BAHA SAİT BEY
(1882, Biga – 16 Ekim 1939 İstanbul). Kurtuluş Savaşı kahramanı.
Kurtuluş Savaşımızın adı arka planda kalmış görünmez kahramanlarındandır. Özellikle kurtuluş savaşının önemli silah kaynaklarından olan İstanbul’da bulunan cephanelerin milli mücadele gruplarına ulaştırılması ve düşman elinde bulunan gizli plan ve yazışmaların ele geçirilip Ankara’ya ulaştırılmasının sağlanması için kurulan gizli “Karakol Cemiyeti”nin kurucularındandır. Seçkin kişiliğinde varlığını vatan ve milletine adamış gerçek bir milliyetçi olan Bahâ Sait Bey, hayatı boyunca tarihimizin, eskilerin deyimiyle “feragat faslının meşhur, menfaat faslının meçhul” simalarından biri olmuştur. Kafkasya’dan Anadolu’ya göç etmiş Dağıstanlı bir Türk ailenin oğlu olan Baha Sait, kimi kaynaklara göre 1882’de Biga’da dünyaya gelmiş, kimi kaynaklara göre ise Dağıstan’da doğmuş ve 16 yaşında Türkiye’ye gelmiştir. İlk öğrenim bilgilerini evde babasından almıştır. Yüksek öğrenimini Harp Okulu ve Harp Akademisi’nde yapan Baha Sait bey resme kabiliyetli olduğundan Harp okulunda ressam Üsküdarlı Ali Rıza Bey’in öğrenciliğini yaptı. 1909’da kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’ne bir süre başkanlık eden öğretmeni Ali Rıza Bey’in bu kuruluştaki faaliyetlerine Bahâ Sait’te yardımcı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkasyalı hemşerisi ressam Hüseyin Avni Lifij (Samsun 1886 – İstanbul 1927)’le birlikte, Enver Paşa’nın yardımıyla Şişli’de kurulan resim atölyesinde kahramanlık konularındaki resim çalışmalarına Bahâ Sait Bey de katılmıştır. Bahâ Sait, bir ara ünlü ressam Feyhaman Duran (1886 – 1970)’dan ders almış ve yararlanmıştır.
1906 yılında Kurmay Yüzbaşı olarak orduya katıldı. Bahâ Sait’in, doğum tarihleri 1880’li yıllara rastlayan Mustafa Kemal (Atatürk), Kâzım Karabekir, Kemâleddin Sami, Enver, Nâdir, İsmet (İnönü), İzzettin (Çalışlar), Abdurrahman Nâfız (Gürman), Kâzım (Orbay) paşalar ve Ali Fethî (Okyar), Rauf (Orbay), Kara Vâsıf (Karakol), Galatalı Şevket, Cevat Abbas (Gürer) ve Fuat (Bulca) beylerle gençlik arkadaşı olduğu anlaşılmaktadır. Kısa süre sonra emekli edildiğinden ordudan ayrıldı. Mezun olduğu yılın 58. – 59. sınıflara denk gelişi ve askerlikten çıkarılışı, O’nun disipline uymayan haşarı bir öğrenci olduğu izlenimini vermektedir. Değişik kaynaklarda askerî öğrencilik yılları ile ilgili şu bilgiler vardır: “Bahâ Sait, askerî okulda öğrenci bulunduğu sırada, en başarılı öğrencilere Padişah Abdülhamit Han’ın gönderdiği mükâfat ve hediyelerin dağıtılması için bir tören düzenlenir. Padişah’ın armağanını alan her öğrencinin üç defa öpüp başına götürerek Hakan’a şükretmesi gelenek gereğiymiş. En başarılı öğrencilerden olduğu hâlde Bahâ Sait, aldığı hediyeyi öpüp başına götürmediği ve asla ‘Padişahım çok yaşa!’ diye bağırmadığı için sorguya çekilmiş, tutuklanmış ve hapis cezasına çarptırılarak mimlenmiştir. Subay çıktıktan kısa bir süre sonra komutanlarıyla uyuşamayıp onlara karşı gelişi, emekliye şevki ve ordudan ayrılması ile sonuçlanmıştır.”
Bu dönem, bir ara İstanbul’dan ayrılarak Kahire’ye giden Baha Sait Bey, Mısır’ın önemli ressam ve hattatlarından dersler alıp bazı camilerin tezyin işlerinde çalıştı. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’a döndü. Bir süre İstanbul’da Vali Konağı karşısında Resne Fotoğrafhanesi binasında bir yazıhane açıp sigortacılık ve ticaretle uğraştı. Bu dönem İttihad ve Terakki’nin sanat ve bilim çalışmalarına ilgi duysa da ve İttihadçı olarak anılsa da yurt içinde herhangi bir resmi görev almadı.
Ancak İran, Afganistan, Türkistan ve Kafkaslar’daki Türkler’e ilişkin görevler üstlendi. Yine bu dönem ayrıca Ziya Gökalp’in tavsiyesine uyarak Talat Paşa, Anadolu’da tarikatların, Alevî zümrelerinin, Tahtacı, Çetmi, Hardal Türkmenlerinin incelenmesi ile de Bahâ Sait’i vazifelendirir. Konya ve Kırşehir’de bulunarak Mevlevilik ve Bektaşilik üzerine araştırmalar yaptığı, Mevlâna ve Hacı Bektaş Velî hakkında neşredilmemiş bir kitap yazdığına dair bilgiler vardır. (Türk Yurdu’nda kendi imzasıyla Bektaşîliğe ait tetkikleri, “Temüçin” takma adıyla şiirleri çıkmıştır. Sebilürreşad dergisine de Rusya Türkleriyle ilgili haberler ve Türkçülük üzerinde imzasız yazılar yazmıştır). 1.Dünya Savaşı’nın ardından işgal ile direniş günleri başlayınca Karakol Cemiyeti’nin 3 kurucusundan biri olur. (Diğer iki kurucusu ise, Kurmay Albay Kara Vâsıf ve Dava Vekili Refik İsmail beylerdir.)
Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’dan Anadolu’ya silâh, cephane, subay ve mebuslar kaçırarak ve haber alma - haber verme suretiyle büyük hizmetler görmüştür.
Baha Sait Bey, 1920’de Mustafa Kemal Paşa’ya haber vermeden, Türk İhtilâl Hareketi’ni temsil ettiğini ileri sürerek “Karakol Cemiyeti ve Uşak Kongresi Heyet-i İcraiyesi adına” Bolşeviklerle anlaşma imzalamaya kalkmıştı. 11 Ocak 1920 Pazar günü Bakü’de, “Komünist Partisi Kafkas Yöresi Merkez Komitesi”nden adı anılmayan bir temsilci ile, Türkiye İhtilâl Hareketi’ni temsil ettiği iddiasıyla kendisini “Karakol Cemiyeti ve Uşak Kongresi Heyet-i İcraiyesi adına hareket eden Kafkasya’daki murahhas” diye takdim eden Bahâ Sait Bey’in imzaladığı 15 maddelik anlaşma metni, Mustafa Kemal Paşa’nın onayına gönderilince bu anlaşmayı onaylamayan Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisini çektiyse de iyi niyetli olduğu anlaşılınca araları tekrar düzelmişti. (Mustafa Kemal Paşa’nın bu olaya gösterdiği haklı tepki, Bahâ Sait’e yerini ve yönünü seçtiren bir uyarı, bir ders olmuştur. Bu tarihlerde ilk kez, vatanı bırakıp kaçmış Enver Paşa ile karşılaşan Bahâ Sait, onun yanında yer almamış; anlaşma imzaladığı Bolşeviklere göz boyamak için geçici olarak katıldığı Türk Komünist Gruppası’na ve Mustafa Suphî’ye de iltifat etmeden derhal Ankara’ya dönmüştür)
Polatlı’ya yaklaşan Yunan saldırısına karşı halkın paniğe kapılmasını önlemek ve direnişini sağlamak üzere Mustafa Kemal Paşa tarafından görevlendirilince Anadolu’da dolaşarak halka öğütler vermiş ve Millî Mücadele’ye desteğin artmasına yardımcı olmuştur. Gördüğü değerli hizmetlere karşılık yüksek bir mevki ve ücret istememiştir Savaştan sonra İstiklal Madalyası ile ödüllendirilen Baha Sait Bey, Tayyare Müfettişliği (Türk Hava Kurumu Müfettişi) görevi ile Anadolu’yu dolaştı. Türk kabilelerinin, özellikle Doğu illerimizdeki dağlık bölgelerde yaşayan ahali ve aşiretlerin soy, dil, mezhep ve geleneklerini incelemeyi kendisine iş edindi, yazılarının bir bölümü Türk Yurdu Dergisi’nde 1926-1927 yıllarında yayımlandı. Bu yazılarında; “Hotantoların ülkesi bile görülmüş ve anlaşılmıştır da, zavallı ve sevgili Anadolu’muz, ne kendi evlâtlarının vicdanî ilgisine, ne de yabancıların tarafsız, ihtirassız dikkat nazarına ulaşabilmiştir”… “Türkiye’de Anadolu tetkikatı,Türkiye’yi bilmek demektir. Bunu biz, Türkiyeli Türkler yaparsak nefsimizi bilmiş oluruz” …” Anadolu halkının çoğu ve hatta en çoğu Türk nesli olduğu için biz de Türk milliyet ve hayatiyatı üzerinde söz söylemeye mecbur olacağız; bundan başka hükümeti temsil eden kuvvet de Türk’tür,” … “Bizim Anadolu’muz yeni baştan köy köy görülmeli, memleketin topografyası gibi, etnografyası da yapılmalıdır. Ondan sonra Anadolu içtimaiyatı ve Anadolu’daki Türk zümreleri hakkında pek katî ve ilmî neticeler alınabilir.” görüşleriyle memleket ve millet sevgisini göstermiştir.
Resme olan ilgisi hayatı boyunca devam eden Baha Sait Bey, son yıllarında yağlıboya resimler yapmıştır. Son yıllarda Samatya’da kendi evinde oturuyordu. Kroner yetmezliğinden rahatsızdı. Yağlı boya resimler yapmak, okumak ve yazmakla vakit geçiriyordu. Bir erkek kardeşi de vardı. Hiç evlenmemiştir. Baha Sait Bey, 16 Ekim 1939 günü saat 15.00’de kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi. Toplanabilen tabloları ölümünden 47 yıl sonra, 1986’da İstanbul’da Galeri Vepa’da sergilenmiştir.
O, bütün enerjisini, zekâsını memleketine hasretmiş, varlığını ve hayatını milletine adamıştı. Şöhret bulmaktan, yükselmekten daima çekinmiş, feragat ve tevazuu kendine şiar edinmişti. Çok sevdiği ve bağlı bulunduğu milletinin selâmeti, çıkarı söz konusu oldu mu Bahâ Sait, hiçbir tehlikeden sakınmamış, hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştı. Her millî teşebbüste daima ileri atılmış ve herkesten çok çalışmıştı.
Bahâ Sait Bey, Arapça, Farsça, Rusça, Almanca, Fransızca dillerine hakkıyla vâkıftı. Bilhassa Urdu ve Çağatay lisanlarında üstat sayılırdı.
Türk Cumhuriyeti’ne ve milliyetçilik mefkuresine gönülden bağlı bulunan Bahâ Sait Bey, 29 Ekim 1933’de Samsun’daki Ahali gazetesine yazdığı bir makalede, Türk çocuklarına şunları öğüt vermiştir:
“A — Türk çocuğu her türlü hasis evsaftan uzak bulunacak.
B — Sefaletten içtinâp edecek (sakınacak, uzak kalacak).
C — İlme, fenne, sanayiye bütün gençliğini feda edecek.
Ç — Sözüne sadık olacak, katiyyen yalan söylemeyecek ve riyayı (iki yüzlülüğü) vatan hıyaneti kadar ağır görecek.
D — Benliğine, kuvvetine, iradesine hâkim olacak.
E — İntizamı hayat kanunu bilecek.
F — Kendi çıkarı için başkasının menfaatine göz dikmeyecek.
G — Kayıtsız şartsız vazifeyi mukaddes bilecek. Vazifesini kötüye kullanan her vatandaş millet haini bilinmek şartıyla!
H — Yükselmek için himayeyi (kayırılmayı) yasak bilecek. Yükselmeyi kifayet (yetenek) ve çalışma – çabalamasında bulacak. Koruma ve destekle yaşayan bir kimsenin er geç düşeceğini bilecek.
Cumhuriyet, Türk milletinin ebedî ve ezelî varlığının son bir saadetidir. Bu saadetin koruyucusu muhakkak öz Türk çocuğudur. Türk Cumhuriyeti’ni Türk olmayan çocuk koruyamayacaktır.
Mesul nesil, emanet alan nesle son sözünü söylemiştir: Tercrübenin yanında ilim ve irfan cihazı olmazsa emanet alan nesil bir gün azap ve ıstırap içinde kıvranacaktır. İstikbal (gelecek) Türkündür, mazide (geçmişte) olduğu gibi.”
Mekânı cennet olsun!..
Merhaba Mehmet Bey... Tanıtımınızla birlikte milli kahramanlarımızdan önemli bir şahsiyetimizin varlığından haberdar oldum. Teşekkür ederim. İk fırsatta çocuklarıma anlatacağım...
YanıtlaSilSiz değerli öğretmenlerimizin, değerlerimizin unutulmamasında çok büyük katkısı olacağına inanıyorum. Sevgi ve saygılarımla.
Sil