4 Aralık 2014 Perşembe

KAŞINAN YARA : TUNCELİ HAREKATI - 2 (Cumhuriyet Dönemi Dersim İsyanları)‏

Yazımızın birinci bölümünde Osmanlı Devletinin son zamanlarında çıkan Dersim İsyanlarının analizini yapmaya çalışmıştık. Bu bölümde Osmanlının Türkiye Cumhuriyetine bıraktığı  sorunlardan  bir diğeri olan Cumhuriyet dönemi Tunceli isyanlarını inceleyeceğiz. Osmanlı Devleti 1839’da Gülhane Hatt-ı Hümayunu (Tanzimat-ı Hayriye) ile başladığı âdemi merkeziyetçilik hareketi ile yeni bir devlet nizamı inşasına yönelmişti. Bu tarihten sonra devlet otoritesi ile tanışan Dersim aşiretleri, 1847 den 1916 ya kadar  onlarca defa başkaldırı ve asayişi bozucu eylemleri münasebetiyle tedip ve tenkile uğramış, ıslaha çalışılmıştır. Derebeyleri takribi dört yüz yıllık saltanat ve kazanımlarını kaybetmemek adına sürekli direniş içinde olmuşlardı. Devlet ise merkezî otoriteyi buraya taşıma gayreti içinde olunca karşılıklı mücadele Osmanlıdan Cumhuriyet’e miras kalmıştı.
Seyyid Rıza 1916 senesinde Dersim’in bağımsızlığı için isyan çıkartır. Bu isyan Osmanlı devletinde çıkartılan son dersim isyanıdır. Birinci paylaşım savaşı nedeniyle 7 büyük cephede savaşmakta olan Osmanlı Devletinin Dersim’deki isyanla uğraşacak ne vakti, ne de askeri vardır. Görünende Seyit Rıza amacına ulaşmış, Dersim bağımsız olmuştur. Oysa bağımsızlık falan yoktur. Çünkü kendisine “Dersim Generali” ünvanını veren Seyid Rıza’nın tek derdi vardır; halk üzerinde yüz yıllar boyu süre gelen imtiyazlı durumunun devamı!
Genç Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı gibi olmadığını daha kuruluş aşamasında dosta düşmana göstermiştir. Şöyle ki; 1925 Şeyh Sait İsyanı, 1926 Koç Uşağı tedibi, 1926 Zilan ve Ağrı olayları, 1930 Pülümür olayları ve Ağrı isyanı esnasında  Türkiye Cumhuriyeti Mülkiyesi, Askeriyesi ve Siyasi iradesi hiçbir şekilde isyan edenlere karşı hoşgörüde bulunmamışlardır.  Cumhuriyet’e başlangıçta sıcak bakan Dersim aşiret ağaları, uygulamalarda kendilerinin bir rolü kalmayacağını görünce devlet otoritesi ve kurumlarını Dersime sokmama çabası içine girip direnmeye çalıştılar.
Şimdi şunu kendimize soralım; Dersim ya da Tunceli’de yaşananlar neydi? 
1937 – 1938 yıllarında cereyan eden  olaylar başkaldırı mı? İsyan mı? 
Tedip ve Tenkil mi? Islah hareketi mi? Asayiş meselesi mi? 
Bu sorular etrafında şekillenen konu, herkes ve her kesim tarafından kendi siyasetleri, etnik, dinî, ekonomik ve sosyal çıkarları için kullanılmaktadır. Dolayısı ile herkes kendi gayesine hizmet için uygun ifadelerle kendi sözlüklerinde bu meseleye yer vermektedir. Biz bu olayların gelişimini daha doğrusu oluş biçimini anlatmaktan ziyade, olayların neticelerine bakacağız. Çünkü bir kesim tarafından “mazlum” olarak gösterilen kişilerin hiçte masum ve mazlum olmadıkları aşikardır. Şöyle ki; isyanın elebaşı olan 1863'te Dersim'in, Ovacık ilçesine bağlı Lirtik köyünde Şeyh Hesenan (Şixhesenu) aşiretinin Yukarı Abbasan kolundan Seyit İbrahim'in çocuğu olarak doğan Seyid Rıza hiçte sanıldığı gibi masum birisi değildir. Bunun en bariz örneği aşağıda vereceğim mektuptur ki, hakikaten çok ilginçtir. Lütfen tamamını verdiğim mektubu dikkatlice okuyunuz, masum ve mazlum(!) Seyid Rıza İngiltere Dış İşleri Bakanına yazdığı mektupta neler istemektedir bir bakınız!
 İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na;
 Sayın Bakan,
 Yıllardan beri Türkiye Hükümeti, Kürt halkını asimile etmeye çalışmakta, gazete ve yayınlarını yasaklamakta, anadillerini konuşanlara eziyet ederek, Kürdistan’ın bereketli topraklarından gidenlerden büyük bir bölümünün telef olduğu Anadolu’nun çorak topraklarına zorunlu göçler düzenleyerek bu halka zulmetmektedir.
 Son olarak Türkiye hükümeti kendisiyle yapılan bir antlaşma sonucu bu baskılardan arındırılmış Dersim bölgesine de girmeye kalkışmıştır.
Bu olay karşısında Kürtler göçün uzak yollarında can vermek yerine kendilerini korumak için 1930′da Ararat Tepesi’nde, Zilan ve Beyazıt Ovası’nda olduğu gibi silahlara sarıldılar.
 Üç aydan beri ülkemde tüyler ürpertici bir savaş sürüyor.
Savaş olanaklarının eşitsizliğine, yangın bombalarının, boğucu gazların kullanılmasına rağmen ben ve yurttaşlarım Türkiye ordusunu başarısızlığa uğrattık.
 Direnişimiz karşısında Türkiye ordusu kasabaları bombalıyor, yakıp yıkıyor…
 Zindanlar yumuşak başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor, aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor ya da Türkiye’nin tecrit edilmiş bölgelerine sürülüyor.
 Üç milyon Kürt, sesimden ekselanslarına sesleniyor ve hükümetinizin manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor.
 Sayın Bakan en derin saygılarımın kabulünü rica ederim.
 Dersim Generali Seyid Rıza”
Şimdi bana birisi bunu bir zahmet açıklasın; bu nedir? Vatana ihanet değildir de nedir? Bilmez misin ki be hey cahil, İngiltere’nin dostu olmaz! İngiltere’nin düşmanı da olmaz, ancak çıkarları olur! Sen hangi akla hizmetle İngiliz devletinden yardım talep edersin? Daha 12 sene önce yanına gelip senden yardım isteyen Şeyh Sait’in İngiltere’ye güvenerek çıktığı yolculuğu Diyarbakır’da dar ağacında bitmedi mi? Yıllarca Hindistan’da, Arabistan’da, Filistin’de milleti birbirine katan, kafatası dağları kuran İngiltere acaba sana ne kadar kucak açacaktı? Hakikaten çok ilginç bilgilere ulaşıyoruz araştırdıkça, derinlere indikçe… Seyid Rıza’nın,  Şeyh Sait’in yardım talebine ret cevabı vermesinin en önemli nedeninin aşağıda nakledeceğimiz olay olduğu halk arasında yıllardan beri konuşulur.  Hikaye şudur; Şeyh Sait yanına geldiğinde Seyid Rıza’nın adamlarının kestiği koyunları yemek istemez, “Bizim yiyeceğimiz koyunları, bizim adamlar kesse uygun mudur?”  diyerek Seyid Rıza’dan izin ister.

Seyid Rıza  sessiz kalır. Şeyh Sait koyunları adamlarına kestirir.  İş destek istemeye gelince Seyid Rıza “Sen desteği adamlarına kestirdin Saydo!” der ve Şeyh Sait’in isyanına destek vermez. Ne kadar doğrudur bilinmez, ama gerçekte Şeyh Sait isyanına Seyid Rıza’nın dolaylı olarak katkıda bulunmak istediği, ancak isyancı Sait kuvvetlerinin Cumhuriyet Orduları karşısında yenilince bundan vazgeçtiği  yakın çevresince anlatılmıştır.
İsyanın temelinde daha önce de belirttiğimiz gibi feodal ağaların yüzyıllardan beri süre gelen hegemonyasının devamı sevdası yatmaktadır. Bakınız 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı öncesinde Rus Ordu istihbaratının yazdığı rapor neredeyse tüm Dersim-Tunceli ayaklanmalarının nedenini gözler önüne sermektedir. Şöyle demektedir Rus İstihbarat raporu:Harp vukuunda Türkler, Dersim ve Kazuçan Kızılbaşlarından yardım görmezler, bunların Rusların hesabına çalışacakları da şüphelidir. Galibiyet sağlandıktan sonra bunların Rusların hesabına hareket etmeleri sağlanır. Bunun için de Dersimlilerin asırlık iç işlerine karışmamak ve kendilerini kendi itiyatlarına terk etmek gerekir.”(1)
Türkiye Cumhuriyeti memleket dahilinde devlet otoritesinin tam anlamıyla tesisi için her türlü tedbiri almaktaydı. Osmanlının son zamanlarında başına bela olan, her türlü kalkışmadan yeterince ders almış olan hükümetler milli istiklal harbinde ve öncesinde devlet otoritesine isyan eden bölgelere özel önem vermekteydi. Bu bölgelere en seçkin asker ve memurlar ile öğretmenler görevlendirilmekte, devletin “Baba” yüzü halka gösterilmekteydi. Dersim’de yoğun bir feodal yaşam tarzı ve aşiret sistemi olduğundan dolayı devlet otoritesi sözü edilen aşiret liderlerinin şeyhlerin ağaların ve seyitlerin nüfuzunu kırmak için topyekûn bir mücadeleye girişmişti. Bu mücadelede devleti Dersim’e getirecek yollar köprüler yapılmaya çalışılırken bir taraftan da askerî olarak bölgeyi güçlendirmek amaç edinilmişti. Hatta halkın hatırasında kötü bir yer tutmaması için dersim ismi Tunceli olarak değiştirilecektir. Baytar lakaplı Nuri Dersimi isimli kürt veteriner ve ideoloğu bu durumun aşiret ağalarının hiç hoşuna gitmediğini yazmaktadır.
Bu nedenle aşiret ağalarının mevcut durumdan kurtulmak için Seyit Rıza önderliğinde kendi aralarında anlaştıklarını ve bununla ilgili dış ülkelerle bağlantılar kurma işini bizzat Baytar Nuri’ye verdiklerini yazmaktadır.(2)   Aşiretlerin 1930’lardan beri bir örgütlenme amacıyla aralarındaki kan davası gütmeye ara verdiklerini askeri ve sivil istihbarat raporlarında görmekteyiz.(3)  Devlet yandaşlığı düşüncesine genel olarak mesafeli duran ve Devlet görevlilerinin raporlarında da sık sık ismini andıkları Seyit Rıza 1917’de Erzincan’ın kuruluşu sırasında Dersim’de lider olarak benimsenmiş, manevi ve maddi otoritesi kabul edilmişti. Seyid Rıza hem ağa hem de seyid olması nedeniyle bölgenin tek hâkimi konumundaydı. Bu durum resmî otoritenin hoşuna gitmiyordu.(4) Nitekim Naşit Hakkı Uluğ 1925-1928 yılları arasında bölgeye yaptığı ziyaretlerde Seyit Rıza’nın gücünü kavramıştı. “Bu adam Dersim’in karanlık vicdanında bir urdur. Seyit Rıza varken bunların ne Türklüğü ne insanlığı kalır.” (5) diyerek bölgedeki asıl tehlikenin Seyit Rıza olduğunu açıkça ifade etmiştir
Kendisine aşırı güven, insanı kör eder. Eğer bu güven bir de gurur ile birleşirse, insan gerçekleri ne görebilir, ne de idrak edebilir. Dersimli Seyid Rıza kendisine o kadar güvendi ki, artık gücünü sınamasının, Kemalist Türkiye Cumhuriyetine meydan okumanın zamanının geldiğini düşünür oldu. Bu nedenle 1937 senesinin Nisan ayında Rızan, Haydaran, Yusufan, Kureyşan, Abbasuşağı, Bahtiyaruşağı Aşiretlerinin reisleri ve Seyit Rıza bir araya gelerek hükümete bir ültimatom gönderirler.(6) Neler yoktur ki bu ültimatomda? Karakol yapmayacaksınız, köprü kurmayacaksınız, kaza ve nahiye kurmayacaksınız, silahlarımıza dokunmayacaksınız, vergilerimizi pazarlık usulü vereceğiz gibi.(7)
1937 senesinde Singeç köprüsünü korumakla görevli 33 askerin başlarında İsmail Hakkı adındaki yedek subay ile birlikte şehit edilmeleri ile başlayan ve Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Bu işi kökünden hallediniz!”(8) talimatı ile bitirilen Cumhuriyet tarihinin en büyük isyanı sanılanın aksine bir anda çıkmış bir olay olmayıp,  yıllar boyu hazırlığı yapılan büyük bir kalkışmadır. 13 Bin isyancı ve sivil ile 110 askerin ölümüne, 12 bin vatandaşın yerlerinden ayrılmalarına sebep olan büyük kalkışmanın temelinde sanılanın aksine mezhep değil, şahsi iktidar hırsı yatmaktadır.
Şimdi birileri kalkar der ki “Devlet Seyid Rıza’dan özür dilesin!” 
Hay hay, derhal efendim. Peki Türkiye Cumhuriyeti hainden özür dilerse, devleti uğruna şehit olanlar ne olacak? Milletin bekası için sakat kalanlar ne olacak? Onlardan kim özür dileyecek? Evet Tunceli ilimizde devlete kalkışmada bulunulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti devleti asilere gereken cevabı vermiştir. O zamanın şartlarında yapılan bir uygulamadan dolayı bu gün kalkıp da ihaneti tescillenmiş birinden Türkiye Cumhuriyeti devletinin özür dilemesi akıl tutulmasından başka bir şey değildir!
 DİP NOTLAR:
1-Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar,1972: 371.
2-Vet. Dr. M. Nuri Dersimi, Hatıratım 2004-s.279
3-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi  030 10 110. 740. 20.-21
4-Akyürekli,2011: 130.
5-Uluğ, 2009: 34,49.
6-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 030. 10. 111. 744. 3.
7-Cumhuriyet Gazetesi 16 Haziran 1937
8-İhsan Sabri Çağlayangil -Anılarım

4 yorum:

  1. Şimdi aklımda bu konuda karanlık kalan noktalar aydınlandı. Maalesef yıllar boyu bunun alevi yurttaşların ortadan kaldırılması olayı olarak gösterilmesi bir devlete başkaldıran, isyan edenlerin geri plana atılması ne acı. bu güzel açıklayıcı yazı için tekrar teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Atatürk'e dahi alenen küfredilen bu zamanda, tarihi çarpıtma ve gerçekleri gizleme adına yapılan rezillikler ne yazık ki insanların yeterince bilmediği konularda sürekli kafa karışıklığına yol açıyor. Asilerin kutlulandığı, heykellerinin dikildiği zamanlardayız. Tek ve gerçek ışıklı yolumuz Atatürk yoludur. O'nun yol göstericiliğinde bu karanlık günleri de aydınlığa çıkaracağız.
      Sevgi ve saygılarımla.

      Sil
  2. Merhaba Mehmet Bey... Bu yazınız tarihe not düşmüştür. Güneş balçıkla sıvanmaz... Emeğinize sağlık. Saygılarımla,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekleri örtemeyecekler, buna izin vermeyeceğiz. Atatürk gençliği her zaman uyanık olacak ve dik durmasını bilecektir. Yalancıların mumları yatsıya kadar dahi yanmayacaktır. Onun kurduğu partide "Tunceli" isminin dahi neden verildiğini idrak edemeyenler var.
      Sevgi ve saygılarımla.

      Sil