BİLİMİN
BÜYÜK SORULARI
Bilim,
özellikle Rönesans sonrası adeta basamakları koşarak çıkılan bir merdiven gibi.
Ama 21. Yüzyılı yaşarken dahi bilim henüz bazı önemli sorulara cevap veremedi.
Bu yazı dizisinde Harriet SWAİN’in “Big
Questions in Science” kitabından geniş olarak anlattığı ve cevap bulmaya
çalıştığı sorularımızı ve bilim adamlarının bunlara ilişkin yanıtlarını
özetleyerek sunacağım. Belki de bu sorular sizin de zaman zaman aklınıza geldi.
Umuyorum bu fikir fırtınası bilinemeyen bazı yanıtları açıklığa kavuşturur.
Charles Bukowski
|
Düş Nedir?
Düşler
bizi büyüler. İster tekrarlanan kabuslar, ister iyicil, gerçek üstü imgeler
olsunlar, onların ne anlama geldiklerini mutlaka bilmek isteriz.
Düşler
edebiyat, felsefe ve dinde büyük bir rol oynayarak farklı çağlar ve
kültürleri de büyülemiştir. Tarihte kaydedilmiş ilk düşler, İ.Ö. 3100 yılına,
Mezopotamyalı Sümerlere kadar uzanır. Sümerlerden, Eski Yunandan
günümüz psikoterapisine kadar insanlar düşleri yüksek bir iletişim biçimi
olarak görmüşlerdir: vahiyler, yaratıcı ilhamlar, kehanetler veya gizli
arzuların anahtarları. Bununla birlikte birçok kişi de onları saçmalık olarak
bir kenara atmıştır.
Freud,
hastalarını düşleri hakkında konuşturarak, bilinçli ve bilinçaltı düşünce
arasındaki gerilimin örtüsünü kaldırdı ve sonuç olarak ortaya çıkan
gerilemeyi zihinsel hastalıkla ilişkilendirdi. Freud ilk başta, hastalarında
düşümsü hali uyandırmaya çalışarak bilinçaltına ulaşmak için hipnozsal telkin
yöntemini kullandı. Buradan, daha sonra “serbest çağrışım” olarak tanınan
yönteme kaydı. Bu yöntemde basit bir şekilde hastadan aklına gelen ilk fikri
söylemesi ve bağlantısız fikirleri birbiri ardına söylemesinin istenmesi
üzerine kuruluydu. Bu, hastaların bilinçaltı hakkında ipuçları verse de,
hastanın bilinçli iradesinin direnişiyle karşılaştı. Freud buradan hareketle,
1.
içgüdüsel düşünceyi gösteren id;
2.
örgütlü, gerçekçi düşünceyi gösteren ego;
3.
ahlak ve eleştiri işlevlerini karşılayan süperego olarak üç boyutlu zihin
teorisini oluşturdu. Son yıllarda araştırma daha ziyade psikolojik alana
kaymıştır.
Başka bir
gelişme, beynin uyku sırasında en az uyanıkken olduğu kadar etkin olduğunu
gösteren beyin-tarama teknolojisi olmuştur. 1950 yılında Chicago
Üniversitesi, hızlı göz hareketleri (REM, rapid eye movement) uykusu üzerinde
bir dizi araştırma yapmış ve bu araştırmalar düşler ile uykunun çeşitli
aşamaları arasında bir bağlantıyı göstermiştir. Gözleri, göz kapaklarının
altında hareket etmeye başladığı anda uyandırılan kişilerin, çoğunluklu
düşlerini hatırladıklarını bulgulamışlardır.
Bilgisayarlar
yaygınlaşınca, birçok bilim adamı tarafından REM’in bir bilgisayardaki
scandisk ile aynı işlevi gördüğü, beyni ertesi güne hazırladığı veya bir
önceki günün olaylarını belleğe yerleştirmeden önce işlemden geçirdiği
iddiaları ortaya atılmıştır. Francis Crick ile Graeme Mitchison 1983 yılında
Nature dergisinde “unutmak için düş gördüğümüz”ü ileri sürdüklerinde epey bir
karışıklık yaratmışlardı. Onlara göre düşler, gündelik hayatın aşırı
yüklemesinden arta kalan zararlı ve gereksiz parçalarıydı ve REM uykusu bir
tür zihnin çöpçüsüydü.
Yakın
zamanlarda Kolombiya Presbyterian Tıp Merkezi gözbilimleri bölümünün bir
oküler psikoloji profesörü olan David Maurice, REM uykusunun işlevinin,
önceki günlerin hatıralarını işlemeye yardımcı olmaktan ziyade, gözün
korneasına oksijen tedarikini sağlamak olduğunu ileri süren bir araştırma
yayınlamıştır.
Düşlerin,
beynin dış menzillerinde, duyguların rehberliğinde kendi kendini
ilişkilendiren bir biçimde işlerken, bilinçli düşüncenin genel malumat
girdisi ve çıktısını kapsayan daha sınırlı bir alanda iş gördüğüne
inanmaktadır.
(Mandy
Garner)
|
Düş
gördüğümüz zaman, genellikle uyanık olduğumuza inanırız. Düşlerin zihinsel
dünyası öyle inandırıcı bir şekilde gerçektir ki, öteki insanlarla
paylaştığımız ‘dış dünya’ ile karıştırırız onu.
Oxford
İngilizce Sözlük, düşü “uyku sırasında zihinden geçen düşünceler, arzular,
imgeler zinciri” olarak tanımlıyor.
Düşlerimizin
içinde, tıpkı uyanık hayatımızdaki gibi yaşarız. Bu açıdan bakıldığında düş
görme bilincin özel bir organizasyonudur. Elbette bu, bir soruyu davet
ediyor. Bana göre bilinç, olanın düşüdür. İster uyanık, ister uykuda olun,
bilinciniz, beyninizin en yakın bilgi kaynaklarından hareketle oluşturduğu
kendinizin ve dünyanızın basitleştirilmiş bir modelidir.
İki tür
uyku vardır: büyüme, tamir ile bakım, gevşemiş bir beden ile tembel bir
beyinle bağlantılı Sessiz Uyku (SU) denilen enerji-koruyucu durum ile bundan
çok farklı olan ve Etkin Uyku, REM veya Paradoksal Uyku (PU) denilen diğer
bir durum. Bu ikincisi, hızlı göz hareketleri, kas kıvrılmaları, felç halinde
bir beden ve çok aktif bir beyinle düş görmeyle ilişkilendirilmiştir.
Düşlerle
uyanık tecrübeler arasında hiçbir fark olmadığını iddia etmiyorum. Örneğin
düş dünyası uyanık dünyadan daha az istikrarlıdır, çünkü düşte dışsal
yapının-fiziksel gerçekliğin-istikrarı yoktur. Aynı şekilde bir insan düşünde
fizik ve toplum yasalarını, bunların sonuçlarına katlanmadan çiğneyebilir.
Fakat duyusal sınırlılığın yokluğu aradaki tek özsel farktır. Bir insan düşte
olduğu halde, kendinin düş görüp görmediğini bilemeyebilir. Aradaki farklar
ne olursa olsun, onların farklılıklarından çok benzerliklere sahip
olduklarına inanıyorum. Yirminci yüzyıl İngiliz hekimi ve yazarı Havelock
Ellis’in söylediği gibi, “Düşler sürdükleri sürece gerçektir. Peki hayat da
böyle değil mi?”
Düşlerin
en karakteristik özelliklerinden biri de, hatırlanmalarının güçlüğüdür.
Ortalama bir insan, gecede en az altı kez düş görür; fakat haftada bir kez
hatırlar. Düşlerin tipik olarak hızla unutulmasının açıklamasını yine evrim
vermektedir. İnsanlar diğer insanlarla konuşarak, düşlerin diğer
tecrübelerden farklı olduğunu öğrenir. Fakat dile sahip olmayan hayvanlar,
birbirlerine düşlerin gerçeklerden nasıl farklı olduğunu anlatamazlar.
Düşlerimiz
öyle gerçek görünür ki, genellikle ancak uyandıktan sonra onların kendilerine
özgü zihinsel tecrübeler olduklarını anlayabiliriz. Her ne kadar genellikle
düşleri bu şekilde tecrübe etsek de, bunun önemli bir istisnası vardır: bazen
düş görme sırasında bilinçli olarak düş gördüğümüzü fark ederiz. Bilincin
berrak bir görüşe sahip olduğu bu duruma “bilinçli düş görme” denmektedir.
Örneğin, bilinçli düşlerde tahmin edilen zaman aralıklarının yakın bir
şekilde fiili saat zamanına denk geldiğini, düş görme sırasındaki soluk
alışların, gerçek soluk almayla aynı olduğunu, düşteki hareketlerin mukabil
kasların kasılmalarına sebep olduğunu ve düş esnasındaki cinselliğin, fiili cinsellikle
aynı psikolojik tepkiler gösterdiğini bulguladık.
(Stephen
LaBerge)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder