1 Haziran 2015 Pazartesi

DÜŞÜNCE NEDİR?

Bilim, özellikle Rönesans sonrası adeta basamakları koşarak çıkılan bir merdiven gibi. Ama 21. Yüzyılı yaşarken dahi bilim henüz bazı önemli sorulara cevap veremedi. Bu yazı dizisinde Harriet SWAİN’in  “Big Questions in Science” kitabından geniş olarak anlattığı ve cevap bulmaya çalıştığı sorularımızı ve bilim adamlarının bunlara ilişkin yanıtlarını özetleyerek sunacağım. Belki de bu sorular sizin de zaman zaman aklınıza geldi. Umuyorum bu fikir fırtınası bilinemeyen bazı yanıtları açıklığa kavuşturur.

Oğuz Atay
 

Düşünce Nedir?
Rene Descartes Düşünüyorum, öyleyse varım” diye ilan ettiğinde, düşünmeye bilimin erişemeyeceği kadar yüksek bir paye vermişti. Evreni öyle bir şekilde sınıflandırmıştı ki bütün maddi şeyler ölçülebilir, tartılabilir ve sayılabilirdi; fakat düşünce zaman ve mekanın ölçülür dünyasına ait değildi.
Beyinde hiç acı-duyarlı sinir hücresi yoktur, bu yüzden-kulağa ne kadar kötü gelse de-insan uyanıkken lokal anestezi altında kafatasını açıp beyin (Hercule Poirot’un gri hücreleri) kabuğu üzerinde çalışmak mümkündür. 1930’ların ilk yıllarından başlayarak Kanadalı beyin cerrahı Wilder Pengield, hastalarla (kız kardeşi de dahil olmak üzere) ameliyat sırasında konuşmak için bu gerçekten faydalanmıştır.
Bugünü yüksek teknoloji eseri beyin tarayıcıları, nörobilimciler için, gönüllü kobayların üstlendikleri çeşitli zihinsel görevler sırasında beynin ne yaptığını gözlemlemek için, daha az tehlikeli yollar sağlamaktadır. Bu makineler tarafından üretilen bilgisayar imajları, beynin farklı kısımlarının “ışıldadığını” göstermekte ve artık neredeyse “insanların düşünmesini görme”yi mümkün kılmaktadırlar. Fakat bu yanlış. Tarayıcıların okuduğu şey, sadece beynin farklı kesimlerindeki görece farklı kan akışlarını gösterdiği için sadece dolaylı kanıt sunarlar ve beyin kabuğu faaliyetinin düzeyi, buradan hareketle çıkarılmak zorundadır.
Nasıl bir bilgisayar belirli girdilere belirli bir yolla tepki vermeye programlanabilirse, beyin sinir hücreleri de (nöronlar) duyu organlarından gelen girdi sinyallerine tepki vererek malumatı işlemektedir.
Evren nasıl oldu da bilinçli düşünceyi doğurdu? Eğer bilinç, zaman içinde evrim geçirmişse, bilinç kapasite olarak daha evrenin başında mevcut demektir. Bu bizzat Chalmer da dahil olmak üzere bazı insanları bir tür kamu fizikçiliğe (panphsychism) itmiştir, bu görüşe göre fiziksel dünya-ta atomik parçacıklar düzeyine kadar-bir bilinç potansiyeline sahiptir. Diğerleri, örneğin karı koca nöro-felsefe takımı Paul ve Patricia Churchland, bu sonuçtan kaçınmak için tam ters yöne savrulmuş ve zihinsel durumların gerçekliğini tümüyle reddetmiştir. (Anthony Freeman)

Bir kesinlik, bu karmaşık ve müthiş zihinsel sürecin ham bilinçten sökülebilirliğidir, tıpkı “düşünmeden yaptım”da olduğu gibi. Dahası, meme emen bir bebeğe ya da akvaryumun içinden size ağzını açıp kapatarak mat gözlerle bakan süs balığına şöyle bir bakmak, her ne kadar belirli bir bilinç durumunun içinde olsalar da, düşüncenin hem bebeği hem balığı terk etmiş olduğu sonucuna varmak için yeterlidir.
Maymunlar ve şempanzeler saatler sonrasını-bazı araştırmacılara göre günler sonrasını-planlayabilir. Aradaki fark sadece bu primat kuzenlerimizin bizimki kadar uzun süreli planlayamayışları ve düşüncelerine kadar götürebilip, kendi sonlarını üzerine temaşa edemeyişleridir. Bu yüzden düşünmenin sadece insanların imtiyazında bir şey olduğunu söyleyip, buradan hareket edemeyiz.
Herhangi bir nöro-bilinci orijinal, etkin düşünme-“biliş”-üzerine düşündüğü zaman, neredeyse kesinlikle korteksi işaret eder. Burası, beynin dış yüzeyini tıpkı bir ağacın kabuğu gibi saran alandır-ismi de Latince ağaç kabuğu demektir. Korteks, beynin ince dış katmanıdır ve duyuların kaba bilinçaltı işlenmesini ve otomatik pilot türü hareket koordinasyonunu aşan ‘daha yüksek’ işlevlerinin deposudur. Kortekse en karmaşık işlevleri atfetmenin sebebi çok basittir; çünkü bir tavşanın veya bir farenin beyninde tümüyle dümdüz iken, insanda, kafatasının genişlemeye görece imkan vermeyen küçük alanına yüzeyini sığdırmak için kıpkırışık olmuştur. Hamileliğin son üç ayında gelişmekte olan bir insan korteksinin yüzeyi dümdüz bir şeyden, ceviz içini andıran bir şeye dönüşür. Bu süre içinde inanılmaz bir hücre üretimi vardır. Dakikada 250,000.
Korteksin yüzeyinin, türün karmaşıklığıyla arttığını bir kenara bıraksak bile-gerçekten de korteksteki herhangi bir zarar ciddi zihinsel bozukluklara sebep olabilir-korteksi düşünme “için” merkez sayma tuzağına düşmemeliyiz. Bir tabağın içine konan bir korteks, o kadar zeki olmayacaktır; önemli olan onun bütün beyin örgütlenmesine olan katkısıdır.
Genom şirketi Celera’nın patronu Craig Venter bile vücuttaki 30,000 genin, bütün beden ve beyin özelliklerini hiçbir şekilde açıklayamayacağını söylemektedir. Bu eşitsizlik özellikle beyinde daha çarpıcıdır, sadece kortekste bir saniyede meydana gelen bağlantıları hesaplamak, yaklaşık otuz milyon yıl tutacaktır. Dahası, korteksteki bağlantılar tecrübeleri yansıtabilir, yani, bir birey hayatta ne kadar tecrübe kazanırsa, bir birey olarak o kadar gelişir.
Beynin bu “esnekliği” Londralı taksi şoförleri üzerinde yapılan bir deneyde gösterilmiştir. Taksi şoförleri Londra’nın bütün sokaklarını ve oraya nasıl gidileceğinin ‘bilgisi”ne sahiptirler. Bu deneyde, şoförlerin beyin taramaları, beynin hafızayla ilgili belirli bir kısmının mimarisinin, aynı yaştaki taksi şoförü olmayan insanlara göre farklı olduğunu ortaya çıkmıştır.
Gündelik konuşmalarımızda beynin karşıtı olarak zihin kelimesini kullanırız, bunun sebebi terimin tıbbi kirlilikten uzak olması değil, “açık-zihinli”, “zihnini genişletmek” gibi ifadelerin, bizim bireysel bakış açımıza vurgu yapmasıdır. Şimdide “zihni bulanmak”, “zihnini zorlamak” gibi ifadeleri düşünün. Bu tür senaryolarda düşünme asgaridir, onu hemen duyularımızın pasif bir alıcısına dönüştürürüz. Bebek ve süs balığı örneğini hatırlarsak, sıfır düşünme, benim gördüğüm şekliyle bilincin inşa eden yapı taşlarıdır ve bu yüzden düşünce sürecinin olmadığı yerlerde de görülebilir.
Biz hala yaratıcı ve özgün düşünmenin peşindeyiz. “Bir şey düşünüyorum”, bizim için “bir fikrim var” anlamına gelir. Bu durumda benim yaratıcı düşünce sorusuna cevabım şudur: nöronlar şebekesi birbirleriyle iletişime girdikçe, birbirinden daha önce bağımsız olan fikirler de bağlantılı hale gelir. Bu rastlaşma belki de sahip olduğumuz fikirlerin yeni bir değerlendirilmesiyle sonuçlanmaktadır.
(Susan Greenfield)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder