1942 Haziran'ından (ya da bazı belgelere göre Nisan'dan) itibaren toplu olarak kampa getirilen yüzlerce Yahudi anında öldürülmüştür. Böylece Auschwitz-Birkenau, bir imha kampı işlevi kazanmış, aynı zamanda, kötü koşullardaki bir çalışma ve toplama kampı olarak kullanılmaya da devam etmiştir.
Kurbanlar kampa genellikle, hayvan taşımakta kullanılan vagonlardan oluşan trenlerle getiriliyor, Auschwitz Garı'na gelince doğrudan kampa götürülüyorlardı. 1944 yılında peronlar kampın içine kadar uzatılır . Bazen tamamı doğrudan gaz odalarına gönderiliyor, bazen de hasta, zayıf, yaşlı ve çalışamayacak durumda olanların ayıklanması süreci yaşanıyordu. Bu ayıklama işlemini genellikle, caniliği ile tanınan kamp doktoru Josef Mengele yönetmiştir.( Auschwitz’e getirilenlerin tümü gazla öldürülmüyordu. Hayvan taşımacılığında kullanılan vagonların içinde sıkış tepiş kampa getirilen insanlar, Nazi terminolojisine göre ‘tasnif‘ ediliyordu. Kimin gaz odasına gönderileceğine kimin gönderilmeyeceğine SS doktorları karar veriyordu. ‘Auschwitz’in Azraili‘ olarak adlandırılan Josef Mengele de bu doktorlardan biriydi. Mengele, ‘tasnif‘ işinin yanı sıra kampta aralarında çocukların da bulunduğu çok sayıda kişinin üzerinde vahşi deneylerini gerçekleştiriyordu. Mengele savaş sonrası önce Arjantin’e ardından da Paraguay ve oradan da 1978 yılında bir deniz kazasında öldüğü Brezilya’ya kaçtı.)
(Anita Lasker, Mengele’yi şöyle
anlatıyor:
Auschwitz-Birkenau'da altı binada gaz odası vardır. Ancak bunların hepsini aynı anda kullanmak mümkün olmamıştır. 1943 yılının ilk yarısında, gaz odalarının alt kısmı olan 100 m²'lik dört yakma kısmı devreye sokulur. İnşaatta dört ayrı firma çalışmış, yakma fırınları J. A. Topf und Söhne firması tarafından imal edilmiş, montajı yapılmış, tamir ve bakımı üstlenilmiştir.
Ayırma işlemi sonucunda hayatta kalanlar, kampın yakınındaki endüstri işletmelerinde çalışmak zorundaydılar. Bunlardan biri I.G. Farben firması için sentetik benzin ve sentetik kauçuk üreten bir tesisti. Diğer bir büyük Alman firması Krupp'un da Auschwitz'in hemen yakınında fabrikaları vardı. Bu firmalar Nazi yöneticilere her işçi için kira ödüyor, dolayısıyla SS'ler esirler üzerinden gelir elde ediyorlardı.
(Bedenen güçlü olanlar da zorla çalıştırılıyordu. Doğru düzgün giyinmeden, yemeden, içmeden ve hiçbir tıbbî olanak sunulmadan ağır işlerde çalışmaya zorlanıyorlardı. Kısa bir sonra onların da bedenlerindeki tüm güçleri tükeniyor, ya açlıktan ya donarak ya da bir iş kazası nedeniyle hayatlarını yitiriyorlardı. Artık çalışamayacak duruma gelenler de imha kamplarına gönderiliyordu.
Hayatta kalan bir başka kişi, Charlotte
Grunov da BBC’nin Almanca servisine şunları anlatmıştı:
Bu canlı tanık ifadesini biraz açalım isterseniz;
Auschwitz’e trenle getirilen her grubu karşılayan bir Nazi grubu bulunmaktaymış. Onları karşılayan bir grup Nazi ve Nazi Doktoru.. Doktor “Seçim” i başlatıyor..İnsanlar mı, onlar kimin neye göre ne için seçildiğini bilmiyor..Tek bildikleri doktorun SAĞ veya SOL işaret parmağını gösterdiği..Oysa ki bilselerdi kaderlerinin bir insanın sağ ile sol parmağı arasında olduğunu.. Doktor tek tek inceliyor önüne gelen insanları..Yaşlarını öğreniyor,vücut yapılarını, genel sağlık durumlarını gözden geçiriyor..Bunun sonucunda eğer kampta çalışacak güçteyse SAĞ eğer “işe yaramaz” gruba dahilse SOL işaret parmağını gösteriyor.. Seçim sonucunda Yahudiler iki değil üç gruba ayrılıyor
SOL : Çalışacak güçte olmayanlar, yaşlılar, kadınlar, 12 yaşın altındaki çocuklar, bebekler, hamileler, engelliler.. (Sol tarafa ayrılanlar 50 metre ötedeki bir yapının önünde bekletilir. Soyunmaları istenir. Söylenene göre yıkanıp, temizlenecek ve çalışmaya başlayacaklardır. Çırılçıplak kaldıktan sonra hiçbir penceresi olmayan loş bir odaya geçerler. Burası gaz odasıdır. Hepsi çığlıklar atarak 3 ile 15 dakika arasında Siklon-B gazını soluyarak ölecektir. Komutan Höss idam edilmeden önce alınan ifadesinde çığlıklar bittiğinde herkesin öldüğünü anlayarak cesetleri almak üzere kapıların açıldığını söylemiştir.
(HİÇBİR ZAMAN BÜYÜYEMEYECEK OLAN ÇOCUKLAR)
DENEKLER : Özellikle sağlıklı kadınlar ve ikiz çocuklar.( Kadınların bir kısmıyla cüce ve ikiz bebeklerin tamamı kampın korkunç karakteri; ‘Azrail’ kod adlı Doktor Josef Mengele tarafından kısırlaştırmadan gen değiştirmeye kadar uzanan korkunç deneylerde kullanılır. Bu grupta bulunan 1500 ikizden sadece 200’ü hayatta kalır. Mengele, İkizlerin genetiğiyle oynayarak göz ve deri renklerini değiştirmeye çalışır. İkizlerden biri deneyde ölürse, diğeri de gaz odasına yollanarak öldürülür.
Bunun dışında seçilen mahkumlara donma, sıtma, hardal gazı, çeşitli uyuşturucular, deniz suyu içirme, zehir denettirme, yüksek irtifa tepkileri, x ışınlarına maruz bırakma gibi ürpertici deneyler yapılır.( Örneğin testlerden birinde bir SS subayının paraşütle uçaktan atladığında ne kadar basınca dayanabileceğini ölçmek için, kamptaki tutsaklardan birini basınç odasına sokuyor; bu odada iç organları patlayana kadar basınç uyguluyormuş. Diğer bir deneyinde ise Kuzey Kutbu’na gidecek bir SS subayının deniz soğuğuna ne kadar dayanabileceğini; yine tutsakları buz dolu bir küvete sokarak ve soğuktan ölene kadar onları gözetim altında tutarak gözlemliyormuş. Bugün kamp alanında barakalardan birinde hala bu odayı ve küveti görülebiliyor.)
Deneklerden bir kısmı, kendilerine verilen
ilaçlardan, kendileri üzerinde denenen tedavilerden dolayı ölüyor, bir kısmı
sakat kalarak hayatlarına devam ediyor,bir kısmı ise kasıtlı olarak öldürülüyor
ki cesetlerine otopsi yapılabilsin..
“Dr.
Mengele orada çeşitli deneyler yapıyordu. Kadınlar, deneylerin yapıldığı
Auschwitz’in ünlü 10’uncu bloğuna getiriliyordu. Ve kadınlar deneylerde kobay
olarak kullanılmak üzere kısırlaştırılıyordu… İkizlerle ilgili de yapılan
deneyler vardı. Dilleri tamamen dışarı doğru çekilerek koparılıyordu, burun
delikleri de zorla açılıyordu.“)
Auschwitz-Birkenau'da altı binada gaz odası vardır. Ancak bunların hepsini aynı anda kullanmak mümkün olmamıştır. 1943 yılının ilk yarısında, gaz odalarının alt kısmı olan 100 m²'lik dört yakma kısmı devreye sokulur. İnşaatta dört ayrı firma çalışmış, yakma fırınları J. A. Topf und Söhne firması tarafından imal edilmiş, montajı yapılmış, tamir ve bakımı üstlenilmiştir.
Ayırma işlemi sonucunda hayatta kalanlar, kampın yakınındaki endüstri işletmelerinde çalışmak zorundaydılar. Bunlardan biri I.G. Farben firması için sentetik benzin ve sentetik kauçuk üreten bir tesisti. Diğer bir büyük Alman firması Krupp'un da Auschwitz'in hemen yakınında fabrikaları vardı. Bu firmalar Nazi yöneticilere her işçi için kira ödüyor, dolayısıyla SS'ler esirler üzerinden gelir elde ediyorlardı.
(Bedenen güçlü olanlar da zorla çalıştırılıyordu. Doğru düzgün giyinmeden, yemeden, içmeden ve hiçbir tıbbî olanak sunulmadan ağır işlerde çalışmaya zorlanıyorlardı. Kısa bir sonra onların da bedenlerindeki tüm güçleri tükeniyor, ya açlıktan ya donarak ya da bir iş kazası nedeniyle hayatlarını yitiriyorlardı. Artık çalışamayacak duruma gelenler de imha kamplarına gönderiliyordu.
“'Tasnif'
adı verilen işlem her hafta yapılıyordu. Saatlerce çağrı yapılıyor ve insanlar
saatlerce o korkunç blokların önünde bekliyordu. Ardından doktor geliyor,
onların başında da Mengele bulunuyordu, el hareketiyle kimin yaşayacağına kimin
öleceğine karar veriyordu. Sonra insanlar 1, 2, 3 diye numaralandırılıyor ve
25’inci bloğa getiriliyorlardı. 25’inci blok, ölüm bloğuydu.“)
Bu canlı tanık ifadesini biraz açalım isterseniz;
Auschwitz’e trenle getirilen her grubu karşılayan bir Nazi grubu bulunmaktaymış. Onları karşılayan bir grup Nazi ve Nazi Doktoru.. Doktor “Seçim” i başlatıyor..İnsanlar mı, onlar kimin neye göre ne için seçildiğini bilmiyor..Tek bildikleri doktorun SAĞ veya SOL işaret parmağını gösterdiği..Oysa ki bilselerdi kaderlerinin bir insanın sağ ile sol parmağı arasında olduğunu.. Doktor tek tek inceliyor önüne gelen insanları..Yaşlarını öğreniyor,vücut yapılarını, genel sağlık durumlarını gözden geçiriyor..Bunun sonucunda eğer kampta çalışacak güçteyse SAĞ eğer “işe yaramaz” gruba dahilse SOL işaret parmağını gösteriyor.. Seçim sonucunda Yahudiler iki değil üç gruba ayrılıyor
SOL : Çalışacak güçte olmayanlar, yaşlılar, kadınlar, 12 yaşın altındaki çocuklar, bebekler, hamileler, engelliler.. (Sol tarafa ayrılanlar 50 metre ötedeki bir yapının önünde bekletilir. Soyunmaları istenir. Söylenene göre yıkanıp, temizlenecek ve çalışmaya başlayacaklardır. Çırılçıplak kaldıktan sonra hiçbir penceresi olmayan loş bir odaya geçerler. Burası gaz odasıdır. Hepsi çığlıklar atarak 3 ile 15 dakika arasında Siklon-B gazını soluyarak ölecektir. Komutan Höss idam edilmeden önce alınan ifadesinde çığlıklar bittiğinde herkesin öldüğünü anlayarak cesetleri almak üzere kapıların açıldığını söylemiştir.
(HİÇBİR ZAMAN BÜYÜYEMEYECEK OLAN ÇOCUKLAR)
İçeri giren görevliler cesetleri
hemen yanda bulunan yakma odalarına taşır. Ama öncesinde hepsinin saçları kumaş
yapmak için kesilir, dişlerindeki altın ve gümüşler sökülür.
Yakma odasında görevli Yahudi
mahkumlar cesetleri tek tek fırında yakar. Külleri sabun yapılır, bir kısmı da
gübre olarak tarlalara gönderilecektir. Saçları da kumaş fabrikalarına yollanır
(müzede bu saçlardan dokunmuş kumaşlar da sergileniyor). Bir fırın günde 4 bin
kişiyi yakabilecek kapasitededir.
Ölsün ya da çalışmak için
ayrılsın; herkesin bütün kıyafetleri, eşyaları, paraları Kanada Komandoları adı
verilen görevlendirilmiş mahkumlar tarafından ayrıştırılır ve Almanya’ya
yollanmak üzere paketlenir. (Kanada isminin öyküsü de ilginçtir. Kanada’ya göç
eden birçok Polonyalı ülkesine kıymetli hediyeler yollamaktadır. Bu
mahkumlardan gasp edilenlere de Nazi Almanyası o gözle bakmaktadır).
SAĞ : Gücü kuvveti yerinde olanlar, gençler.. (sağ tarafta kalanlar yine soyundurulur ve ‘sahiden’
yıkanarak sağ kollarının üstüne kalıcı dövme ile numaraları ve ‘kusurları’
kazınır (Yahudi, eşcinsel, çingene, vs). İsimleri kayıt defterine işlenir, 3
açıdan fotoğrafları çekilir. Mahkum-işçi koğuşlarının her birinde 3 katlı
ranzalarda 400 kişi kalmaktadır. Bunların büyük bir bölümü aslında her birinde
52 atın barınması için inşa edilmiş ahırlardır. Hastalık, açlık, dayak ve
işkence yüzünden tamamına yakını 1 yılda ölür. Çok az bir kısmı birkaç yıl
yaşayabilir.)Bunun dışında seçilen mahkumlara donma, sıtma, hardal gazı, çeşitli uyuşturucular, deniz suyu içirme, zehir denettirme, yüksek irtifa tepkileri, x ışınlarına maruz bırakma gibi ürpertici deneyler yapılır.( Örneğin testlerden birinde bir SS subayının paraşütle uçaktan atladığında ne kadar basınca dayanabileceğini ölçmek için, kamptaki tutsaklardan birini basınç odasına sokuyor; bu odada iç organları patlayana kadar basınç uyguluyormuş. Diğer bir deneyinde ise Kuzey Kutbu’na gidecek bir SS subayının deniz soğuğuna ne kadar dayanabileceğini; yine tutsakları buz dolu bir küvete sokarak ve soğuktan ölene kadar onları gözetim altında tutarak gözlemliyormuş. Bugün kamp alanında barakalardan birinde hala bu odayı ve küveti görülebiliyor.)
(DEVAM EDECEĞİZ)
Bu nasıl bir dramdır, nasıl bir insanlık ayıbıdır ? Teşekkürler paylaşım için ...
YanıtlaSilAcıtıcı detaylar çok fazla. Ortam dahi aradan 70-75 sene geçmesine rağmen sinir bozacak derecede. Umarım insanlık gerekli dersleri alır.
SilSevgi ve saygı ile.
her iki yazıyı da okudum..İçim acıdı..İşkence gören acı çeken insanlar hala günümüzde hani uzay çağında bir zamanda hala devam etmekte..Bir de anlayamadığım onca insan milyonla ifade ediliyorlar neden karı çıkma planları yapmamışlar ki? neden isyan çıkarmadan bunu kabullendiler?
YanıtlaSilAcı insanlıkla hep başbaşa gitmiş ve gitmekte. elbette isyan her zaman var. Bunu takip edecek olan bölümlerde bahis konusu yapacağım. Ama inanın gidip gördüğünüzde bunun ne denli zor bir şey olduğunu kavrıyorsunuz. Zorluklar yine de insanları yeltenmekten alıkoymamış.
SilYazacağım.
Sevgi ve saygılarımla.
Merhaba Mehmet Bey..
YanıtlaSilBu işkenceler korku filminden beter. Bunu yaptıranlar ve göz yumanlar tanıdık bildik güçler.. Dolayısıyla bir toplum nasıl bu kadar ruhsal dengesizliğe aniden dönüşebiliyor işte burayı anlayamıyorum.. Yani 2. Dünya Savaşı bittiği an o psikopat ruh hali nasıl birden normale döndü.. Onca SS subayı ve bunlara bağlı birlikler nasıl oluyor da birden "normal"leşti.. Tüm bu durumu iyi okumak gerekiyor.. Mesela.. Kurt Waldheim..SS subayı iken, BM Genel Sekreterliği yaptı.. Bunlar hiç tesadüf olabilir mi... Saygılarımla,
Nasıl bir toplum zaman içerisinde nazi ve faşist sempatizan haline geliyorsa, savaş bittiğinde de bir anda insanlar normale dönmezler. Elbette Avrupa'nın tüm toplumlarında nazi işbirlikçilerin büyük bir kısmı kendini gizlemeyi başardı.(Elbette bunların ruh halini bilmek veya betimlemek çok ayrı bir konu) çoğununda kendini hiçbir zaman değiştirmediğini düşünüyorum. Zaman içerisinde bu ırkçı düşüncelerini yavaş ve sessiz bir biçimde nesillerine ve çevrelerine aşılamaya devam ediyorlar. Bugünün ırkçı ve faşist grupları bir anda peydah olmadılar.
SilYaşamadım ama savaş insanı başka bir ruh yapısına dönüştürüyor, robotlaştırıyor, farklı düşünmeyi engelliyor, egemen bakış açısını sorgulatmıyor. (aksi olsa idi, Nazi ordularında pekçok nazi olmayan askerin direnmesi veya topluca isyan etmesi gerekirdi)
Sevgiler, saygılar.