Venedik ile ilgili son
yazımızı, daha sonra bir yazı konusu yapacağımızı söylediğimiz bu anlatıyla
tamamlıyorum;
4. Haçlı Seferi için
yola çıkan güdülen hedef mali yetersizlik ve Venedik Cumhuriyeti’nin taktiksel
yönlendirmesiyle Haçlı Orduları İstanbul’a yönlendirilir ve yeni bir tarih
yazılmaya başlanır. Venedik Doge’u
Enrico Dandolo liderliğindeki Haçlı ordusu (1) komutanları
son toplantılarında İstanbul’u işgal kararı alırlar. Dandolo, 97 yaşında, son
derece zeki ve gençliğinde bir Bizans imparator tarafından gözleri neredeyse
tamamen kör edildiğinden, Bizanslılara karşı kin ve nefret doludur.(2)
Tahtı ele geçirmelerine
yardım ettikleri Bizans İmparatoru (3),
sözünü tutmamış ve anlaştıkları para yardımını Haçlı ordusuna vermeyi
reddetmiştir. Dolayısıyla, şehre son hücum yapılacak ve antlaşmaya uygun
talepler zorla alınacaktır. Karar hemen uygulanır. Haçlılar olağanüstü bir direnç gösteren şehir
halkının tüm gayretlerine rağmen, işgale muvaffak olurlar. (13 Nisan 1204) Ve o
andan itibaren kelimelerle tarifi imkânsız bir vahşet ve zamanın geleneklerine
göre 3 gün sürecek bir talan, soygun ve katliam başlar. Bu inanılması güç
yağmanın detayları birçok görgü şahidi tarafından kaleme alınmış ve bu belgeler
günümüze kadar gelmiştir. Bunların içerisinde en ilginci, bizzat bu saldırıya
katılmış, çarpışmalarda yer almış, bir Fransız şövalyesinin anlattıklarıdır.(4) :
“Dünya yaratıldığından
beri hiçbir şehirden böylesine muazzam bir ganimet ele geçirilmemiştir.”
Nitekim Ayasofya başta
olmak üzere, kiliselerdeki tüm hazinelere el konmuş, saraylar ve evlere
girilmiş, her türlü eşya ya çalınmış ya da tahrip edilmiş, çok değerli sanat
eserleri parçalanmış veya yakılmıştır.(5)
Ancak tüm bu talan esnasında, ‘Hipodromun’ giriş kapısı üzerinde bulunan
görkemli dört adet at heykellerine başlangıçta dokunulmaz.
Bu atlar 800 seneden beri
adeta şehrin sembolü gibidirler. Şehrin kalbi sayılabilen hipodromun şeref
kapısının üstünde yarışları simgeleyen bir kuadrigaya (6) koşulmuşlardı. İnanılmaz bir
ustalıkla neredeyse saf bakırdan yapılmış bu atlar güneş ışığında altın rengini
alırlardı. Belki de tüm vahşetlerine rağmen, Haçlı askerleri, sekiz asırdan
beri orada bulunan atları kutsal sanıp, tahripten korkmuş olabilirlerdi.
Ortodoks
Konstantinopolis’in Katolik Haçlılar tarafından istilası ve talanı Bizans
İmparatorluğu’na altından kalkamayacağı bir darbe vurdu. İşgalin hemen
sonrasında, şehirde 60 yıl kadar sürecek bir Latin (yani Katolik) Krallığı
kurulur. Birkaç ay geçtikten sonra şehir, nüfusu önemli bir derecede azalmış ve
çok fakirleşmiş olsa bile, günlük hayatına devam etmeye başlar.
Aradan iki yıl geçer.
Enrico Dandolo ölür (mezarı Ayasofya’dadır)
ve yönetim tam anlamıyla Fransız hanedan mensuplarına ait bir grubun eline geçer.
Şehrin yerli ahalisi ve civar küçük şehir kasabalarla, yönetim arasında belli
bir uyuşma ve uzlaşma sağlanır.
Ancak bir sabah, şehir
halkı dehşet verici bir haberle sarsıldı. Hipodrom’un üzerindeki sevgili atları
yok olmuştur! Ne olup bittiğinden, başta kral olmak üzere hiçbir ‘yetkilinin’
haberi yoktur. Kısa zamanda gerçek anlaşılır; atlar, mükemmel hazırlanmış bir
planla (7) bir gecede Venedikli bir grup
tarafından yerinden sökülmüş, sahile taşınmış ve bir gemiye yüklenerek
Venedik’e doğru yola çıkarılmıştır. (Hristiyan azizlerinin kemikleri ve Hazreti İsa’ya ait olduğuna
inanılan ve bugün Torino’da olan kefen de gidenler arasındaydı.) Halk derhal sürgünde
bulunan Bizans İmparatoru’na haberi ulaştırır. Bizans gemileri, korsan geminin
önünü kesmek için denize açılırlar. Ancak kaptanın mahareti mi yoksa şansı mı
bilinemiyor, atların yüklendiği Venedik kalyonu bir türlü bulunamaz… Uzun süren
bu deniz yolculuğundan sonra atlar Venedik’e varırlar; ünlü tersanelerinin
(Arsenal) binasına konur ve orada 50 yıla yakın bir süre kaldıktan sonra, San
Marco Bazilikası’nın cephesindeki balkona yerleştirilir.
Aradan takriben 500 yıl
daha geçer. Genç Fransız generali Napoleon Bonaparte, Avusturya ve Piemonte
ordularına karşı müthiş bir zafer kazanmış ve Venedik’e girmiştir. Atlar derhal
dikkatini çeker ve bulundukları yerden sökülüp Paris’e götürülmeleri emrini
verir. Heykeller, 1798 yılında Invalides Sarayı’nın bahçesinde sonra Tuilerie
Parkı’nın girişinde yer alırlar ve nihayet 1807 yılında, ünlü Zafer Takı
tamamlanınca onun üzerine yerleştirilir.
1815 yılında yani sekiz
sene sonra, Napoleon’un devri sona erer. Venedik, Avusturya İmparatorluğu’nun
hükümranlığına geçer. İmparator 1.François ilk iş olarak Fransa’dan atları geri
ister ve tekrar San Marco Bazilikası’na eski yerlerine konmasını talep eder.
Birkaç ay sonra atlar görkemli bir törenle tekrar kilisenin balkonuna
konuşlandırırlar.
Ama serüven bitmemiştir.
1915 yılında, I. Dünya Savaşı’nın olası etkilerinden korumak için, atlarımız
tekrar yerinden indirilir ve Roma’da San Angelo şatosunun mahzenlerinde koruma
altına alınır. Harp bittikten bir yıl sonra, 11 Kasım 1919’da eski yerlerine
kavuşurlar.
20 sene daha geçer ve bu
kez II. Dünya Savaşı başlar. Şahane dörtlünün orada kalması düşünülemez ve bir
süre Padova Sarayı’nın bodrumlarında ‘misafir’ edilirler… Ağustos 1945’te
tekrar eski localarına kavuşurlar. Ama çileleri bitmemiştir.
1977 yılında beş sene
süren ciddi bir bakımdan geçirildikten sonra artık açık havada
barınamayacaklarına karar verilir ve atlar kapalı mekâna, yani bazilikanın
müzesine taşınır ve bazilikanın cephesine kopyaları yerleştirilir. Şimdilik,
müzedeki bir galeride ikamet başlarlar.
Venedik şehrine yolunuz
düşerse, lütfen bu atları siz de ziyaret edin; onlara belki de 800 yıldan beri
özledikleri İstanbul’un havasını götürürsünüz; Marmara Denizi’nin, dalga
seslerini dinletin; poyraz ve lodosun hâlâ onların hissettikleri şekilde estiğini
söyleyin. Günün ve elbet bir gün devranın döneceğini, ülkemizin tüm çalınmış
güzellikleri gibi onların da özledikleri anavatanlarına kavuşturulacaklarını,
lakin vatanın uyanık evlatlarının çoğalması için biraz daha zamana ihtiyaç
bulunduğunu onlara fısıldayın.
1 Dördüncü Haçlı Seferi;
siyasi entrikalar sonucu hedefinden sapmış ve Kudüs yerine Konstantinopolis
hedef alınmıştır.
2 A.A.Vasiliev; History
of the Byzantine Empire (1964 baskısı). 2. cilt syf.452
3 İmparator Isaac
Angelus.(o devirde Bizans entrikaları inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
4 Geoffroy de
Villahourdin: La Conquête de Constantinople
5 A.A.Vasiliev yukardaki
eseri syf. 461
6 Quadriga, özellikle
Roma ve Bizans’ta dört at tarafından çekilen yarış arabalarına verilen isimdir.
7 Jean Diwo ‘les Chevaux
de Saint-Marc’ adlı tarihi romanı. (2000)
Kaynak:
Aslında çok hüzünlü bir hikayeye sahip bu atlar. Lakin benim fikirimi soracak olursanız, orada şu an keyiflerinin gayet yerinde olduğu söyleyebilirim. :) İstanbula geri dönerler ise şuan ki kadar değer görürler mi orası tartışılır.
YanıtlaSilBir yönden, korumak, sahip çıkmak yönünden haklısınız ne yazı ki. Ulus olarak kimliğimizle çok övünsek de iş değerlerimizi korumaya gelince sınıfta kalıyoruz. Türk ve islamdan önceki Anadolu değerlerine hiçbir biçimde sahip çıkmamayı anlayamıyorum. Ama yine de ulusal değerlerimin başkalarının elinde olması bizler için büyük yitik.
SilSevgi ve saygılarımla.
1204 yılındaki seferde talan etmişler, inanılmaz hasar vermişler Konstantinapolis'e. İnsanoğlu hep aynı. Bugün de görülmüyor mu aynı şeyler?
YanıtlaSilKısmetse Nisan ayında göreceğim bu meşhur atlıları:) Şimdiden heyecanlanıyorum.
Benim fikrimce bu atların çalınması, oradan oraya gezmesi başlı başına bir hikaye, tarihi bir bilgi. Yani sanki orada kalabilir gibi geliyor. Bu topraklar bize aitken çalınanlar, satılanlar daha gurur kırıcı işler ve geri dönmeleri isteği öncelikli diye düşünüyorum. Tabii gönül ister ki bu topraklarda meydana getirilen her kültür mirası burada kalsın ve biz de onları layığıyla koruyabilelim.
Ayrıntılı bilgiler vermişsiniz, elinize sağlık Bilgehan Bey.
Güzel atlarımıza selam götürün. Daha çok insanımızın bu ibretlik öyküyü bilmesi ve değerlerimize daha çok sahip çıkmasını diliyorum.
SilSevgi ve saygılarımla.