Bilim,
özellikle Rönesans sonrası adeta basamakları koşarak çıkılan bir merdiven gibi.
Ama 21. Yüzyılı yaşarken dahi bilim henüz bazı önemli sorulara cevap veremedi.
Bu yazı dizisinde Harriet SWAİN’in “Big
Questions in Science” kitabından geniş olarak anlattığı ve cevap bulmaya
çalıştığı sorularımızı ve bilim adamlarının bunlara ilişkin yanıtlarını
özetleyerek sunacağım. Belki de bu sorular sizin de zaman zaman aklınıza geldi.
Umuyorum bu fikir fırtınası bilinemeyen bazı yanıtları açıklığa kavuşturur.
BİLİMİN
BÜYÜK SORULARI
Bilinç
Nedir?
Neden
buradayım? Ben gerçekte kimim? Neden her şeyi böyle görünüyor, böyle
hissediliyor ve böyle can acıtıcı? Bu soruları hatırlayamadığım bir zamanda
beni kendime sormaktayım, ya da başkaları bana soruyor. Yıllarca cevabın
para-normalde olduğunu düşündün, -eğer ara normal diye bir şey gerçekten
varsa-ürünsüz bir uğraş. Şimdi soru büyük bir soruyla birleşir görünüyor:
bilinç nedir?
1890
yılında yazmış olduğu “Psikoloji’nin İlkeleri” haklı olarak bir klasik haline
gelen William James, “hayatımızı oluşturan duyguların, heyecanların,
algıların ve fikirlerin sürekli değişen kesintisiz akışı, bizim inkar
edilemez ‘bilinç akışı’ tecrübemizdir. Bu düşünceler ve duygular sürekli akar
ve onları ‘akış halinde’ tecrübe ederim. Açıklanması gereken işte bu akıştır.”
diyor.
Peki eğer
ya böyle değilse? Ya akış diye bir şey yoksa? Acaba bu olasılığı
algılayabilir miyiz? Son dönemlere ait bazı deneyler, algılamak zorunda
kalabileceğimizi söylüyor. Bu deneyler, “değişiklik körlüğü” denilen bir şeyi
ortaya çıkarıyor. Varsayın ki karmaşık bir manzaraya bakıyorsunuz, mesela
pencerenizden görünen caddeye. Muhtemelen sizin bilinç akışınızda dışarıdaki
binaların, insanların, otomobillerin ve ağaçların ayrıntılı ve zengin bir
temsiline sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz. Fakat ne zaman gözlerinizi başka bir
yana çevirseniz veya kırpsanız, manzara olduğu yerde durur gibi görünür.
Muhtemelen, eğer bir şey değişseydi, mutlaka fark ederdim diyorsunuz
kendinize. Fakat çok büyük bir ihtimalle yanılıyorsunuz.
Değişiklik
körlüğü deneylerinde insanlara böyle bir manzara gösterilir; fakat insanlar
gözlerini başka yöne çevirdiklerinde resimdeki bir şeyleri değiştiren zekice
tasarlanmış göz yanılmaları veya diğer tekniklerin eşliğinde. Örneğin bir
ağaç kaybolabilir, başka bir yere yeni ağaçlar eklenebilir ve uzaktaki bir
otomobilin yerine bir otobüs konabilir. Benim kendi yaptığım deneylerde ve
birçok başka deneyde insanlar, değişiklikleri görmede başarısız olmuşlardır.
Bu çok
tuhaf. Eğer değişme gözler açıkken yapılırsa, insanlar onu hemen fark
etmektedir. Bunun sebebi, beynimizde nesneler hareket ettiğinde onları fark
etmemiz için tasarlanmış özel dedektörler olmasıdır. Fakat bu dedektörler,
göz tümüyle hareket ettiği zaman işleyemiyorlar. Eğer değişme gözlerin
doğrudan baktığı bir nesnede meydana gelirse, dedektörler bunu fark
etmektedir, tersi durumlarda sanki hiçbir şey olmamış gibidir.
Bu tuhaf
etki, laboratuvar koşullarına özgü bir gariplik olarak bir kenara atılamaz.
Harvard Üniversitesi’nden Dan Simon, huzursuz edici ölçüdeki olağan
durumlarda aynı etkinin var olduğunu göstermiştir. Deneyi yapan ve öğrenci
konuşurken, iki kişi yerdeki bir kapıyı alıp aralarından geçerler. Zavallı
öğrenci artık başka biriyle konuşmaktadır. Şaşırtıcı bir biçimde öğrenci
değişikliğin farkına varmaz ve sohbete kaldığı yerden devam eder.
Bu
deneyden şu sonuç çıkar gibidir: kafamızın içinde çevremizdeki dünyanın
zengin, ayrıntılı bir resmine falan sahip değiliz. Ayrıntı gördüğümüz anlar,
sadece baktığımız küçük alanlardır. Gözlerimizi öteye çevirdiğimiz zaman, söz
konusu ayrıntı, hafızada soluk bir ize dönüşerek yok olur. Bütün hepsinin,
bilinç akışının bir parçası olmaya devam ettiğine inanırız; çünkü olur da bir
şeyi unutursak, tekrar aynı yere bakarız ve işte karşımızdadır. Dış dünyanın
kendisini bir hafıza olarak kullanabiliriz, bu yüzden beynimizin her şeyi
kaydetmesine gerek yoktur. İşte bu nedenle ayrıntıların her zaman orada
olduğu yanılsamasını yaşarız. Tek başına bu bile bilinç akışı hakkında,
tümüyle yanıldığımızın kanıtıdır.
Arabayla
eve gidiyorsunuz, eve ulaştığınızda durduğunuz hiçbir ışığı, karşıdan karşıya
geçenlere çarpmamak için yavaşlamalarınızdan hiçbirini hatırlamıyorsunuz.
Besbelli ki inanılmaz ölçüde bilinçli bir süre yaşadınız, aksi takdirde
ölürdünüz; fakat yine de sanki, bütün bu süre boyunca başka bir yerdeydiniz,
belki radyo dinliyor, belki yanınızdakiyle sohbet ediyordunuz.
Bu
yolculuğun herhangi bir aşamasında birdenbire uyanabilir ve son birkaç
dakikadır bilinçli olduğunuzdan kesin olarak emin olabilirsiniz. Bu durum,
yalnızca çok uzun sürdüğü anlarda bize tuhaf gelmektedir. Bu, gündelik
hayatımızı bir tür dalgınlık içinde yaşadığımızı getiriyor aklıma. Zaman
zaman uyanıyoruz. Bu uyanma anında, hikayeyi o anda yaşamakta olduğumuz
şeylere kadar tekrar kuruyor. Benlik, bilinç ve onu gözlemleyen benlik, aynı
anda ortaya çıkıyor ve ikisi de yanılsama.
Yanılsama
doğru sözcük. Bir yanılsama, var olan fakat göründüğü gibi olmayan şeydir.
Yani bu dünyayı kesintisiz bir şekilde tecrübe eder görünen “ben” yok değil,
fakat o sanıldığı gibi bir bilince ve özgür iradeye sahip sürekli bir
gözlemci değil.
(Susan
Blackmore)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder