Bilim,
özellikle Rönesans sonrası adeta basamakları koşarak çıkılan bir merdiven gibi.
Ama 21. Yüzyılı yaşarken dahi bilim henüz bazı önemli sorulara cevap veremedi.
Bu yazı dizisinde Harriet SWAİN’in “Big
Questions in Science” kitabından geniş olarak anlattığı ve cevap bulmaya
çalıştığı sorularımızı ve bilim adamlarının bunlara ilişkin yanıtlarını
özetleyerek sunacağım. Belki de bu sorular sizin de zaman zaman aklınıza geldi.
Umuyorum bu fikir fırtınası bilinemeyen bazı yanıtları açıklığa kavuşturur.
Oğuz Atay
|
Düşünce
Nedir?
Rene
Descartes “Düşünüyorum, öyleyse varım” diye ilan ettiğinde, düşünmeye bilimin
erişemeyeceği kadar yüksek bir paye vermişti. Evreni öyle bir şekilde
sınıflandırmıştı ki bütün maddi şeyler ölçülebilir, tartılabilir ve
sayılabilirdi; fakat düşünce zaman ve mekanın ölçülür dünyasına ait değildi.
Beyinde
hiç acı-duyarlı sinir hücresi yoktur, bu yüzden-kulağa ne kadar kötü gelse
de-insan uyanıkken lokal anestezi altında kafatasını açıp beyin (Hercule
Poirot’un gri hücreleri) kabuğu üzerinde çalışmak mümkündür. 1930’ların ilk
yıllarından başlayarak Kanadalı beyin cerrahı Wilder Pengield, hastalarla
(kız kardeşi de dahil olmak üzere) ameliyat sırasında konuşmak için bu
gerçekten faydalanmıştır.
Bugünü
yüksek teknoloji eseri beyin tarayıcıları, nörobilimciler için, gönüllü
kobayların üstlendikleri çeşitli zihinsel görevler sırasında beynin ne
yaptığını gözlemlemek için, daha az tehlikeli yollar sağlamaktadır. Bu
makineler tarafından üretilen bilgisayar imajları, beynin farklı kısımlarının
“ışıldadığını” göstermekte ve artık neredeyse “insanların düşünmesini
görme”yi mümkün kılmaktadırlar. Fakat bu yanlış. Tarayıcıların okuduğu şey,
sadece beynin farklı kesimlerindeki görece farklı kan akışlarını gösterdiği
için sadece dolaylı kanıt sunarlar ve beyin kabuğu faaliyetinin düzeyi,
buradan hareketle çıkarılmak zorundadır.
Nasıl bir
bilgisayar belirli girdilere belirli bir yolla tepki vermeye
programlanabilirse, beyin sinir hücreleri de (nöronlar) duyu organlarından
gelen girdi sinyallerine tepki vererek malumatı işlemektedir.
Evren
nasıl oldu da bilinçli düşünceyi doğurdu? Eğer bilinç, zaman içinde evrim
geçirmişse, bilinç kapasite olarak daha evrenin başında mevcut demektir. Bu
bizzat Chalmer da dahil olmak üzere bazı insanları bir tür kamu fizikçiliğe
(panphsychism) itmiştir, bu görüşe göre fiziksel dünya-ta atomik parçacıklar
düzeyine kadar-bir bilinç potansiyeline sahiptir. Diğerleri, örneğin karı
koca nöro-felsefe takımı Paul ve Patricia Churchland, bu sonuçtan kaçınmak
için tam ters yöne savrulmuş ve zihinsel durumların gerçekliğini tümüyle
reddetmiştir. (Anthony Freeman)
|
Bir
kesinlik, bu karmaşık ve müthiş zihinsel sürecin ham bilinçten
sökülebilirliğidir, tıpkı “düşünmeden yaptım”da olduğu gibi. Dahası, meme
emen bir bebeğe ya da akvaryumun içinden size ağzını açıp kapatarak mat
gözlerle bakan süs balığına şöyle bir bakmak, her ne kadar belirli bir bilinç
durumunun içinde olsalar da, düşüncenin hem bebeği hem balığı terk etmiş
olduğu sonucuna varmak için yeterlidir.
Maymunlar
ve şempanzeler saatler sonrasını-bazı araştırmacılara göre günler
sonrasını-planlayabilir. Aradaki fark sadece bu primat kuzenlerimizin bizimki
kadar uzun süreli planlayamayışları ve düşüncelerine kadar götürebilip, kendi
sonlarını üzerine temaşa edemeyişleridir. Bu yüzden düşünmenin sadece
insanların imtiyazında bir şey olduğunu söyleyip, buradan hareket edemeyiz.
Herhangi
bir nöro-bilinci orijinal, etkin düşünme-“biliş”-üzerine düşündüğü zaman,
neredeyse kesinlikle korteksi işaret eder. Burası, beynin dış yüzeyini tıpkı
bir ağacın kabuğu gibi saran alandır-ismi de Latince ağaç kabuğu demektir.
Korteks, beynin ince dış katmanıdır ve duyuların kaba bilinçaltı işlenmesini
ve otomatik pilot türü hareket koordinasyonunu aşan ‘daha yüksek’
işlevlerinin deposudur. Kortekse en karmaşık işlevleri atfetmenin sebebi çok
basittir; çünkü bir tavşanın veya bir farenin beyninde tümüyle dümdüz iken,
insanda, kafatasının genişlemeye görece imkan vermeyen küçük alanına yüzeyini
sığdırmak için kıpkırışık olmuştur. Hamileliğin son üç ayında gelişmekte olan
bir insan korteksinin yüzeyi dümdüz bir şeyden, ceviz içini andıran bir şeye
dönüşür. Bu süre içinde inanılmaz bir hücre üretimi vardır. Dakikada 250,000.
Korteksin
yüzeyinin, türün karmaşıklığıyla arttığını bir kenara bıraksak bile-gerçekten
de korteksteki herhangi bir zarar ciddi zihinsel bozukluklara sebep
olabilir-korteksi düşünme “için” merkez sayma tuzağına düşmemeliyiz. Bir
tabağın içine konan bir korteks, o kadar zeki olmayacaktır; önemli olan onun
bütün beyin örgütlenmesine olan katkısıdır.
Genom
şirketi Celera’nın patronu Craig Venter bile vücuttaki 30,000 genin, bütün
beden ve beyin özelliklerini hiçbir şekilde açıklayamayacağını söylemektedir.
Bu eşitsizlik özellikle beyinde daha çarpıcıdır, sadece kortekste bir
saniyede meydana gelen bağlantıları hesaplamak, yaklaşık otuz milyon yıl
tutacaktır. Dahası, korteksteki bağlantılar tecrübeleri yansıtabilir, yani,
bir birey hayatta ne kadar tecrübe kazanırsa, bir birey olarak o kadar
gelişir.
Beynin bu
“esnekliği” Londralı taksi şoförleri üzerinde yapılan bir deneyde gösterilmiştir.
Taksi şoförleri Londra’nın bütün sokaklarını ve oraya nasıl gidileceğinin
‘bilgisi”ne sahiptirler. Bu deneyde, şoförlerin beyin taramaları, beynin
hafızayla ilgili belirli bir kısmının mimarisinin, aynı yaştaki taksi şoförü
olmayan insanlara göre farklı olduğunu ortaya çıkmıştır.
Gündelik
konuşmalarımızda beynin karşıtı olarak zihin kelimesini kullanırız, bunun
sebebi terimin tıbbi kirlilikten uzak olması değil, “açık-zihinli”, “zihnini
genişletmek” gibi ifadelerin, bizim bireysel bakış açımıza vurgu yapmasıdır.
Şimdide “zihni bulanmak”, “zihnini zorlamak” gibi ifadeleri düşünün. Bu tür
senaryolarda düşünme asgaridir, onu hemen duyularımızın pasif bir alıcısına
dönüştürürüz. Bebek ve süs balığı örneğini hatırlarsak, sıfır düşünme, benim
gördüğüm şekliyle bilincin inşa eden yapı taşlarıdır ve bu yüzden düşünce
sürecinin olmadığı yerlerde de görülebilir.
Biz hala
yaratıcı ve özgün düşünmenin peşindeyiz. “Bir şey düşünüyorum”, bizim için
“bir fikrim var” anlamına gelir. Bu durumda benim yaratıcı düşünce sorusuna
cevabım şudur: nöronlar şebekesi birbirleriyle iletişime girdikçe,
birbirinden daha önce bağımsız olan fikirler de bağlantılı hale gelir. Bu
rastlaşma belki de sahip olduğumuz fikirlerin yeni bir değerlendirilmesiyle
sonuçlanmaktadır.
(Susan
Greenfield)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder