Doğu
Anadolu Bölgesi'nde yer alan Tunceli; doğusunda Bingöl, batısında Malatya,
kuzeyinde Erzincan, kuzey-doğusunda Erzurum, güneyinde Elazığ illeri arasında
kalan küçük bir vilâyettir. 1938 yılına kadar bu vilâyete verilen Dersim veya
Tunceli ismi bu sahaları kapsamaktadır. Bölgenin tarihî dönemler içerisindeki
en eski yerleşim merkezleri, Hozat, Çemişgezek, Mazgirt, Pertek ve Sağman olup,
tarihte bu bölgeler "Dersim" adıyla bilinmektedir. Esasında tarihî
dönemler içerisinde Dersim iki mıntıkaya ayrılmıştır.
1. Batı
Dersim: Hozat, Çemişgezek, Pertek, Ovacık, Kemah, Gürcanis ve Kuruçay
kazalarını,
2. Doğu
Dersim: Mazgirt, Kiğı, Çarsancak, Nazımiye ve Pülümür kazalarını
kapsamaktadır.1
Anadolu'nun
Türkleşmesine paralel olarak uzun bir dönem Orta Asya ve İran’dan gelen
aşiretlerin önemli uğrak yerleri arasında olan Dersim bölgesi, bu önemini 1514
tarihinden itibaren kaybetmiştir. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin
özellikle Şiî’lere karşı başlatmış olduğu takip politikası, bir kısım
aşiretlerin yeniden İran ve Azerbaycan'a dönmesine yol açmış, bir kısmı da Doğu
Anadolu'da bulunan dağlık arazilere çekilmişlerdir. İşte bu dönemlerde Dersim
bölgesi de bazı aşiretlerin sığındığı bir bölge haline gelmiştir. Bu
tarihlerden sonra uzun bir dönem Osmanlı Devleti bu bölge ile pek fazla
ilgilenmemiştir.
Dersim
isminin kökenini araştırdığımızda Osmanlı İmparatorluğunda bir bölgenin
adı olduğunu görmekteyiz. Bazı kaynaklarda Zengin maden yatakları
nedeniyle bölgeye Dersim adı verildiği, Kelime anlamı olarak Farsça
"gümüş" (sim) ve "kapı" (der) sözcüklerinden oluşmuş olduğu
yazılıdır. Der Simon isimli bir Ermeni önderin adı ile ilişkilidir.(1) Bazı kaynaklarda Desumlu aşiretlerinin
yaşadığı bölgeye izafeten Desim isminin verildiği, 1847 yılından sonra Dersim
olarak değiştirildiği yazılıdır.(2) Osmanlı Tapu tahrir kayıtlarında ve
salnamalerde bölgenin adı Desim olarak yazılıdır. Ancak 1848 de Dersim
Sancağının teşkili ile Desim ismi yerine Dersim ismi kullanılmaya başlanmıştır.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti, Tanzimat Fermanı ile
uygulamaya çalıştığı bir kısım yeni düzenlemeleri bütün ülkeye teşmil etmek
için uğraşmaya başlamıştır. Bu cümleden olmak üzere 1848 tarihinde Diyârbekir
Eyaleti yeniden teşkilâtlandırılmış ve Harput ayrı bir eyalet haline
getirilerek, Dersim Sancağı teşkil edilmiştir.(3)
Bölgede 1848 tarihinden Osmanlı Devleti'nin dağılmasına kadar
geçen süre içerisinde, bir kısım yeni düzenlemeleri gerçekleştirmek mümkün
olabilmiş ise de, tam manası ile aşiretleri ıslah etmek mümkün olmamıştır.
Bunun başlıca sebebi ise bu bölgede görülen aşiret hayatının devam etmesidir.
Özellikle aşiret reisleri ve "seyyid"lerin bölge halkı üzerindeki tesirleri büyük
olup, bu kişiler halkı istedikleri gibi yönetmişlerdir. Yapılmak istenen
yeniliklerin kendi durumlarını tehlikeye düşürdüğünü görünce de, yeni
uygulamalara karşı çıkmışlardır. Uzun bir dönem devlet otoritesinden uzakta
yaşayan bir kısım aşiret reisleri ve seyyidler, yeni uygulamalara devamlı
olarak karşı çıkarken, devletin yanında görünen bir kısım aşiret reisleri de,
bu niyetlerinde bir türlü samimi olmamışlardır. Dolayısıyla 1848 yılından
itibaren bölgede yeni düzenlemeler yapmaya karar vermiş ise de Osmanlı
Devleti'nin dağılmasına kadar geçen süre içerisinde bölgede ciddî manada, bir ıslahat
yapılamamıştır. Bunun en büyük zararı ise bölgede yaşayan halka olmuş ve bölge
halkı özellikle aşiret reisleri ve seyyidlerin engellemeleri yüzünden bir türlü
cehalet zincirini kıramamışlardır.(4)
Seyyidler ve aşiret reislerinin derdi yüz yıllar boyu koyu
bir taasubun ve cehaletin içinde yüzen halk değildir elbette. Çünkü onlar için
halktan ziyade kendi isimleri ve çıkarları önce gelmektedir. Bunu yazımızın
ileriki bölümlerinde daha iyi göreceğiz.
1847 yılından 1916 yılına kadar Dersim Vilayetinde Osmanlı
merkezi otoritesine karşı çeşitli ayaklanmalar çıkartılır. Bunların en önemli
nedenleri yukarıda da belirttiğimiz gibi feodal ağaların yani aşiret
reislerinin ve seyyidlerin ellerindeki imtiyazı bırakmak istemeyişleridir. Öyle
ki; bu uğurda üzerlerine gönderilen Osmanlı güçleri ile savaşmaktan
çekinmeyecekler, merkezi yönetime her fırsatta baş kaldıracaklardır. 1847
yılında patlayan isyan 1851-52 yılları içerisinde bastırılır. Dersim aşiret
ağaları eski günlere dönmenin hesabını yapmaktadırlar. Beklenen fırsat 93 harbi
olarak tarihimizde yer alan 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı ile çıkar. Daha önce
çeşitli vilayetlere sürgün edilen aşiret reislerinin geriye dönmeleri için
devlete müracaat eden aşiretler istekleri yerine getirilmediği taktirde Ruslarla
işbirliği yapacaklarını söylemişlerdir. Aşiret liderlerinin geri dönmesine
rağmen yine de aşiretler Ruslarla temasa geçmişlerdir.(5) Gazi Ahmet Muhtar Paşa kumandasındaki
Kafkas ordusu Dersim’deki isyancılarla uğraşmak zorunda kalır. Ordu isyancılar
ile epey uğraşır . İsyancı aşiretler nedeniyle Kafkas Ordusu çok
yıpranmış, şark cephesinde Ruslara karşı eşit şartlarda
savaşamamış buna rağmen zor şartlar altında dahi verdiği bunca kayba rağmen
görevini hakkıyla yerine getirmiştir.
Vatan elden giderken bile düşmanla işbirliği yapmak acaba
hangi mantığın, hangi vatanseverliğin tezahürüdür? Düşünülmesi gereken çok
enterasan bir durum…
Osmanlı devleti Dersim’de süre gelen asayişsizliğin önüne
geçmek ve devlet otoritesini sağlamak için 1879 senesinde Hozat merkezli olmak
üzere Dersim vilayetini kurar. Ancak çok geçmeden 1886 yılında mutasarrıflığa
indirdiği Dersim bölgesini, 1892 senesinde tekrar sancak yaparak
Mamuret-ul-Aziz Vilayetine bağlamıştır.(6)
12
Ağustos 1892 tarihinde "Dersim hakkında ba'zı mütalâ'âtı havî Erzincan
Mûdde'î-i 'Umûmî Mu'âvini" tarafından sunulan bir lâyihâ'da Dersim
Sancağı'nın idarî, iktisadî ve sosyal durumu hakkında önemli bilgiler
mevcuttur. Özellikle, Dersim'de yapılan ıslahatların başarısız olmasının
sebebini, halkın Dersim ağalarının elinde kaldığı ve bunların ağa ve
seyyidlerin sözünden çıkmadığı da ilâve edilmekte, yaz aylarında şekavette
bulunanların kışın köylerine çekildikleri kaydedilmektedir. Dersim'deki
ağaların Ermenilerle ilişkilerinin de gayet iyi olduğu, ağaların yumuşak gibi
görünüp, hükümet ile halk arasında aracı olmalarına rağmen dessas (düzenci,
entrikacı) kişiler olduğu yazılmaktadır. Ayrıca bu ağaların Dersim’de görevli
memurları rahat bırakmadıkları, diğer aşiret liderleri ile savaşmalarına
rağmen, hükümetten bir kuvvet sevk edildiği taktirde birleşerek merkezi
otoriteye isyan ettikleri belirtilmektedir.(7)
Can
düşmanları Ermeni komitacılarla işbirliği yaparak merkezi otoriteye karşı
gelmek, isyan etmek, çevre il ve ilçelerde yağma ve çapul yapmak aşiret
liderlerinin tebaalarını ne kadar çok düşündüklerinin açık bir delilidir.
1877-1878
Osmanlı Rus harbi arkasından bölgede askeri hareketlilik ve Ermeni
çetecilerin kışkırtmaları ile yeniden bir ayaklanma baş gösterir. Kısa sürede
diğer aşiretlerin katılımı ile bu isyan 1895 yılına kadar sürer.
1877–1878
Osmanlı-Rus Harbinden hemen sonra, II. Abdülhamit Doğu Anadolu'da bulunan
aşiretlerle iyi ilişkiler kurmuş ve onlardan devlet hizmetinde istifade yoluna
gitmiştir. 1891 yılında II. Abdülhamit tarafından Doğu Anadolu'daki
aşiretlerden teşkil edilen alaylara "Hamidiye Alayları" adı
verilmiştir. Hamidiye Alayları Dördüncü Ordu Müşiri Mehmed Zeki Paşa'nın
girişimleriyle 1891 ilkbaharında teşkil edilmeye başlanmış, 1896 yılından
itibaren Dersim mıntıkasındaki aşiretler de uygulamaya dahil edilmiştir. (8)
Osmanlı
Padişahı Sultan II.Abdülhamit’in 1891 yılından itibaren uygulamaya koyduğu
“Hamidiye Alayları” fikri bölgede bulunan aşiretlerin Osmanlı’ya bakış açısını
değiştirmemiş, bilakis alay teşkili yapılmayan aşiretler devlete karşı içten
içe kin beslemişlerdir.
Ne
zaman ki Osmanlı Devleti bir başka devletle harbe tutuşsa, o zaman Dersim
aşiretlerinin ayaklandıklarını görmekteyiz. Osmanlının yıkılışına kadar geçen
süreçte bu isyanların devam ettiğini, devlet otoritesinin savaşlar nedeniyle
zayıflamasının hep fırsata çevrildiğini görürüz. Dersim isyanları öyle
sanıldığı gibi mezhepsel isyanlar değildir. Eğer hakikaten olay mezhepsel bir
başkaldırı olsaydı, isyanlar sadece Dersim ile sınırlı kalamazdı. Gerçekte bu
isyanların temelinde yukarıda da açık bir biçimde yazdığımız gibi aşiret
ağalarının ve kendilerine seyyid diyen kişilerin yüz yıllar boyu süren halk
üzerindeki hegemonyalarının devamı kaygısıdır. Osmanlının son zamanlarında
patlak veren Dersim isyanları 1907, 1911, 1914 ve 1916 yıllarında da çıkartılır.
Genç Türkiye Cumhuriyeti devletine Osmanlı Devletinin bıraktığı kötü mirastan
birisi de yazımızın ikinci bölümünde yazacağımız Tunceli İsyanları olacaktır.
DİPNOTLAR:
-
Ermeni Bilimler Akademisi Yayını, Erivan, 1973
1- Mehmet
Yıldırım, "Desimlu Aşireti'nden Dersim Sancağı'na", Tunceli
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Güz 2012
2- İbrahim
Yılmazçelik, XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Dersim Sancağı, Elazığ 1999
3- Suat
Akgül, Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında Dersim, İstanbul, 2000, s. 56-63.
4- Ali
Kemalî, Erzincan Tarihi, İstanbul, 1932
5- Dah.
Vek. Jan. Umum. Kom., Dersim, s. 131.
6- Yıldız
Tasnifi, Sad. Res.Mar. Ev. Dosya No: 60, Sıra: 27.
7- Bayram
Kodaman, "Hamidiye Hafif Süvari Alayları II. Abdülhamit ve Doğu Anadolu
Aşiretleri ", Tarih Dergisi, Sayı: XXXII, Mart 1976
Bu konu hep aklımı karıştırmıştır. hatta dersim katliamı olarak geçen bu sıkıcı olayın emrinin Atatürk tarafından mı yoksa başkaları tarafındanmı verildiğini ya da neden olduğuyla ilgili olarak..Yarın ki yazınızda inanıyorum bir cevap bulucam. teşekkürler..çok güzel bir yazı konusu seçmişsiniz..iyi günler dileğimle
YanıtlaSilGerçeği bilerek fikir sahibi olmak her zaman önemlidir. Bu nedenle tüm çarpıtmalardan sakınarak doğru bilgilere ulaşmak gerekiyor.
SilSevgilerimi sunuyorum.
Resmi belgelerden haricinde birde toplumun yazdığı tarihi okuyun...
YanıtlaSilElbette işinize geleni seküler yaşam tarzınızı insanlara dayatırsanız... Anadolu'daki halklar gerici ilan eder batı argümanlarını yüceltirsiniz bunun için dir ki Türkiye cumhuriyeti hiç bir zaman huzur ve barış içinde olmayacak çünkü mazlum halkların beddua almıştır
Mazlumların bedduası Türkiye cumhuriyeti devleti üzerinde eksik olmasın, Allah'ın gazabı her daim üzerinde olsun