21 Mayıs 2015 Perşembe

BİLİNÇ NEDİR?

Bilim, özellikle Rönesans sonrası adeta basamakları koşarak çıkılan bir merdiven gibi. Ama 21. Yüzyılı yaşarken dahi bilim henüz bazı önemli sorulara cevap veremedi. Bu yazı dizisinde Harriet SWAİN’in  “Big Questions in Science” kitabından geniş olarak anlattığı ve cevap bulmaya çalıştığı sorularımızı ve bilim adamlarının bunlara ilişkin yanıtlarını özetleyerek sunacağım. Belki de bu sorular sizin de zaman zaman aklınıza geldi. Umuyorum bu fikir fırtınası bilinemeyen bazı yanıtları açıklığa kavuşturur.

 


BİLİMİN BÜYÜK SORULARI
Bilinç Nedir?
Neden buradayım? Ben gerçekte kimim? Neden her şeyi böyle görünüyor, böyle hissediliyor ve böyle can acıtıcı? Bu soruları hatırlayamadığım bir zamanda beni kendime sormaktayım, ya da başkaları bana soruyor. Yıllarca cevabın para-normalde olduğunu düşündün, -eğer ara normal diye bir şey gerçekten varsa-ürünsüz bir uğraş. Şimdi soru büyük bir soruyla birleşir görünüyor: bilinç nedir?
1890 yılında yazmış olduğu “Psikoloji’nin İlkeleri” haklı olarak bir klasik haline gelen William James, “hayatımızı oluşturan duyguların, heyecanların, algıların ve fikirlerin sürekli değişen kesintisiz akışı, bizim inkar edilemez ‘bilinç akışı’ tecrübemizdir. Bu düşünceler ve duygular sürekli akar ve onları ‘akış halinde’ tecrübe ederim. Açıklanması gereken işte bu akıştır.” diyor.
Peki eğer ya böyle değilse? Ya akış diye bir şey yoksa? Acaba bu olasılığı algılayabilir miyiz? Son dönemlere ait bazı deneyler, algılamak zorunda kalabileceğimizi söylüyor. Bu deneyler, “değişiklik körlüğü” denilen bir şeyi ortaya çıkarıyor. Varsayın ki karmaşık bir manzaraya bakıyorsunuz, mesela pencerenizden görünen caddeye. Muhtemelen sizin bilinç akışınızda dışarıdaki binaların, insanların, otomobillerin ve ağaçların ayrıntılı ve zengin bir temsiline sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz. Fakat ne zaman gözlerinizi başka bir yana çevirseniz veya kırpsanız, manzara olduğu yerde durur gibi görünür. Muhtemelen, eğer bir şey değişseydi, mutlaka fark ederdim diyorsunuz kendinize. Fakat çok büyük bir ihtimalle yanılıyorsunuz.
Değişiklik körlüğü deneylerinde insanlara böyle bir manzara gösterilir; fakat insanlar gözlerini başka yöne çevirdiklerinde resimdeki bir şeyleri değiştiren zekice tasarlanmış göz yanılmaları veya diğer tekniklerin eşliğinde. Örneğin bir ağaç kaybolabilir, başka bir yere yeni ağaçlar eklenebilir ve uzaktaki bir otomobilin yerine bir otobüs konabilir. Benim kendi yaptığım deneylerde ve birçok başka deneyde insanlar, değişiklikleri görmede başarısız olmuşlardır.
Bu çok tuhaf. Eğer değişme gözler açıkken yapılırsa, insanlar onu hemen fark etmektedir. Bunun sebebi, beynimizde nesneler hareket ettiğinde onları fark etmemiz için tasarlanmış özel dedektörler olmasıdır. Fakat bu dedektörler, göz tümüyle hareket ettiği zaman işleyemiyorlar. Eğer değişme gözlerin doğrudan baktığı bir nesnede meydana gelirse, dedektörler bunu fark etmektedir, tersi durumlarda sanki hiçbir şey olmamış gibidir.
Bu tuhaf etki, laboratuvar koşullarına özgü bir gariplik olarak bir kenara atılamaz. Harvard Üniversitesi’nden Dan Simon, huzursuz edici ölçüdeki olağan durumlarda aynı etkinin var olduğunu göstermiştir. Deneyi yapan ve öğrenci konuşurken, iki kişi yerdeki bir kapıyı alıp aralarından geçerler. Zavallı öğrenci artık başka biriyle konuşmaktadır. Şaşırtıcı bir biçimde öğrenci değişikliğin farkına varmaz ve sohbete kaldığı yerden devam eder.
Bu deneyden şu sonuç çıkar gibidir: kafamızın içinde çevremizdeki dünyanın zengin, ayrıntılı bir resmine falan sahip değiliz. Ayrıntı gördüğümüz anlar, sadece baktığımız küçük alanlardır. Gözlerimizi öteye çevirdiğimiz zaman, söz konusu ayrıntı, hafızada soluk bir ize dönüşerek yok olur. Bütün hepsinin, bilinç akışının bir parçası olmaya devam ettiğine inanırız; çünkü olur da bir şeyi unutursak, tekrar aynı yere bakarız ve işte karşımızdadır. Dış dünyanın kendisini bir hafıza olarak kullanabiliriz, bu yüzden beynimizin her şeyi kaydetmesine gerek yoktur. İşte bu nedenle ayrıntıların her zaman orada olduğu yanılsamasını yaşarız. Tek başına bu bile bilinç akışı hakkında, tümüyle yanıldığımızın kanıtıdır.
Arabayla eve gidiyorsunuz, eve ulaştığınızda durduğunuz hiçbir ışığı, karşıdan karşıya geçenlere çarpmamak için yavaşlamalarınızdan hiçbirini hatırlamıyorsunuz. Besbelli ki inanılmaz ölçüde bilinçli bir süre yaşadınız, aksi takdirde ölürdünüz; fakat yine de sanki, bütün bu süre boyunca başka bir yerdeydiniz, belki radyo dinliyor, belki yanınızdakiyle sohbet ediyordunuz.
Bu yolculuğun herhangi bir aşamasında birdenbire uyanabilir ve son birkaç dakikadır bilinçli olduğunuzdan kesin olarak emin olabilirsiniz. Bu durum, yalnızca çok uzun sürdüğü anlarda bize tuhaf gelmektedir. Bu, gündelik hayatımızı bir tür dalgınlık içinde yaşadığımızı getiriyor aklıma. Zaman zaman uyanıyoruz. Bu uyanma anında, hikayeyi o anda yaşamakta olduğumuz şeylere kadar tekrar kuruyor. Benlik, bilinç ve onu gözlemleyen benlik, aynı anda ortaya çıkıyor ve ikisi de yanılsama.
Yanılsama doğru sözcük. Bir yanılsama, var olan fakat göründüğü gibi olmayan şeydir. Yani bu dünyayı kesintisiz bir şekilde tecrübe eder görünen “ben” yok değil, fakat o sanıldığı gibi bir bilince ve özgür iradeye sahip sürekli bir gözlemci değil.
(Susan Blackmore)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder