

Fransa"da çok meşhur bir sözlük vardır; Larousse
Bu sözlükte bir kelime var; ""décapiter""...
Bu kelime, 1931 yılındaki sözlükte; ""boynunu vurmak"" diye ifade ediliyor. Kelimenin bir başka anlamı daha var; ""Kazığa oturtmak"", yani sivri bir kazık hazırlamak ve kazığın bir ucu insanların ağzından çıkacak şekilde
üzerine oturtmak.
Vahşi bir uygulama.
Burada, kazığa oturtmak deyiminin manasını açıklığa kavuşturmak için örnek veriliyor:
""Türkler, bugün bile esirlerini kazığa oturturlar.""
Atatürk bunu öğrenince, Fransız Büyükelçisi"ni yemeğe davet ediyor. Elçi, diğer elçilere böbürleniyor, hava atıyor; Atatürk tarafından davet edildiği için.
Köşke geliyor, yemekler yeniyor.
Atatürk tabii bir şekilde, Elçiye bu kelimenin anlamını soruyor. O da bildiği anlamı söylüyor.
Atatürk;
""Kelimenin başka bir anlamı var mı?"" diye sorunca, Büyükelçi;
""Bunu söylemek için sözlüğe bakmam gerekir"" diyor.
Atatürk; daha önce hazırlamış olduğu ve çalışanlarına öğütlediği şekilde Larouse"u getirtip, Büyükelçinin önüne koyduruyor. Elçi, daha işin nereye kadar gideceğinin farkında olmadan hevesle okumaya
başlıyor. Ancak kelimenin karşısında ""kazığa oturtmak"" konusunda verilen örnek cümleye gelince, ancak yarıya kadar okuyabiliyor ve yarısından sonra yutkunarak Atatürk"ün yüzüne bakıyor.
Atatürk diyor ki:
""Demek ki biz Türkler; bugün de esirlerlerimizi kazığa oturtuyoruz öyle mi, öyle mi sayın Sefir? Sözlüğünüze böyle yazmışsınız, bu doğru mu?""
Sefir, hemen sözlüğü biraz karıştırıyor ve bir kaçamak noktası bularak diyor ki;
""Efendim bu sözlük; Katolik Kilisesi"nin matbaasında basılmış, bildiğiniz gibi biz laik ülkeyiz, kilisenin yaptıklarının bizim hükümetimizle bir ilgisi yok. Bizi ilgilendirmez ve biz kiliseye karışamayız.""

Atatürk:

""Öyle mi efendim, siz laik bir ülke olduğunuz için demek ki kiliselere karışamıyorsunuz. Öyleyse ben de yarından itibaren İstanbul"daki kiliselerin kapılarına koca birer kilit astırıyorum"" diyor.
Bunu duyan Sefir, birden ayağa kalkıyor ve;
""Ekselans, protesto ederiz"" diyor.
Bunun üzerine Atatürk;
""Hani sizi ilgilendirmiyordu, karışmıyordunuz?"" diyor ve ilgililere dönerek; ""Sefire yolu gösterin"" diyerek, bir anlamda onu kovuyor.
Sonra ne mi oluyor?
Tabii Fransız hükümeti; laiklik söylemlerini bir tarafa bırakıyor, hemen o sözlük toplatılıyor ve yeni baskısında o cümle çıkarılıyor.
Bu muhteşem tavır;
- Askerimizin başına çuval geçirildiğinde sessiz kalan,
- Karakollarımıza komşu bir ülkeden saldırılar düzenlenip şehitler verdiğimizde, harekete geçmeden önce icazet almak için okyanus ötesine giden,
- Fuarlarda, ülkemizin bir bölümünü kurdukları kukla devletin parçası olarak gösteren haritalar asanlarla, hala resmi temaslarda bulunan değerli yöneticilerimize
VE
- 85 yılda, nerelerden nerelere geldiğimizi hala göremeyen aziz vatandaşlarımıza ithaf olunur...


VATAN MEVZUBAHİS İSE GERİSİ TEFERRUATTIR..
ATATÜRK

Kaynak: Vatan ve Emek Cephesi

15 Mart 2011 Salı

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 2

KİTABIN ADI : Türk Yahudiler

KİTABIN YAZARI : Bilal N. Şimşir
KİTABIN ÇEVİRMENİ : -
KİTABIN YAYINEVİ : Bilgi Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI : 2010
KİTABIN BASKI SAYISI 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI . 430 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ :10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10
YORUM: Hitler faşizmi, Fransa’nın üzerine çöktüğünde, ülkenin neredeyse dörtte üçü işgal edildi. Paris’teki Fransız hükümeti işgal altında olmayan Wichy’e taşındı. Türkiye Paris Büyükelçiliği’de hükümeti izleyerek taşındı. (Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda uzun süre Büyükelçiliği’ni İstanbul’dan Ankara’ya taşımayarak tepeden bakan bu emperyaliste onunla aynı seviyeye düşmeyeceğimizi gösteren bu jestimizi ne yazık ki şimdi kimse Fransa’ya hatırlatmıyor.)
Bu arada büyükelçilik tarafından Fransa’da yerleşik olduğu saptanan 995 Yahudi Türk vatandaşları, Faşist Fransa ve Almanya tarafından 1942-44 arasında sürekli taciz edildi. Evleri basılıp eşyaları çalınan, aile bireyleri toplama kamplarına götürülen bu vatandaşlarımızın serbest bırakılması ve Türkiye’ye götürülmeleri için, Türk dışişleri mensupları yoğun mücadele verdi. Büyük kısmı faşistlerin elinden kurtarılarak ülkeye getirildi.
Belgelerin eksikliğinden bazı vatandaşlarımızın akibeti kayıtlardan belli olmuyor.
Yakın dönem tarih ve diplomasi yazarı ve araştırmacı Bilal N. Şimşir, anılan dönemin kayıtlarını titizlikle araştırarak yine büyük bir başarıya imza atmış.
Tarihsel dönemi çok büyük bu belgeler yakın tarihimizin çok bilinmeyen bir dönemine ışık tutuyor. İşte, okuduğunuzda “Ne Mutlu Türküm Diyene” diye haykırabileceğiniz bir eser daha…
Saygılar Bilal N. Şimşir…


Bilal N. Şimşir (d. 1933), Türk diplomat, akademisyen, yazar. 1957 senesinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra bu fakültede Diplomasi Tarihi Kürsüsünde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1960 senesinde Türk Dışişleri Bakanlığına geçti. Paris, Şam, Londra, Lahey Türk Büyükelçiliklerinde başkâtip ve müsteşar olarak çalıştı. Türk Dışişleri Bakanlığında, merkez şube müdürü, daire başkanı, genel müdür yardımcısı ve genel müdür olarak görev yaptı. Arnavutluk'ta Tiran Büyükelçiliği, Çin Pekin Büyükelçiliği, Avusturalya ve Güney Pasifik Ülkelerinde büyükelçi olarak Türkiye'yi temsil etti. 1998 senesinde Türk Dışişleri Bakanlığında 38 senelik hizmetinin ardından emekliye ayrıldı. Avusturalya nezdinde Türkiye Büyükelçiliği görevinde bulundu.

Yakın tarih üzerine 52 cilt araştırma kitaplarının ve 160 kadar makalenin yazarıdır. Gizlilik süresi dolan İngiliz belgeleri üzerine yaptığı araştırmalar ve bunlarla ilgili kitapları ile tanınmıştır.
Kaynak: Wikipedi

14 Mart 2011 Pazartesi

5 DOSTA VEDA

http://kirmiziadam.blogspot.com/ adresindeki dostum "Kırmızı Adam"ın blogu "KALDIRILDI" olarak işaretlenmiş. Bunun anlamının ne olduğunu tam bilemiyorum. Blog sahibinin kendisi mi kaldırdı yoksa blog.spot tarafından mı kaldırıldı. Anlaşılamıyor. dostumuzun bloguna erişim mümkün olamıyor.


http://melis-melisblogspotcom.blogspot.com/ adresindeki dostum "Melis" ile http://kackitapokudumben.blogspot.com/ sitesine de ulaşılamıyor. Tıklandığında ""BULUNAMADI" kaydı ekrana çıkıyor. elbette yukarıdaki gibi bu iki dostun bulunamayış sebeplerini bilmem mümkün olmuyor.

http://neslihan75.blogspot.com/ adresindeki "Neslihan" ile  http://akheneton.blogspot.com/ adresindeki "Mavi Ay" ise sitelerini sadece "DAVETLİ OKUYUCULARA AÇIK" hale getirmişler. Elbette bu bloglara ulaşamadığıma göre göre davet edilmediğim açık.

Sonuçta artık yukarıdaki adreslerdeki 5 dostuma ulaşmam imkansız hale geldiğinden, üzülerek blog dostlarım listesinden çıkarmak zorunda kaldım. Kendilerini bir şekilde izlemeye devam etmeyi isterdim. Öyle ya da böyle isteyerek, istemeyerek ayrılmak durumundayız. dostlarım bir şekilde blogumu ziyaret ederek bu yazımı görürlerse ve yeni adreslerini bildirirlerse sevineceğimi ve tekrar izlemeye alacağımı belirtiyorum.

HOŞÇAKALIN DOSTLARIM BENİM, HOŞÇAKALIN...

11 Mart 2011 Cuma

CAP BON

Tunus gezimizin son günündeki gezimizde, hedeflediğimiz son noktaya ulaştık. Burası Cap Bon. Tunus'un kuzey-doğusundaki son nokta.
Uzakta görünen ada Tunus'a ait. Ancak onun sağ çaprazına doğru baktığınızda, -görememekle birlikte - Sicilya adası yer alıyor. Geçmişteki Kartaca-Roma savaşlarını düşündüğünüzde birbirlerine çok yakın. elbette döneminin iki süper gücü birbirine bu denli yakın olursa çarpışmanın ve sonuçta birinin yok olması kaçınılmaz.
Dönem itibariyle havanın güzelliği, berraklığı muhteşem ve büyüleyici.
Cap bon'da ufak bir balık lokantası var. Tunus'ta çok istediğimiz ancak bir türlü denk getiremediğimiz balık ziyafetini burada yaptık. Ancak bu ayrı bir yazı konusu olduğundan ayrıca yazacağım.
Lokantanın geliş yoluna göre hemen sağında telle çevrili bir alan dikkatimizi çekti. Bir de bekçisi var. Burası bu bekçi rehberin anlattığına göre, Kartaca-Roma savaşları sırasında ya da daha sonra Roma döneminde getirilen tutsak kölelerin denizden Roma'ya görütüldüğü ya da tam tersi Roma'dan getirilerek Afrika içlerine gönderilmeleri sırasında gemiyi beklerken ya da kervanlara teslim edilinceye kadar hapis tutuldukları mağaralar imiş.
Kazılar devam ettiği için mi yoksa nisbeten gezilmesi tehlikeli olduğundan dolayı mı, anlayamadığımız şekilde tel örgüyle çevrilerek giriş çıkış ve dolaşma engellenmiş vaziyette.
Bekçinin aldığı bahşiş ile beni içeriye alarak biraz daha fotoğraf çekmemi sağlaması üzerine nisbeten daha yakın görüntüler elde edebildim.
Cap Bon'da yediğimiz yemek sonrası dönüş yolumuz başladı. Ancak Kamel, gezi rotasında olmayan ilginç bir şey göstereceğini ifade etmesi üzerine başkent Tunis yolundan saparak küçük köyler arasından geçerek kuzey-batıya doğru yolumuza devam ettik.

10 Mart 2011 Perşembe

HAYATINIZ SEÇTİĞİNİZ KADINDIR

Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış. Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış "bu gençliğin sırrı nedir" diye.
İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya... Ama sorular sık, soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki.
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine.
"Bu davette size sırrımı açıklayacağım" demiş.
Herkes merakla davete gelmiş. Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş. Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş.
"Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!.."
Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş. Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da :
" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet" demiş.
Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş.
"Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin" demiş.
Başka istemiş. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış .


Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş.

"Eeeee?. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı??"
Herkes birbirinin yüzüne bakmış. Kimse bişey anlamamış..
" Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!"
Dedecik gülmüş.
"Efendiler" demiş. "O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Bir kere bile "aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne taşıttırıyorsun bana defalarca..." demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum.
"Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız." Demiş.


Hayatınız seçtiğiniz kadındır....


Zevkli bir kadına rastlarsanız, ZEVKİNİZ, bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ, zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir.


Hayat kat kattır. Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. Ve bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır.


Hayatınız seçtiğiniz kadındır.

(Sayın Erden Özdil'e teşekkürler)

9 Mart 2011 Çarşamba

Kendi Subayına Pusu Kuran Vatansız-Akılsızlara Söylev

2. Ümraniye davasında yargılanan Teğmen Mehmet Ali Çelebi, duruşmaya yine yaptığı o muhteşem konuşmalardan biriyle damgasını vurdu.
"Adalet kan ağlıyor..! Adalet kendini arıyor..! Türk Milleti harcına intikam karışan bu davayla ilgili utanç giysisini üstünden çıkarmayacaktır. Türk Hukuk Tarihi bu dramatik felaketin yasını daima tutacaktır.
Millet namusu demek olan subayın telefonuna hiç tanımadığı, hiçbir irtibatı olmadığı yasadışı bir örgüt sempatizanının numaralarını yüklemek suretiyle onun üzerinde şüphe yaratmak, onu saf dışı bırakmak kimin işidir?? Kim subayına böyle bir pusu kurabilir.
Yazıklar olsun..! Milleti için kılıç kuşanan ele zincir takmaya çalışanlara...!
Anlaşıyor ki devletimizin içine sızan düşmanların alçaklıklarına zincirlenmiş sanıklarız. Onların namussuzluğunun bedelini bizim bedenimiz ödüyor.
Okuduğu zaman zalimleri ve ayakdaşlarını titretecek bu savunma tarihe, milletimizin vicdan ve şuuruna vasiyettir.
KENDİ SUBAYINA PUSU KURAN VATANSIZ AKILSIZLARA SÖYLEV
Size de insan diyorlar...Oysa siz hilekar ve pusuda bekleyen örümceklersiniz. Çatlaklarda yaşar, şeytanca komploların ağını örersiniz. Hep karanlıkta koşar, günışığına lanet okursunuz. Size göre rüzgar da sabıkalı, güneş de...
Yarattığınız bu sahtelik sadece cüceler dünyasında geçerli. Siz o dünyaya aitsiniz.Gerçeği yağmalayanların, entrikacıların, zehre batan ruhların dünyasına...
Zavallılar, bilmez misiniz ben Türk Subayıyım. Bütün dünya parçalanıp üzerime yıkılsa harabeler ortasında ayakta durmasını bilirim.
Karanlıklarınıza atın beni, uçurumlarınıza itin...
Döğüştürün beni yarattığınız sahtekarlıklarla...
Alay edin inanmış, adanmış halimle...
Alay edin ülkeme sarılmış sımsıkı halimle...
Şimdi söyleyin bana...
Sizin karanlıklarınız benim yüreğime kadar yükselebilir mi??
Körpe kanatlarım için kaç çırpımlık karanlığınız var???
Ne fark eder çamurlarınıza bulansam, gözlerimdeki umut günışığına uzanır elbet...
Ellerinizde parçalansam ne çıkar...?


Son nefesim bile Türk Milleti'nin varlığının sönmeyeceğini haykıracaktır.

Adalet hokkabazlığı masumiyete pusu ancak size uygun övünç kaynaklarıdır. Bizim tertemiz vicdanımızın çağlayanın da sizin lağımlarınız akmaz. İşbirlikçilere meydan okuyan M.KEMAL cesareti akar:
"...Aklınızı başınıza toplayın. Ulusumuz ve yurdumuz için sakıncalı olan yabancılara vicdanlarınızı satarak yaptığınız alçaklığın ulusca yükletilecek sorumluluğunu gözönünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin ve gücün sonunu öğrendiğiniz zaman kendi sonunuzla karşılaştırmayı unutmayınız..."(NUTUK)

Sizin karanlıklarınız varsa bizim de sevdamızın yangınları var..! O sevdada onurumuz var, şerefimiz var. Sizin vicdanlarınız yanında bizim zindanlarımız ne kadar özgür, zincirlerimiz ne kadar güzel..!
Suçunuzu tarihe kazıyorum.Türk Subayına pusu kuran zavallılar olarak anılacaksınız, kendi çıkarlarını millet şerefi olan subayın zararında arayan sefiller olarak lanetleneceksiniz...
Adalet yakanıza yapışacak, doğruluk sizi er veya geç teslim alacaktır.
YÜCE MAHKEMEDEN TALEBİMDİR..!
Hakimler kararıyla konuşur. Konuşun ve adalet yağdırın bunların mağaralarına..!
Bizim için erdem, onlar için yük olan namus ve şeref yağdırın... Çünkü hakikat ağır gelir bu bataklık sineklerine, kaldıramazlar adaletin erdemini.
İğrenç yuvalarını adaletin terazisine kuran asalakları temizleyin. Onlara bu toprakların adaletinin bir solukta tükenmeyeceğini gösterin. Çünkü sizin Türk Milleti adına dağıtacağınız adalet bu şeref fakirlerinin komplolarına tabi olamaz..!
Dağda çarpıştığımız bebek katilleri alçaktır. Ama bunlar daha da alçak. Çünkü teröristlerin kurşunu bile beni şehit yapar, bunların ki beni terörist yapmaya çalışıyor.
Bıçak taşıyorsun diye beni suçluyorsunuz...Evet taşıyorum ama sırtımda...Ben hançerlenenim...


BEN SUÇLU DEĞİLİM..!

Zindan duvarlarımızı ören bu kirli eller suçlu...
Vicdanlarını onursuzluğa paspas yapanlar suçlu...
Memleket hisleri kötürüm olanlar suçlu...
Adaletin terazisinde intikam tartanlar suçlu..
Bizim tertemiz davamız, açık gayemiz meydandadır. Eserin asli sahibi Türk Gençliği olarak, Türk Milletine pusu kuranlara her daim vereceğimiz cevap alınlarımızdaki aklık, sadakatimizdeki devamlılık, duruşumuzdaki sağlamlık olacaktır.
Şimdiye hükmedebilirler ama geleceğe asla..!
Adaletin kendisine bakıp utanacağı, adalet adına hareket ettiğini söyleyenlerin özür dileyeceği, ışık karşısında dağılacağı günler gelecek. Bu karanlık günleri organize eden, suç yaratan ve icat edenlerin hesap vereceği günler gelecek.
O günler bize gelmezse, hakikatin delici matkaplarıyla zindanları yıkacağız ve karanlığı yara yara biz o günlere gideceğiz...
Saygılar sunarım."


Silivri esiri Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali ÇELEBİ




"Dünyada her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır."
"Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan ve halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur."
Mustafa Kemal ATATÜRK

8 Mart 2011 Salı

MART AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 1

KİTABIN ADI : Obadan Ulusa – Geçmişin izi Geleceğin özü- Bade Harab 1

KİTABIN YAZARI : Erol Toy
KİTABIN ÇEVİRMENİ : -
KİTABIN YAYINEVİ : Cumhuriyet Kitapları
KİTABIN BASKI YILI : 2010
KİTABIN BASKI SAYISI : 2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 397 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10
YORUM: Üç ciltten oluşan "Bade Harab" dizisinde, Oğuz boylarının birleşerek bir imparatorluğa doğru yol almasının ve Büyük Selçuklu imparatorluğunun kurulmasının serüveni anlatılıyor. Birinci cilt olan Obadan Ulusa'da, Cengiz Han'ın torunu Abaka ilhan, babası Hulagu'nun yerine geçmiştir. Yazıcıların en yeteneklisi, Müneccima Bibi’nin oğlu ibni Bibiyi bir Selçuklu tarihi yazmakla görevlendirir. Bunun üzerine, Cengiz imparatorluğunun kapsadığı bütün ülkelerden derlenen devlet arşivi ona açılır. "Bade Harab" dizisi bu inceleme süreciyle başlar. Gözden geçirdiği belgelerle, içinde bulunduğu ortamı karşılaştıran ibni Bibi'nin kendi kendisiyle hesaplaşmasını kapsar ve Kınık beyi Subaşı Dokak'ın, Oğuz yabgusu Beygo'ya başkaldırısıyla devam eder. Subaşı Dokak, Selçuk Bey'in babasıdır.

Kitaptaki gelişen yan hikayede de, Maun Bab’la başlayan kam ailesinin 3 nesildeki yaşamları, gelip Selçuk’un tarihteki hikayesine ortak oluyor.
Erol Toy, romanda Türkçe’nin bütün kelime zenginliklerini ve inceliklerini kullanıyor. Zaman zaman roman şiirsel bir havaya bürünüyor. Özellikle Maun Bab’ın savaşta sakatlandıktan sonra yaşam savaşı vererek kaderine doğru sürüklenmesi, zaman içerisinde kurduğu ailesi, Tutak ve Aslan Bab, romanın çok görkemli güzellikleri.
Tarihimizi bilmeliyiz. Türk tarihinin belki de en az bilinen zamanlarına ışık tutan roman, inanın okuduğunuzda hiç pişman olmayacağınız tarih bilgilerini bir roman havasında veriyor.

Erol Toy, (d. 1936, Alaşehir, Manisa), yazar.

Ortaokul mezunu olan Toy, çocukluğundan itibaren çalışarak yaşamaya başladı. Fırıncılık, bankacılık, vurgun yiyen süngercileri sigortalama gibi işlerde çalıştıktan sonra, İstanbul'a yerleşti. Bank-İş sendikasanın kurucuları arasında yer alarak sendikacılığa başladı. Gazetelerde yazıları yayımlanan Erol Toy, ilk öyküsünü 1952 yılında Çınar dergisinde yayımladı. YAZKO Yönetim Kurulu başkanlığı yapan yazar, romanlarında Türkiye'nin toplumsal, ekonomik ve politik sorunlarını işledi. Toplumcu gerçekçi bir çizgide yürüyen Toy, ilk basımı 1974 yılında yapılan ve Vehbi Koç'un yaşamöyküsünün anlatıldığı iddia edilen  İmparator adlı romanıyla okur kitlelerine adını duyurdu. Öykü, roman, deneme ve eleştiri yazılarının dışında sahnelenmiş tiyatro oyunları da bulunan Erol Toy, 1962 Ali Naci Karacan Üçüncülük Ödülü sahibidir.
Yapıtları
• Toprak Acıkınca
• Acı Para
• Azap Ortakları
• İmparator
• Kördüğüm
• Son Seçim
• Gözbağı
• Doruktaki Adam
• Kuzgunlar ve Leşler
• Zor Oyunu
• Kilittaşı
• Yitik Ülkü Cilt :1
• Pir sultan Abdal
• Parti Pehlivan
• Meddah
• İzmir'in İçinde
• İpteki
• Altın Saray
• Fareler Cumhuriyeti
• Son Çağrı
• Avcı Kekliği
• Arinna'nın Gölgesi
• Aydınımız İnsanımız Devletimiz
• Yitik Ülkü Cilt -2
• Yitik Ülkü Cilt -3
• Türk Gerilla Tarihi
• O'na Katılmak
• Bal Tutanlar' '
*Bade Harab 1-2-3
Kaynak: Wikipedi

1 Mart 2011 Salı

KERKOUANE

Tunus gezimizde Kelibia kasabasından ayrıldıktan sonra yolumuz bir süre deniz kıyısına paralel devam etti. Bir süre sonra Kamel, aracımızı sağa denize doğru dönen bir yola çevirdikten kısa bir süre sonra bir bariyerle kapatılmış olunan bir yere geldik. Önemli arkeolojik ören yerlerinden Kerkouane'a gelmişiz.
Kapıdaki görevli, bayram sebebiyle kapalı olduğunu söylemesine rağmen, Müslüman, bahşiş ve hediye portakal yanyana gelince, ören yerini 20 dakika gezmemize izin verdi.
Kerkouane, tahminen 1. Pön savaşları sırasında (İÖ 250) tamamen tahrip edilmiş. Daha sonraki Roma hakimiyetinde bir daha eski gücüne kavuşamamış. Ancak Kartaca ve Hadrumentum gibi önemli yerleşimlerin yaşadığı İÖ 4. ve 3. yy larda çok önemli kaetler arasında yer alıyormuş. Bu büyüklüğü son kazılarda gün ışığına çıkarılan yapılardan anlaşılıyor.
Kentin tespit edilen binalarının belli bir kent planına göre yapıldığı, evlerin belli standardlara sahip olduğu gözleniyor.
Bazı evlerin odası olarak saptanan zeminlerde yer yer mozaikler göze çarpıyor. Önemlilerinin korumaya alındığını tahmin ediyorum.
 Zaman zaman kazıların devam ettiği söyleniyor. Ancak bizim gezimiz sırasında herhangi bir kazı faaliyeti yoktu.


 Bazı evlerin oda kapılarında görünen şekiller ilgimizi çekti. Kamel'in bekçiden aldığı bilgiye göre çocuk odalarının kapısına çizilen bu şekillerin, çocukların kötülüklerden ve kazalardan korunması kültüne dayalı imiş.

Kerkouane gezimiz ne yazık ki, istediğimiz zamanı ayıramadığımız hem kapalı olması ve hem de daha rotamızın uzun olması sebebiyle belki bir gün tekrar yolumuz düşer temennisi ile sona erdi. Cape Bon gezimiz devam ediyor.